Bugun...



Gezi direnişinin önemli isimlerinden Mücella Yapıcı ,

Gezi’nin üzerinden 3 yıl geçti. Gezi direnişinin önemli isimlerinden Mücella Yapıcı ile Gezi’yi, bugün geldiğimiz noktayı ve bundan sonra hangi adımların atılabileceğini Birgün gazetesinden Ece Zereycan konuştu

facebook-paylas
Güncelleme: 31-05-2016 02:38:34 Tarih: 30-05-2016 10:08

Gezi direnişinin önemli isimlerinden Mücella Yapıcı ,

"Her şeyi ruhsuzlaştırdılar, bu iş böyle gitmez"

 

 

Gezi’nin üzerinden 3 yıl geçti. Gezi direnişinin önemli isimlerinden Mücella Yapıcı ile Gezi’yi, bugün geldiğimiz noktayı ve bundan sonra hangi adımların atılabileceğini Birgün gazetesinden Ece Zereycan konuştu

 

 

  Gezi Direnişi 3 yaşında… Şimdi bakınca, o günler nasıl canlanıyor hafızanızda, gözünüzde beliren kareler neler mesela?

Üç kocaman, zor yıl diyelim… Türkiye için çok zor yıllar... Şimdi o günlere bakınca bir film şeridi gibi arka arkaya pek çok kare geliyor hafızama. Gezi’yi hatırladığımda bende bıraktığı duyguyu anlatabilirim. Hayatımda görmediğim, yaşamadığım kadar müthiş bir dayanışma duygusu, büyük bir özveri, korku zincirinin kırılıp atıldığı bir toplum, konuşmaya başlayan bir toplum vardı. Ama bütün bunların ötesinde aklımda müthiş bir empati hali, empati duygusu kaldı Gezi’den. Empati kokuyordu sanki her yer. Hakikaten bir film gibi…

 

  O günlerin atmosferine dayanışma hâkimdi. Bir araya gelen milyonlar tek sesti. 3 yılın ardından tablo nasıl?

Evet, benim de ilk hissettiğim şey dayanışmanın hakimiyetiydi. Milyonlar bir araya geldi ama hepsinin Gezi’si başkaydı aslında. Herkesin Gezi’si kendineydi. Ama ortak bir endişe ve ses vardı: “Yeni bir hayat mümkün!’’ ve bu yeni hayata olan inanç… Mücadeleyle ve bunun ancak bir arada yapılabileceğine olan inancın sesiydi o tek ses. “Her yer Taksim, her yer direniş’’ sloganı; meselenin sadece Gezi Parkı ya da Taksim Meydanı olmadığını, aslında coğrafyamızın her yerindeki sorunlara, oradan bakıldığını anımsatıyor bize. Üç yılın ardından tablo nasıl diye baktığımızda, çok umut verici gibi görünmüyor tabii ortalık. Ancak bu toplum, farklı renklerle, farklı görüşlerle de olsa; eğer özgürce yaşamaya, demokrasiye inanırsa; gericiliğe, yaşam tarzına karışılmasına isyan etme ve bir arada mücadele edebilme potansiyelinin var olduğunu gösterdi; hem kendisine, hem iktidara. Bu çok önemli bir umuttu hepimiz için, gelecek için. Bu umut çok ciddi bir şekilde korkuttu iktidarı. 7 Haziran seçim sonuçlarına baktığımızda bu empati, dayanışma halinin en sonunda belli sonuçlar verdiğini de gördük hep beraber. Ancak bütün bu korku, iktidarın altındaki o koltuğun sallanması, çok ciddi bir şiddet hali yarattı; özellikle son bir yılda. Üç yılın ardından bugünkü tabloya baktığımızda; eğer bu şiddet ve baskı halini görmeden, “ne oldu da bugün bu kadar sessiz, eylemsiz bir hale geldik’’ diye bir umutsuzluğun altını çizersek yazık etmiş oluruz bütün o günlere. Çok kutsamamak da gerekir ama. Bugün tabloya baktığımda insanların hassasiyetlerini asla kaybetmedikleri, artık en ufak bir köyde, parkta, mahallede, Türkiye’nin neresinde olursa olsun kent hareketlerinin ciddi şekilde artmış olduğunu ancak yine de sokağa ihtiyatla bakıldığını görüyorum. Bu çok anlaşılabilir bir durum. Bence bu bir enerji birikimidir. Tablo hepimiz açısından çok ürkütücü. Ancak umudumuzu kaybetmeyelim. Bir araya gelirsek, ki geldik bir kere, bunu yapabildik, her zaman da yapabiliriz. Ancak şu anda gerçekten ülkedeki tablo hoş değil.

 

  Dayanışma ve haksızlıklara karşı bir arada durabilme motivasyonuna nasıl gelindi o günlerde?

Buradaki en büyük motivasyon; son derece haklı, son derece hukuki, insani bir talebe karşı, iktidarın gösterdiği olağanüstü şiddettir. O güne kadar zaten toplumun canına tak eden uygulamalar başlamıştı. Özellikle kadınlar üzerinde… Kürtaj yasaları, yaşam tarzına karışılması, eğitim alanındaki değişiklikler, 4+4+4, 1 Mayıs’taki şiddet ve hiç atlamak istemem, Emek Sineması mücadelesi, kadın cinayetleri… Zaten toplum oldukça gergindi. O gece çadırların yakılması insanlara “yeter artık’’ dedirtti. Bu şöyle bir şey; hani kadınlar sonuna kadar sabreder ama çocuğuna, ailesine ya da sevdiklerine bir zarar geleceğini fark ettiği zaman artık o kadını kimse durduramaz; bu çok kadınca bir duygudur. Gezi’de de öyle oldu. Zaten Gezi’de kadınca bir duygu vardı. Hatta hatırlarsınız “çocuklarınızı alın eve götürün’’ dendiği zaman o gece anneler gelmişti. “Neden götürelim, çocuklar kendi gelecekleri için mücadele ediyorlar, biz ancak onların yanında oluruz, kollarına gireriz ve bu mücadelenin bir parçası oluruz’’ demişlerdi. Motivasyon buydu.

Her yaştan, her görüşten milyonlarca yurttaşın AKP iktidarının baskı düzenine karşı isyan bayrağını çekip sokağa çıktığı Gezi Direnişi’nin üzerinden 3 yıl geçti. Ömrümüz boyunca yüreğimizde, aklımızda, fikrimizde olacak unutulmaz anlar var Gezi günlerinden… Sokak arasında eli sopalı faşistler tarafından dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz, evinden ekmek almak için çıktığı sırada katledilen Berkin Elvan, tüm Gezi şehitleri ve gazileri yüreğimizde derin birer yara… Büyük bir kırılmanın yaşandığı o olağanüstü günleri; Taksim Dayanışması’nın önde gelen isimlerinden mimar Mücella Yapıcı ile andık. ‘O ruh kayboldu mu?’ kaygıları, haksızlıklara karşı bir arada direnme kültürü ve aradan geçen 3 yılda ne aşamaya gelindiğini konuştuk…

 

  Gezi Direnişi 3 yaşında… Şimdi bakınca, o günler nasıl canlanıyor hafızanızda, gözünüzde beliren kareler neler mesela?

Üç kocaman, zor yıl diyelim… Türkiye için çok zor yıllar... Şimdi o günlere bakınca bir film şeridi gibi arka arkaya pek çok kare geliyor hafızama. Gezi’yi hatırladığımda bende bıraktığı duyguyu anlatabilirim. Hayatımda görmediğim, yaşamadığım kadar müthiş bir dayanışma duygusu, büyük bir özveri, korku zincirinin kırılıp atıldığı bir toplum, konuşmaya başlayan bir toplum vardı. Ama bütün bunların ötesinde aklımda müthiş bir empati hali, empati duygusu kaldı Gezi’den. Empati kokuyordu sanki her yer. Hakikaten bir film gibi…

 

  O günlerin atmosferine dayanışma hâkimdi. Bir araya gelen milyonlar tek sesti. 3 yılın ardından tablo nasıl?

Evet, benim de ilk hissettiğim şey dayanışmanın hakimiyetiydi. Milyonlar bir araya geldi ama hepsinin Gezi’si başkaydı aslında. Herkesin Gezi’si kendineydi. Ama ortak bir endişe ve ses vardı: “Yeni bir hayat mümkün!’’ ve bu yeni hayata olan inanç… Mücadeleyle ve bunun ancak bir arada yapılabileceğine olan inancın sesiydi o tek ses. “Her yer Taksim, her yer direniş’’ sloganı; meselenin sadece Gezi Parkı ya da Taksim Meydanı olmadığını, aslında coğrafyamızın her yerindeki sorunlara, oradan bakıldığını anımsatıyor bize. Üç yılın ardından tablo nasıl diye baktığımızda, çok umut verici gibi görünmüyor tabii ortalık. Ancak bu toplum, farklı renklerle, farklı görüşlerle de olsa; eğer özgürce yaşamaya, demokrasiye inanırsa; gericiliğe, yaşam tarzına karışılmasına isyan etme ve bir arada mücadele edebilme potansiyelinin var olduğunu gösterdi; hem kendisine, hem iktidara. Bu çok önemli bir umuttu hepimiz için, gelecek için. Bu umut çok ciddi bir şekilde korkuttu iktidarı. 7 Haziran seçim sonuçlarına baktığımızda bu empati, dayanışma halinin en sonunda belli sonuçlar verdiğini de gördük hep beraber. Ancak bütün bu korku, iktidarın altındaki o koltuğun sallanması, çok ciddi bir şiddet hali yarattı; özellikle son bir yılda. Üç yılın ardından bugünkü tabloya baktığımızda; eğer bu şiddet ve baskı halini görmeden, “ne oldu da bugün bu kadar sessiz, eylemsiz bir hale geldik’’ diye bir umutsuzluğun altını çizersek yazık etmiş oluruz bütün o günlere. Çok kutsamamak da gerekir ama. Bugün tabloya baktığımda insanların hassasiyetlerini asla kaybetmedikleri, artık en ufak bir köyde, parkta, mahallede, Türkiye’nin neresinde olursa olsun kent hareketlerinin ciddi şekilde artmış olduğunu ancak yine de sokağa ihtiyatla bakıldığını görüyorum. Bu çok anlaşılabilir bir durum. Bence bu bir enerji birikimidir. Tablo hepimiz açısından çok ürkütücü. Ancak umudumuzu kaybetmeyelim. Bir araya gelirsek, ki geldik bir kere, bunu yapabildik, her zaman da yapabiliriz. Ancak şu anda gerçekten ülkedeki tablo hoş değil.

 

Dayanışma ve haksızlıklara karşı bir arada durabilme motivasyonuna nasıl gelindi o günlerde?

  Buradaki en büyük motivasyon; son derece haklı, son derece hukuki, insani bir talebe karşı, iktidarın gösterdiği olağanüstü şiddettir. O güne kadar zaten toplumun canına tak eden uygulamalar başlamıştı. Özellikle kadınlar üzerinde… Kürtaj yasaları, yaşam tarzına karışılması, eğitim alanındaki değişiklikler, 4+4+4, 1 Mayıs’taki şiddet ve hiç atlamak istemem, Emek Sineması mücadelesi, kadın cinayetleri… Zaten toplum oldukça gergindi. O gece çadırların yakılması insanlara “yeter artık’’ dedirtti. Bu şöyle bir şey; hani kadınlar sonuna kadar sabreder ama çocuğuna, ailesine ya da sevdiklerine bir zarar geleceğini fark ettiği zaman artık o kadını kimse durduramaz; bu çok kadınca bir duygudur. Gezi’de de öyle oldu. Zaten Gezi’de kadınca bir duygu vardı. Hatta hatırlarsınız “çocuklarınızı alın eve götürün’’ dendiği zaman o gece anneler gelmişti. “Neden götürelim, çocuklar kendi gelecekleri için mücadele ediyorlar, biz ancak onların yanında oluruz, kollarına gireriz ve bu mücadelenin bir parçası oluruz’’ demişlerdi. Motivasyon buydu.

 
 
 
 
 



Kaynak: Bir Gün gazetesi

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1053 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Röportaj-Analiz Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI