Bugun...



Barış gazeteciliği, hemen şimdi! (2’nci bölüm)

Barış gazeteciliği, hemen şimdi! (2’nci bölüm) · Pornografik ve maskülen bir şehvetle yazılan haberler silsilesi günün her anı hayatımıza akıyor. İnlere ‘giren’ devletler, bombalarla köyleri, dağları ‘inleten’ komutanlar… Sahada, ofiste, sokakta ve hatta dağdan haber yapan, kitap yazan gazetecilere sordum. Nasıl olacak? Barış gazeteciliği nasıl hayat bulacak? Barış gazeteciliği, hemen şimdi! (1’nci bölüm)

facebook-paylas
Tarih: 06-08-2015 17:07

Barış gazeteciliği, hemen şimdi! (2’nci bölüm)

Barış gazeteciliği, hemen şimdi! (2’nci bölüm)

·         Pornografik ve maskülen bir şehvetle yazılan haberler silsilesi günün her anı hayatımıza akıyor. İnlere ‘giren’ devletler, bombalarla köyleri, dağları ‘inleten’ komutanlar…

Sahada, ofiste, sokakta ve hatta dağdan haber yapan, kitap yazan gazetecilere sordum. Nasıl olacak? Barış gazeteciliği nasıl hayat bulacak?

Nurcan Baysal – Aktivist, Gazeteci T24

Son bir yıldır Ezidi kamplarında çalışıyorum ve Ezidilere yönelik medyada verilen ‘ötekileştirici’ dille yazılmış haberlerin genel olarak toplumu Ezidilere karşı nasıl önyargılı hale getirdiklerini yakından gözlemledim. Ezidiler bu kadar büyük bir felaket, katliam yaşamasına rağmen, Ezidi kamplarına yardım çok kısıtlı oldu. Bunda medyanın ötekileştirici dilinin etkisi büyük.

‘Objektif’ gibi görünen birçok haber aslında muktedire hizmet ediyor. Özellikle savaş, soykırım, katliamların yaşadığı coğrafyalarda bunu açıkça gözlemlemek mümkün. Nitekim hepimizin bildiği 90’ların Kürdistanında yaşananların meşru kabul görmesinde medyanın savaş dilinin etkisi büyük.

Çatışmalı toplumlarda, medyada neyin ‘yazılmadığına‘ özellikle bakmak ve yazılmayanı yazabilmek, savaş propogandasının topuna girmiş kamuoyunu tekrar barışın yörüngesine sokmak açısından çok önemli. Türkiye medyası yıllardır ordunun, devletin kullandığı dili kullanmaya devam ediyor ve bu dil maalesef barışa hizmet etmiyor.

Ali Barış Kurt – ANF

 

Barış gazeteciliğinde savaşı gizleyen değil, kirli yüzünü teşhir eden bir çizgi izlenmeliyken, ana-akım medya ya ‘gerektiğinde‘ itinayla üzerini örten ya da ‘kahramanlık‘ mübalağasını öne çıkaran reflekslere sahip. Veya, meseleyi çatışmalardan ibaret gören, gösterenler için de bu tip bir gazetecilik yapmadıklarını söylemek mümkün zira savaşın neden başladığını, neden bitmediğini, nelere mâl olduğunu veya olacağını aksettirmeden aslında fanatik bir futbol maçı sunucusundan daha farklı şey yapmamış olursunuz.

Kaldı ki, geçtiğimiz çatışma döneminde bir televizyon kanalında Türk ordusunun bombardımanı tam da maç spikerliği üslubuyla verilmişti de, bombanın ağırlığını hepimiz hissetmiştik. Savaş sıcakken ‘soğumasını’, ‘soğukken’ toplumun birbirine ısınmasını hedeflemesi gerekirken, bu iki belirleyici misyona hiç de uymayan çizgide ısrar etmemesi lazım. Polisiye kitabı değil, gazete olduğunu hatırlayıp, kaç gerillanın hangi yöntemle öldürüldüğü yerine çarenin ne olduğunu işlemeli. Geçenlerde yaşamını yitiren bir askerin cenazesini sunarken dinlediğim kişinin şair mi spiker mi olduğunu ayırt etmem için ekrana biraz daha yaklaşmam gerekti.

Yine çatışmaların yoğun olduğu geçmiş yıllarda, muhalif kimliğiyle de bilinen bir meslektaşımızdan röportaj talebinde bulunduğumda, “Bu şartlarda özgür basına musakka tarifi versem bile hedef olurum” cevabını aldığımı anımsıyorum. Oysa tam da ‘bu şartlarda‘ barışın tarifini veren gazetecilere ihtiyaç yok mu? Keşke şartlar böyle olmasa da, hakikaten musakkanın kıvamını nasıl tutturacağımızı konuşsak. Ayrıca, sadece Kürt sorunu bağlamında değil; emek, kadın, Alevilik, Ermenilik, LGBTİ gibi başlıklarda da şiddet üreterek barış gazeteciliğine ihanet edildiğini eklemek lazım.

Esra Yalazan – Gazeteci, Yazar

Manşetlerde cepheye önde giden genel yayın yönetmenlerinin bu ülke için haber değeri yok maalesef. Bugün çok konuşulan 90’lı yılların ulusal ‘büyük gazetelerini‘ taradığınz vakit göreceğiniz başlıklar çok farklı değildir. Yani bugünkü savaş çığırtkanlığı sadece ‘havuz medyası‘ diye anılan manipülatif gazeteciliğin eseri değil. Medya patronlarının aynı zamanda iş adamı olması gözardı edilmemesi gereken sebeplerden. Bu patronların iktidarla (Ordu, mevcut hükümet) menfaat ilişkileri hiç bitmez. 30 yıl süren savaşta, İttihat ve Terraki’den bu yana siyasetçilerin, derin devletin kutuplaştırdığı toplumu, medya ‘savaş manşetleriyle‘ kışkırttı. Binlerce ölümde onların da ciddi sorumluluğu var.

Barış bu ülkede, önce siyasetçilerin sonra da çocuklarını savaşa göndermek istemeyen ‘iş adamlarının‘ işine gelmez. Sadece medyada kadın dili değil, hayatın bütün alanlarında kadın dili, sesi, merhameti, bakışı, dirayeti barış kültürü için elzem. Bütün erkekler kadınların içinden çıkar. İnsan böyle zor zamanlarda bu basit gerçeği unutuyor. Hiçbir anne kendi evladını savaşa gönderecek kadar gaddar değildir.

Neden medyada kadın dili hakim değil‘ eski bir soru. Cevabı malum, tıpkı siyasettte olduğu gibi köşe başını tutan ‘erkek iktidarı‘ kadınlara pek geniş ve etkin bir alan tanımadı çünkü. Evet yazıişlerinde kadınlar geçmişe göre daha aktif ama bu daha ziyade partilerin (HDP hariç) göstermelik kadın milletvekili bulundurmasına benziyor. Bugün iktidarın ve yandaşlarının kadınlara dair uslubuna, diline, seviyesine bakın. Gerçek tam da orada işte, üstelik gizli değil. Açıkça hayatımızı her gün doğrudan taciz ediyor.

Tuğçe Tatari – Gazeteci, Yazar

Türkiye medyasının yaygın bir davranış modeli vardır; güçten yana olmak. Devletle, hükümetlerle aynı dili yakalamaya çalışmak şüphesiz ki bu. Basın sözcülüğünden başka bir meslek tanımına girmez. Gazetecinin tek işi gerçeğin peşinden gitmektir. Gerçeği bulup eğip bükmeden okura sunmaktır.  Kanaat okura aittir. Algı yönetimi, ideolojik mimari gazetelerin ve gazetecilerin işi değildir.

Malesef bu topraklarda sadece gazeteciliğin icra edildiği yayın kuruluşlarına nadiren rastlanır. Özellikle savaş veya iç gerginliklerin yaşandığı dönemlerde bu sadece kutuplaşmaları arttırmak, savaş destekçiliği yapmak, şiddeti makul, normal ve anlaşılır kılmaktan başka şeye yaramaz. Gazeteciler şüphesiz ki birer barış elçisi olmak zorunda değildir ama otoritelerle güç birliği yapıp savaş çığırtkanlığı yapmak da hiçbir etiğe sığmaz.

Bizlerin içinde yer aldığı medyanın çok uzun yıllardır sorunu budur; halka sundukları bilgileri şekillendirerek, yorumlayarak, kanaat hakkını okura bırakmadan yayın yapmaktır. Bu durum gerçeklerin bilinip, tartışılmasını değil toplumda taraftar zihniyetinin körüklenmesini sağlar. Hâl böyle olunca bilgiyle değil fikirle şekillenir toplum.

Faruk Ayyıldız – Evrensel gazetesi

 

Amed’e (Diyarbakır) bir asker cenazesi gelmişti. Kürt ailenin, Kürt çocuğu. Aile cenazede ne eve, ne tabuta Türk bayrağı istememişti. Açıklamalarında ise “Biz savaş devam etsin istemiyoruz. Tarafını düşünmeden sorgulamadan hiç kimsenin ölmesini istemiyoruz. Barış istiyoruz” demişlerdi. Türk medyası tek bir ağızdan “Aile bayrağı kabul etmedi” biçiminde manşete çıkardı, haber altı yorumlarında o ailenin ‘barış‘ istediği için yemediği küfür kalmamıştı.

Hani barış çağrısı, hani ölümlerin durması talebi? Aile şahsında tüm Kürt halkına nefret söylemleri oluşmuştu. Barış gazeteciliği aileyi hedefe koymak değil, seslerini çarpıtmadan, manipüle etmeden en yapıcı kavramlarla topluma ulaştırmaktır. Gazeteciler halka karşı iktidarın sesi olamaz, olmamalı.

Ayça Örer – Gazeteci, OT ve Amargi dergi

Barış gazeteciliği, toplumsal cinsiyet odaklı gazetecilik denilince aklıma toplumsal cinsiyet dili üzerine bir atölyede bana “Hocam, dili niye konuştuğumuz gibi yazmıyoruz, mesela kadın dayak yemiş işte” diye itiraz eden öğrenci geliyor.“Kendi kendine mi yemiş, kafasını durduk yere duvara mı vurmuş” deyince, sorumla beraber sınıfa düşen boşluk, o ana kadar henüz yüzleşilmemiş ve o andan sonra yüzleşilse de tam olarak kavranamayacak şeylerin çiğliği.

Ağabeyinin tecavüzüne uğradıktan sonra intihar eden bir kadının haberini, “Utanca dayanamadı”diye vermek de mümkün, “Ensest acısı” diyerek de, “İntiharı seçti” diyerek de. Üçü de aslında bir kadının ölümünü anlatır.

“Gazetecilik özünde iletkenliktir” sözünü şimdi açabiliriz. Olanı olduğu gibi aktarmakla aramıza bu noktada, ‘toplumsal olan’ giriyor. Toplumsal olanın da tabulardan, piyasa kriterlerine kadar uzanan ikiyüzlü bir skalası var. Yani, her şeyi dümdüz anlatamazsınız. Ve aynı zamanda, her şeyi dümdüz anlatabilseniz bile onu ‘satacak’ bir formata sokmanız gerekir.  İş bu koşullar altında“Barış gazeteciliği nasıl yapılır?” sorusuna verilecek yanıt, bu mayın tarlasından nasıl geçmeyi tercih ettiğinize göre değişir.

Bir kere ayrımcı olmayacaksınız, doğu da batı kadar sizi ilgilendirecek, haberlerinizi sunarken, size verilen dışında şeylerin de olabileceği ihtimali hep aklınızın bir köşesinde duracak ve önyargıların önünüze geçmesine izin vermeyeceksiniz. Stajyerlere ilk öğretilenlerden başlarsak, “Ülkemizde” değil, “Türkiye’de”, “Ölü ele geçirildi” değil, “öldürüldü”, “olaysız dağıldı” değil, “sona erdi”, “eşinden dayak yedi”değil, “şiddet gördü”. “Kadın meselesinde nasıl bir dil kuracağız, dilimiz iyi değil mi?” diyenler ve bir kılavuz arayanlar Bianet’in Kadın Odaklı Habercilik ya da Gazeteciler İçin Cins Bakışı Sözlüğü’ne bakabilir.

Peki, barış gazeteciliği niye yapılamaz?

Barış gazeteciliği için en önemli şartlardan biri her koşulda taraflara mesafeyi koruyabilmek, haber kaynaklarından gelen bilgileri şeksiz şüphesiz doğru kabul etmemekten geçer.  Maalesef, Türkiye basını 90’lardaki eşsiz körlüğünü, 2000’lerde eşsiz bir muhalefete tevil ettiğinden ve başta Twitter olmak üzere gelen bütün kaynaklara itibar ettiğinden yine itidal sahibi bir dil kurmak fırsatını kaçırdı. Merkez medya, havuz medyası ya da muhalif basın, adına ne dersek diyelim, kendi cenahında yine şiddeti üreten bir dili, bazı konularda belli hassasiyetleri gözetmeyi yeterli sayarak yeniden dolaşıma soktu.

Türkiye’nin çoktan seçmeli hak ihlali günlüğü“Barış gazetecisiyim” diye yola çıkanların, bunu ancak gazete puntolarında sabırlarının elverdiği ölçüde yaptığını ortaya koyuyor. Herhangi bir öfke anında kadın haberlerinde ya da savaşta gösterdiği hassasiyetin gerçeği yansıtmadığını, güzel bir ‘imaj’ olarak kenarda durduğunu sıklıkla test ediyoruz. Esasen mesele gazetecilik değil hala, tarafların ‘haklılık‘ mücadelesi.

En başa dönelim, barış gazeteciliği nasıl mümkün olur sorusuna verilecek yanıt basittir, iletken olduğunuzu bilip, neyi ilettiğinizi sürekli sorgulayarak. Barış gazeteciliği nasıl mümkün olmazın yanıtı da basit, olayların sıcaklığı içinde galeyana gelip durduğunuz yeri sorgulamayarak.

Barış gazeteciliği adına bazı anektodlar

Barış gazeteciliği için büyük emekleri olan Jake Lynch ve Annabel McGoldrick’in anektodlarından bazı başlıklar:

-“çatışma sanki sadece şiddetin meydana geldiği zamanda ve yerde varmış gibi davranmayın. bunun yerine, çatışmanın başka yerlerde şimdi ve gelecekte insanlar için sonuçlarını ve bağlantıların izlerini sürmeye çalışın. sonuçtan kimler kazançlı çıkacak, kimler kaybedecektir?”

-“sadece şiddet eylemlerini haber yapmaktan ve “vahşet”i betimlemekten kaçının. eğer başka her şeyi dışlarsanız, şiddetin tek açıklamasının daha önceki şiddet olduğunu ima etmiş olursunuz (intikam). tek çare daha fazla şiddet uygulayarak düşmanı cezalandırmaktır.”

-“ “yoksun”, “perişan”, “savunmasız”, “acıklı”, “trajedi” gibi kurbanlaştırıcı sözcükler kullanmaktan kaçının, çünkü bunlar sadece insanlara ne olduğunu ve onlar için ne yapılabileceğini anlatır. bu tür bir dil bu insanları güçsüzleştirir ve değişim seçeneklerini sınırlar. bunun yerine, insanların neleri yaptıklarını ve neleri yapabileceklerini haberleştirin.insanların sadece ne hissetiklerini değil, sorunla nasıl başettiklerini ve ne düşündüklerini de sorun. varsa çözüm önerilerini dinleyin. sıradan insanların da soyadları olduğunu unutmayın.”

Barış gazeteciliği, hemen şimdi! (1’nci bölüm)




Kaynak: Diken

Bu haber 1595 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Basından yazılar Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI