Bugun...



Monsanto, ürününü kanserle ilişkilendiren kanıtları örtbas mı etti?/ Rene Ebersole

1970’te, 40 yaşındaki Illınois-Springfield’lı kimyager John E. Franz, tarımı kökten değiştirecek bir keşfe imza attı: yapraklardan köke kadar giderek yaban otlarını öldüren bir kimyasal. Franz çığır açan bu keşfin patentini işvereni Monsanto’ya 5 dolara sattı. Dört yıl sonra Monsanto Roundup’ı piyasaya sürdü.

facebook-paylas
Güncelleme: 21-10-2017 02:08:18 Tarih: 19-10-2017 01:56

Monsanto, ürününü kanserle ilişkilendiren kanıtları örtbas mı etti?/  Rene Ebersole

Monsanto, ürününü kanserle ilişkilendiren kanıtları örtbas mı etti?

Rene Ebersole

 

(*)  Büyük tütün şirketlerinin, sigaranın kansere yol açtığını kabul etmek zorunda kalması

1970’te, 40 yaşındaki Illınois-Springfield’lı kimyager John E. Franz, tarımı kökten değiştirecek bir keşfe imza attı: yapraklardan köke kadar giderek yaban otlarını öldüren bir kimyasal. Franz çığır açan bu keşfin patentini işvereni Monsanto’ya 5 dolara sattı. Dört yıl sonra Monsanto Roundup’ı piyasaya sürdü.

“Ot mu? Sorun değil. Otları daha iyi öldüren başka şey yok,” diyordu Roundup reklamlarındaki aktörler, ellerindeki sprey şişeleri ile karahindibalara saldırırken. Ürün anında büyük başarı elde etti ve 1987’de Franz, keşfi için Ulusal Teknoloji Madalyası kazandı. Bugün Roundup dünyanın en popüler herbisiti (yabani bitki öldürücü kimyasal) ve Monsanto’ya yılda 4 milyar dolardan fazla kazandırıyor.

Roundup’ın aktif içeriği olan glifosat, hayvanlarda veya insanlarda bulunmayan bir enzimi hedeflediği için zararsız olarak biliyor. Ancak kimyasal, bitkiler söz konusu olduğunda ayrım yapmaksızın öldürüyor – genetik olarak ona direnecek şekilde tasarlanmış olanlar hariç. Monsanto 1990’larda patentli “Roundup Ready” tohumlarını satmaya başladı ve çiftçiler kendi mahsullerine zarar vermeden yaban otlarını ilaçlayabildi. Herbisit ile dirençli tohumların birleşimi Monsanto’nun dünyanın en güçlü tarım şirketlerinden biri olmasına yardımcı oldu. Bugün, yerli soya, mısır ve pamuk mahsullerinin yüzde 90’ı genetik olarak glifosat-dirençli olacak şekilde tasarlanmış ve bu mahsullerin ekildiği alan 168 milyon akreye tekabül ediyor.

Ancak bu yaygın herbisitin geleceği artık kuşkulu. Monsanto şu anda glifosatın tanıtıldığı gibi güvenli olmayabileceğine dair iddialarla mücadele ediyor, özellikle de Roundup’taki diğer kimyasallarla birleştiğinde. 2015’te, uluslararası bir bilim komitesi, ABD ve diğer ülkelerdeki düzenleyici kuruluşların önceki tespitlerinin aksine, glifosatın insanlar için muhtemel bir kanserojen olabileceğine karar verdi. Kısa süre sonra 200’den fazla insan, Roundup’ın yaygın bir kan kanseri türü olan Hodgkin dışı lenfoma olmalarına neden olduğu iddiasıyla Monsanto’yu—şu an California’da birleştirilmiş bir federal dava—mahkemeye verdi. Arizona, Delaware, Missouri, Nebraska ve diğer şehirlerden 1000’in üzerinde insan şirkete karşı benzer davalar açtı.

Avukatlar ve aktivistler Monsanto’yu glifosatın sağlığa zararlarını örtbas etmek için bilimi manipüle etmekle suçluyorlar. Bu, Büyük Tütün şirketlerinin izlediği strateji ile aynı. Federal davada ortaya çıkarılan belgeler, şu anda glifosatın güvenliğini inceleyen Çevre Koruma Ajansı (EPA) yetkilileri ile şirket arasında kârlı bir ilişki olduğunu da gösteriyor. Monsanto Roundup’ın zararsız olduğunda ısrar ediyor. “Avukatlarımız 10 milyon sayfanın üzerinde belge hazırladı ve davacıların avukatları bazı Monsanto çalışanlarının kullandığı bazı uygunsuz lafları cımbızlamaktan başka bir şey yapmadılar,” diyor Monsanto’nun küresel stratejiden sorumlu başkan yardımcısı Scott Partridge. “Roundup’ın aktif bileşeni olan glifosatın kansere neden olduğunu yansıtan tek bir belge bile yok.”

Bu tartışma kamuoyunun gündemine daha kritik bir anda gelemezdi doğrusu. Monsanto şu anda Alman kimya devi Bayer AG ile, halen Amerikan ve Alman antitekel makamlarının onayını bekleyen 66 milyar dolarlık bir mega-birleşmenin peşinde. EPA’nın glifosat üzerine son güvenlik değerlendirmesinin kısa süre içinde çıkması bekleniyor ve Avrupa Birliği tekrar ruhsat verip vermemeyi değerlendiriyor. (Fransız merciler tekrar ruhsat verilmesine karşı oy vereceklerini söylediler.) Bu arada da, güvenlik tartışmasının merkezindeki kimyasal, yaban otlarının artan direnci karşısında biraz güç yitirmiş durumda. Domuzotu gibi günde 7-8 santim büyüyerek 2 metreye uzayabilen glifosat-dirençli “süper yaban otları” Amerikan tarlalarının 90 milyon akresini işgal etmiş ve çiftçileri daha güçlü kimyasalları daha yüksek dozlarda kullanmak zorunda bırakmış durumda.

Franz’ın 1970’teki keşfinden bu yana, Amerikalılar mahsullerine, çimenlerine ve bahçelerine 1,8 milyon ton glifosat sıktılar; küresel ölçekte bu rakam 9,4 milyon tonu buluyor. Kirazdan Cheerios gevreğine kadar birçok popüler gıdada glifosat kalıntısı tespit edildi ve ilk araştırmalardan birinde, ABD çapında numune alınan insan grubunun yüzde 89’unda maddeye rastlandı. Bu ilk araştırmalardan bir diğerinde, Ortabatı’daki hamile kadınların yüzde 90’ında glifosat rapor edildi ve daha yüksek glifosat oranları ile erken doğumlar ve düşük doğum ağırlıkları arasında korelasyon görüldü. (İki çalışma da küçük örneklem boyutu nedeniyle sınırlı ve daha kapsamlı araştırmalara yönelik ihtiyacı ortaya koyuyor.) Indianapolis’teki Franciscan St. Francis Sağlık sisteminde yenidoğan yoğun bakım tıbbi direktörü ve Ortabatı çalışmasının başyazarı olan Paul Winchester, bu bulguların sağlık ve güvenlik kaygısı olan herkesi alarma geçirmesi gerektiğini söylüyor.

“Endişe duymalıyız,” diyor Winchester, “Bu çok yüksek bir maruziyet.”

*

Temmuz ayının sıcak bir gününde Teri McCall dört tekerlekli bir aracı, turunçgil, avokado ve hurma ağaçları içindeki dolambaçlı bir yoldan aşağı sürüyordu. McCall’ın kocası Jack, karısına, San Francisco’ya dört saat mesafedeki Orta California sahilinde bulunan 20 akrelik çiftliklerinde “tırnağı kırılır” diye asla çalışmayacağını söyleyerek takılırmış. Ama Jack’in 2015’te ölümünden bu yana, Teri işin çoğunu kendisi yapıyor. “İlk yıl limonlar öylece yere döküldü,” diyor. “Hiçbir şey yapamıyordum. Perişandım. Şimdi ise çekirgelerle sürekli mücadele içindeyim.”

McCall, bir doktor Jack’in boynundaki kızarıklığın kanser olduğunu söylediğinde tepkisini hatırlıyor: “Sadece güldüm ve şöyle düşündüm: ‘Bu nasıl gerçek olabilir?’” Jack o zaman 65 yaşındaymış, tüm zamanını çiftlikte çalışarak geçiriyor ve hafta sonları da sörf yapıyormuş. Doktor durumunu, genellikle tehlikesiz ve ciltle sınırlı olan primer kütanöz B-hürceli lenfoması olarak teşhis etmiş. Ama kızarıklık devam etmiş. Dört yıl sonra Jack lenf bezlerinde şişlik hissetmiş. O zaman teşhis daha amansız olmuş: Hodgkin dışı lenfoma.

Kemoterapi ve radyasyona maruz kalan Jack kilo kaybetmiş ve zayıflamış. Noel arifesinde, Teri Jack’i gözleri arkaya kaymış ve ağzı çarpılmış vaziyette bulmuşlar: felç olmuş. Teri ve çocuklar geceyi hastanede, Jack’in başucunda geçirmişler ve ertesi gün—teşhisten altı ay sonra—karısı yaşam destek ünitesinin kapatılması kararını vermiş. “Hayatımın en kötü anıydı,” diyor Teri.

Jack kimyasal kullanmamayı tercih ediyormuş ama Roundup’ın güvenli olduğuna inandığından 30 yıldan uzun süre düzenli kullanmış. Teri’ye göre bu Jack’in kullandığı tek herbisit. Aile son günlerinde Jack’in yatağının etrafında otururken, oğlu internette Roundup ile Hodgkin dışı lenfoma arasındaki muhtemel bağlantı üzerine makaleler okumuş. Jack’in ölümünden sonra Teri yataktan zor çıkar olmuş ama sonunda bu makale ve haberleri kendisi de okumaya başlamış. Şimdi Roundup’ın kocasının ve belki de köpeklerinin ölümünden sorumlu olduğunu düşünüyor. Siyah bir labrador olan Duke, 2009’da lenfomadan öleceği güne dek her dakikasını Jack ile geçirmiş.

2016 başında McCall, Monsanto’ya federal bir dava açmak için, birden fazla hukuk firması tarafından temsil edilen diğer çiftçiler, bahçıvanlar, göçmen işçiler ve bahçe düzenleyicilerle bir araya gelmiş. Davacılardan 68 yaşındaki John Barton, hayatının çoğunda California’daki çiftliklerde yaşamış ve çalışmış. “Pamuk tarlalarının rezervuarlarında ve hendeklerinde yaban otlarını kontrol etmek için piyasaya çıktığından beri Roundup kullandık,” diyor. Barton’ın kanseri vücudunun iki tarafına da yayılmış; çiftçilikten emekli olmuş ve artık Roundup kullanmıyor. Ama dünyanın en verimli tarım bölgelerinden biri olan San Joaquin vadisinin kalbinde yaşadığından sürekli kimyasallara maruz kalmış. Tarlalara sürekli Roundup sıkılmasına direnecek şekilde genetiği değiştirilmiş mahsuller ekildiğini söyleyerek “Oturduğum yerde, yolun tam karşısında GDO’lu yoncalar büyüyor; mandıralarda GDO’lu mısır kullanılıyor,” diyor.

BÜYÜK GIDA ŞİRKETLERİ: Tohum ve kimya şirketleri, et üreticileri, manav zincirleri, hatta bira şirketleri küçük işletmeleri ve kendi büyük rakiplerini yutuyorlar ve gıda endüstrisinde aşırı tekelleşmeye neden oluyorlar. Antitekel yasalarının uygulamasındaki gevşeklik yüzünden, çiftçiler giderek artan şekilde, onları ürünlerini satabilecekleri bir avuç şirketin insafına terk eden baskıcı sözleşme sistemlerine boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Gıda tüketicileri olarak hepimiz için, tekelleşme daha az seçenek ve daha yüksek fiyat anlamına geliyor. Büyük Gıda şirketleri içinse, daha büyük kârlar ve daha da genişleyen siyasi nüfuz demek… Kendilerini Ulusal Domuz Eti Üreticileri Konseyi, Amerikan Çiftlik Bürosu Federasyonu ve Ulusal Restoran Derneği gibi çeşitli lobi grupları üzerinden savunabiliyorlar.

McCall ve Barton’ın davası Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) tarafından Mart 2015’te yapılan bir tespite dayanıyor. 1970’lardan bu yana, beklenen ve bilinen kanserojenler üzerine raporlar hazırlayan IARC, maddeleri “insan için kanserojen”den (1. Grup) “muhtemelen kanserojen değil”e (4. Grup) kadar kategorilere ayırıyor. Ajansın glifosat değerlendirmesi 11 ülkeden 17 uzman tarafından ve Ulusal Kanser Enstitüsü’nden epidemiyolog Aaron Blair öncülüğünde yürütüldü. Fransa-Lyon’daki bir haftalık toplantı öncesinde ve sırasında, komite yüzlerce sayfa yayınlanmış dergi makalesi ve rapordan oluşan kamuya açık bilimsel literatürü inceledi.

IARC, glifosatın 2A Grubuna alınması gerektiği sonucuna vardı, yani, DDT, böcek öldürücü malatiyon ve insan papillom virüsü türleri ile birlikte “muhtemelen insan için kanserojen” maddeler grubuna. IARC uzmanları insan popülasyonlarındaki hastalık epidemiyolojileri üzerine yapılan çalışmaları ve laboratuvar hayvanlarının yanı sıra insan dokuları ve hücreleri üzerinde yapılan deneyleri değerlendirdi. Glifosatın hayvan modellerinde kansere yol açtığına dair ikna edici bulgular elde ettiler. Çalışmaların, DNA ve kromozom hasarı (kansere yol açabilecek hasar) gösterdiğini de net şekilde bulguladılar.

Ancak, kimyasalın insanlarda kansere yol açtığını kesin şekilde bulgulayamadılar. “Bu şeyin, bunu hiç tereddütsüz söyleyebileceğimiz sigara, içki ve benzin gibi kansere yol açtığını bildiğimizi söylemeye yetecek kanıt yoktu,” diye açıklıyor durumu Blair. “‘Muhtemel’ demek, kansere yol açtığına dair epeyce kanıt olduğu ama yine de biraz kuşku olduğu anlamına geliyor.”

Monsanto, hemen IARC kararını kınayan bir açıklama yayınladı: “Düzenleyici ajanslar IARC tarafından incelenen tüm önemli çalışmaları—ve çok daha fazlasını—gözden geçirmiş ve glifosatın, kullanma talimatlarına uyulduğu taktirde, insana veya çevreye yönelik makul olmayan hiçbir risk teşkil etmediği konusunda görüş birliğine varmışlardır.”

Ama şirket IARC kararının ateşlediği yangını kontrol edemedi ve bu yangın, hemen mevzuatta değişikliklere ve hukuki sonuçlara yol açtı. Aylar içinde 72 ülkeden 600’e yakın bilim insanı glifosat bazlı herbisitler sıkılmasının yasaklanmasına yönelik bir çağrıya imza attılar. (IARC raporunun yayınlanmasından önce bile, bazı ülkeler—El Salvador, Kolombiya, Brezilya, Bermuda, Almanya, Fransa, Hollanda ve Sri Lanka—zaten bir yasak getirmiş veya bir tür yasak koymayı değerlendiriyorlardı.) California, IARC sınıflandırmalarını kansere, doğum kusurlarına veya diğer üreme bozukluklarına yol açtığı bilenen tüm kimyasalların etikette belirtilmesini zorunlu kılan Teklif 65 kapsamında, kimyasalları tescil etmek için kullanıyor. Bir de açılan davalar var: 2015 güzü itibariyle, Monsanto, Roundup’ı kanser ile ilişkilendiren bir davalar silsilesi ile yüz yüze.

Monsanto, uzun süredir, davada ortaya çıkarılan altı sayfalık bir gizli strateji belgesi doğrultusunda, IARC raporunu çürütmeye hazırlanıyormuş. Glifosatı savunmak için şirket IARC’nin önemli araştırmaları göz ardı ettiğini ve “muhtemel kanserojen” sınıflandırmasına varmak için verileri seçmece olarak yorumladığını iddia ediyor. Monsanto aynı zamanda sık sık, glifosatı kanserojen olmayan madde olarak sınıflandıran (Kanada ve Avrupa’daki yasal düzenleme ajanslarının yanı sıra) EPA’yı da şahit gösteriyor.

IARC ile diğer yasal düzenleme ajansları arasındaki tutarsızlık kısmen, farklı amaçlara sahip olmalarından kaynaklanıyor. “IARC literatüre bakıyor ve bazı durumlarda, bazı koşullar altında, bazı tip maruziyetlerde, bu maddenin kanser tehlikesi yaratıp yaratmadığını belirlemeye çalışıyor,” diyor Blair. “IARC’nin yapmadığı şey, bu koşulların hangileri olduğunu ve ne kadar maruziyet olduğunda gerçekten endişe duyulması gerektiğini söylemek—bu, risk değerlendirmesi ve bunu EPA yapıyor.”

Ama EPA’nın kendi kimyasal değerlendirme süreçleri konusunda da ciddi sorular var—duruşmalarda ortaya çıkarılan ve tüketici hakları grubu US Right to Know tarafından Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası talepleri üzerinden elde edilen Monsanto ile üst düzey EPA yetkilileri arasındaki bir e-postalar, metin mesajları, mektuplar ve notlar hazinesinin daha da büyüttüğü sorular.

1970’ten bu yana Amerikalılar mahsullerine, çimenlerine ve bahçelerine 1,8 milyon ton glifosat sıktı.

Marion Copley, 30 yıl boyunca kimyasalların fareler üzerindeki etkilerini araştırmış bir EPA toksikoloğuydu. Mart 2013’te, meme kanserinden ölmek üzereyken, EPA’nın pestisit bölümü müdür yardımcısı Jess Rowland’a bir mektup yazdı. Rowland, glifosatı değerlendiren Kanser Değerlendirme İnceleme Komitesi’nin başıydı; Copley, bu komitede de görev almıştı. Copley mektubunda glifosatı böylesine kuvvetli bir pestisit yapan özelliğin—bitkilerin büyümek için gerek duyduğu bir enzimi hedeflemesi—insanlarda tümör oluşumunda da rol oynadığını yazıyor. Bunun gerçekleşmesinin 14 spesifik yöntemini sayıyor. “Bu mekanizmalardan herhangi biri tek başına tümöre sebep olabilir ama glifosat tümüne aynı anda sebep oluyor,” diyor. “Glifosatın kansere sebep olduğu aslında kesin.”

Ardından işi şahsileştiriyor da: “Jess: Hayatında bir kez olsun beni dinle ve tescilcilerini (ürünlerini denetlediği şirketler) rahatlatmak için bilimle siyasi işbirliği yapma oyunlarını oynama.” Mektubu şöyle kapatıyor: “Kanserim ve bu ciddi sorunları ortaya koymadan mezara gitmek istemiyorum. Ben üstüme düşeni yaptım.” Copley ertesi yıl hayatını kaybetti.

2015 itibariyle küresel tohum piyasasının yüzde 71’ini yedi şirket kontrol ediyordu.

Rowland’ın işi, tescilciler ile yakından çalışmasını gerektiriyordu ama belgeler Monsanto çalışanları ile çarpıcı derecede dostça ilişkilere sahip olduğunu gösteriyor. Nisan 2015 tarihli bir e-posta, Rowland’ın şirkete, Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı’nın Zehirli Maddeler ve Hastalık Tescil Ajansı (ATSDR) tarafından glifosat üzerine yapılacak planlı bir denetimi engellemeye çalışacağını söylediğini gösteriyor. Bu ajans, Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) ile birlikte, insan yapımı kimyasallara maruz kalmanın sağlık üzerindeki olası olumsuz etkileri değerlendirmekten sorumlu. “Bunu engelleyebilirsem bir madalyayı hak ederim,” demiş Rowland, Monsanto’nun hükümet ajansları ile ilişkilerini yürüten Dan Jenkins tarafından yazılmış bir e-postaya göre. “EPA ve Jess’in bunu engelleyebileceğinden kuşkuluyum ama gerçekten çaba göstereceklerini bilmek iyi,” yazmış Jenkins aynı e-postada meslektaşına.

Diğer EPA yetkilileri, EPA kendi değerlendirmesini yürüttüğünden bunun gereksiz olduğunu iddia ederek ATSDR’nin denetleme önerisine karşı çıkmışlar. EPA’nın Pestisit Programları Ofisi direktörü Jack Housenger, CDC’deki bir meslektaşına “Biz şu an kendi incelememizi yapmakta olduğumuzdan, buna tekrar olacak bir hükümet çabası olarak bakıyorum,” yazmış 22 Mayıs’ta.

Monsanto istediğini almış: Ekim 2015 itibariyle, ATSDR denetimi resmen askıya alınmış ve Monsanto EPA’dan iyi haberler bekliyormuş. Jenkins meslektaşlarını şöyle bilgilendirmiş: “EPA ile konuştum: IARC’nin yanıldığı sonucuna varacaklar.” Altı ay sonra, Nisan 2016’da bir Cuma günü, EPA’nın uzundur beklenen glifosat raporu, Rowland tarafından imzalanmış ve “nihai” şeklinde mühürlenmiş olarak internette yayınlandı. Ama sadece hafta sonu yayında kaldı; EPA raporu Pazartesi sabahı ilk iş olarak geri çekti ve erken yayınlandığını açıkladı. Yine de Monsanto “EPA Bir Kez Daha, Glifosatın Kansere Yol Açmadığı Sonucuna Vardı” başlıklı bir basın duyurusunu yayınlayacak kadar zaman bulabilmişti.

Rowland bu basın duyurusunun yayınlandığı hafta emekliye ayrıldı. Bu Monsanto için sürpriz olmamıştı: Önceki Eylül, Jenkins iş arkadaşlarına “Jess EPA’dan 5-6 ay içinde emekli olacak ve süregiden glifosat savunmamızda ileriye dönük olarak kullanışlı olabilir.”

Mart ayında Kongre üyesi Ted Lieu, Adalet Bakanlığı’na Monsanto ile glifosatı inceleyen EPA çalışanları arasındaki ilişkiyi işaret eden haberler konusunda özel bir soruşturma başlatılması çağrısı yaptı. EPA’nın Genel Müfettiş Ofisi meseleyi incelediklerini söyledi. Rowland’ın avukatı ve EPA, Rowland’ın Monsanto ile ilişkisi konusundaki ısrarlı yorum taleplerine cevap vermediler. Şirket, ajansı uygunsuz şekilde etkilemeye çalıştığı iddialarını reddediyor. “Yasal düzenleme süreci hükümetle çok yoğun bir temas ve etkileşim gerektiriyor,” dedi Monsanto’dan Partridge bir röportajda. Partridge, Rowland’ın madalya yorumunun, yalnızca vergi mükelleflerinin parasını tekrar çalışmalarla boşa harcamaktan kaçınmayı kastettiğini savundu.

EPA, kimyasal-izleme süreçleri konusunda sık sık eleştiriliyor, büyük ölçüde de bu süreçleri kimya şirketlerinin kendisi tarafından fonlanan veya yürütülen araştırmalara dayanarak yürütmesi yüzünden. 2015’te, ajans glifosatın insan endokrin sistemini bozduğuna dair “hiçbir ikna edici” kanıt olmadığı tespitini yayınladı—neredeyse bütünüyle Monsanto, başka kimya şirketleri ve endüstri grupları tarafından fonlanan çalışmalara dayandırılan bir tespit bu. The Intercept’ten Sharon Lerner’ın elde ettiği sektör çalışmalarının hiçbirinde, aksine işaret eden bazı veriler olmasına rağmen—ve EPA tarafından değerlendirilen ve glifosatın endokrin sistemine zarar verdiğine dair kanıtlar bulan az sayıdaki bağımsız çalışmadan birkaçının aksine—herhangi bir sağlık riski sonucuna varılmamış. EPA’nın aksine IARC yalnızca hakemli bilim dergilerinde yayınlanmış çalışmaları değerlendirmeye alıyor ve şirketlerin çalışmalarını değerlendirmeye almıyor—ya da birçok durumda, erişimi bile yok.

EPA onay sürecindeki ek bir sınırlama ise, atıl içerikler içeren tüm formülü değil yalnızca bir üründeki ana etken maddeyi—Roundup örneğinde glifosat—incelemesi. (IARC’nin değerlendirmesi hem tüm Roundup formülünü hem de tek başına glifosatı inceleyen çalışmaları değerlendiriyordu.) Bu ek kimyasallar çoğu zaman ticari sır olarak saklanıyor ve bağımsız araştırmacıların risklerini araştırmasını daha da zorlaştırıyor. Ama bilim insanları kısa süre önce Roundup’taki diğer bileşenlerin birçoğunu belirlemeye başladılar ve bazılarının insan hücrelerine glifosatın kendisinden daha toksik olduğunu buldular.

Davacılar Monsanto’nun “Roundup’ın tek başına glifosattan daha toksik olduğunu bildiğini veya bilmesi gerektiğini” ama ürünü güvenli olarak tanıtmaya devam ettiğini iddia ediyorlar. 2002 tarihli bir e-postada, Monsanto ürün güvenliği stratejisti William Heydens, şirketin önde gelen toksikologlarından Donna Farmer’a şöyle yazmış: “Diyorsun ki bu çalışmalardan çıkan sonuç glifosatın tek başına sorunsuz olduğu ama zarar verenin ürün formülü (ve dolayısıyla yüzey aktif maddesi) olduğu.” (Yüzey aktif maddeleri, suyun yüzey gerilimini azaltarak herbisitin üzerlerinden kayıp toprağa karışmak yerine yaprağa tutunmasına yardımcı oluyor.)

Monsanto CEO’su Sekhar Natarajan’a yazdığı Kasım 2003 tarihli bir e-postada Farmer, şirket “Roundup’ın kanserojen olmadığını söyleyemez” yazmış, çünkü “bu beyanda bulunabilmek için formül üzerinde gerekli testleri yapmadık.” Ve şöyle eklemiş, “Glifosatla ilgili açıklama yapabiliriz ve Roundup’ın kansere neden olduğuna inanmak için hiçbir sebep olmadığı sonucunu çıkarabiliriz.”

Davada ortaya çıkarılan diğer belgeler Monsanto’nun glifosat araştırması üzerindeki etkisi konusunda sorulara da neden oluyor. Monsanto’nun IARC’ye karşı yanıt verme planında belirtilen bir taktik “glifosat üzerine epidemiyoloji ve toksikolojiye yoğunlaşan üç yeni makalenin hazırlanmasını desteklemek.” Heydens meslektaşlarına yazdığı Şubat 2015 tarihli bir e-postada, dışarıdan bilim insanlarının yazacağı makalenin bir bölümünün onlar yerine Monsanto tarafından yazılmasını öneriyor: “Yazma kısmını biz yapar ve onlara sadece edit işini bırakıp imza attırırız, böylece maliyeti düşük tutarız,” diyor ve Monsanto’nun glifosatın güvenliği üzerine önceki bir makalede bunu yaptığını ekliyor. 2000 yılında yayınlanan önceki makale, veri toplama konusunda Monsanto’nun yardımını aldığını kabul ediyor ama dergilerin şeffaflık standartlarına ters bir şekilde, hiçbir şirket çalışanının adına yazarlardan biri olarak yer vermiyordu. Bu “yerine yazma” mevzuu hakkında sorulan sorulara Partridge kavrama itiraz ederek yanıt verdi—oysa Heydens’in kendisi kullanmıştı bu kavramı—ve orada söylenen faaliyetlerin “tamamen profesyonelce ve kurala uygun” olduğunu ekledi.

ABD bira piyasasının yüzde 79,5’ini dört şirket kontrol ediyor.

Monsanto ayrıca, IARC’nin kanser değerlendirmesini çürütmek amacıyla glifosatın sağlığa etkileri üzerine sözde “bağımsız” bir incelemeyi idare etmesi için dışarıdan bir danışman firma da tuttu—Intertek Group. İncelemeye eşlik eden ve Critical Reviews in Toxicology’de yayınlanan bir açıklamada, Intertek’in Monsanto’dan para aldığını yazıyor ama “Uzmanlar Kurulu’nun notlarını, dergiye gönderilmeden önce ne bir Monsanto çalışanının ne de avukatlardan birinin okuduğu” iddia ediliyordu. Oysa dahili e-postalar, Heydens ve diğer Monsanto çalışanlarının, taslakları rapor yayınlanmadan önce inceleyip düzelttiğini gösteriyor. Heydens Şubat 2016 tarihli bir e-postada, Intertek’in gıda ve beslenme bölümü kıdemli başkan yardımcısı Ashley Roberts’a “Tüm belgeyi inceledim ve nelerin kalması gerektiğini, nelerin çıkarılabileceğini belirttim, birkaç noktada küçük düzeltmeler yaptım,” yazmış. Partridge incelemenin bağımsızlığını şöyle savunmuş: “Bunlar ciddi katkılar, düzeltmeler veya yorumlar sayılmaz—bilim insanlarının vardığı sonuçları değiştirecek ciddiyette bir şey yok.”

“Kuşku bizim işimize gelir,” yazmıştı bir zamanlar bir sigara şirketi, “çünkü genel kamuoyunun zihninde mevcut ‘bir tomar gerçekle’ rekabet etmenin en iyi yolu kuşku yaratmaktır. Kafa karışıklığı yaratmanın bir yoludur.” 50 yıl boyunca Büyük Tütün şirketleri, sigara içen doktorların gösterildiği reklamlarla ve sigara içmenin sağlık sorunlarına yol açtığına dair “hiçbir kanıt” olmadığını iddia eden medya kampanyalarıyla, sigaranın sağlığa zararları konusunda belirsizlikler yaydılar. Bir davacı avukatının da belirttiği üzere, glifosatı savunurken Monsanto da aynı taktikleri izliyor: Sizden yana sonuçlar üreten çalışmalar yapmaları için bilim insanları tut, karşıt gruplarını fonla—Monsanto, glifosatı ve diğer kimyasalları “sahte bilimden” koruyan Amerikan Bilim ve Sağlık Konseyi’ne bağış yapıyordu mesela—ve kamuoyunun görüşünü belirlemek için medyayı kullan.

“Sanırım dünya çapında kullanılan tanınmış bir ürünün güvenliği konusunda çok dikkatli bir şekilde hazırlanmış bir şirket anlatısının çöküşünü görüyoruz, tıpkı tütün endüstrisinin karanlık ve kirli sırlarının gün ışığına çıkışını gördüğümüz gibi,” diyor Carey Gillam. Kendisi US Right to Know grubunun araştırma direktörü ve yeni bir kitabın da— Whitewash: The Story of a Weed Killer, Cancer, and the Corruption of Science (Aklama: Herbisit, Kanser ve Bilimde Yozlaşmanın Hikâyesi)—yazarı. “Monsanto’nun kendi dahili yazışmaları, bir yandan paravan şahıslar üzerinden ürününün propagandasını yaparken diğer yandan herbisitinin tehlikelerini gösteren bilimsel araştırmaları örtbas etmek için uzun ve zorlu bir çaba verdiklerini gösteriyor.

Monsanto, IARC komitesindeki bilim insanlarının güvenilirliğini zedelemeye de çalışmış. “Temel strateji şu: Hoşunuza gitmeyen araştırmalar yapan insanlara saldırın—acımasızca,” diyor epidemiyolog Devra Davis. Kendisi ABD Kimyasal Güvenlik ve Tehlike Araştırma Kurulu’nun eski bir görevlisi ve kâr amacı gütmeyen Çevresel Sağlık Vakfı’nın başkanı. “Araştırmacının peşine düşüyorlar, fonlarının peşine düşüyorlar… Ozon deliğinin oluşumunu raporlayan bilim insanları bile kimya dalında Nobel Ödülü almadan önce göz korkutmaya maruz kalmışlardı.”

Özel olarak Monsanto, IARC komite başkanı Blair’in, hiçbir kanser bağlantısı göstermeyen verileri bilerek göz ardı ettiğini iddia ediyor. Veriler, Iowa ve Kuzey Carolina’daki 90 bine yakın çiftçi, ruhsatlı pestisit uygulayıcısı ve aileleri üzerinde kanser ve diğer hastalıklar üzerine yapılan epidemiyolojik bir çalışma olan Tarımsal Sağlık Çalışmasından gelmiş (Blair bu çalışmanın baş araştırmacısıydı). Monsanto bunun “çiftçilerin pestisite maruziyeti ve kanser üzerine yapılan en kapsamlı çalışma” olduğunu iddia ediyor ve bu çalışmanın verileri dikkate alınsaydı IARC’nin glifosatı kanserojen olmayan madde kategorisine almış olacağını söylüyor.

Bu çalışmayı yakından bilen bazı araştırmacılar, değerlendirmeye alınmamasının iyi bir sebebi olduğunu söylüyorlar—esasen henüz yayınlanmamış olması. “Yayınlanmamış her şeyi değerlendirmeye alırsanız bir sürü çöple baş başa kalırsınız,” diyor Peter Infante. Kendisi Mesleki Güvenlik ve Sağlık İdaresi için kanserojen değerlendirmeleri yapmış ve diğer IARC incelemelerine katılmış bir epidemiyolog. Infante çalışmanın bazı temel sorunları olduğu söylüyor: Kontrol grubu—glifosata maruz kalmamış olanlar—Hodgkin dışı lenfomaya sebep olduğundan şüphelenilen başka bir pestisite maruz kalmış. “Bu, sorunlu bir karşılaştırma” diyor Infante, “yüksek testosteron seviyelerinin erkeklerde kalp krizi riskini artırıp artırmadığını sorup sonra da bu erkekleri zaten kalp rahatsızlığı olanlarla kıyaslamak gibi bir şey. Açık ki risk düşük çıkacaktır.”

Teri McCall ile diğer davacıları temsil eden avukatların şu anki görevi, yargıç Vince Chhabria’yı glifosatın “genel olarak” kansere yol açtığını gösteren yeterli delil olduğuna ikna etmek. Bu çaba başarılı olursa, Chhabria önümüzdeki yıl tek tek davacıların ifadelerini dinlemeye başlayacak ve Monsanto’nun tazminat ödemesi gerekip gerekmediğine karar verecek ki bu tazminatların miktarı onlarca veya yüzlerce milyon doları bulabilir.

Kanser kurbanları yakın zamanda kimya şirketlerine karşı birkaç dava kazandılar. Ağustos ayında Johnson & Johnson’ın, yıllarca şirketin talk pudrasını kullandıktan sonra yumurtalık kanseri olan bir kadına 417 milyon dolar ödemesine hükmedildi. Şubat ayında, DuPont ve başka bir kimya şirketi, federal bir mahkeme Batı Virginia, Parkersburg-Ohio River’daki bir tesiste Teflon üretiminin çalışanlarda ve yerel sakinlerde kansere neden olduğuna hükmettikten sonra, 3500 davada uzlaşmaya varmak için 900 milyon dolardan fazla tazminat ödemeyi kabul etti.

“Yasalar bu şirketlerin ürünleri hakkında dürüst olmasını gerektiriyor ama onlar çoğu zaman bilgileri beyan etmiyorlar; örtbas ediyorlar,” diyor Robin Greenwald. Kendisi New York City’de kurulu bir hukuk firması olan Weitz & Luzenberg’de avukat ve 2010 BP petrol sızıntısının kurbanları için multimilyon dolarlık anlaşmalar kazandı ve Roundup davasında da onlarca davacıyı temsil ediyor. “15-20 yıl sonra, tüm bu insanlar belirli kanserlere ve hastalıklara yakalanacaklar ve neden diye soracaklar. Ve dava sürecinde, davalıdan belgeleri alacaksınız ve ne çıkacak dersiniz? Tabi ki biliyorlardı!”

Bu davada bahisler çok yüksek—Monsanto için, kanser kurbanları için, tüketiciler için ve çiftçiler için. Ne olursa olsun, bugünün tarım sistemi, Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nde glifosat dirençli yaban otları ile mücadele üzerine çiftçilerle birlikte çalışan bir bitki bilimi uzmanı olan William Curran’in de dediği gibi, “tümü de özünde tehlikeler barındıran” pestisitlere dayanıyor. “Roundup piyasadan kalksa bile çok daha kötü herbisitlerle baş başa kalabiliriz—glifosatı kullanamıyorsanız ne kullanacaksınız?”

Birçok bilimsel tarım uzmanı yaban otlarını daha az kimyasalla kontrol edecek yeni uygulama ve teknolojiler konusunda iyimser. Umut vaat eden icatlardan biri, hasat zamanı kombineye takılarak yaban otu tohumlarını baharda üreyemeyecek şekilde ufalayan bir makine parçası ile ilgili. Herbisitlerle çift sürmeyi ve mahsul rotasyonunu birleştiren “entegre yaban otu yönetimi” gibi belirli çiftçilik metotları pestisit ihtiyacını azaltabilir. Bazı çiftçiler, bakliyat ve çayır gibi, toprağa besleyici öğeler ekleyen, erozyonu azaltan ve yaban otlarının kök salmasını engelleyen kış örtücü bitkileri ekerek kimyasal kullanımını azaltıyorlar. “Eski tarım yöntemlerine geri dönmemiz lazım diye bir şey yok,” diyor Curran, yine de çiftçileri uygulamalarını değiştirmeye ikna etmenin zor olduğunu kabul ediyor.

Federal davanın kendisi glifosatın güvenliği konusundaki anlaşmazlığı çözemeyebilir: Araştırma halen sürüyor. “Ne zaman bir ürüne ilk kez bakılsa, bu bilimsel tartışmalar alevlenir,” diyor Blair. “Bu olağandışı değil. Aslında, bilim tam da bu. Çalışmalar yapılıyor, bulgular elde ediliyor, insanlar bunları değerlendiriyor, herkes aynı görüşte olmuyor.” Nihayetinde, bir şekilde konsensüs sağlamak için yeterli bilgi toplanıyor—ama bu onlarca yıl alabiliyor. Bu arada da, geçen her yılla birlikte, bir 300 milyon pound’luk glifosat daha tarlalara sıkılıyor.

Bu haber kâr amacı gütmeyen bir araştırmacı habercilik kuruluşu olan Food & Environment Reporting Network (Gıda ve Çevre Haberleri Ağı) ile işbirliği içinde hazırlandı.




Kaynak: dünyadan çeviri,Serap, Şen

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 924 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI