Bugun...


Kriz ve pandemi koşullarında kapitalizm
Tarih: 20-09-2020 20:45:38 Güncelleme: 21-09-2020 03:00:38 + -


Pandemiyle beraber kapitalizme dair tartışmalar çeşitlenip yoğunlaştı. Sistemin aktörleri de muhalif olanlar da yani farklı bir dünya düşleyenler de tartışıyor. Sistemin devamına imkan tanıyacak arayışlar içinde olanların tartışmaları, hesapları, taktik ve stratejileri yeni değil. Bunlar, kriz koşullarında ve yeniden paylaşım ikliminde gerçekleşiyor. Bu süreçte pandemi, krizi derinleştiren, çelişmeleri sertleştiren ve arayışları hızlandıran bir işlev görüyor.

facebook-paylas
Tarih: 20-09-2020 20:45

Kriz ve pandemi koşullarında kapitalizm

Kriz ve pandemi koşullarında kapitalizm

Pandemiyle beraber kapitalizme dair tartışmalar çeşitlenip yoğunlaştı. Sistemin aktörleri de muhalif olanlar da yani farklı bir dünya düşleyenler de tartışıyor. Sistemin devamına imkan tanıyacak arayışlar içinde olanların tartışmaları, hesapları, taktik ve stratejileri yeni değil. Bunlar, kriz koşullarında ve yeniden paylaşım ikliminde gerçekleşiyor. Bu süreçte pandemi, krizi derinleştiren, çelişmeleri sertleştiren ve arayışları hızlandıran bir işlev görüyor.

Tartışmanın pandemi özgülüne kadar daraltılması, hele ki pandeminin bir komplodan ibaret görülüp kapitalizm gerçekliğinden koparılması, fotoğrafı bütünlüklü görmeyi ve doğru/sınıfsal ölçekler üzerinden tartışmayı güçleştiriyor.

Halbuki kapitalizmin işleyiş yasalarının ve dünden bugüne geçirdiği evrimin sınıfsal izlekler üzerinden görülebilmesi, bugün olup biteni tüm parametreleriyle okuyabilmeye ve muhtemel gelişmeleri değerlendirmeye imkan tanır.

Pandemi, tabii ki özel bir süreçtir ancak tüm diğer özel süreçler gibi yapılacak değerlendirmeleri sınıfsal bakışın dışına çıkarmaz. Aksine sınıfsal bakış özü de özgünlüğü de görmeye imkan tanır. Sınıfsal bakış, aynı zamanda sınıfsal takip gerektirir. Sınıfsal ilişki ve çelişmeler, kimlerin muhalif veya ittifak bileşeni olduğu; değişmeyen/durağan olgular değildir. Buradaki değişim ve değişime göre konum alma meselesi, ezen-ezilen ilişkisinde toplam resmin içinde günü de görmeyi gerektirir.

Taşların yerinden oynadığı ve sermayenin yeni bir düzeni için kavga eşliğinde ipuçlarının da belirdiği yeniden paylaşım ikliminde, bir taraftan geleceğe dair muhtemel gelişmelere kafa yorulurken diğer taraftan yaklaşık 70 yıldır var olan dünya düzeninin ortaya çıkış koşullarını anımsamakta yarar vardır.

İkinci savaş sonrası düzen ve yeni sömürgecilik

  1. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin hegemonyası altında biçimlenen dünyanın sermaye açısından nasıl bir yayılma, yöntem ve araç geliştirme niteliği taşıdığını, sömürgeci-sömürge ilişkisinin nasıl bir değişim geçirdiğini (Monreo doktrininden Truman doktrinine geçiş) yani ABD’nin kendi sınırları dışına taşıp tüm dünyayı sömürü, yağma ve yatırım alanı olarak görmeye başladığını (yeni sömürgeciliği) bilmek, bugünkü patent yarışından ticaret savaşına, kaynak ve sömürge paylaşımına kadar yaşananları anlamayı kolaylaştıracaktır.

Gerçekte 40 küsür yıldır uygulanmakta olan neoliberalizm, yeni sömürgeciliğin ve uluslararası işbölümünün yadsınması değil, devamı ve yeniden üretilmesidir. Irak ve Afganistan işgali de Mısır’a, Libya’ya, Suriye’ye yönelik müdahaleler de kapitalizmin taşınmadığı hiçbir coğrafyanın, sömürülmeyen hiçbir emeğin kalmayacağı türden bir yeniden sömürgeleştirme hamlesinin, emperyalist yayılmanın sonucudur.

Eğer neoliberalizmi kısaca tüm kamu mallarının ve kaynakların özelleştirilmesi, sadece üretim bandının değil hizmet alımının da parçalanması, iş yaşamında esnekleştirme ve güvencesizliğin yaygınlaştırılması, uluslararası sermayenin hareketinin önündeki tüm engellerin kaldırılması olarak özetleyecek olursak, pandemi ile beraber neyin değiştiğini veya öz olarak nelerin değişmediğini görme şansımız olur.

Sistemin krizi ve pandemi

2008’de derinleşerek dışa vuran kriz, gerçekte var olan ama sürekli olarak çeşitli ülkelerin veya toplumsal kesimlerin sırtına yıkılarak ötelenen yapısal bir krizdi. Küreselleşmeyle beraber dünyanın bir bütün halinde emperyalist iştaha açıldığı koşullarda, bir ürünün nerede ucuza üretilebiliyorsa orada üretilmesi ve bir başka coğrafyada tüketilmesi biçimindeki yöntem, süreç içerisinde giderek metropol ülke pazarlarını daraltıcı etki yapmaya başladı. Ancak buna rağmen 2008 sonrasında tekellerin bu yöntemden vazgeçmediği, dünyanın atölyesi işlevi gören Çin’in yayılması karşısında rekabetin yine aynı yöntemle sürdürüldüğü görüldü.

Rusya, Çin, Hindistan gibi ülkelerin ABD hegemonyasını zorlayan/bozan niteliği, dünya ölçeğinde çeşitli sahalarda gerilime sebep olurken, aynı zamanda ticaret savaşını, kur savaşını, petrol fiyatlarında ayar vb. yöntemleri beraberinde getirdi. ABD’nin askeri imkanları, uluslararası ilişkileri vb. Çin’in yayılmasını önlemeye, İran’ın Ortadoğu’da etkisizleştirilmesine vb. yeterli olmazken ve hatta süreç giderek ABD-AB ilişkilerini de gerginleştirip ayrıştırırken, kriz eşliğinde yeniden paylaşım olarak tanımlanabilecek bu dünya tablosuna pandemi eklendi.

Pandeminin üretime de tedarik zincirine de etkisinin olduğu dolayısıyla da krizi derinleştirdiği biliniyor. Ancak pandeminin ortaya çıkışı da sisteme (pazar paylaşımına, mülkiyet değişimine  ve tasfiyeye) etkileri de Covid-19 ölümleri de sınıfsal olarak değerlendirilmediği hatta doğrudan kapitalizmle ilşkilendirilmediği sürece, çıkarılacak sonuçlarda ve geliştirilecek çözüm/mücadele önerilerinde yanılgı ihtimali artacaktır.

Sermayenin dönemsel tercihleri, mücadele dinamikleri ve sol

Sermayenin dönemsel arayışlarının ve azami kâr hesaplarının mevcut düzene sığmaz hale geldiği bu koşullarda, burjuva rejimlerin bilinen işleyiş yasalarının ya aşındırıldığı ya da fiilen işlemez hale getirildiği görülüyor. Öyle ki mevcut üretim ilişkilerine dair toplumda rıza oluşturmak üzere gündeme getirilmiş parlamenter temsile veya göstermelik de olsa uygulanan kuvvetler ayrılığına bile tahammül kalmamış, Türkiye’de “Türk tipi başkanlık” olarak gördüğümüz sermayenin azami çıkarlarının doğrudan siyasal zeminde karşılık bulması anlamına gelen tekelci siyaset anlayışı giderek yaygınlaşmakta; Avrupa’da burjuva demokrasileri güdükleştirilirken yeni sömürgelerde faşizm açık biçimler almaktadır.

Tekellerin artan sayısı, yoğunlaşan rekabet ve gerek sermaye-sermaye gerekse emek-sermaye çelişmelerinin keskinleşmesi, önümüzdeki süreçte sermaye-siyaset ilişkisine doğrudan/dolayımsız biçimler kazandırırken; burjuva yasalarının, gelenek ve kurumsallaşmaların yok sayıldığı iktidarların yaygınlaşmasını beraberinde getirecektir. Bu bağlamda bugüne dek, “özgün/aykırı tipler” olarak görülen Trump, Boris Johnson, Bolsonaro, Erdoğan gibi örneklerin yaygınlaşarak “normalleşmesi” beklenmelidir.

Tam da bu bağlamda muhalif zeminden “Korona sonrası dönemin tablosu, pek de otoriterizmin her şeye hâkim olacağı yönlü beklentileri doğrulamıyor” biçiminde değerlendirmelerin yapılabiliyor olması, süreci doğru okumayı sağlayan ve bu tür yanılgılara karşı sigorta niteliği taşıyan sınıfsal bakışın önemini gösteriyor.

Sermaye iktidarlarının dönemsel tercihlerini örneğin ABD’nin Lübnan’a müdahalesinde, Türkiye’de güvenlik araçlarına ve politikalarına yapılan yatırımlarda veya Libya’dan, Suriye ve Akdeniz’den paylaşım savaşına dair alacağımız kesitlerde görebilmek mümkün.

Ülkemizde daha somut biçimde gözleyebildiğimiz gibi her dinamiği kendi sınırları içinde hareket etmeye zorlayan, hatta birleşikliği tetiklemesin diye saldırı hamlelerini teker teker yapan iktidar, sınıfsal duruşunun gereği her hakkı, her kazanımı boy hedefi yapmışken bunu, sanki politik değil basit bağlamlar içinde teknik bir mesele olarak göstermeye gayret ediyor.

Birleşik mücadele ihtiyacının kendini acil boyutlarda hissettirdiği bu konjonktürde herkesin “kapısının önünü süpürme” veya eylemini kendi dar ihtiyaçları bağlamında yapma eğilimi iktidarın işini kolaylaştırıyor. Gerçekte ise çevre mücadelesinden kadın mücadelesine, kimlik sorunundan emeğin sorunlarına kadar tüm muhalif/alternatif ufuklu mücadelelerin kardeşleşme potansiyeli yüksektir. Bu potansiyelin, dinamikleri kriminalize eden, baskı altında tutan iktidar atraksiyonları sebebiyle daralarak her dinamiğin kendi sınırlarına kadar çekilmesi, demokrasi mücadelesinin en büyük handikaplarından biridir. Örneğin böyle bir dönemde düne kadar sistemden memnun olan ve çarkın dönmesini sağlayan insanların önemli bir kısmının, yaşanan gelişmeler karşısında muhalif olması, çarkın dışına düşmesi beklenmelidir.

Bu süreçte gerçekte tüm haksızlıklara, eşitsizliklere, adaletsizliğe karşı örgütlenme ve çözüm geliştirme zemini olan solun gündemi sadece “solcular”ın sorunlarından ibaret olamaz/olmamalıdır; sürecin gerçekliği, potansiyel muhalefet ve ittifaklar dikkate alınarak yöntem ve araç geliştirilmelidir.

Bu kapsamda iş sorunu da aş sorunu da iktidar tarafından sıkça demagoji ve sömürü konusu yapılan umut da sermayenin toplam politikaları ve faşizmin güncel niteliği bağlamından koparılmadan değerlendirilmelidir.




Kaynak: Yolculuk

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1145 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Güncel Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
YUKARI