Bugun...



Darbenin 35 yılında 12 Eylül Anneleri Anlatıyor

“12 Eylül öncesi normal bir anneydim” diyor yaşlı kadın… “Onlara yemek yapan, giydiren, okula gönderen, yollarını bekleyen, arta kalan zamanda komşulara giden bir anneydim. 12 Eylül’de çocuklarım içeriye alındıktan sonra artık evimde oturamaz oldum. Hep cezaevi kapılarındaydım…” Alnındaki çizgiler, kendisini normal bir anneden ayıran acıların derinliğini tarif ediyor… Ardından saçlarına aklar düşmüş bir başka yaşlı kadın anlatıyor; tutuklandıktan aylar sonra gördüğü oğlunun, 35 yıldır hafızasında evirip çevirdiği sözleri, bugün söylenmiş gibi taze: “Anne ağlayacaksan cezaevine gelme” dedi. “Karnımı tutarak dışarı çıktım. Çocuklarımı alıp gitmeleri yetmiyormuş gibi dövdüler, hakaret ettiler…”

facebook-paylas
Tarih: 12-09-2015 03:18

Darbenin 35 yılında 12 Eylül Anneleri Anlatıyor

Darbenin 35 yılında 12 Eylül Anneleri Anlatıyor

Diken/Oya Ayman

12 Eylül Anneleri Fragman

Belki hiçbir şeyden haberi olmayan…
Belki şubelerin, karakolların, mahkemelerin yollarını bilmeyen…
Cunta karşısında ne olursa olsun çocuklarının yanında yer alan…
Mücadele etmeyi, direnmeyi, örgütlenmeyi öğrenen…
12 eylül askeri cuntasına karşı mücadelenin bir araya getirdiği annelerin gerçek yaşam öyküsüdür.

“12 Eylül öncesi normal bir anneydim” diyor yaşlı kadın…

“Onlara yemek yapan, giydiren, okula gönderen, yollarını bekleyen, arta kalan zamanda komşulara giden bir anneydim. 12 Eylül’de çocuklarım içeriye alındıktan sonra artık evimde oturamaz oldum. Hep cezaevi kapılarındaydım…”

Alnındaki çizgiler, kendisini normal bir anneden ayıran acıların derinliğini tarif ediyor…

 

Ardından saçlarına aklar düşmüş bir başka yaşlı kadın anlatıyor; tutuklandıktan aylar sonra gördüğü oğlunun, 35 yıldır hafızasında evirip çevirdiği sözleri, bugün söylenmiş gibi taze: “Anne ağlayacaksan cezaevine gelme” dedi. “Karnımı tutarak dışarı çıktım. Çocuklarımı alıp gitmeleri yetmiyormuş gibi dövdüler, hakaret ettiler…”

Bir başka kadın, “Göz göre göre, elimle teslim edemezdim oğlumu. Bir anneyim, nasıl yapayım?” diyerek, oğlunu eve gelen askerlerin elinden nasıl saklamaya çalıştığını anlatıyor, gözlerinde yaşlarla…

Oğlu işkencede daha az acı çeksin diye cezaevine onlarca çorap götüren, oğlunun yaşayıp yaşamadığını yıllarca bilemeyen, kızının sevdiği yemekleri artık yapamayan anneler, gözünden sakındığı yavrusunun emniyet binasının camından atlayarak intihar ettiği haberini alan anneler…

İlk kez yayımlanan tanıklıklar

Darbe sonrası çocukları apar topar evden götürülen, kaybolan, işkence gören, öldürülen annelerin 35 yıl sonra ilk kez yayımlanan tanıklıklarına yer veren ’12 Eylül Anneleri Belgeseli’, yarın Şişli Kent Kültür Merkezi’nde ilk kez gösterime çıkıyor.

Yönetmenliğini Memik Horuz, Sevim Erdem ve Eyyüp Epekinci’nin yaptığı belgesel için yaklaşık 300 kişiyle 1500’i saati aşkın görüşmeler yapıldı. Bunlardan 116 anneyle yapılan görüşmeden 57’si filme alınırken, görüşme yapılan annelerin tamamı kitaplaştırıldı.

Ekibin gönüllü çabası ve 422 kişinin bireysel katkılarıyla sekiz yılda tamamlanan filmin sadece montajı bir yıl sürdü.

Kolektif bir çalışma

Belgeselin en önemli özelliği herhangi bir fon ya da sponsorluk almadan, zaman zaman 30-40 liralık desteklerle gerçekleşen kolektif bir çalışma olması.

Gönüllülük temelinde yola çıkan belgesel ekibi, kendi yakın çevrelerinin ve onların yakınlarının mutfak masraflarından ayırdıkları yardım paraları ve Türkiye’nin dört bir yanında görüşme yaptıkları annelere ulaşmalarını sağlayan yerelden insanlar olmasaydı bu projeyi tamamlayamayacaklarını söylüyor.

Annelerin kimi zaman ağlatan, kimi zaman da güldüren söyleşilerinden oluşan belgesel, yarışmalara da gönderilecek.

Yapımını Doliche Film’in üstlendiği belgeselin yönetmenlerinden Sevim Erdem’e göre, “Bu tanıklıkların 35 yıl aradan sonra ortaya çıkmasının nedeni, tarih bilincinin yeterince anlamlandırılamaması ve yaşananları kayıt altına almanın değerli olduğunun yeterince bilincine varılmaması olabilir.” 

Erdem, “Yaşananları kendisiyle mezara götüren anlayış, toplumun geleceğine gerekli katkıyı yapmamış sayılmalı” diyor.

 

Çoğumuz 12 Eylül’ün zulmünü yaşamış insanlar olarak, o dönemin annelerinden bir kısmıyla tanışıyorduk. Anneler, sıradan/klasik bir anne iken evlatlarının başına çeşitli haller gelince evinden çıkmış, evlatlarının can güvenliği, işkencesiz yaşama, adil yargılanma hakları mücadelesinde bir araya gelmiş, değişmiş ve 1986 yılında İnsan Hakları Derneği’nin kurucularından olmuşlardı. Bunlardan bazılarıyla insan hakları ve Cumartesi Anneleri mücadelesinde birlikte oluyorduk. Bu nedenle ilk temasımız ‘Metris Anneleri’yle oldu. Sonra birçok demokratik kurum ve kişilerin yardımlarıyla diğer annelere ulaştık.

Görüşeceğiniz anneleri belirlerken bir kriteriniz var mıydı?

Bizim için belirleyici olan, evlatlarının politik nedenle zarar görmesi değildi. Sokağa çıkma yasağını ihlalden, cuntanın koyduğu bir dizi kısıtlamaya itiraz etmiş veya o uygulamalardan zarar görmüş herkesin annesi konumuza dâhildi. Nitekim doğum sancısı tuttuğu halde sokağa çıkma yasağına denk geldiği için hastaneye gidemeyen, karakoldan izin almak için evden giden kocasının ancak sokağa çıkma saatinin bitiminde dönebildiği, işte tam da o sıralarda evinde kendi başına doğum yapmak zorunda bırakılan bir annenin ve engelli doğan, halen de o haliyle yaşayan evladının öyküsü de çalışmamız içerisinde yer aldı.

Çalışmanın son bir yılı sadece ‘Ermeni anne’bulmak için uzatıldı. Çünkü biliyoruz ki bu ülkede Türk-Kürt-Ermeni-Laz-Çerkes-Rum-Azeri-Boşnak-Arap vs birçok milliyetten insan bir arada yaşıyoruz. 12 Eylül cuntası, tüm halklara birden yönelmişti; fakat özellikle Kürt ve Ermeni olanlara işkencehanelerde daha ağır uygulamalar yaptı.

Sekiz yıl çok uzun bir zaman; yola çıkarken bu kadar uzun süreceğini tahmin etmiş miydiniz?

Kendi gerçekliğimiz içerisinde çalışmanın uzun süreceğini biliyorduk. Bundan sonra yapmayı tasarladığımız ’12 Eylül Avukatları’, ’12 Eylül Çocukları’, ’12 Eylül Eşleri’ gibi çalışmaların da uzun süreceğini biliyoruz. Bu arada ölüm orucu direnişi yapmış ve sağlığı bozularak tahliye edilmişlere, Wernicke Korsakofflu arkadaşlarla bir çalışma da yapmak istiyoruz. Eğer koşullarımızı değiştirecek gelişmeler olmazsa çalışmalarımız hep uzun sürecek.

 

Belgeseli hazırlarken nerelerde zorlandınız?

Zorlanmadığımız hemen hiçbir alan olmadı. Finans problemi dışında, hemen hepimiz yaşamımızı sürdürmek için çalışıyoruz. Çekimler yapılacağı zaman bazen birimizin bazen diğerimizin izin alma-katılma şansı olamadı. Bu nedenle filmin birçok yönetmeni, birçok kameramanı ve muhabiri var. Ekibimizin görev dağılımı var ancak hemen her birimiz tüm görevlerden parçalar üstlendik.

Öte yandan, listeye aldığımız annelerden bazılarına ulaşamadık. Bazılarına ulaştığımızda anneyi bir süre önce kaybettiğimizi öğrendik. Anlatılanları dinlerken içten içe ağladığımız oldu. Bazı yerlerde, grupçu dar kafalar bağlantıda oldukları anneleri bizimle görüştürmek istemedi.

Çalışmanın kurgu-montaj aşaması bizim için heyecanlı olduğu kadar yorucuydu. Teknik yetersizlik içerisinde bazen yeniden başa dönerek, bilgisayar kasası kucağımızda bazen toplu taşıma araçlarıyla renkçiden sesçiye koştururken uykusuz-yorgun ama bir o kadar da coşkuyla, ilk izleneceği günün hayaliyle ayakta kaldığımız bir süreçti.

Türkiye’de pek çok anne hâlâ acı çekmeye, korku ve endişe içinde yaşamaya devam ediyor. Ancak 35 yıl öncesine göre seslerini daha fazla duyabiliyoruz. Bunda sadece sosyal medyanın etkisi olabilir mi? Ya da başka etkenler neler?

 

2012 yılında Diyarbakır’da röportaj yaparken annelerden bazıları altını çizerek, o günlerden bugünlere Türkiye’de çok da fazla şeyin değişmediğine dikkat çekiyordu. Bugünkü yönetim o günlerden daha kötü ve zalim diyorlardı. Bu tespit, bizler için bile şaşırtıcıydı.

Ateşkes koşullarıydı… Henüz AKP’nin seçimi kaybetmediği ve Recep Tayyip Erdoğan’ın, başkan olmak için iç savaşa bile sürüklenebilecek girişimlere başvurmadığı zamanlardı. Ama yine de sivil Kürt çocukları yürüyüşlerde, çatışma süsü verilmiş ablukalarda öldürülüyor, hapsediliyor ve hücrelerde ölüme sürükleniyorlardı.  Biz bile, annelerin ‘Bugün dünden daha beter’söylemlerini anlamakta zorlanıyorduk.

Oysa bugün yaşananlara baktığımızda o söylem fazlasıyla gerçeği ifade ediyor. Bugün belki de 31 yıllık çatışma/savaş pratiğinin en kanlı, en zalim uygulamaları yaşanıyor. Çocuklarıyla anneler inanılmaz acılar yaşıyor. Evlerinin önünde vurularak hayatını kaybeden 10 yaşındaki Cemile Çağırga’nın cesedi üç gün ailesi tarafından derin dondurucuda saklandıktan sonra morga götürülebiliyor. Bunların sosyal medya aracılığıyla görülmesi önemli.

Ancak bunlardan daha önemlisi, Kürt düşmanlığını halka yayarak, sıradan insanların bilinçli kışkırtmayla galeyana getirilmesi, sokaklarda 80 yaşındaki insanların bile linç edilmesi çok büyük tehlike. Çok endişeliyiz.

Peki, o günden bugüne ne değişti?

Bu soruya üç ay önce, 8 Haziran 2015 günü başka yanıt verebilirdik. 10 yıl önce başka, 20 yıl önce başka. Şimdi ise çok daha başka yanıt verebiliriz: Türkiye hâlâ ne olacağına karar verememiş bir ülke. Yetkili kişilerin ruh haline, kişisel çıkarlarına göre dalgalı, bulutlu, karanlık, oyalayıcı, sahte umut yaratıcı ama hep altında hükmedici zihniyetler gizli.

Çocuklarını kaybeden, işkence gören, hayatı kararan annelere karşı işlenen suçlar konusunda ne yapılıyor? Ne yapılabilir?

 

12 Eylül yargılamaları sözde kaldı. İki generale açılan davada, sanıklar mahkemeye bile getirilemedi. Ve ölümleri gerçekleşince de dava düşmüş oldu. Mahkemeden ceza almalarına rağmen cezaları yargıtayca kesinleştirilmediği için hukuken suçsuz öldüler. Rütbeleri sökülmedi. Maaşlarını aynı şekilde alacaklar, vasileri o haklardan yararlanacak. Kamuoyunda yaratılan sanal hesap soruculuk böylelikle bilinmeze yuvarlanıp gitti.

İdamlar, işkenceler, kaçarken vuruldular, gözaltında kayıplar, adaletsiz yargılamalar zaten yargı konusu edilmemişti. O günün başbakanı, kitle kıyımcısı bir faşistle birlikte haksızca idam edilen Erdal Eren’den söz ederek ağlamıştı ama Eren’in ailesi müdahil hakkını bile kazanamamıştı.

Kimi annenin istediği sadece çocuğunun mezar yerinin gösterilmesi, dua edip ağlayacağı bir mezardı. Düşünebiliyor musunuz, her cumartesi gerçekleştirilen kayıp yakınlarının oturma eyleminde çocuğunun mezarını bulmuş aileler, diğer ailelerin yananda kendilerini sırf bu nedenle‘şanslı’ olarak tarifliyorlar. Bu ne kadar acı…

Ve bu konuda hiçbir şey yapılmıyor. 545 haftadır Galatasaray Meydanı’ndan ve Batman’dan, Diyarbakır’dan haykıran annelerin sesleri duyulmuyor. Yapılması gereken annelerin/ailelerin taleplerinin karşılanmasıdır: Kayıpların akıbeti açıklanmalı ve en alttan üst zincire kadar tüm failleri yargılanmalı.

 




Kaynak: Diken

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1388 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Röportaj-Analiz Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI