Bugun...



Hareket zamanı… – Aktüel Gündem

Erdoğan için zor günler. “Benim vatandaşım…” diye bağıra bağıra, her yolu deneyerek kurtarmaya çalıştığı Zarrab, ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları yasadışı yollarla delmek, bankacılık sahtekârlığı ve kara para aklamak suçlamaları ile açılan davada sanık sandalyesinden tanık sandalyesine transfer oldu.

facebook-paylas
Tarih: 30-11-2017 14:16

Hareket zamanı… – Aktüel Gündem

Hareket zamanı…
 

Aktüel Gündem
 

Erdoğan için zor günler. “Benim vatandaşım…” diye bağıra bağıra, her yolu deneyerek kurtarmaya çalıştığı Zarrab, ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları yasadışı yollarla delmek, bankacılık sahtekârlığı ve kara para aklamak suçlamaları ile açılan davada sanık sandalyesinden tanık sandalyesine transfer oldu. İlk aşamada bu tanıklığın, tek tutuklu sanık olarak yargılanan Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Atilla’yı ilgilendiren kısmını duyacağız. Ama dava içinde ismi  geçenlerin belirtildiği listede Tayyip Erdoğan, Bilal Erdoğan ve Berat Albayrak’ın adının yer almasında da anlıyoruz ki savcıların dosyalarında Erdoğan ailesine dair de bol bol bilgi depolanmış. Üstelik “Bugün Zarrab, yarın kim?” sorusu beynini meşgul ediyor. Bir dava değil çıkar etrafında bir araya gelen ve bir suç şebekesi oluşturanların birbirlerine güvenmesi olası mı? Erdoğan’ın etrafındaki herkesi, potansiyel “itirafçı”, potansiyel düşman olarak görmemesi mümkün mü?

Erdoğan, Zarrab için Mehmet Metiner gibi “Canı cehenneme, bizim için önem arz eden birisi değil” diyebilecek mi? Döviz kuru almış başını gitmiş, enflasyon fırlamış, ekonomi çöküş sinyalleri verirken, davada Halkbank’ın yanında Ziraat Bankası ve Aktifbank’ın da adı eklenmiş ve adı geçen bankalara verilecek cezalar ve kredi notlarının düşürülmesi “riski” konuşulurken bu mümkün mü? TÜSİAD, Erdoğan’a “rağmen” hareket edemeyen ve başkanının adı eski Halkbank yöneticisi olması nedeni ile Zarrab davasında geçen Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda sesini yükseltir ve “OHAL’den çıkış yolunu görelim” diyerek sıkışmış Erdoğan’ı uzlaşmaya zorlarken, hayır. Diktatörlüğünü sürdürmek için sandığa yaslanma zorunluluğundan muzdarip olan Erdoğan tüm hazırlığını yüzde 50 +1 almak zorunda olduğu bir seçimi kazanma hedefi ile yaparken, hayır!

Elbette bu hedefle yol alırken tek derdi Zarrab ya da ekonomik kriz sinyalleri değil. Emperyalist sistem içi krizlerin Erdoğan’a sağladığı manevra alanı da giderek daralıyor. ABD ile yaşadığı gerilimde Rusya ile yakınlaşma hamlesi Erdoğan’ı pek de avantajlı bir noktaya getirmiş değil. Geldiği noktada, Türkiye’yi “işgalci güç” olarak tanımlayan Esad’a hava sahasını açıp Rusya’da Putin’le sarmaş dolaş olmasını seyretmek zorunda kaldı. Soçi’de Esad’ı Suriye’nin meşru temsilcisi kabul eden kararlara ortak oldu. Suriye’nin geleceğinin belirleneceği Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne PYD’nin katılımı konusunda şerh düşse de, “Kongre kapsayıcı olmalı” diyen Rusya ve İran pek oralı görünmüyor. Erdoğan o kadar çaresiz ki, “PYD-YPG’ye karşı Esad da olumsuz” diyerek, yıllardır devirmek için çabaladığı Esad’a Kürt karşıtı bir uzlaşma öneriyor. Pazarlıkta elinin güçlü olduğu söylenemez. Şam Kürtlerle bir uzlaşma zemini yaratmaya gayret ediyor. İran Soçi zirvesi sonrası Türkiye ve ABD’yi kastederek Suriye’nin çağırmadığı ülkelerin askerlerini geri çekmesini istedi. Pentagon, Erdoğan’ın Trump ile yaptığı görüşmeye dair beyanını yalanlarcasına YPG’ye desteklerinin süreceğini açıkladı.

Yalanlama demişken, şu Man Adaları’na gönderilen milyonlar meselesine bir bakalım. Bütçe açıklarını gidermek, sermayeyi hoşnut kılacak teşviklere kaynak sağlamak amacıyla halkın sırtına yeni vergiler yükler, zaten fahiş olan mevcut vergi oranlarını daha da artırırken “çevresinin”, çocuklarının, hısım-akrabalarının, yandaşlarının vergiden kaçmak için servetlerini vergi cennetlerine kaçırması iktidarın çürümüşlüğünün yeni bir seviyesi olarak deşifre oldu. Kılıçdaroğlu’nun bu çürümüşlüğün belgelerini açıklaması karşısında panikleyen AKP kurmayları hemen “iftira-darbe-düşman-ihanet” söylemine sarıldı. “En iyi savunma saldırıdır” mantığıyla hırsızlıklarını, vergi kaçırmalarını, yolsuzluklarını “vatan savunması” demagojisi ile kapatmaya çalışıyorlar. Kuvvetle muhtemel ki CHP genel başkan düzeyinde hedef alınacaktır.

Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun ne dediğinden ya da ne yaptığından da önemlisi, belgelerle gözler önüne serilen bu çürümüşlük karşısında halkın ne yapacağıdır. Halk bu sürecin izleyicisi mi olacaktır, yoksa sesini yükseltip hesap soranı mı? Halk güçlerinin sürece müdahil olup olmaması, Erdoğan’ın hem kendi kitle desteğini muhafaza etmeye hem de muhalif kesimleri pasifize etmeye aynı anda muhtaç olduğu mevcut konjonktürde iki tarat açısından da yaşamsal önemdedir.

Erdoğan’ın arkasında herhangi bir emperyalist merkezin açık desteği, elinde egemen sınıfların birliğini sağlayacak net bir program, izlediği neoliberal İslamcı siyasetle çürüttüğü ve iflasa sürüklediği bu ülkeyi “ihya edecek” bir reçete, kendisini kurucu bir irade olarak dayatıp bir “ulus inşası” programını yürütebileceği ideolojik-politik bir çizgi ve kadro birikimi yok. Ama kendi deyişi ile “durmuyor”, “yola devam ediyor”.

Erdoğan tüm bu krizlerden, Türkiye’yi kendi varlığına indirgeyip kendi iktidarını koruma davasını bir “milli dava” olarak sunarak; NATO ve ABD’yle yaşadığı krizler üzerinden bir “anti-emperyalizm” illüzyonu yaratıp karşısındaki herkesi “hainlikle, ajanlıkla” suçlayarak; kendi yarattığı yıkıma kendisi muhalefet ederek; sömürge kapitalizminin “beka” sorununun ancak kendi hegemonyası altında birliği sağlanmış bir kontrgerilla idaresi ile çözülebileceğini iddia ederek; emperyalist merkezlere ise muhatap alabilecekleri tek iktidar alternatifi olarak kendisini dayatarak sıyrılmaya çalışıyor. Sorun, buna izin verip vermeyeceğimiz sorunudur.

Emperyalist merkezler, egemen sınıfın farklı kanatları, sermaye fraksiyonları, eski kontrgerilla bileşenleri vs ile Erdoğan diktatörlüğü arasındaki ilişki ve çelişkiler elbette siyasal mücadele açısından bir anlam ifade eder. Eğer bu ülkenin kaderini değiştirecek devrimci bir mücadele çizgisini kurma iddiasıyla, diktatörlüğün inşa sürecinde müdahale edilebilecek kriz dinamiklerini analiz etmek amacıyla bakarsak. Aksi, bir süre sonra laf kalabalığından fazlası değildir.

Devrimciler asıl mücadele “denklemini” neoliberal İslamcı bir Tek Adam diktatörlüğü ile halk arasındaki çelişkiler üzerinde kuracaktır. Türkiye halklarının insanca yaşam, bağımsızlık, barış, özgürlük, eşitlik ve laiklik istemi; emperyalizmin bu diktatörlük eliyle işlettiği sömürgecilik programının, bu diktatörlüğün sınıf programının, savaş politikasının, kadın düşmanı, homofobik, mezhepçi, Kürt düşmanı, İslamcı siyasetinin ve tüm bunları uygulayabilmek için yukardan aşağı kurduğu yönetme biçiminin karşısına dikilmek zorundadır.

Bu politik ilkeler ancak diktatörlüğe karşı halk direnişinin ilkelerine dönüştürülebilirse, yani gerçek bir hareketin bayrağı haline gelebilirse, aynı zamanda bu toplumun yeniden kuruluşunun ilkelerine dönüşebilir.

Türkiye halkının en az yarısı faşist baskı ve zor politikalarına rağmen Tek Adam diktatörlüğüne “ikna” olmayacağını defalarca kanıtlamıştır. Erdoğan’ın bir yandan halkın isyanını bastırmaya çalışırken bir yandan da 2019 seçimleri sürecinde “memnuniyet” üretmeye ihtiyacı vardır ve bunu üretme kapasitesi giderek daralmaktadır. İşte devrimciler için hareket zamanı.

Bu ülkenin emekçi halklarının kolektif çıkarlarını, tüm ilerici birikimini, değerlerini ve mücadelesini temsil ettiğimizin bilincinde olacağız. Türkiye halklarının çıkarları ile Erdoğan diktatörlüğünün çıkarlarının ortak olmadığını, aksine karşıt olduğunu eylemimizle göstereceğiz. 15 yıldır bu ülkeyi yöneten Erdoğan’ın, AKP kadrolarının, belediye başkanlarının yarattıkları yıkımın siyasal sorumluluğundan kaçmasına izin vermeyeceğiz. Bu ülke halklarının ortada OHAL ve ele geçirilmiş bir YSK varken, serbest seçim varmış yanılsamasına yeniden sürüklenmesine izin vermemek için hemen bugün diktatörlüğe karşı kitle direnişi çizgisinin genelleşebilir öncü pratiklerini açığa çıkaracağız.

İktidarın ve atama rektörün desteğini almış faşistlerin karşısında “Bu ülkenin gerçek yurtseverleri devrimcilerdir” diyerek dikilen, Kanlı Pazar’ın örgütleyicisi, İslamcı TBMM Başkanı’nı “Laiklik düşmanlarının bu üniversitede yeri yoktur” diyerek karşılayan, LGBTİ+ etkinliklerine konulan yasaklar karşısında barikat kurup kampüsü eylem alanına çeviren devrimci gençlik pratiklerini yaygınlaştıracağız. Elinde Suriye halklarının, 10 Ekim’de yitirdiklerimizin kanı ile mahallemize gelip propaganda yapabileceğini düşünen İHH’yi kovma eylemini, Tek Adam’a hayır diyen tüm bölgelerde, yaşam alanlarında halk üzerinde tahakküm kuramayacaklarını gösteren bir eylem çizgisi olarak örgütleyeceğiz. Çocuk tecavüzcüsü Ensar, devlet erkanını arkasına alıp kentlerimizde şov yapmaya yeltendiğinde Artvinli devrimciler gibi meydana çıkıp “İzin vermeyeceğiz” diyeceğiz.

Sayımız azmış, mücadele ettiğimiz kentte AKP yüksek oy almış, ceza ve tehditle üzerimize geliyorlarmış bakmayacağız, hırsızlıkların üzerine yatamayacaklarını gösterecek, gerekirse Kocaeli’deki gibi üç kişiyle belediyeyi mühürleyeceğiz. Bir Alevi evi işaretlendiğinde halka “üzüntülerimizi” sunmayacağız, onları mağdur değil potansiyel direnişçi olarak görecek, bizim de faşizme çarpı atmayı bildiğimizi göstereceğiz. Sivas katliamcılarını savunan atama başkanın İstanbul’u yönetemeyeceğini haykırdığımız gibi, nereye baksalar karşılarında “hayır” diyenleri görmelerini sağlayacağız. Ankara’da Gökçek’i AKP’den ayrıştırıp dinozorları kaldırarak 24 yıllık yıkımı ve yağmayı örtemeyeceklerini Ankara halkının hareketini örgütleyerek, 24 yılın yağma ortaklarının halk düşmanı yüzünü açığa çıkararak göstereceğiz. Kadın hareketinin 25 Kasım’da ülkenin dört bir yanında, Tek Adam rejiminin OHAL’le, polis terörüyle, yasaklarla çizdiği sınırları “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” sloganını tüm topluma seslenen bir çağrıya dönüştürerek delmesi gibi mücadele etmenin, hareketimizle kuşatmanın mümkün olduğunu göstereceğiz. Saray’ın kapısına dayanıp “bu ülkeyi böyle yönetemezsiniz” diye meydan okuyarak sokağın susturulamayacağını bir kez daha göstereceğiz. Bu direniş pratikleri parlayıp sönmeyecek, sürekliliğini sağlayacağız. Zamana bırakma lüksümüz yok. Her kim direniyor, mücadele etmek istiyorsa onunla birlikte mücadeleyi büyütmeyi, bir direniş cephesi oluşturmayı, diktatörlüğün karşısında direniş eğilimlerine bir programatik bir bütünlük kazandırmayı hedefleyeceğiz.




Kaynak: sendika.org

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1320 defa okunmuştur.


Etiketler : Aktüel Günde

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Basından yazılar Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI