Bugun...



Egemen Aldoğan yazdı: Referandum sürecini anlamak ve ‘Hayır’ kampanyasını örgütlemek

Kampanyanın ana eksenine bu çürümenin somut görüntüleri oturtulup iki yıldır fiili olarak zaten olan başkanlık sisteminin ülkenin sarsıcı hiçbir sorununa çözüm üretmediği/üretemeyeceği gibi aksine tüm sorunları tüm sorunları daha da derinleştireceği anlatılmalıdır

facebook-paylas
Tarih: 25-12-2016 13:42

Egemen Aldoğan yazdı: Referandum sürecini anlamak ve ‘Hayır’ kampanyasını örgütlemek

Referandum sürecini anlamak ve ‘Hayır’ kampanyasını örgütlemek 

 

Egemen Aldoğan

Kampanyanın ana eksenine bu çürümenin somut görüntüleri oturtulup iki yıldır fiili olarak zaten olan başkanlık sisteminin ülkenin sarsıcı hiçbir sorununa çözüm üretmediği/üretemeyeceği gibi aksine tüm sorunları tüm sorunları daha da derinleştireceği anlatılmalıdır

7 Haziran 2015 Genel Seçimi’ne giden süreçte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çok aktif bir şekilde başkanlık üzerinden propaganda yapması ve bunun için de 400 milletvekili talep etmesi hafızalarımızdaki yerini koruyor. Bu sürecin ertesinde 7 Haziran 2015’te AKP’nin tek başına iktidarını kaybetmesinden sonra Türkiye zoraki bir şekilde 1 Kasım 2015 seçimlerine götürülmüştü. 1 Kasım seçimleri öncesinde Erdoğan’ın söylemleri incelendiğinde çok istediği başkanlık talebini geriye çektiği ve bunun üzerinden bir siyasi pratik geliştirmediği görülüyor. Hiç şüphesiz bunun nedeni Erdoğan’ın başkanlıktan vazgeçmesi değildi, tek neden Türkiye kamuoyunun başkanlık modelinin tartışılmasına hazır olmadığını yaptırdıkları anketlerde görmüş olmalarıydı. Kaldı ki 1 Kasım 2015 seçimleri öncesinde yaratılan kaos ortamında seçmenlerin “güçlü olan AKP’ye dönüşü” ve başkanlık söyleminin arka planda tutulması sonucunda AKP yeniden tek başına iktidar olabilme şansını yakalamıştı.

1 Kasım sonrasında hükümeti kurma görevini alan dönemin AKP Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ekipleri arasında belli başlı konularda yaşanan temel fikir ayrılıkları neticesinde Davutoğlu, Saray eliyle görevden el çektirildi ve 5 Mayıs 2016’da AKP Genel Başkanlığı görevinden istifa etti. 22 Mayıs 2016’da toplanan AKP 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde AKP Genel Başkanlığı’na, Erdoğan’ın İBB Başkanlığı’ndan itibaren yanından ayırmadığı Binali Yıldırım seçildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hükümeti kurma görevini kongrenin hemen ertesinde Yıldırım’a verdi. Binali Yıldırım, kongrede yaptığı konuşmada şu ifadeleri kullanmıştı:Yeni bir Anayasa’ya ihtiyacımız var. Başkanlık sistemini getirmeye hazır mısınız? Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle artık her şey eskisi gibi olmayacak. Yapmamız gereken fiili durumu yasal hale getirmektir. Bunun yolu yeni Anayasa ve başkanlık sistemidir”

 

Binali Yıldırım başbakanlığındaki 65. Hükümet 29 Mayıs 2016’da TBMM’den güvenoyu alarak resmen görevine başlamış oldu. Ahmet Davutoğlu dönemine göre Saray ile çok daha yakın bir çalışma görüntüsü veren Binali Yıldırım döneminde Erdoğan’ın hem söylem hem de pratik olarak yürütme işlerinde ağırlığı daha da hissedilmeye başladı.

Binali Yıldırım’ın görevi başındaki ikinci ayı dahi dolmadan Türkiye siyasi tarihinin en karanlık günlerinden birisi olan 15 Temmuz yaşandı ve AKP’nin kuruluşundan itibaren gayri resmi koalisyon ortağı olan Gülen Cemaati, TSK içindeki mensupları aracılığıyla askeri darbe girişiminde bulundu. Parlamentonun bombalandığı, sivil halka ateş açıldığı, tankların insanları ezdiği 15 Temmuz darbe girişiminin acı bilançosu olarak en az 240 sivil yurttaş hayatını kaybetti, binlerce insan yaralandı ve sakat kaldı. AKP ve Saray rejiminin “2. Kurtuluş Savaşı” olarak kavramsallaştırdığı, “Allah’ın bir lütfu olarak” ele aldığı bu darbe girişimi ve sonrasında 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL ile birlikte Türkiye siyaseti tek gündem üzerinden giden ve gittikçe kısırlaşan bir hal almaya başladı. Ülkedeki şiddet dalgasının da artması ve 15 Temmuz travmalarının hâlâ devam ediyor olmasından olsa gerek, Erdoğan ve AKP tarafından dillendirilmeyen yeni Anayasa ve başkanlık modeli tartışması 11 Ekim 2016’da yeniden gündemdeydi. Ancak gündeme getiren ne Recep Tayyip Erdoğan ya da Binali Yıldırım ne de AKP kurmaylarıydı. Başkanlık modelini grup toplantısında yaptığı konuşma ile Türkiye gündemine yeniden getiren isim MHP lideri Devlet Bahçeli oldu. Bahçeli konuşmasında başkanlığa yeşil ışık yaktı ve “Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin vereceği her karara saygılı ve bağlıdır” şeklinde konuştu.

 

Yani, Erdoğan’ın ve AKP’nin başkanlığı dillendirmekten çekindiği bir siyasi atmosferde Bahçeli’nin bu çıkışı AKP’yi ve Saray rejimini rahatlatmış oldu. Bunun üzerine Binali Yıldırım, Devlet Bahçeli’nin açıklamalarına binaen “Sayın Bahçeli’nin bugüne kadar yaptığı açıklamalar ümit vericidir, yapıcı açıklamalardır. Biz bunu, Meclis’te bu teklife kendi şartları dahilinde olumlu katkı yapacakları yönünde anlamaktayız” açıklamasını yaptı ve yeni anayasa çalışmalarının başlama sinyalini vermiş oldu.

Nihayetinde 10 Aralık 2016 tarihinde AKP üyesi 316 milletvekili imzasıyla TBMM Başkanlığı’na, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Bir Kanun Teklifi” başlıklı bir kanun teklifi sunuldu. Ve artık önümüzde önce bir TBMM oylaması aşaması ve görünen tabloda TBMM’den 330-367 oy arasında geçeceği öngörüldüğünde bir referandum süreci bulunmakta. TBMM Genel Kurul oylamasının ocak ayının ilk yarısında ve eğer oradan geçerse de referandumun ilkbahar aylarında yapılacağı şeklinde bir vaziyet bulunmakta.

Bunu şöyle okumak da mümkündür: Bu Anayasa değişiklik teklifinin referanduma gideceğini öngörüyorsak önümüzde bir “Hayır” kampanyası örgütlemek için sadece 3-4 ay bulunmakta.

Kampanyanın çizgisi nasıl olmalı?

“Hayır” kampanyasının nasıl şekillenmesi gerektiği ile farklı siyasi yaklaşımlardan farklı yaklaşımlar geliştiriliyor ve çeşitli isimler bu konuda görüş bildiriyor, makaleler yazıyor. Bu değerlendirmelerin hepsini ciddiye almak ve üzerinde sahici tartışmalar yapmaya ihtiyacımız var. Siyasi konum farklılıkları nedeniyle başka önerilere kulakları kapatmak ve ciddiye almamak büyük kayıplara neden olabilir.

Kampanyaya dair çıkış noktası olarak şunu söylemekte fayda var: “Hayır” kampanyası Recep Tayyip Erdoğan üzerinden kişiselleştirilmemeli ve kampanyanın ana ekseni mümkün olduğunca salt Erdoğan karşıtlığından uzak bir noktada tutulmalıdır. Çünkü, Erdoğan kimlikler üzerinden kendisini var eden tüm popülist sağ liderler gibi “kendisine vuruldukça” gücünü arttırmakta ve esasen kendi tabanını konsolide etmektedir.

Gramsci’nin yıllar öncesinde söylediği cümle bugünün Türkiye’sini çok güzel bir şekilde özetlemektedir. “Eskinin çürüyüp yok olduğu, yeninin ise bir türlü ortaya çıkamadığı bir değersizleşme, bir çürüme, bir nihilizm dönemi yaşıyoruz.” Gerçekten de Saray ve AKP rejiminin çürüyüp yok olduğu ancak “yeninin” bir türlü ortaya çıkamadığı bir dönem var Türkiye’de. Kampanyanın ana eksenine bu çürümenin somut görüntüleri oturtulup iki yıldır fiili olarak zaten olan başkanlık sisteminin ülkenin sarsıcı hiçbir sorununa çözüm üretmediği/üretemeyeceği gibi aksine tüm sorunları tüm sorunları daha da derinleştireceği anlatılmalıdır.

Referandum süreci uzun uzun taktik idmanların yapıldığı, farklı stratejilerin kurgulandığı 90 dakikalık bir futbol maçından daha çok kuvvetli vuran tarafın karşısındakini nakavt edeceği bir boks maçı olacak gibi gözüküyor. Artık, her zaman konuşulan örgütlenmeleri, sendikaları güçlendirmeyi, üniversiteleri aktifleştirmeyi, muhafazakar dalgayı kırmayı, kentlerin yoksul kesimlerine dokunup dönüştürmeyi yapmak için yeterli süre yok. Sadece 3-4 aylık bir süreçten bahsediyoruz ve bu süreçte maalesef hata yapma lüksü hiç olmadığı kadar az.

Bunların ötesinde de HDP parti örgütlerinin tüm Türkiye’de pasifize edildiği ve demokratik kitle örgütlerinin, toplumsal muhalefetin tüm kesimlerinin üzerinde çok büyük baskılarının olduğu bir OHAL dönemi yaşanmakta. En ufak bir muhalif söylem geliştirenin terörist ilan edildiği bir ortamda muhalif bir referandum kampanyası örgütlemenin ne denli zor olabileceği hali hazırda herkesin malumu.

CHP’nin tarihi sorumluluğu

Bu noktada, CHP’nin üzerinde tarihi bir sorumluluk bulunmaktadır. CHP, gerek Kürt sorununun çözümü konusunda gerek dış politika konusunda gerekse ekonomi konusunda son 3-4 yıldır söyledikleri bağlamında bugün “haklı” bir konumdadır. Bu haklılığı anlatmayı başardığı, sınıf siyasetini kaşıyarak asgari ücretin artmasını gündeme getirdiği 7 Haziran seçimlerinin başarısı ortadadır. 7 Haziran’da gündemi takip eden değil, gündemi belirleyen bir CHP vardı. Hiç şüphesiz 7 Haziran öncesi kampanya toplumun farklı kesimlerine CHP’nin eskiden hiç olmadığı kadar nüfuz etmesini sağlamış oldu.

Görünen şudur ki; CHP, “Hayır” kampanyasının en güçlü odağını oluşturacaktır. Yine söylemlerden ve yapılan “Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz” mitinglerinden anlaşılacağı üzere CHP kendi kampanyasını cumhuriyet değerleri ve ülkenin birliği üzerinden şekillendirecektir. Özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Devlet Bahçeli, Öcalan ile aynı şeyi mi savunuyor?” şeklinde çıkışları MHP tabanında “başkanlık=bölünme” denklemini kurdurmak amacını taşımaktadır. Yine CHP’nin tasarladığı kampanyada Bahçeli’nin geçmişte başkanlık karşıtı konuşmaları da bol bol kullanılacak gibi gözüküyor.

Peki bu kampanya yeterli olacak mıdır? Yani başarıya ulaşarak sandıktan “Hayır” çıkmasını sağlayabilir mi? Kampanya salt bu şekilde olursa sandıktan “Hayır” çıkmasını sağlamak çok kolay olmayacaktır. CHP, kampanyasını bu şekilde kurgulayıp görece daha laik bir yaşam süren MHP seçmenini “Hayır” etrafında toplarken, Türkiye solunun ve HDP seçmenlerinin de “Hayır” motivasyonunun diri tutulması gerekmektedir.

HDP, “Hayır” mı “boykot” mu?

HDP’nin tutumunun ne olacağı net olarak belli olmamakla birlikte “Hayır” diyeceği beklentisi ağır basmaktadır. Eğer bir ihtimal boykot kararı alınırsa böyle bir durumda HDP’nin “Hayır” dememe kararını Türkiye toplumsal muhalefetine ve demokrasi güçlerine nasıl açıklayacağı ise büyük bir muamma olacaktır.

 

Öte yandan 1 Kasım 2015 seçimleri öncesinde gündeme gelen “il ve ilçe seçim kurulları tarafından HDP’nin seçmenlerinin yoğun olduğu bölgelerde alınan sandıkların taşınması ve birleştirilmesi” yeniden gündeme gelmesi de HDP yönetiminin ve tabanının tutumunda etkili olacaktır. Bölgede sandığa gidilmesini engelleyen her pratik Kürtlerin zoraki boykotuna neden olabilir.

Sonuç itibariyle, referanduma gidiş sürecinin nasıl olduğu ve bugünkü mevcut durum ortadadır. Saray eliyle inşa edilen bir milliyetçi cephe karşısındaki tüm odakları terörize göstermekte, her türlü baskıyı yapmaktadır. Tüm bu zorluklara ve karamsar tabloya rağmen unutulmamalıdır ki; %50+1 oy alamayan Anayasa değişiklik teklifi, Erdoğan ve AKP için sonu başlangıcı olacaktır. Siyasi tarih, insanlıktan yana olanların nice zaferleriyle doludur. Bir an olsun yılgınlığa düşmeden mücadele etmek mevcut çürümüş düzeni ve tüm bileşenlerini nakavt etmek olacaktır…

 




Kaynak: Sendika.org

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1255 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Dünya Basınından Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI