Bugun...



Perry Anderson ve Süleyman Murad: İslamcılık ve Modern Arap Dünyası

İslam imgesi, hiçbir zaman kamuoyunun ilgisini bu kadar çekmemişti. Hoş, bu imaj, İslam teolojisi, tarihi ve pratiği hakkında yalan yanlış bilgiler ve cehaletle dolu.

facebook-paylas
Tarih: 09-02-2017 20:45

Perry Anderson ve Süleyman Murad: İslamcılık ve Modern Arap Dünyası

Perry Anderson ve Süleyman Murad:

 

İslamcılık ve Modern Arap Dünyası

 

Perry Anderson and Suleiman Mourad: Islamism and the Contemporary Arab World

İslam imgesi, hiçbir zaman kamuoyunun ilgisini bu kadar çekmemişti. Hoş, bu imaj, İslam teolojisi, tarihi ve pratiği hakkında yalan yanlış bilgiler ve cehaletle dolu.

Perry Anderson ve ünlü İslam tarihçisi Süleyman Murad, İslam Mozaiği (Mosaic of Islam) kitabında, Muhammed’den bugüne İslam’ın uzun tarihini ve anlayışını, açık ve anlaşılır bir üslupla sunmayı amaçlıyorlar. Kitaptan alıntılanan bu bölümde Anderson ve Murad, Şiiler ve Sünniler arasındaki husumeti, Arap Baharı’nın nedenlerini ve sonuçlarını, İsrail’in Ortadoğu’daki yerini ve Pan-Arabizmin tarihini tartışıyorlar.

Perry Anderson: Ortadoğu’da Sünniler ve Şiiler arasındaki husumetin bugünlerde şiddetlice nüksetmesi ne anlatıyor? İki topluluk arasındaki gerginlik yüzyıllar boyunca bu seviyeye ulaşmamıştı. Gerginliğin bu dereceye ulaşmasının arkasındaki modern dinamikler nelerdir?

Süleyman Murad: Modern İslam’ın pan-İslamcı olarak bilinen üç büyük figürü var: Mısır’da Kutub (1906-1966), İran’da Humeyni (1902-1989) ve Hindistan-Pakistan’da Mevdudi (1903-1979).

Bu isimlerin üçü de, Müslümanların fikir ayrılıklarının, ikiz şeytanlar yozlaşmış kapitalizm ve ateist komünizmi alt etmeye muktedir bir İslam birliği içinde aşılmasını istiyordu. Her üçü için de, Müslümanlar, inananların birini diğerine tercih etmeye zorlanarak bu iki kaya arasında ezildiği bir zamanda yaşıyordu—eskatolojik tınılar da vardı. İslam’ın ancak Müslümanların birliğinin sağlanması koşuluyla bir alternatif olduğuna işaret ettiler. Sünni dünyada, Mevdudi ve Kutub pan-İslamcılığı öğütlüyorlardı, ancak ikisi de fikirleri geniş bir kitleye ulaşmadan öldü. İdeolojik manzarayı değiştiren, 1979 yılında İran Devrimi’nin başarısıydı. Humeyni’nin özgün projesi, Şiileri ve Sünnileri bütün Müslümanların iki düşmanı ABD ve SSCB’ye karşı ortak bir savaşta birleştiren muhteşem bir pan-İslamcılıktı. Gel gör ki, Saddam Hüseyin, İslam Cumhuriyeti’nin bekasını tehdit ederek İran’a taarruz başlattıktan sonra Humeyni savunmaya zorlandı ve vizyonundan ödün vermek durumunda kaldı. Ülkedeki bu kuşatma altında bütün müminlerin oluşturduğu bir birlik erişilmez menzildeydi. Yine de, Pan-Şiizm’e kavuşulabilirdi. İran rejimi, silah, para ve deneyim de içeren koşulsuz destekler sunmak üzere nerede olurlarsa olsunlar Şiilerle temasa geçti. Şiilerin olduğu her yere, Yemen’e, Suriye’ye, Lübnan’a, Irak’a, Bahreyn’e, muazzam bir bilgi ve yardım akışı gerçekleşti. Şiiliğin her kesimine gösterilen bu hoşgörü daha önceki hiçbir Şii hükümdarlığında gösterilmemişti. Geçmişte mezhep değiştirme konusunda her zaman bir baskı vardı: “On İki İmam”cı olmalıydınız. Humeynicilik bundan kaçındı. Zeydiler, Aleviler, Dürziler İran’dan sert teolojik emirler olmadan, oldukları gibi kalabilirlerdi. Bütün bunlar Şiiler’in birliği için gerekliydi. Bu strateji, Batı’dan gelen muhalefet ve saldırılara karşı İran Devrimi için bölgesel destek yaratmak üzere planlandı. 1908-1911 anayasal hareketinden 1953’te Muzaffer Musaddık’ın devrilmesine kadar hatta sonrasında da Modern İran tarihinde tekrarlanan bir stratejiydi. Humeyni’nin politikasının başarısı, 1982’den sonra Lübnan’daki en büyük güç olarak Hizbullah’ın ortaya çıkmasıydı.

İkinci büyük değişim olayı da, yine 1979’da, Sovyetlerin Afganistan’ı işgali oldu. Bu da başla türlü bir pan-İslamcılığa, yani Sünni tabanlı bir Pan-İslamcılığa mükemmel bir ivme kazandırdı. Kızıl Ordu’yu ülke dışına süren Afgan başarısı, Şah’ın devrilmesiyle karşılaştırılabilir bir ideolojik etkiye sahipti. İranlılar Batı’yı mağlup edebildiklerini göstermişlerdi, şimdi de Sünniler Doğu’yu mağlup etmişti: İslam, kapitalizme ve komünizme karşı zafer kazanabilirdi. Ancak nasıl ki Humeyni’nin pan-İslamcılığı, İran-Irak savaşı ile pan-Şiilik’e dönüştüyse, Sünni pan-İslamcılık da savaş baskısı altında pan-Sünnizme daraldı. Aşırı seküler bir lider olarak başlayan Saddam Hüseyin, savaşı kaybedecek gibi görününce bundan vazgeçti ve Sünni desteği sağlamak için dini retoriğini değiştirdi, Irak’ın büyük çoğunluğu Şii olmasına rağmen, kendini Sünni mücahit olarak tanıttı. Derken, Körfez Savaşı (1990–1991) ile 2003’te Sünniler ve Şiiler arasındaki ayrılığı geçmiştekinden de fazla genişleten Amerika’nın Irak’ı işgali bugün Ortadoğu’daki Pan-Şiilik ve Pan-Sünnilik arasındaki düşmanlığı güçlendirmiştir.

Perry Anderson: Bugünkü Pan-Sünnilik, Kutub’un veya Mevdudi’nin fikirlerinden ne derece etkilenmiştir?

Mevdudi ve Kutub’un fikirleri, pan-İslamcı eylemciler, özellikle Sünniler arasında okundukça bir anlam ifade ediyor. İroni ise, sünni dünyada her yerde derin kökleri olan Pan-Sünnizmin, artık Suudi Arabistan demek olmayan Suudi monarşisi ve kolları (özellikle de El Kaide ve IŞİD) tarafından, Vahhabi türevi olan Selefilerin Pan-Sünnizmi olduğunun iddia edilmesidir. Suudi Arabistan ve daha dar boyutta Katar, paranoyalara sahip pan-Sünnizm mücahidi olarak pan-Şiilik mücahidi İran’a karşı duruyorlar. Kuveyt ve Suudi Arabistan’ın doğusunda oldukça büyük sayıda Şii toplulukları var. Bahreyn, Şii çoğunluğa sahip. Birleşik Arap Emirlikleri’nde çok sayıda İranlı var. Umman’da nüfusun büyük çoğunluğu Şiilik’in ilk kollarından olan İbadi’dir. Yemen’de ise Zeydiler güçlüdür. Böylece, Güney Irak’tan Körfez boyunca ve Yarımadanın etrafından Kızıldeniz’in alt ucuna kadar uzanan Suudi Arabistan, Şii mezheplerinden oluşan bir şeritle çevrilmiştir. Aleviler, Suriye’de hala iktidara tutunuyorlar ve Hizbullah Lübnan’ın büyük bir kısmına hâkim. Şam’ın güneyinde, Suudi Arabistan ile kuzeydeki başka bir Şii hat arasında yalnızca Ürdün var. Bu endişeye İran’ın nükleer silahları ihtimalini ekleyin—İran rejimi de aynı şekilde düşüneceği için—artan bir mezhep çatışmasının tüm unsurlarına sahipsiniz. İranlılar, batının taleplerine boyun eğdirmeyi amaçlayan Amerikan baskısıyla kuşatılmış hissediyorlar. Sonuç, bölgede Sünni ve Şiilerin arasındaki şiddeti ateşleyen karşılıklı bir paranoya.

Perry Anderson: Bahsettiğiniz dinamik Arap Baharı’ndan önceydi. Arap Baharı’nın bu husumetler üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Arap Baharı, yeni bir düzen getirmeksizin eski düzeni parçalayıp milislere alan açtı. Bugün, herhangi bir Arap ülkesinde gerçek bir istikrar yok. Mısır’da yok, Libya’da yok, Sudan’da yok, Ürdün’de, Lübnan’da, Tunus’ta yok. Suriye ile Irak’ı zaten geçtik. Suudi Arabistan da Kuzeydoğu’da temel hakları için ayaklanan Şiileri bastırıp ardından 2011’de Bahreyn’deki karışıklığı bastırmak için askeri birlik gönderdikten sonra istikrarlı değil. Bu çatışmalara arabuluculuk yapabilecek, bölgedeki tek devlet Türkiye. Ancak Erdoğan bütün fırsatları çarçur etti, şimdi de muhaliflerin protestolarını uluslararası komplolara bağladığı, Kürtleri ve karşısında durmaya cesaret eden herkesi suçladığı paranoyak çıkışları ile gülünç bir portre çiziyor.

Perry Anderson: Genellikle modern bir “Haçlı” devleti olarak anılan İsrail, bölgedeki dini duyguları harlamada nasıl bir rol oynadı?

Pan-İslamcı bir perspektifte İsrail her zaman, Müslümanlar birleştiğinde Haçlı devletleri nasıl sökülüp atıldıysa aynı şekilde sökülüp atılabilecek çok küçük bir nüfusa sahip çok küçük bir ülke oldu. Ancak, Araplar ne zaman İsrail’le savaşsa kaybettiler. İronik bir şekilde, hem Suriye hem de Mısır’da 1973 savaşı bir zafer olarak anılıyor ve ulusal tatil olarak kutlanıyor ama tabii ki bu savaşta ikisi de rezil olmuştu. Yine de İsrail tehdidi, İslamcılığın popülerleşmesinde hiçbir zaman ciddi bir faktör olmadı. Arapların büyük çoğunluğu bir Yahudi devleti olan İsrail’e düşmandır. Ancak bu düşmanlık, İslamcılar için esaslı bir konu olmayan Filistinlilere yönelik yaygın bir umarsızlık halindeydi. Filistinlilerin kaderi pan-İslamcılığın önde gelen teorisyenlerinin düşüncelerinde sadece marjinal bir paya sahipti. İsrail kendi başına ciddi bir tehdit değil, gerçek tehdidin, yani Amerika ve Batı’nın bir uydusu olarak görüldü.

Modern İslamcılığı gerçekten harekete geçiren ve onu cazip kılan, Şah’ın İran’da devrilmesiydi. Güçlü bir hükümdarı devirmeyi başaran bölgedeki ilk devrimdi. Müslüman dünyasındaki hiçbir değişiklik buna denk değildir. Cezayir Devrimi (1954-1962) sömürgeci bir iktidara, Fransa’ya karşı yapıldı. Monarşinin Mısır’da devrilmesi (1952) bir darbeydi; Suriye, Irak ya da Libya’da zaman zaman yapıldığı gibi. Buna karşın, İran’da ordu desteksiz kitlesel halk ayaklanmaları Şah’ı indirdi; bunun bir benzeri daha görülmemişti. Bu sonucun arkasında kim vardı? Humeyni ve mollalar. Bu, pan-İslamcıların dinin değişim getireceğine dair iddiasına güç verdi. İslam bir alternatifti. Mevdudi ve Kutub’un davası olarak sürdürülen, sınırlı sayıda kitlesi olan bir ideoloji, daha geniş ve daha istekli bir kitle bulmaya başladı.

Afganistan’da bu katara, kendi yönlerini vererek Selefiler de katıldılar. Sedat, Mısır’da üniversitelerde ve işçiler arasında sosyalistlerin ve komünistlerin popülerliğini azaltmak için radikal Sünni grupları kullandı. Ancak sonra fazla güçlendiklerini anladı ve özellikle 1978’de İsrail ile yapılan Camp David Antlaşması’ndan (barışından) sonra göz açtırmamaya başladı. Her yerde gördüğümüz modeldi. Dönemin askeri rejimleri iki deli unsuru (İslamcılar ve komünistler) birbirine kırdırarak, kendilerini bunlara karşı makul bir bariyer olarak sergilediler. İsrail istihbaratı, Filistin topraklarında Hamas’ı Fetih’e karşıt bir güç olarak besledi.

ABD, Afganistan’da aynısı yaptı. Komünistlere karşı cihatçıları güçlendirdi ama aynı cihatçılar Amerikalıları hedef almaya başladığında ters tepti.

Perry Anderson: İslam Birliği’ni öngören vizyon sahibi düşünürlerin, İslam’ın modern zamanlardaki en şiddetli bölünmesinin ortaya çıkmasına yardım etmiş olması büyük bir ironi gibi görünüyor. Herkesin bildiği gibi, mürted suçlamaları -tekfir- bunda rol oynuyor. Bu görüş nereden çıkmış?

Bu terimi, İbn Teymiyye’nin 13. yy’da dönme Moğollara ve sapkın Müslümanlara karşı kullandığını görüyoruz. Ama şu anki kullanımı yakın zamanda Vahhabilerle birlikte başladı. Kural olarak, Cihadda diğer Müslümanlara karşı savaşılmaz. Peki Selefiler Sedat ya da Suudi kralı gibi hükümdarlara karşı bir cihat için insanları nasıl harekete geçirebildi? Bunu yapmanın tek yolu bu hükümdarların artık Müslüman olmadığını iddia etmektir. Bu Vahhabiliğin özüdür. Usame Bin Ladin’in Körfez Savaşı’ndan sonra Amerikan birliklerini topraklarında konuşlandırdığı için Suudi Arabistan’ı suçlamasına bakarsak, asıl amacının Suudi kraliyet ailesinin mürted olduğunu göstermek olduğunu anlarız. Seleflerine “Onlara karşı cihad etmemiz lazım, çünkü artık Müslüman değiller,” diyordu. “İslam düşmanlarını kutsal topraklara davet ederek dinden dönmüşlerdir.” Aynısı Mısır için de geçerliydi. Selefiler dini fanatikler olabilirler, ancak temel İslami hukuka uymak zorundalar. Kolaya kaçamazsınız ve seleflerinizi diğer müslümanlara karşı cihada davet edemezsiniz. Onlara, bu insanların artık Müslüman olmadıklarını kanıtlamanız gerekir. Dolayısıyla, tekfir mekanizması Selefilik için elzemdir. Kafirleri öldürmek için herhangi bir fetva gerekmiyor. Ama Müslümanlar için bir fetvaya ihtiyacınız var; onların neden artık Müslüman olmadıklarını açıklayan bir fetvaya, onları mürted yapanın ne olduğunu açıklayan bir fetvaya. 1980’de Sedat’ı vuran Teğmen İslambouli bu nedenle Mübarek’i aynı esnada öldürmedi. Sedat’ı mürted olduğu için öldürdü, ama Mübarek’i öldürmek için fetva yoktu. İslamcı terörizmin basmakalıp analizleri, militanların gerçekte ne söylediğine dikkat etmiyor; eylemlerini meşrulaştırdığı gerekçeleri gözardı ederek oldukça genel bir din duygusu ve ideoloji ile ekonomik faktörlere ya da tarihsel koşullara bakıyor. Katar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Müslüman bir kitleye seslenerek, İslami terörün yenilebilmesinin tek yolunun teolojilerini anlamak ve ona karşı argüman üretmek olduğunu söyledi. Bunu inkâr ettiğimiz sürece, militan İslam’ın üstesinden gelemeyiz. 




Kaynak: Dünyadan çeviri- Bircan Polat

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 750 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI