Bugun...

Covit-19 Yerküresi İle Coğrafyamızda 1 Mayıs 2020-2

 

IV.1) SINIF: DURUM VE MÜCADELE

 

DİSK-AR’ın ‘Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği’ raporuna göre, işçi sınıfının yani 15 milyon insanın manzarası şöyle: Ücretler düşük, geçim sıkıntısı çok... Çalışma süreleri uzun, sendikalaşma zayıf... İşyerlerinde sağlık ve güvenlik önlemleri yetersiz... Sendikalı işçilerin çalışma ve yaşam koşulları sendikasızlara göre az daha iyi...

Rapora göre: İşçilerin yüzde 71’i erkek, yüzde 29’u kadın…

İşçilere çalışma hayatına dair 8 önemli sorun arasında en önemli gördükleri sorun, ücret. İşçilerin yüzde 77’sin ücretlerin düşük olduğunu beyan etti...

Çalışanların bile ikinci en büyük sorun olarak gördükleri nokta yüzde 75 ile işsizlik. Yüzde 46 ile sigortasızlık, yüzde 43 ile uzun çalışma saatleri geliyor. Güvencesizlik, taşeron çalışma, işçi sağlığı ve kıdem tazminatı daha sonra sayılan sorunlar…

Kiracı olanların oranı yüzde 23 iken, bu oran işçilerde yüzde 54. Konut sahipliği de yine Türkiye ortalamasının oldukça altında. Ülkedeki konut sahipliği oranı yüzde 60 iken, bu oran işçilerde yüzde 44…

İşçilerin yüzde 36’sı kendisini bir toplumsal sınıfa ait hissederken kalan yüzde 64’ünün sınıf bilinci de bu konuya ilişkin herhangi bir fikri de yok...[80]

Bunlara ‘Küresel Sanayi İşçileri Sendikası/ IndustriALL’ Avrupa Genel Sekreteri Luc Triangle’ın, “Avrupa’da sendikal örgütlenme konusunda Türkiye kadar sert ve kötü başka ülke yok,”[81] tesbitiyle şunlar da eklenebilir…

AKP iktidarı döneminde ülkedeki toplam gayrisafi milli hasıladan (GSMH) emeğin aldığı pay yarı yarıya düştü. 2002’de GSMH’nin yüzde 35’i maaş ve ücretti. Bir bakıma emeğin payı bu kadardı. 2018’de bu oran yüzde 18’e kadar düştü...[82]

Türkiye’de işçi, memur, esnaf, kendi hesabına aile işletmelerinde çalışanlar, taşeron işçilerini de kapsayan kayıt dışı çalışanlar olmak üzere 2018 verilerine göre 25 milyon insan çalışmaktadır…[83]

‘Curiocity’in araştırmasına göre, işçiler arasında 10 yıl öncesine kıyasla, “Çalışmanın daha stresli olduğu” düşüncesine katılanların oranı yüzde 86, “Yoğun stresin iş değişikliklerinde en büyük etken olduğu”na katılanların oranı ise yüzde 89 olarak gerçekleşti…[84]

İşçilere yönelik araştırma, emekçinin hastalanma oranlarının ülke genelinin üç katı olduğunu ortaya koydu. İşçiler yüzde 87’si alınan önemlere karşın kendisini işyerinde risk altında hissetmeye devam ediyor…[85]

Her 10 çalışandan 4’ü zaman baskısı altında. TÜİK’in, ‘İş Organizasyonu ve Çalışma Zamanı Düzenlemeleri’ araştırmasına göre, Türkiye’de çalışanların yüzde 41.5’i zaman baskısı altında çalışıyor. Bu oran ücretlilerde yüzde 47.3’e çıkıyor…[86]

2019’da işsizlik nedeniyle en az 45 kişi intihar etti. İş kazalarında en az 1620 işçi yaşamını yitirdi. Yaklaşık 1 milyon kişi daha işsiz kaldı. İşsiz sayısı 4 milyon 600 bin seviyesine çıktı…[87]

Ve nihayet milletvekili Veli Ağbaba, işsizlik sosyal riskinin sonuçlarını azaltmaya yönelik kurulan İşsizlik Sigortası Fonu’nun işsizlere değil, fabrikatörlere derman olduğunu ifade edip, patronlara ödenen miktarın ise işsizlere ödenen miktardan 2 kat daha fazla olduğunu dile getirdi…[88]

İşsizlik Sigortası Fonu’ndan patronlara yapılan teşvik ve destek ödemeleri, işsizlere yapılan ödemeleri 2019’da da geçti. İşkur verilerine göre, 2019’da fondan patronlara teşvik ve destek olarak yapılan ödemeler önceki 2018’e göre yüzde 45 artarak 26 milyar TL’ye ulaşırken, işsizlere yapılan ödemeler 10 milyar TL’de kaldı…[89]

TBMM’den geçen ve işverene işçiyi ücretsiz izne çıkarma yetkisi veren yasa emekçiyi açlığa mahkûm edecek. Bekâr bir çalışanın yaşayabilmesi için yapması gereken aylık asgari harcama tutarının 2 bin 847 TL olduğu bir ortamda, işçi 1177 lira ile ayın sonunu getirmeye çalışacak…[90]

 

IV.2) DEVLET VE İŞÇİLER

 

Mecidiyeköy’de eski Ali Sami Yen Stadı’nın yerine yapılan Torunlar İnşaat’a ait rezidans inşaatında, işçilerin içinde bulunduğu asansör 6 Eylül 2014’de 32’inci kattan zemine çakıldı. Bu facia da 10 işçi yaşamını yitirdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava sonucunda 9 sanık hakkında 8 yıl 4 ay hapis cezası verildi. Ancak mahkemenin, “iyi hâl” indirimi yaparak, cezayı her bir sanık için 60 bin 800 TL adli para cezasına dönüştürüp, 16 sanığın beraat ederek,[91] “Bu ülkede adaletin ‘a’sı bile yokmuş”[92] dedirteninden; Soma Katliamı davasında 15 yıl hapis cezasına çarptırılan Kömür İşletmeleri AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın, can veren her işçi için yalnızca 5 gün hapis yatıp, tahliye edilmesine[93] dek burjuva devlet, olsa olsa, “Sahtesin sen; ne diye dem vurursun ki hakikâtten?”[94] diye haykırılması gereken bir işçi celladıdır.

“Nasıl” mı? İşte işçilerin hâli pür melali…

Konya’da araç yedek parça satışı yapan işyerinde çıraklık yapan 15 yaşındaki E.A.Y. alacağı vidanın numarasını unuttuğu gerekçesiyle işyeri sahibi M.C. tarafından, halk arasında “caraskal” olarak bilinen palangaya bağlanıp asıldı. Pantolonu da yarıya kadar indirildiği öne sürülen E.A.Y., yaklaşık 15 dakika asılı kaldıktan sonra indirildi. Bu olaydan bir süre sonra aynı iş yerinde çalışan E.A.Y.’nin ağabeyi H.H.Y. (17) de bir malzemeyi hatalı büktüğü gerekçesiyle M.C. tarafından tekme ve tokat dövüldü…[95]

Adem Çelik Şirketler Grubu’nun sahibinin şoförü, kullandığı aracı Beykent Üniversitesi Avalon şantiyesinde çalışan ve mesai ücretleri ile kıdem tazminatlarını alamadıkları için günlerdir direnişte olan inşaat işçilerinin üzerine sürdü. İşçiler mücadeleden vazgeçmeyeceklerini duyurdu…[96]

İş cinayetleri ile sık sık gündeme gelen 3. Havalimanı’nda 2018’de yapılan direniş başta olmak üzere yürüttüğü birçok sendikal faaliyet gerekçe gösterilerek yargılandığı davada tutuklanan DİSK’e bağlı Dev Yapı-İş Genel Sekreteri Nihat Demir, gözaltı sürecinde ve sonrasında yaşadığı hak ihlâllerini gönderdiği mektupla anlattı. Demir mektubunda, gözaltı sırasında kendisine “beyaz toros” hatırlatması yapılarak ölümle tehdit edildiğini belirtti…[97]

 “Nasıl” mı? İşte iş cinayetleri!

2019’da en az 1736 işçi iş cinayetleri sonucu yaşamını yitirdi. Ölenlerden 115’i kadın, 67’si çocuk işçiydi…[98]

İSİG Meclisi’nin verilerine göre, 18 yılda bin 754 maden işçisi yaşamını yitirdi…[99]

Kayseri’de inşaat işçisi olarak çalışan 35 yaşındaki Yaşar Başkıran, sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen, çalışmak zorunda bırakıldığı apartmanın dış cephesinde sıva yaparken dengesini, kaybederek 8. kattan düşerek öldü…[100]

“Nasıl” mı? İşte kadın işçiler!

Ünye’deki fındık fabrikalarında mevsimlik işçi olarak çalışan kadınlar birbirleriyle konuşamıyor, etrafına bakamıyor, tuvalete dönüşümlü gidebiliyor. Kadınları akciğer hastalıkları da tehdit ediyor…[101]

Kamu işçiliğindeki cinsiyet eşitsizliğine de işaret eden Genel-İş, her 10 işçiden 9’unun erkek, yalnızca 1’inin kadın personel olduğunu belirtti…[102]

Türkiye’de her 10 haneden 4’ünde hiç tam zamanlı ücretli çalışan yok. Yoksul hanelerde bu sayı 6’ya çıkıyor. Kadınlar tam zamanlı ücretli işlerde erkeklerden daha az çalışıyor ve daha az kazanıyor…[103]

Türkiye’de istihdam edilen kadınların yüzde 41.3’ü kayıt dışı çalıştırılıyor. 2019 yılında 500 bin kadın da “ev”de çalışmak için işinden ayrıldı…[104]

‘8 Mart Kadın Emeği’ başlıklı rapora göre, resmi sendikalaşma oranı yüzde 14’lerde görülse de, esas oran yüzde 11 olarak hesaplanıyor. Kadın işçilerin ise yüzde 93’ü sendikasız olarak çalışıyor. Buna göre çalışma yaşamında yer alan her 100 kadın işçiden yalnızca 7’sinin sendika üyeliği bulunuyor…[105]

“Nasıl” mı? İşte çocuklar!

19 milyon çocuğun risk altında olduğu[106] Türkiye’de yaklaşık 2 milyon çocuğun çalıştığı düşünülüyor. Mevsimlik tarım işçiliğinde 400 bin çocuk yılın 6-8 ayında aileleri ile birlikte çalışıyorlar. Çocukların İşgücüne katılma oranı yüzde 21.1...[107]

TÜİK’in ‘Çocuk İşgücü’ verilerine göre, küçük yaşta çalışmak zorunda bırakılan çocukların yüzde 44.7’si tarım, yüzde 31’i hizmet, yüzde 24.3’ü ise endüstri alanında istihdam ediliyor…[108]

15-19 yaş grubundaki çocuklarda kayıt dışı çalışma artarken; çocukların yüzde 32’si yoksul…[109]

7 yılda 426 çocuk işçi hayatını kaybederken;[110] 2019’da 67 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi.[111] Bu çocukların yüzde 60’ı tarım işkolunda çalışıyordu.[112] Yani ölen her 5 çocuk işçiden 3’ü tarım işçisiydi…[113]

 

IV.3) SENDİKAL MÜCADELE (Mİ?)

 

Bu noktada Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “Sermayenin değil, halkın egemenliği!”[114] dese de; “Yapısal açmazları ve kaçınılmaz savrulması”yla[115] DİSK’in (vesayet altındaki, güdümlü sendikacılığın “al gülüm-ver gülüm” adlı oyunları zikredilmeye bile değmez!) iyi bir sınav ver(e)mediği “sır” değildir.

Bürokratik iktidarın konforuna, işçi haklarının -şöyle ya da böyle- iktidar veya CHP için feda edildiği bir sendikacılık pratiğinin maskesi, özellikle de her 1 Mayıs’da düşüp, yaldızları dökülür…

Kabul etmek gerek, bu ülkede sendikacılık, “sınıf sendikacılığı”nın çok uzağına düşmüştür. İşçinin “milli” ve “manevi” duyarlılıklarına seslenildiği; sınıf gerçeğinin, etnik, dini kimliklerin gerisine ötelendiği; sendikaların rolünün işçilerin haklı öfkesini yatıştırmaya dönüştürüldüğü; işçi ile sermayenin çıkarlarını uyumlulaştırılmakla mükellef olduğu verili tabloda sınıf hakikâtine yönelik teorik ve politik deformasyonlarla, siyasetin sınıf temelinden uzaklaşması da “sınıfsız” sendikacılığın önünü daha fazla açtı.

“Bugün sendikal harekette çürüme ve yozlaşmanın işareti olarak tartışılan, makam aracı saltanatı, abartılı maaşlar, sendikanın imkânlarını hoyratça kullanma gibi sorunlar vesayet rejiminin ve ‘sınıf’sız sendikacılığın doğurduğu sonuçlardır… Bütün bunlar işçi ile örgütü arasındaki açıyı, yabancılaşmayı iyice büyüttü. Geldiğimiz noktada sendikalar, işçinin örgütü olmaktan çıkıp, tek fonksiyonu işçinin toplu iş sözleşmesini işçinin iradesi hilafına bağışlayan vekalet kurumuna dönüştü.”[116]

Oysa egemenlere veya herhangi bir fraksiyonuna yaslanmış “sınıfsız” sendikacılığı bir yana bırakıp, işçi tabanın gücüne dayanan, gerçek anlamda sınıf mücadelesi organları gerekir; işçi sendikaları, sömürü düzenine karşı mücadelenin vazgeçilemez unsurları olmakla mükelleftirler. Bu nedenle özgür sendikacılığın varlığı önemlidir.

Bunun içinde sınıf mücadelesini yükseltecek, işçi örgütlüğü merkezi görev olmalıdır. Bu da kolay değildir. AncakAmasya’nın Suluova İlçesi’nde Soma Holdinge ait Gürmin Enerji AŞ’nin aldığı Yeni Çeltek Maden Ocağı’nın kapatılma kararına karşı işçilerinin yerin 1200 metre altına inip başlattığı açlık grevinden;[117] iş cinayetleriyle gündeme gelen 31 bin işçinin çalıştığı Üçüncü Havalimanı inşaatındaki işçilerin düzenledikleri protesto eylemlerine[118] uzanan “İsyanın Bilince Dönüşmesi”[119] de ince bir hat üzerinde, derinden derine gelişmektedir.

Sınıf mücadelesinden kastettiğimiz; işçi sınıfının ücret artışı, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, vb. için yürüttüğü mücadelelerle sınırlı değildir; bunları da içermekle birlikte…

İşçi sınıfının “ücretli kölelik” düzeni kapitalizme, sermaye sahibi sınıfa karşı yürüttüğü kavga tartışmasız bir sınıf mücadelesidir…

Ancak hepsi bundan ibaret değildir, olmaz ve olmamalıdır da!

Yeri gelmişken belirtelim: Burjuva düzeni sınırlarında yürütülen mücadeleler (ücret artışı, vb.) aslî değildir. Her an geri alınabilirler. Aslolan sosyal kazanımların, politik hedeflerle taçlandırılmasıdır.

Unutulmamalıdır ki burjuvazini “demokrasi” dediği şey, başta işçi sınıfı olmak üzere, ezilenlerin sömürüsüyle ayakta tutulan zor aygıtıdır.

Bu nedenle, ‘Komünist Manifesto’da, ”Bu güne kadarki tüm toplumların tarihi sınıf mücadelelerinin tarihidir,”[120] denir ve ekler Karl Marx da: “Sermayenin aşırılıklarına direnme merkezleri olarak yararlı (lüzumlu) olan sendikalar, kapitalist düzene karşı sadece bir direniş savaşı vermekle yetindikleri ölçüde güçsüz (etkisiz) kalırlar. Yapmaları gereken, gün be gün sürdürdükleri bu savaştan vazgeçmeksizin, kapitalist toplumun dönüştürülmesi yolunda çalışmak, kendi örgütlü güçlerini işçi sınıfının her türlü velayet ve vesayetten kurtulması, yani ücretliliğin ortadan kaldırılması (ilgası) yolunda bir kaldıraç olarak kullanmalarıdır.”

Bunlar, “İşçi sınıfına ilişkin hayaller” mi dediniz?!

Söz konusu itiraza, “Marx’ın şu sözüne sarılıyorum: ‘Tarihin hayal gücü bizimkinden geniştir’…” yanıtını verir Louis Althusser…

Kimse “sendikalar devrim yapamaz,” malumatfuruşluğuna sarılmasın. Elbette sendikalar devrim yap(a)maz. Ama devrimden yana olabilirler, ve olmalıdırlar da…

 

V. AYRIM: 1 MAYIS BAHSİ

 

1 Mayıs(‘lar) geçmişi geleceğe bağlayan bugündür; mücadele tarihidir; bir gelenektir; tarihe sahip çıkmaktır; “Tarihi bilmiyorsan dün doğmuşsun demektir. Dün doğmuşsan her lider sana istediği hikâyeyi anlatabilir,” uyarısındaki üzere Howard Zinn’in…

“1 Mayıs kutlaması davamıza binlerce yeni savaşçı kazansın ve bütün insanların kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün herkesin özgürlüğü için yürütülen büyük mücadeledeki güçlerimizi daha da büyütsün,” vurgusuyla V. İ. Lenin’in Nisan 1904’de eklediği üzere:

“Yoldaş işçiler! 1 Mayıs geliyor, bütün ülkelerin işçilerinin sınıf-bilinçli bir hayata uyanışlarını, insanın insan üzerindeki her türlü zulüm ve baskısına karşı mücadelelerindeki dayanışmalarını, emekçi milyonların açlık, yoksulluk ve aşağılanmadan kurtulmak için yürüttükleri mücadelelerini kutladıkları gün. Bu büyük mücadelede iki dünya karşı karşıya duruyor: sermayenin dünyasına karşı emeğin dünyası; sömürünün ve köleliğin dünyasına karşı kardeşliğin ve özgürlüğün dünyası...”

Tam da bunun için bir seçimdir; taraf olmak; safını belirlemektir 1 Mayıs…

Biraz gerilerde, 1800’lü yıllarda “8 saatlik işgünü” mücadelesiyle örgütlenen eylemler ve grevlerle dünyanın dört bir yanında patronları korkutan bir gün hâline gelen 1 Mayıs; bütün devrimcilerin kapitalizme karşı direnişi büyütmesi, işçilerin iş yerlerinden çıkıp sokakları doldurmasıyla adaletsizliklere karşı isyanın günü olarak tarihe geçmiştir.

Avusturalyalı işçilerin başlattığı, oradan Amerikalı işçilerin devraldığı ve buradan da Avrupa proletaryasına sıçrayan sekiz saatlik çalışma için verilen mücadele ve bu mücadelenin zamanla bazı yerlerde yasallaşması, unutmamak gerekir ki büyük fedakârlıkların, büyük bedellerin sonucunda elde edilmiştir.

4 Mayıs 1886’da ‘Amerikan İşçi Federasyonu’nun (AFL) 15 saatlik çalışmanın 8 saate indirilmesi için Chicago’da Haymarket alanında düzenlediği toplantıyı, polis bomba kullanarak dağıtmak ister. İşçilerden ve polislerden 14 kişi ölür. Ardından da işçi lideleri tutuklanıp, “yargılanır”lar.

19 Ağustos günü sanıklardan yedisi idama mahkûm edildiler ve Neebe 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

August Spies, Adolf Fischer, Louis Lingg, Albert Parsons, George Engel, Samuel Fielden, Michael Schwab ve Oscar Neebe’nin mahkeme önündeki son sözleri şöyleydi:

August Spies: “Öyle bir zaman gelecek ki; bizim suskunluğumuz, sizin bugün ipe çektiğiniz seslerden daha güçlü olacaktır! (...) Bu mahkemenin önünde ve devletin temsil etmesi gereken halkın önünde, Eyalet Başsavcısını ve Chicago Polis Müdürünü uydurma bir dava tezgâhlamakla suçluyorum...”

Adolf Fischer: “Ölüme mahkûm edilmemi protesto ediyorum, çünkü cinayet işlemedim. Ancak fikirlerimden dolayı öleceksem, bir sözüm yok...”

Louis Lingg: “Sizi tanımıyorum! Sizin yasalarınızı, nizamınızı, kuvvete dayanan yetkinizi tanımıyorum! Bu yüzden asın beni!”

Albert Parsons: “Bu ülkenin yasalarına karşı gelmedim. Ne ben, ne de arkadaşlarım Amerikan vatandaşlarının herhangi bir yasal hakkını ihlâl etmedik. Konuşma özgürlüğüne, basın özgürlüğüne, toplanma özgürlüğüne tecavüz edilmeyeceği hakkını savunuyoruz. Anayasanın tanıdığı öz savunma hakkını savunuyoruz; ve Amerikan halkının çok pahalıya kazandığı bu haklarının ellerinden alınmasına karşı çıkıyoruz. Ama iddia makamı, yedi adama ölüm cezası istemekle zaferi kazandığını sanıyor.”

George Engel: “Hakları yalnız imtiyazlı olanlara göre ayarlayan ve işçilere hiç hak tanımayan hükümete karşı kim saygı duyabilir? Böyle bir hükümete saygım yok benim...”

Samuel Fielden: “Bir yanım var ki, öldüremezsiniz...”

Michael Schwab: “İdealimizin bu yıl, ya da gelecek yıl gerçekleşmeyeceğini biliyorum, ama mümkün olduğu kadar yakın bir gelecekte, ileriki bir yılda gerçekleşeceğini biliyorum.”

Oscar Neebe: “Evet, işlediğim suçlar şunlar: Evimde bir tabanca ve pankartlar bulundu. İşçi sendikaları örgütledim. İş saatinin azaltılmasından, işçilerin eğitilmesinden ve işçi gazetesinin yeniden çıkartılmasından yanaydım. Bomba atma olayı ile ilişkim olduğunu, ya da bombanın yanında, yakınında olduğumu gösterecek hiçbir delil yok. Çok üzgünüm, sayın yargıç -yani, mümkünse yapabilirseniz yapmanızı rica edeceğim- yani beni asmanızı; çünkü yavaş yavaş ölmektense, ansızın öldürülmek daha şereflidir. Ailem, çocuklarım var; mezara gidip önüne diz çökebilirler; ama hapishaneye gidip hiç işlemediği bir suçtan dolayı mahkûm edilen babalarını göremezler. Söyleyeceklerim bu kadar. Arkadaşlarımla birlikte asılamayacağıma üzgünüm.”

Devlet, serbest bırakılmaları için düzenlenen büyük çaplı bir kampanyadan sonra Schwab ve Fielden’in cezalarını ömür boyu hapis cezasına çevirdi. Lingg, idam edilmesinden bir gün önce intihar ederek devlete bu zevki tattırmamıştı. 11 Kasım 1887’de Parsons, Engel, Spies ve Fischer asıldılar.

Daha sonra AFL 1888’de 8 saatlik çalışma günü kabul edilinceye kadar her yıl 1 Mayıs’ta grev yapılmasını kararlaştırır. 1889’da Paris’te toplanan İkinci Enternasyonal 1 Mayıs’ın işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verir. Bizde ise 1 Mayıs 2008 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi ve ulusal bayram ve genel tatil yasasında yapılan değişiklikle resmi tatil ilan edildi.

1 Mayıs bir bayram değildir; o, uğruna büyük bedeller ödenmiş bir mücadele geleneğidir.

 

V.1) COĞRAFYAMIZIN TARİHİ

 

Coğrafyamızda ilk 1 Mayıs’lara gelince…

1909 yılı, Osmanlı Devleti yönetimi altında yaşayan coğrafyadaki işçiler için bir ilki simgeliyordu. Eylem için Üsküp’ü seçen işçiler, Yunan, Yahudi, Türk, Bulgar, Makedon ve pek çok Balkan ülkesinde 1 Mayıs’ı örgütlemek için toplanıyordu. Halkın özgürlük mücadelesinin, özgür federasyonlar aracılığıyla örgütlenmesi için verilen mücadelenin yükselen sloganları arasında tüm dünyada olduğu gibi 8 saatlik iş gününün kabulüne dair de talepler yer alıyordu.

Bu ilk 1 Mayıs’tan sonra gittikçe güç kazanan işçi hareketleri çok geçmeden devlet şiddetiyle karşılaştı. 1909 yılındaki eylemleri, 1910’da Selanik, Veles ve farklı Rumeli şehirlerindeki 1 Mayıs’lar, 1911’de Üsküp, Selanik, İstanbul, Kumanova, Veles, Edirne’deki 1 Mayıs’lar, 1912’de Selanik ve İstanbul’daki 1 Mayıs eylemleri izleyecekti.

Özellikle 1911’de 12.000 işçiyi etkisine alan grev dalgası, Osmanlı’da da iktidarın dikkatini ayıramayacağı bir gerçeklik hâline gelmişti. Eylemlerden sonra gerçekleştirilen operasyonla sendikacılar gözaltına alınıyor, Sultan’ın hayatının tehlikede olduğu gerekçesiyle devrimci yayınlar kapatılıyordu.

1 Mayıs 1921’de İstanbul işgal altındaydı. Halk İştirakiyun Fırkası öncülüğünde tersane işçileri Kasımpaşa’dan Şişli Hürriyeti Ebediye Tepesine kadar kızıl bayraklarla yürüdüler.

1924’de 1 Mayıs kutlamasını yasaklandı.

1925’te de Takrir-i Sükûn Kanunu çıktı. Sonrası malum…

1935’te de üstüne üstlük “Bahar Bayramı” ilan edildi 1 Mayıs!

Ardından kızıl karanfillerle, yasaklanmış beyannamelerle yaşatıldı 1 Mayıs…

1976’da DİSK, “1 Mayıs Bahar Bayramı falan değildir,” diyerek yıllar sonra Taksim Meydanı’nda görkemli bir miting örgütledi. 50 yıllık yasakların ardından ilk kez toplumsal bir şekilde örgütlenen 1 Mayıs, patronları tedirgin etmeye yetmişti. O yıl Saraçhane, Beşiktaş, Kabataş ve Şişli’de bir araya gelen işçiler Taksim Meydanı’nda toplandı. Yaklaşık 400.000 işçinin 1 Mayıs etkinliklerine katıldığı söyleniyordu.

Ardından da, görkemli ve kanlısı 1 Mayıs 1977… İşçi örgütlenmeleri, 500.000 kişiyle 1 Mayıs için Taksim alanındaydı. Yüz binlerce işçinin doldurduğu alanda konuşmalar devam ederken kalabalığın üzerine “derin (denilen) devlet”in çeteleri tarafından rasgele ateş açıldı. Tam o sırada polisin panzerler ve ses bombalarıyla başlayan saldırısı sonucu 36 can katledildi.

1989’da Mehmet Akif Dalcı’nın Taksim yolunda kurşunlandığı; 1996’da Dursun Odabaş, Hasan Albayrak, Yalçın Levent’in Kadıköy’de katledildiği güzergâhta Taksim “yasağı”na karşı militan bir mücadele sürdürüldü…

Devletin Taksim zorbalığı, kendi yasalarını bile çiğneyecek kadar fütursuzken; örneğin Anayasa Mahkemesi (AYM), 1 Mayıs 2009 mitingine yapılan polis saldırısı ile ilgili, “Anayasa’nın 34’üncü maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlâl edildiğine” karar veriliyordu![121]

Devletin işçi hareketinin 1 Mayıs mücadelesini bastırmak için kullandığı sınırsız şiddetin de kar edemediği zorbalığa rağmen; ‘Çav Bella’yı, ‘Venseremos’u, ‘We Shall Overcome’ı, ‘Enternasyonal’i haykıran Taksim mücadelesinden vazgeçilmedi…

 

V.2) 1 MAYIS 2019

 

1 Mayıs 2019, dünyanın birçok ülkesinde kitlesel eylemlerle kutlandı. Daha yüksek ücret ve iyi çalışma koşulları talepleri öne çıkarken; Rusya’da Kızıl Meydan, Küba’da Devrim Meydanı coşkulu kalabalıklarla doldu; Fransa’da çatışmalar çıktı, yoğun gözaltılar yaşandı.

İşçi sendikalarının güçlü olduğu Yunanistan’da 1 Mayıs hareketli geçerken; Almanya’nın Berlin, Hamburg ve Leipzig gibi pek çok kentinde 1 Mayıs mitingleri düzenlendi.

Cezayir’deki 1 Mayıs’ta, emeğin hakları ile Buteflika dönemi isimlerinin iktidardan çekilmesi yönelik talepler haykırıldı.

İsrail’in yasa dışı yerleşimleri genişlettiği ve ablukayı artırdığı Filistin’de 1 Mayıs’ta kitlesel gösteriler düzenlenirken; Gazze’de İsrail ve ABD karşıtı sloganlar atıldı.

Bangladeş/ Dhaka’daki gösterilere çalışma koşullarını ve ayrımcılığı protesto eden kadın işçiler damga vurdu.

Sarı Yeleklilerin eylemleriyle sarsılan Paris’te Genel Emek Konfederasyonu (CGT) ve sol partilerin öncülüğünde kitlesel 1 Mayıs yürüyüşü ve mitingi düzenlendi. Sarı Yeleklilerle polis arasında ise çatışmalar yaşandı. Polisin en az 165 kişiyi gözaltına alındığı bildirildi. Fransa’da Paris dışında birçok kentte gösteriler ve yürüyüşler düzenlendi.[122]

Ve zikredemediğimiz niceleri…

Sonra da İş cinayetleri 1 Mayıs 2019’ta da devam edip; Elazığ, Kastamonu, Burdur ve Aksaray’daki iş cinayetlerinde 4 işçi öldüğü, 2 işçi yaralandığı[123] coğrafyamız…

1 Mayıs’ta devletin terörü her yerdeydi; hatta izin verdiği alanda bile; bakın ne diyordu Figen Atalay: “Metrobüs durağından Bakırköy miting alanına gidene kadar defalarca arandık. Üçüncüde ‘bu kaçıncı?’ diye isyan edince kadın polis, ‘daha bitmedi, bir kez daha var’ diyerek bizi dördüncü aranmaya en azından psikolojik olarak hazırladı!”[124]

Ve elbette Taksim ve çevresindeki egemen zorbalık daha şedit, fütursuz ve sınır tanımazdı!

Taksim Meydanı’na çıkan yollar araç trafiğine kapatılırken, bölgede “güvenlik”(!?) önlemleri alındı... 1 Mayıs kutlamaları için Taksim’e çıkmak isteyen işçiler polis engeli ile karşılaştı.

Devrimci Gençlik Dernekleri “Meydanlar halka kapatılamaz!” sloganları ile Sıraselviler Caddesi’nden Taksim Meydanı’na yürüdü. Polis gruba saldırdı. 14 kişi gözaltına alındı.

Gençlik Komiteleri, “Taksim halka kapatılamaz” sloganlarıyla Beşiktaş’tan Taksim’e yürüyüşe girdi. Beşiktaş Çarşı girişinde grubun önünü kesen polis, 26 kişiyi gözaltına aldı.

Haber takibi yapmak üzere Taksim’de bulunan Mücadele Birliği muhabiri Serpil Ünal gözaltına alındı. Ünal, karakolda GBT kontrolü yapıldıktan sonra serbest bırakıldı.

Beşiktaş Barbaros Bulvarı’ndan Taksim’e doğru yürüyüşe geçen Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi 7 kişi gözaltına alındı.

Mecidiyeköy’den Taksim’e yürümek isteyen İnşaat-İş Sendikası üyesi 5 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar sağlık kontrolü yapılmak üzere Şişli Etfal Hastanesi’ne götürüldü.

Taksim Meydanı’na çıkmaya çalışan Partizan okurları Veysel Uca, Sevil Doğan, Mustafa Havuç gözaltına alındı.

Taksim Meydanı’nın girişinde “Yaşasın 1 Mayıs” pankartı açan Mücadele Birliği üyesi 6 kişi gözaltına alındı.

Cumhuriyet Caddesi Taksim Meydanı girişinde Mücadele Birliği Platformu üyeleri “Yaşasın 1 Mayıs” yazılı pankart açarak “Yaşasın 1 Mayıs - Biji Yek Gulan” sloganları attı.

Nazife Onay ve Mehmet Dersulu ellerinde, Direnişler Meclisi imzalı “KHK ile katledilen emekçiler için adalet istiyoruz” ve “İşimiz, ekmeğimiz, onurumuz için Taksim’deyiz” yazılı dövizlerle Gezi Parkı yakınlarında gözaltına alındı.

Öğrenci Faaliyeti üyesi 4 kişi, “Geleceğimiz yoksa korkumuz da yok” sloganlarıyla Cihangir’den Taksime yürüdü. Polis eylemcileri gözaltına aldı.[125]

Özetle Beşiktaş, Şişli ve Beyoğlu’ndan Taksim’e yürümek isteyen işçiler polis saldırısıyla gözaltına alındı. İstanbul’da 1 Mayıs nedeniyle Taksim’e yürümek isteyen 127 kişi gözaltına alındı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri, Beşiktaş’ta 55, Şişli’de 38, Beyoğlu’nda 29, Kâğıthane’de 4 ve Bakırköy’de 1 kişiyi gözaltına aldıklarını açıkladılar.[126]

 

V.3) 2019 1 MAYIS’I YORUMLARI

 

1 Mayıs’ın devrimci gelenekleri Bakırköy’den çok, yine ve bir kere daha “Çok konuşup bir şey yapmayanlara, hiç konuşmayıp iş yaparak cevap ver,”[127] diyenlerin Taksim uğruna verdikleri mücadele ile yaşatılırken; Albert Camus’nün, “Başkaldırı, haklarının bilincine varmış, bilinçli kişinin işidir,” saptamasını doğruluyorlardı.

Siz bakmayın 1 Mayıs 2019 Bakırköycülerinin, “1 Mayıs 2019’da meydanlara çıkan vicdanlarımızdı, türkülerimizdi… Bu ülkede her an yeni bir başlangıç olabilir”…[128]

“Bu alanda bugüne kadar görülen en kalabalık miting bu yılki 1 Mayıs gösterisiydi. Sabahın ilk saatlerinden itibaren metrobüs ve durakları, Bakırköy Halk Pazarı’nın dolup taşacağını haber veriyordu, öyle de oldu... Bu alanda bugüne kadar görülen en kalabalık miting bu yılki 1 Mayıs gösterisiydi. Kortejlerde ve kortejlerin dışında alanı dolduran işçiler ve emekçilerin savaşsız, sömürüsüz ve sınıfsız bir gelecek mücadelesinin, bu kutlu günündeki buluşmasının mutluluğu, gülen yüzlerine yansıyordu”…[129]

“Mart’ta sandıkta Mayıs’ta meydanda; umut hiç yenilmiyor… 1 Mayıs coşkusunda aslan payı, 31 Mart’ın yarattığı ‘Değiştirebiliriz’ havasınındı. Bir kez daha görüldü ki, hiç bir his, insanları ‘umut’ kadar güçlü şekilde sokağa çağıramıyor...”[130]

“2019’da sendikaların, partilerin ve meslek örgütlerinin çağrısıyla İstanbul Bakırköy’de düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarına ilgi yoğundu. Bu ilginin nedenlerinden biri hiç şüphesiz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 1 Mayıs alanında mikrofonun başına geçmiş olmasıydı,”[131] türünden gerçeği çarpıtan tevatürlere!

“Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” 1 Mayıs, 2019 Bakırköy’üne yakışmadı; hele ki bir de sahnede -her ne hikmet ise!- arz-ı endam eden Ekrem İmamoğlu’yla![132]

Hatırlayın DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun, Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına kapatılmasını “eleştirdiği”(!) konuşmadan sonra Ekrem İmamoğlu da eşi Dilek İmamoğlu ile platforma çıkıp halkı selamlayarak “Yaşasın 1 Mayıs” sloganı atıp, “Sizlerle bir arada olmaktan ötürü çok mutluyum. 1 Mayıs’ın tadını almış bir kardeşinizim. İnşallah şehrimizde 1 Mayıs’ı doya doya özgürce, mutlu bir biçimde, hep birlikte bir arada olduğumuz günlerde kutlamak dileğiyle. Hepinizi çok seviyorum. Emeğinizin karşılığını aldığınız günlerde hep birlikte olmak dileğiyle hepinizi kucaklıyorum. Bugün hayatını kaybeden kardeşlerimize de Allah’tan rahmet diliyorum. Bayramınız kutlu olsun,”[133] iradında bulunmuştu!

Simdi soralım: 1 Mayıs’ın devrimci geleneği 2019’a böyle, yani Bakırköy’deki gibi mi taşınmalıydı? Ne kaldı geleneğin devrimciliğinden?

Hem de AKP zorbalığının hukuksuz, keyfi Taksim paranoyası ve inadı işçi sınıfına dayatılmışken; kentin merkezinde/ kalbinde yapılması gereken 1 Mayıs eylemi, ücra ve elverişsiz alanlara sıkıştırılıyorken ve en önemlisi kimileri Bakırköy’e şu zırvayı vehmederken:

“1 Mayıs 2019 Türkiyesi’nde emek de, sermaye de aynı tehdidin hedefindeydi. Sömürünün yerine, ondan daha da geride olan yağma ve talan düzenini yerleştiren AKP’yi başlangıçta sevinçle karşılayan TÜSİAD, iktidar açlığını yağma ve talan şöleninde gidermek isteyen yeni sınıf ile türedi iktidarının işbirliğinin ne gibi sonuçlara yol açtığını nihayet görüp, fark etmişti… TÜSİAD Başkanı Kaslowski’nin 1 Mayıs 2019 mesajı, demokrasinin, hem emeğin hem de sermayenin ortak talebi hâline geldiği bir toplumun habercisidir. Zaten totaliterlikten demokrasiye, iflastan sürdürülebilir bir kalkınmaya çıkmanın böyle geniş tabanlı bir ittifaktan başka yolu da yoktur.”[134]

Kimilerinin, “Görkemli, disiplinli ve kitlesel bir 1 Mayıs için alanlara!”[135] komutunu verdiği Bakırköy hâli buydu ve bu olumsuzluğa tabloya yol açan da “Taksim Yasak”ına boyun eğilmesiydi…

AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, ‘1 Mayıs 2019’ mesajında “İşçi ve emekçi kardeşlerimizin, üretimden gelen güçlerini kullanarak, haklı taleplerini demokratik platformlarda dile getirmesi, sorunların karşılıklı diyalog ve uzlaşma içerisinde çözüme kavuşturulmasını sağlayacak ilk adımdır,” deyip; göreve geldiği günden beri “İşçi ve emekçilerin sorunlarına her zaman samimiyetle çözüm üretmeye çalıştıkları” öne sürdüğü[136] yalan(lar) tablosunda; DİSK-KESK-TMMOB-TTB ortak bir açıklamayla İstanbul’da Taksim 1 Mayıs Meydanını bir kez daha işçilere, emekçilere kapatanların “Akla, hukuka, tarihe, işçi sınıfına ve İstanbul’a saygı duymadığını”[137] söylemesi ne kadar iyiyse; hiçbir şey yapmamaları da o kadar kötüyüdü…

Bir kere daha hatırlatalım! DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu Bakırköy Halk Pazarı’ndaki 1 Mayıs 2019 konuşmasında, “Bugün İstanbul’da 1 Mayıs meydanını, Taksim meydanını işçilere kapatanların saltanatı elbette yıkılacak… Elbette halkın iradesini, işçilerin iradesini yok sayan bu düzen, yasaklarıyla beraber bir kâğıt gibi kül olup gidecek… Ve elbette işçi sınıfı demokratik bir ülke mücadelesini büyüterek Taksim’i 1 Mayıs alanı olarak yeniden kazanacak,”[138] demişti; işte o kadar!

Bir de Halk TV’de Enver Aysever’in sorularını yanıtlayan Arzu Çerkezoğlu, Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs’ı kutlamanın işçiler açısından neden temel bir hak olduğunu şu sözlerle anlatmamış mıydı?

“Çünkü meydanlar ülkelerin, kentlerin, o ülkede, o kentte yaşayanların belleğidir, tarihidir ve bu bellek hep siyasi iktidarlar tarafından yok edilmeye, ortadan kaldırılmaya çalışılır…”[139]

İyi de 2019’da (ve öncesinde!) ne oldu da böyle oldu?!

Sadece şunu ifade edelim: İşçi sınıfının iradesi DİSK-KESK-TMMOB-TTB’nin ipoteği altında değildir. Örneğin Taksim Kazancı Yokuşu’nda toplanan DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası üyesi bir grup, 1 Mayıs 2019’da Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü’nün Taksim Meydanı’nda kutlanmasını isterken;[140] başka bir devrimci irade de mevcuttur.

Ve o irade için 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak, sadece Taksim Meydanı’na 1 Mayıs’a sahip çıkmak anlamına gelmiyor; 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda olmak, aynı zamanda tarihe ve devrimci belleğe ve mücadele geleneğini yaşatıp, ona sahip çıkmak anlamı taşır!

 

V.4) 2020’NİN 1 MAYIS’I

 

Egemenlerin 1 Mayıs korkusu, Covid-19’lu 2020’de gündemin baş maddesiydi hâlâ…

Örneğin Tuzla’da 1 Mayıs’a çağrı yaptıkları için gözaltına alınan Limter-İş Sendikası Genel Başkanı Kanber Saygılı ile ESP yöneticilerine 6 kişiye 3 biner lira para cezası kesildi. “2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet Etmek” iddiasıyla haklarında soruşturma başlatılacağı söylendi.[141]

Corona günlerini egemenler fırsata tahvil ederken işçi sınıfının François Voltaire’in, “Ne yaparsan yap; rezilliği yok et”; Samuel Beckett’in, “Hep denedin. Hep yenildin. Yine dene. Yine yenil. Ama daha iyi yenil”; Tevfik Fikret’in, “Doğru bildiğin yolda yalnız da olsan yürüyeceksin”; Bertolt Brecht’in, “Ne yazık o ülkeye ki hâlâ kahramanlara ihtiyacı var!” uyarılarına kulak vermekten başka açarı kalmadı; 2020 1 Mayıs’ı için DİSK-KESK-TMMOB-TTB’nin ortak açıklamasında, “1 Mayıs günü bulunduğumuz her yerin balkonlarından pencerelerinden 1 Mayıs marşını okuyacak, pankartlarımızı asacak, balonlarımızı uçuracak, yeni bir toplumsal düzen için aynı anda tüm Türkiye’den ses vereceğiz…

“Evlerimizin ve işyerlerimizin sokaklara dönük yüzünü taleplerimizi ifade eden pankartlarla, afişlerle donatacağız…

“1 Mayıs günü bulunduğumuz her yerin balkonlarından pencerelerinden 1 Mayıs marşını okuyacak, pankartlarımızı asacak, balonlarımızı uçuracak, yeni bir toplumsal düzen için aynı anda tüm Türkiye’den ses vereceğiz…

Yine “1 Mayıs günü sosyal medya üzerinden yayınlanacak “1 Mayıs mitingi”nde buluşacağız…” deniliverdi![142]

Ve ilginç değil mi? 1 Mayıs’a sayılı günler kala sessizliğini bozan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın, göstermelik 1 Mayıs açıklamasıyla DİSK’in tutumu örtüşüyordu![143]

Bu tesadüf olabilir mi? Elbette, “Hayır”!

Gassan Kanafani’nin, “Ekmeğini çalıyorlar/ sana da ondan bir parça veriyorlar ve.../ Cömertliklerine teşekkür etmeni istiyorlar/  -ne kadar da küstahlar?” dizelerindeki güzergâhta, ‘Umut-Sen’in saptamalarına katılmamak mümkün değil.

“İçinde bulunduğumuz olağanüstü koşullar, olağanüstü mücadele yöntemleri ve inisiyatifleri gerektirmektedir. Zira sömürü yoğunlaşmakta, emekçiler bölünmekte ve egemenler daha da güçlenmektedir. Bu nedenle bu yılki 1 Mayıs mücadelenin önemini daha güçlü vurgulamak açısından kritiktir. Toplumsal muhalefetin büyük çoğunluğu, demokratik kitle ve emek örgütleri, kanlı 1 Mayıs’a uzanan tarihi unutup Taksim’den çok önce vazgeçmişlerdir. Onlar 1 Mayıs’ı pazar yerlerinde, dolgu alanlarında kutlamaya alışkındır. İktidarın yasaklarını, barikatlarını yıkmayı akıllarından bile geçirecek kudrete sahip değillerdir. Bu yılki 1 Mayıs için henüz sokağa çıkma yasağı konuşulmuyorken bile ‘dört büyük’ 1 Mayıs’ta balkonlardan balon uçurma kararlarını açıklamıştır.

Oysa, işçiler ölürken sanal alemde miting yapmayı planlayanlar gerekli sağlık önlemlerini alarak ve fiziksel mesafeyi koruyarak kalabalıklar halinde fiili bir miting yapma çağrısında bulunabilirdi. Bunu organize edebilecek bilimsel uzman kadroya, yeterli sayıda ekipmana sahip olmalarına rağmen Taksim çağrısı yapmayı tercih etmemişlerdir. Biz Umut-Sen olarak önceki yıllarda olduğu gibi Taksim’den vazgeçilmemesi ve ısrarla, inatla 1 Mayıs’ta Taksim’e işaret edilmesini savunuyoruz. Tarihsel kavgamızı unutmayalım, Taksim’in 1 Mayıs alanı olduğunu unutturmaya çalışan iktidara karşı Taksim’e sahip çıkalım.”[144]

Şimdi karar zamanıdır. Radikal değişimlerin mümkün ve bir o kadar da meşrulaştığı olağanüstü tarihsel dönemde işçiler, yoksullar, yönetilen sınıfların geniş kesimleri karar vermek durumundadır: Hâkim sınıf politikalarının nesnesi mi olunacak? Yoksa kendi sınıf politikalarını mı geliştirecekler?

Tarih göstermektedir ki, yönetilen sınıflar kendi politikalarını üretemezlerse, üretilen hâkim sınıf politikalarının nesnesi olmaya devam ederler.

O hâlde şimdi, 15-16 Haziran Başkaldırısı’ndan 1977 Taksim/ 1996 Kadıköy’ündeki 1 Mayıs’a ve daha nicelerine uzanan şanlı mücadele tarihi tekrar anımsamalı ve o devasa devrimci dinamiği bilince çıkartma zamanıdır.

 “İyi de ne mi diyoruz”?

Ludwig Wittgenstein’ın, “Her tür kirliliği kabul edebilirim, burjuva kirliliği hariç. Tuhaf değil mi?” sözüne değer veren duruşumuz açısından çok açık: 1 Mayıs’ta Taksim (corona günlerinde sokağa çıkmak) hepimiz için turnusol kâğıdıdır.

Sadece “Yaşasın 1 Mayıs” demek yetmez. Sınıfının kurtuluşu için mücadele etmeyen, sokağa çıkmayan 1 Mayıs’ı savunuyor ol(a)maz.

Karanlık denizdeki fener(imiz) 1 Mayıs için sokaklardan (Taksim’den) vazgeçilemez.

1 Mayıs ulusların kardeşliğinin, özellikle de eşitliğinin simgesidir.

1 Mayıs işçi sınıfının hem öteki emekçi sınıf ve katmanlarla hem de ezilen uluslarla, inanç gruplarıyla, kadınlarla ve başka ezilen gruplarla ittifak kurmasıdır.

Sokağı kazanmak için isyan etmeyen 1 Mayıs, 1 Mayıs değildir.

Çünkü “Düşünmek başka şey, eyleme geçmek başka, İkisini birbirine karıştırmayın. Eyleme geçme zamanı geldiğinde, düşüncenizin çoktan tamamlanmış olması gerekir. Eylem başladığında düşünceye artık yer kalmamıştır,” der Richard Morgan….

Covit-19 Yerküresi İle Coğrafyamızda 1 Mayıs 2020-3



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI