Bugun...

Gezi/ Haziran’ın Büyük Fotpoğrafı-3

IX) KENDİNDEN MENKUL “İDDİALAR”

 

Gelelim Gezi/ Haziran’a ilişkin kendinden menkul “iddialar”a!

Gezi/ Haziran, Cumhuriyet tarihinin büyük direnişlerinden birisi olarak tarihe geçti.

Herkesin farklı “anlamlar” yüklediği hâle ilişkin olarak abartılı bir iyimserlik de, karamsarlık kadar işlevsizdir; gerçekçi olmak, direnişe sahip çıkarak genellemelerden uzak durmak en iyisi. Tıpkı Benedictus De Spinoza’nın, “Aşırı değer verme ve küçümseme her zaman kötü duygulardır,”[242] uyarısındaki üzere…

Mesela; “Gezi’ye katılanların ortak simgesinin kalpaklı Mustafa Kemal bayrağı olduğunu hatırlayalım. Temel ideolojik konumları Cumhuriyetçiliktir. Gezi mitingleri de, Türkiye’nin Cumhuriyetçi ve demokrat insanlarını bir araya getirmiştir. Zira, Cumhuriyetçi, aslında demokrattır; çünkü aydınlanmacıdır,”[243] toptancılığındaki gibi…

Coğrafyamızın örgütsüz, kendiliğinden bir sınıf kalkışması olarak görülmesi gereken Gezi/ Haziran’ın başat öğesi emekçi niteliğidir.

Onlar “Beyaz Yakalılar” mı? “Beyaz Yakalılar” da ücretli; hayatlarını kafa emeğini satarak kazanan insanlar yani işçi değil mi? Hem Friedrich Engels açıkça, “Emeğini satan herkes işçidir,” demez mi? O hâlde?

Peki emekçiler dışında kim katılmıştı Gezi/ Haziran’a? Gençler/ öğrenciler... Onlar da yarın ki işçi sınıfının yedek emek ordusudur değil mi?

Şimdi bu yapısal özelliği “Mustafa Kemal bayrağı”na, “Cumhuriyetçilik”e bağlamaya kalkışmak nasıl mümkün olabilir?

Hayır ne bu mümkündür ne de AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun, “Gezi insanları günlük hayatını etkileyen kararlarda söz sahibi olmak isteyen canlı bir sivil toplumun hikâyesi. Reformlarla büyüyen bu çocuklar sonuçta seslerini yükseltiyor,” tespiti![244]

Mesele Kemalizm’i de, “Sivil Toplumculuk”u da aşan bir yerdedir; Martin Luther King’in, “Kapitalizm iktisadi kaynakların düzenli akışına izin vermez. Bu sistemde küçük bir ayrıcalıklılar grubu tahayyül edilemeyecek ölçüde zenginken, geri kalan herkes şu ya da bu düzeyde yoksuldur. Sistem böyle işler. Ve sistemin kuralları değiştirmeyeceğini bildiğimize göre, sistemi değiştirmek zorundayız,” diye tarif ettiği koordinatlarda…

Ne reklamcı yazar Ateş İlyas Başsoy’un, “Türkiye’de siyasetsiz ve faydacı seçmen kitlesinin sonu iddiası”dır;[245] ne “Gezi olaylarında gözünü yitirenler, CHP Belediye Meclis üyeliklerine aday gösterilecek,”[246] siyasal pragmatizminin ucuzluğu; ne de Soros’cu bir “komplo”!

 

IX.1) “KOMPLO YAYGARALARI”

 

Gezi/ Haziran’ın akabinde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “olayların” Türkiye’nin itibarı açısından çok fazla olumsuz etkisi olduğunu belirtip: “Türkiye’nin dış algısında ciddi bir hasar meydana geldi. Bu hasarın öyle hemen toparlanabilecek bir hasar olduğunu düşünmüyorum. Algı bozulduğunda o algı yatırımcı kararlarına etki ediyor,” demişti.

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da, “Türkiye’de her şey olumlu noktada zirve yapmışken, en büyük yatırımlar başlamışken, faizler düşüp enflasyon yerlerde sürünürken, Türk parası kıymetlenip şaha kalkmışken,” Gezi’nin Türkiye üzerinde soru işaretleri yarattığından şikâyet etmişti ve Türkiye’nin imajı, bile isteye yerle bir edilmişti.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da yükselen bir ülkeyle ilgili bir imaj operasyonu yapıldığından dem vurup, uluslararası basındaki belli odakların Türkiye’nin bir imaj kirlenmesi yaşamasını istediğini dile getirmişti.

Başbakan Erdoğan başta olmak üzere AKP ile AKP yanlıları Gezi hareketinin iç ve dış mihrakların elbirliğiyle hükümeti devirme, Türkiye’yi karanlığa sürükleme girişimi olduğu görüşünde hemfikirdiler![247]

Özetle Gezi/ Haziran’ı, Soros’cu bir “komplo” olarak “lekelemeye” kalkışan AKP zihniyeti; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2018 yılında 12. sınıflar için hazırlanan “Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi” başlıklı kitapta Gezi/ Haziran direnişinin “Hükümeti devirmek için düzenlenen uluslararası komplo,” göstermeye kalkışıyordu![248]

James Madison’un, “Tiranlık ve baskı bu ülkeye gelecekse, bu yabancı düşmana karşı savaşmak kisvesi altında olacaktır,” ifadesindeki üzere “yabancı komplo” tezgâhına sarılanlar Gezi/ Haziran’ın, “Kapansın el kapıları,/ bir daha açılmasın./ Yok edin insanın/ insana kulluğunu./ Bu davet bizim,” dizelerindeki Nâzım Hikmet’in yoldaşları olduğundan bi haberdi!

 

IX.1.1) ONLARIN ZIRVALARI!

 

Albert Camus’nün, “Demokrasi çoğunluğun gücü değil, azınlığın korunmasıdır,” deyişiyle altını çizdiği gerçeği kavramayan Erdoğan (ile AKP), “Bilinç başkaldırıyla doğar,”[249] gerçeğinin kanıtı Gezi/ Haziran ile yüzleşmek zorunda kalıp; yalan(lar)a sarıldılar!

Mesela Özcan Tikit, “Gezi’nin sanıldığı gibi bir demokrasi arayışı olmadığı somut şekilde görüldü. Gezi’nin sandık yoluyla iktidara gelemeyenlerin ‘demokrasiden vazgeçiş’ eylemi olduğu iyice anlaşıldı. Ayaklanmayı sessiz sedasız izleyen milyonlar da bu gerçeği görüp ona göre pozisyon aldı. Neticede de olay eşyanın tabiatına uygun şekilde noktalandı. Demokrasi kendini savundu… Gezi’den 1 ay sonra ve biraz da Gezi’den alınan ilhamla Mısır’da yapılana bakalım…”[250] derken; Abdülkadir Selvi de ekliyordu:

“Belli ki, bir Sisi de bizde çıksa şu Tayyip’i devirse rüyaları görüyorlardı. Mısır’daki darbeye heyecanlandılar, Sisi’nin katliamları karşısında suskun kaldılar. Ama Tahrir üzerinden, ‘Tayyip’e mesaj vermeyi de ihmal etmediler.”[251]

Öncelikle “Mısır mı Gezi’yi örnek aldı” (İlk “iddia” bu!)? Yoksa “Mısır’daki darbe mi Gezi’yi heyecanlandırdı” (İkinci “iddia” da bu!)

Zırva tam da budur; böyledir.

Ayrıca “demokrasi kendini savundu” denilirken; insanların katlinden mi söz ediliyor?

Öte yandan Mehmet Ziya Gökalp’in, Gezi olaylarının... Tamamıyla önceden kurgulandığı çok belli bir senaryo çerçevesinde ortaya konmuş talimatlar fırtınası”[252] tespiti; ya da İstanbul Barosu üyesi bir grup avukat, Gezi Parkı’nın yıkılmaması mücadelesini haberleştiren 10 gazete ve 12 internet sitesini, “Hükümeti devirme gayretiyle toplumu maniple edecek kasıtlı haberler,” yaptıkları iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyeti;[253] veya “Ortak düşman Erdoğan’dı. Bugüne kadar kamuoyunu ona karşı harekete geçiremeyenler, darbe yapamayanlar, önünü kesemeyenler, Türkiye toplumuyla gönül bağını kurutamayanlar yeni senaryolar deniyordu,”[254] söylenceleri demogojik manipülasyonlardan başka bir şey değildi!

Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın, batılı ülkeleri suçlayıp, “Bugün Mısır yarın Türkiye,”[255] diye haykırdığı tabloda Hilâl Kaplan’ın, “Gezi, 27 Mayıs’tan bu yana varolan mücadelede ‘ille de bürokratik oligarşi olsun, ister askerî ister F-tipi olsun’ diyenlerin kendilerine verdikleri isimdir”;[256] Yasin Aktay’ın, “Demokrat, tarafsız, hakkaniyetli gibi görünen birçok gazetecinin, sanatçının, ilerleyen saatlerde bile yangına körükle giden, olayı kışkırtan tavırlarının ağaç hassasiyetiyle veya hükümetin otoriterliğiyle hiç ilgisinin olmadığı çok açık. Onlar bu olay vesilesiyle Taksim’den Tahrir’e yol aradılar. Oysa Taksim’den bu yürüyüşle Tahrir’e değil Harbiye’ye gidilir, o yol da artık kapalı”;[257] Erol Kurubaş’ın, “Ülke Batı’nın tazyiki altında kaldı! Batılı hükümetler, başbakanlar, sözcüler, atıp tutmaya başladılar. Taksim Tahrir’di,”[258] kinayeleriyle Gezi/ Haziran’ı “darbeci” olarak sunmaya kalkıştığı nafile gafletin, “Çamur at izi kalır”cı yalandan başka hiçbir malzemesi yoktu; Honoré de Balzac’ın, “Yalancılık meslek dalı ilan edilmeli artık, o kadar çok ustası var ki,” deyişindeki üzere…

Bu kadar da değil! Mehmet Ziya Gökalp’in, “Gezi akademisinden neler öğrendik? Taksim dayanışmasının, Taksim dayatması olduğunu;… Cinin lambadan çıktığını öğrendik”;[259] Salih Tuna’nın, “Sivil dikta dediler; sivil darbe yapmak için her türlü tezviratı yaptılar. Bunlar kendilerine demokrat. Bunlar kedilerinin dışında kimseyi düşünmeyecek kadar bencil. Bunlar halkların, kardeşliğin, barışın düşmanı… Bunlar ikiyüzlü, riyakâr; çünkü bunlar sahtekâr mahlûklardır. Bunlar faiz lobisinin, Neo-Conların, vesayetçi İstanbul sermayesinin işbirlikçisidirler,”[260] türünden lağımları cephanelik olarak kullanmaya kalkışan tutumları; onların ne olduklarının da en özlü anlatımıydı!

Tüm bunların toplamı ise Gezi/ Haziran “suçlamaları” olarak karşımıza çıktı!

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosundan sorumlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Hasan Yılmaz, “Gezi olayları, planlı bir senaryonun ürünü”; “Sui generis, yapıya haiz odakların eylemleri”; “Kavala’nın amacı, yabancı ülkelerin silahlı müdahalesine uygun ortamı hazırlamak”; “Ülkenin başkanına karşı ayaklanmaya teşvik eden tiyatro oyunu”; “Gezi Parkı projesi 2011 yılında başladı,”[261] deyiverdi!

Şimdi burada Soros hikâyesine ilişkin bir parantez açmak gerekiyor!

 

IX.1.2) SOROS HİKÂYESİ

 

1970’li yıllarda kapitalizmin yaşadığı büyük kriz, neo-liberalizm dediğimiz ve sosyal devleti tasfiye edip hayatın her alanını piyasalaştırmayı hedefleyen bir anlayışı tüm kapitalist dünyada egemen düşünce hâline getirdi. Neo-liberalizmin “kurucu babaları” ise Mont Pelerin Cemiyeti’nin üyeleri Friedrich Hayek, Ludvig Von Mises, Milton Friedman’dı. Yani kuruluşunun üzerinden geçen 35 senenin sonunda cemiyetin fikirleri iktidar olmayı başarmıştı.

Cemiyet’in başka bir üyesi olan Karl Popper hayatını Marksizmi çürütmeye adamıştı. Bir bilim felsefecisi olan Popper bir yandan Marksizmin bilim olmadığını ispatlamaya çalışırken, öte yandan da “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı kitabıyla Marx’ın Hegel ve Platon’la birlikte totaliter rejimlerin fikir babası olduğunu iddia ediyordu.

Onun öğrencilerinden ve hayranlarından biri olan George Soros adlı bir Macar finans spekülatörü, Popper’in kitabının isminden esinlenerek 1984’de “Açık Toplum Vakfı”nı ilk kez Macaristan’da kuracak, sonrasında da dünyanın birçok ülkesine bu vakıf ağını yerleştirecekti.

Soros’un adının ve vakfının esas popüler hâle gelmesi ise 2000’lerin başındaki “renkli devrimler” adı verilen toplumsal hadiselerle birlikte olacaktı. Gürcistan, Ukrayna, Sırbistan gibi ülkelerdeki “otoriter rejimler”e karşı başlayan isyanları ABD, AB ve bunlara bağlı sayısız örgütle birlikte Soros’un vakfı da destekledi ve fonladı. Eylemcilerin eğitilmesinde, yayınlarının ve eylemlerinin finanse edilmesinde, uluslararası bağlantıların kurulmasında Açık Toplum Vakfı büyük bir rol oynadı.

Soros’un ve Açık Toplum’un etkinliği “zamanın ruhu”na çok uygundu. 90’ları ve 2000’lerin ilk on yılını kapsayan Sovyet-sonrası küresel çağda, kapitalizmle demokrasi arasında bir özdeşlik kuruluyor, kapitalizmin tüm dünyaya refah, barış ve özgürlük getireceği iddia ediliyordu. Soros ise küreselleşmenin ideolojisinin tüm dünyaya yayılmasında özellikle sivil toplum alanındaki faaliyetleriyle ve renkli devrimler aracılığıyla önemli bir rol oynuyordu.[262]

3 Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelişi, o süreçte Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan’da yaşanan “renkli devrimler”den ayrı bir şekilde değerlendirilemez, AKP’nin iktidara gelişi açıkça bir “renkli devrim”dir.

Emperyalizmin küresel sistem açısından kullanışsız hâle gelen yönetimlerin yerine daha kullanışlı aktörler bulma arayışı ile Türkiye’de düzenin istikrar arayışının çakışmasının sonucu AKP iktidar olmuştur.

Diğer ülkelerden farkı ise iktidara geliş biçimidir. Türkiye’nin “renkli devrim”i bir halk ayaklanmasıyla değil, sandık aracılığıyla gerçekleşmiştir. Ancak süreç boyunca yaşananlar, Ecevit hükümetinin başına gelenler, ABD’yle yapılan görüşme ve pazarlıklar, Kemal Derviş vakası vs. ortada bir müdahale ve yönlendirme olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Türkiye’ye özgü bu “renkli devrim”le birlikte AKP, Kemal Derviş’in ekonomik programını devam ettirmiş, IMF politikalarına bağlı kalmış, özelleştirmeleri tamamlamış, taşeron ve güvencesiz çalışmayı kural hâline getirmiş, yani neo-liberal reçeteyi uygulamış, bunları yaparken de yarattığı “sadaka mekanizmaları” ile bir sosyal patlamayı önlemiştir. Kapitalist sistem açısından bundan daha iyisinin bulunmayacağı açıktır.

Öte yandan dış politikada da ABD, AB, İsrail ekseninde kalınmış, Afganistan ve Irak işgallerine destek verilmiş, NATO’da etkin bir rol üstlenilmeye çalışılmış, “Arap Baharı”nda ve Suriye’ye yönelik saldırıda emperyalizmin koçbaşı olunmuştur.

Tüm bunlar yapılırken ise “demokratikleşme” adı altında ve Batı’nın büyük desteğiyle devlet dönüştürülmüş, Ergenekon ve Balyoz operasyonları aracılığıyla büyük bir tasfiyeye girişilmiş, hükümet olmaktan devlet olmaya geçilmiş ve adım adım yeni bir rejim inşa edilmiştir.

Bu süreç boyunca hem Soros hem de onun Türkiye’deki uzantıları ve liberaller iktidarın arkasında durmuş, onu “demokratikleşme” ve “sivilleşme” adı altında desteklemişlerdir. Ancak özellikle 2013’ten itibaren iktidar partisi rejim inşasını hızlandırmaya başlamış, Soros uzantıları ve liberaller ise önce Gezi’nin gerçekleşmesi, sonra da “çözüm süreci”nin bitişiyle birlikte iktidara verdikleri desteği çekmişlerdir, zaten iktidarın da bu desteğe ihtiyacı kalmamıştır.

AKP iktidarı dünyadaki sağ popülist rejimlerin yükselişine paralel bir şekilde, yani küresel konjonktürü kullanarak kafasındaki rejimi daha kolay hayata geçirebilmiş, devletteki dönüşümü tamamladıktan sonra ise “demokratikleşme” masalından vazgeçmiştir.

Dolayısıyla, Türkiye’nin “renkli devrim”i Gezi değil, AKP’nin iktidara gelişidir. AKP önce “renkli devrim” konjonktürünü fırsat bilip devletleşmek için gereken adımları “demokratikleşme” makyajıyla atmış, sonrasında ise dinsel karakterli bir sağ popülist parti olarak kendi rejimini kurmuştur.

Gezi bu iktidara ve inşa etmek istediği rejime karşı bir isyandır ve renkli devrimlerden farklı olarak emperyalizmin ve Soros’un belirleyici olamadığı, dış güçlerden medet ummayan, bağımsızlıkçı, yurtsever bir eylemdir. Dolayısıyla kendisi “renkli devrim”le iktidara gelen ve Soros tarafından uzun yıllar desteklenenlerin “Gezi’nin arkasında Soros var” demeleri de anti emperyalizmleri ve Soros düşmanlıkları da koca bir yalandan ibarettir.[263]

Şunu net olarak ifade etmekte yarar var: Gezi Türkiye tarihinin en haklı, en meşru, en demokratik eylemlerinden biriydi. Gezi’yi kimse örgütlemedi, öfke kendiliğinden ve kimseler beklemezken patladı…

Sokakta milyonların olduğu her hadiseye birileri müdahale etmek ister, provokasyonlar, yönlendirmeler devreye sokulur, bunlar hep olmuştur, hep olacaktır. Gezi için de birileri, Sorosçular, Cemaat, ABD, her neyse, aynısını düşünmüş ve hatta denemiş olabilir, mümkündür. Ancak sokakta ortaya çıkan kolektif akıl, bu müdahaleyi minimuma indirmiş, olanca sağduyusuyla hadisenin meşruluğuna zarar verecek tek bir girişime bile izin vermemiştir.

Gezi’de bir tane bile ABD bayrağı, AB bayrağı, NATO bayrağı açılmamış, bir kere bile dış güçlere çağrı yapılmamış, bilakis eylemlere başından sonuna kadar bağımsızlıkçı, yurtsever, anti-emperyalist bir duruş damgasını vurmuştur.[264]

 

IX.1.3) SİLİVRİ SAVUNMALARI

 

Silivri’de İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki “Gezi Dava”sındaki savunmalarında Avukat Can Atalay, “Direnişin yurtdışından destek aldığı” iddialarına ilişkin olarak, “Gezi direnişi anti-faşisttir, polis şiddetine ‘Geçit yok/ No pasaran demektir. Gezi emperyalizme karşıdır. Hiçbir yabancı oyunu ile, ‘komplo’ ile izah edilemez. Bu başından beri Gezi’yi anlamama-anlayamama-anlamazlıktan gelme hâlinin devamıdır,”[265] derken; Mücella Yapıcı da savunmasında ekliyordu:

“Gezi bizim yarınımızdır, çocuklarımızın aydınlık geleceği için umut fişeğidir.”[266]

Bunlara ek olarak Tayfun Kahraman da savunmasında şunların altını çiziyordu: “Gezi öngöremediğimiz bir şey oldu. Gezi toplumun vicdanı hâline geldi. Toplumun vicdanı bazı yerlerde kabarıyordu, 1 Mayıs, Tekel, Emek Sineması, kürtaj gibi… Fakat bizlerin orada gördüğü şiddet ve Taksim’in özellikle siyasal simge olma özelliğini de eklerseniz polis şiddetiyle birleşince Gezi ortaya çıktı…

Gezi’yi büyüten unsur destek çağrıları değil, dönemin hükümetin gerilimi yatıştırmaktan uzak açıklamaları olmuştur. Gezi Direnişi yaşanan olaylarla birlikte kendiliğinden oluşmuştur. Bilinçli bir kurgu değildir. 10 milyon insana ne para yeter ne de organizasyon. İddianame başarısız bir senaryodur. Kusura bakmayın ama hiçbir senarist böyle bir protesto yazamaz…

Gezi anti-emperyalisttir. Gezi, temsil eksikliği hissedenlerin tepkisidir. Gezi barışma, kucaklaşmadır.”[267]

Ve nihayet İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Osman Kavala, “Soros İddiaları”na ilişkin soru(n)ları sıralıyordu:

“Gezi’yi benim aracılığımla Soros’un finanse ettiği iddia edilmekte ama MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) raporlarının da ortaya koyduğu üzere bu yönde bir delil ortaya konulamamıştır… George Soros’un hem Arap Baharındaki ayaklanmaları hem de Gezi’yi organize ve finanse ettiği fantastik biçimde iddianamede yer almakta, bazı siyasetçiler ve medya organları benzer değerlendirmeler yapmış ama bu konuda ne bir delil ne de bir bilimsel makale bile ortaya konulmamış… Somut olgular tahrif edilerek, fantastik bir kurgu üretilmiştir… Madem ki Soros’tan talimat alarak tüm bunları yapmışım, Gezi’yi finanse etmişim o zaman Soros’un bu davanın şüphelisi dahi olmaması bir garip değil mi?”[268]

 

X) GEZİ/ HAZİRAN DAVALARI (MI?)!

 

Friedrich Schiller’in, “Gelecek yavaş geliyor, şimdiki zaman uçuyor ve geçmiş sonsuza dek duruyor,” saptamasıyla müsemma Gezi/ Haziran’ın maruz kaldığı şiddet (ve hak ihlâlleri) ayan beyan ortadayken; davalar traji-komik bir tulûattan başka bir şey değildi.

Gezi/ Haziran Direnişi’nde polis şiddetiyle yaralanan, sakat kalan ve yaşamını yitirenlerin dosyalarında kayda değer ilerleme sağlanamayıp; dosyalar sumen altı edildi.[269]

Protestolarda öldürülenlerin yakınları ve avukatları, dava süreçlerindeki hukuksuzluğa dikkat çekerken; Taksim Dayanışması, “Hiçbir toplumun böylesi bir adaletsizliğe daha fazla tahammül edemeyeceğini biliyor ve uyarıyoruz. Adalet talep ediyoruz,” diye haykırıyordu.

Mimarlar Odası eski Genel Sekreteri Mücella Yapıcı ise, “Gezi direnişi süresince yaşanan devlet şiddetinin uygulayıcısından, emir verenine tüm sorumlulardan hem hukuken hem de toplumsal olarak hesap sorulması düne değil geleceğimize ilişkin bir yükümlülüktür. Hâlâ hiç utanmadan ve sıkılmadan 14 yaşında bir canın anısına dahi saygısızlık edebilenlerin karşısına dikilip Berkin Elvan’ın katillerinin ‘cezasızlık’ ile ödüllendirilmesine engel olmak görevimizdir. Hiçbir toplumun böylesi bir adaletsizliğe daha fazla tahammül edemeyeceğini biliyor ve uyarıyoruz,”[270] vurgusuyla ekliyordu:

“Suç işlemek için örgüt kurmuşum. Suçu işleyen, hukuka uymayan sensin. İçinde olduğum kurum seni hukuka davet ediyor, örgütü sen değil ben kurmuş oluyorum öyle mi? Evet, Taksim Dayanışması’nın sekreteriyim. Evet, bildirilerini yazıyorum. Hepsi açık, ne var? Niye öldürdün o çocukları? İnsan halkına bunu yapar mı?”[271]

Binlerce haksızlığa maruz kalan milyonların katıldığı Gezi/ Haziran Direnişi’nde katledilenlerin davalarındaki adaletsizlikler, hukuksuzluklar hiç son bulmadı. Yıllar geçmesine rağmen kimi davalarda bir arpa boyu dahi yol alınmadı. Berkin Elvan davasında 6 yıl sonra ancak keşif yapılırken, Ethem Sarısülük davası ise 15 bin lira cezayla kapatılıverdi!

Antakya’da ODTÜ’ye destek eylemlerinde öldürülen 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ın ailesi yıllardır adalet bekliyor.

Diyarbakır Lice’deki askerlerin açtığı ateş ile öldürülen 19 yaşındaki Medeni Yıldırım’ın davasında 5.5 yıl sonra asli delillere ulaşılabildi![272]

Bu işin bir yanıydı; diğerine gelince!

Mesela; Anayasa Mahkemesi (AYM) Avukat Onur Cingil’in Gezi Direnişi sırasındaki polis şiddeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlâl edildiğine ilişkin başvurusunu “kabul edilemez” bulup; “Kötü muamele yasağı”nın ihlâl edilmediğini savunurken, “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı’nın da ihlâl edilmediğine karar verdi. AYM, kararına dayanak olarak ise, binlerce kişinin yaralandığı olaylarda, bireysel başvuru yapan Av. Onur Cingil’in “Yaralandığına dair kanıt olmaması”nı gösterdi![273]

Mesela; Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın önünü açan Danıştay 6’ncı Dairesi’nin bu kararında, değişen üyeler etkili oldu. Yeni HSYK, 15 Aralık 2014 tarihinde Danıştay’a yine cemaatin tasfiyesi amacıyla 33 üye atadı. Bu üyelerden Mehmet Gökpınar, Ekrem Özbek ve Ramazan Özdemir’in görevlendirildiği Danıştay 6’ncı Dairesi, eski üyelerin kışla ile ilgili 2014’de verdiği iptal kararını, atandıktan sadece 3 ay sonra değiştirdi ve yapılaşmanın önünü açan karara imza attı![274]

Mesela; Gezi soruşturması, direnişin ilk günlerinde o dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş tarafından başlatıldı. Akkaş, o günlerde soruşturmaya delil bulmak için belirlediği şüphelilerin telefonlarının dinlenmesi talimatını verdi. Yüzlerce sayfa telefon görüşmesi tapesi, polis fezlekesi, polisin fiziki takip sırasında çektiği fotoğraflar ve sosyal medya paylaşımları soruşturmanın delilleri arasına girdi. Akkaş, Gezi soruşturmasını yürütürken 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturmasını yürüttüğü için görevden alındı. Temmuz 2013’te Gezi Direnişi nedeniyle Taksim Dayanışması üyelerinin de yer aldığı çok sayıda isim gözaltına alındı. İfadeleri alınan isimler daha sonra serbest bırakıldı. Haklarında iddianame hazırlanan bu isimler İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve beraat etti. Dört yıl sonra raftaki dosya yeniden indirildi. Şu an FETÖ firarisi olan Akkaş’ın topladığı delillerin yer aldığı ikinci bir Gezi iddianamesi yazıldı. İddianamede16 sanığın ayrı ayrı 606 yıldan 2 bin 970 yıla kadar hapisleri istendi![275]

Hepimize Friedrich Schiller’in, “Çanta çalmak bir suç, servet çalmak bir cüret, taht çalmak ise yücelik göstergesidir. Suç büyüdükçe kabahat küçülür”; Frederic Bastiat’ın, “Yasallaştırılmış yağmanın eninde sonunda yağmacıların da aleyhine döneceğini bilmek bir bilinçlenme sorunudur,” sözlerini hatırlatan bu duruma ilişkin kimi çarpıcı verileri ardı ardına sıralarsak…

 

X.1) İSTANBUL, ÇARŞI, HASAN FERİT, MEHMET AYVALITAŞ

 

Önce İstanbul ile başlayalım!

i) İstanbul’daki Gezi Direnişi’nde gaz kapsülünün isabet etmesi sonucu ayağından ağır yaralanan ve yürümekte zorluk çeken Aydın Aydoğan soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Selim Kiraz, şiddet uygulayan polislerin tespiti için Ulusal Kriminal Büro’ya gönderdiği görüntüleri bir yıl sonra geri istedi. 28 Ocak 2015 tarihli “Bilirkişi İncelemesinden Vazgeçilmesi Kararı” dilekçesinde savcı Kiraz, “Her ne kadar 12 Aralık 2014 tarihli karar gereğince dosyamıza bilirkişi olarak atanmış ise de iş bu karar ile bilirkişi incelemesinden vazgeçilmesine karar verilmiştir,” dedi![276]

Aydın Aydoğan’ın İstanbul Valiliği aleyhine açtığı davada, valilik mahkemeye gönderdiği bir yazıda davaların 2013 itibariyle 5 yıllık iş hacmine ulaştığını belirtti. Dava sayısındaki patlama, mahkemelere “kes - yapıştır” ile oluşturulan matbu savunmaların da nedenini ortaya çıkardı. İl Emniyet Müdürlüğü davacının ayağının gaz fişeğinden ötürü yaralandığına ilişkin delil olmadığını, “ayağının takılıp düşmesi nedeniyle de” bu yaranın oluşabileceği savunuldu![277]

Polisin attığı biber gazı kapsülüyle bacağından yaralanan Aydın Aydoğan, kendisini yaralayan polislerin bulunamaması ve dosyanın ‘Faili Meçhul Suçlar Bürosu’na gönderilmesine itiraz etti. Aydoğan, soruşturmanın Faili Meçhul Suçlar Bürosu’na gönderilmesinin nedenini öğrenmek amacıyla 2 Ekim 2017’de savcılığa gitti. Savcının sözlü olarak bilgi vermemesi üzerine Aydoğan dilekçe vererek, “Hakkımda soruşturması yürütülen toplumda ‘Gezi Davası’ olarak bilinen 2016/12677 dosya No’lu soruşturmadaki polis memurları hakkında İstanbul 1. İdare Mahkemesi soruşturmanın devamına karar vermiştir. Bunun gerekçelerini savcılık makamınızdan öğrenmek istiyorum,” dedi.[278]

Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında da, Gezi eylemine katılanlar için söylediği sözler nedeniyle suç duyurusunda bulunan Aydın Aydoğan, şimdi, ne zaman adliyeye gitse gözaltına alındığını, polislerce darp edildiğini belirterek ekledi; “Başvurum takipsizlikle kapatıldı. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği, mahkeme masraflarının da benden tahsil edilmesine karar vermiş. 6 Şubat’ta adliyeye gittim. İki sivil polis beni takip ediyordu. Mahkeme masrafının ne kadar olduğunu ve neden benden tahsil edildiğini öğrenmek için kaleme girdim. Yargıç oradaymış, ‘Bize hesap mı soruyorsun’ deyince polisler beni ite kaka dışarı çıkardılar. O sırada yere düştüm ve başımı yere vurdum. ‘Akıllı ol. Dua edin nefes alıyorsunuz, seni de etrafındaki herkesi de toza çeviririz’ diye tehdit ettiler. Gözaltına alındım. Akşam altı gibi bırakıldım. Bu olay hakkında da suç duyurusunda bulundum ama ailemle ilgili tedirginim, korkuyorum. 3 çocuğum var. Bizlere vebalıymışız, potansiyel suçluymuşuz gibi davranılıyor. Neden? En baştaki kişi bizleri terörist olarak tanıtıyor çünkü. Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yaptım. Oradan da bir şey çıkmazsa sayın Erdoğan’ın hakaretlerini AİHM’e taşıyacağım”![279]

ii) Gezi’de polisin attığı gaz fişeği ile tek gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya davasında yeni gelişmeler yaşandı. Dosyasında hatalar yapıldığı ve dosyanın “faili meçhul” yapılarak kapatılmak istendiği ortaya çıktı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosunun, 2 Mayıs’ta polisler hakkındaki “ek kovuşturmaya yer yoktur” kararını Sarıkaya’nın eski adresine tebliğ etmesiyle başladı. Ardından posta görevlisinin, 15 Mayıs 2017 tarihi kaşesi yerine 15 Nisan 2017 kaşesini basmasıyla Sarıkaya karara itiraz süresini kaçırdı![280]

Erdal Sarıkaya’nın epikriz raporları “buhar oldu”. Çapa Tıp Fakültesi “teslim ettik”, mahkeme “almadık” diyor. İstanbul 9. İdare Mahkemesinin Gezi Parkı gösterileri sırasında polisin attığı biber gazıyla sağ gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın epikriz raporlarını istediği Çapa Tıp Fakültesi, evrakların mahkemeye teslim edildiğini söylüyor. Ancak ne belge ne de belgeyi teslim alan memur ortada yok![281]

iii) 1 Haziran 2013’teki Gezi eylemleri sırasında Taksim’deki İngiliz Konsolosluğu önünde başından gaz kapsülüyle ağır yaralanan 25 yaşındaki Okan Göçer, vurulduktan sonra sol kulağı işitme yetisini kaybedip, aylarca iş bulamadı. Bu nedenle de üniversiteyi de bırakmak zorunda kaldı. Bacağındaki arter damarı da tıkanan Göçer’in sigortası olmadığı için tedavisi bir süre yarıda kaldı. Daha sonra ağabeyinin, sigortasını dışarıdan ödemesi sayesinde tedavisine kaldığı yerden devam edildi. Soruşturmada cezasızlığın sürdüğünü ifade eden Göçer’in avukatı Emine Erel de ulaştıkları görüntüde Okan’ı vuran ekibin belli olduğunu, fakat gaz kapsülünü atan polisin kim olduğunun belli olmadığını ifade ederek, “Soruşturmaya dair bir gelişme olmuyor. Bizim gibi 300 soruşturma daha var. Tümü tek dosya altında birleştirildi. Tüm şüpheli polislerin bu şartlar altında incelenmesi imkânsız. Bu birleştirmenin cezasızlık için yapıldığını düşünüyoruz,” dedi![282]

iv) Gezi Parkı Direnişi’nin başladığı 30 Mayıs 2013’te ağaçların kesilmesini engellemek isteyen yurttaşlar tarafından parkın içine kurulan çadırları yaktıkları iddiasıyla yargılanan 7 zabıta, “görevi kötüye kullanma” ve “kasten yangın çıkarma” suçunu işlediklerinin ispatlanamadığı gerekçesiyle beraat etti![283]

v) Gezi Direnişi’nde Fındıklı’daki polis müdahalesinde omurgası kırılan C. Ö.’nün İstanbul İdare Mahkemesi’nde İçişleri Bakanlığı’na açtığı tazminat davasında, bakanlık Hukuk Müşavirliği’nden “Her makul insan önlem alır,” savunması geldi. Bakanlık savunmasında, C. Ö.’nün polislerce dövülüp omurgasının kırılmasını tedbir almadan olaylarında merkezinde olmasına bağlayarak, kusurun kendisinde olduğunu savundu. Bakanlık talep edilen 10 bin TL tazminat talebinin fahiş olduğunu, sebepsiz zenginleşmeye neden olacağını belirtti![284]

vi) Gezi’nin birinci yılında haber takibi yapan ve bu esnada polisler tarafından darbedilen ‘Evrensel’ Gazetesi muhabiri Erdal İmrek’in şikâyetine “Kovuşturmaya yer olmadığı” yanıtı verildi![285]

vii) Gezi Direnişi’nin simgelerinden “Sapanlı Teyze” Emine Cansever hakkında tamamlanan iddianamede -Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Halkın Hukuk Bürosu ve 150 kişinin tutuklanmasına neden olan!- gizli tanık Berk Ercan’ın tek cümlelik ifadesi var: “Halk Cephesi’nin düzenlediği eylemlere katılır”![286]

viii) Gezi Parkı gösterileri sırasında polis müdahalesini protesto etmek için Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda eylem yapan 41’i avukat 44 kişi hakkında dava açıldı. Avukatlar hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet suçundan 3 yıla kadar hapis cezası istendi![287]

ix) Gezi Direnişi sırasında ekmek almaya giderken polis tarafından gaz fişeğiyle vurulan 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın yaşamını yitirdiği gün, Avcılar Gezi Dayanışması, Marmara Caddesi’nde protesto eylemi yaptı. ÇHD Genel Merkez yöneticisi avukat Gökmen Yeşil, avukatlar Zülfükar Erden ve Turan Hançerli de olası hak ihlâllerine karşı hukuki destek vermek üzere olay yerine gitti. Polis, yürüyüşe izin vermeyerek, eylemcilere gazla müdahale etti. Bazı göstericiler gözaltına alındı. Müdahaleden iki buçuk yıl sonra, üç avukat dahil 9 kişiye dava açıldı. Erden ve Hançerli 6 yıl, Yeşil ise 9 yıl hapis istemiyle yargıç karşısına çıkacak. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, avukatlar Gökmen Yeşil ve Turan Hançerli’nin, yasadışı toplanan ihtara rağmen yürüyüşe geçen grubun içerisinde bulunduklarının tespit edildiği ifade edildi. Yeşil’in ayrıca, güvenlik güçlerinin müdahalesi sırasında koşarak yerdeki yeni atılmış gaz kapsülünü ayağı ile tekme atarak, görevli çevik kuvvet ekibine doğru fırlattığının görüntülendiği belirtildi![288]

x) Gezi eylemlerinde 1-2 Haziran 2013’te polisin orantısız müdahalesinden kaçanların sığındığı Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’nde içki içildiği iddiaları ve yaralılara tıbbi müdahale edilmesiyle ilgili 255 kişi hakkında açılan davada 14 sanık daha hâkim karşısına çıktı. Davanın 3. gününde savunma yapan Furkan Bülent Ongan, sıkılan biber gazından etkilendiği için polise sığındığını belirterek, “Toplu hâlde gözaltılar yapılıyordu. Beni de çekiştirdiler. Ne olduğunu sorunca ‘Yanlış zamanda yanlış yerdesin’ diyerek gözaltına aldılar,” dedi![289]

Aralarında iki doktor ile Dolmabahçe Bezm-i Âlem Camii’ne sığınan göstericilerin de bulunduğu 255 sanıklı “Gezi davası”nın 47. celsesi Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’ndaki İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dönemin Dolmabahçe Bezm-i Âlem Camii imamı Halil Necipoğlu ile caminin temizlik görevlisi Yaşar Tüylü “tanık” olarak ifade verdi. İmam Halil Necipoğlu, “Cami içerisinde alkol kullanan herhangi birisi görmedim,” dedi![290]

Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Camisi’nde polisin orantısız müdahalesi sonucu ağır yaralanan kişilere tıbbi yardımda bulundukları gerekçesiyle yargılanan hekimlerin İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davasında -insanları öldüren polis şiddeti cezasız kalırken- 244 direnişçi 2 ay ile 1 yıl 2 ay arasında değişen hapis cezasına çarptırıldı![291]

xi) Gezi protestolarında polisten aldığı darbeyle bir gözünü yitiren akabinde de işinden olan servis şoförü Hakan Yaman, Sancaktepe’de saldırıya uğramasının üzerinden 15 ay geçmesine rağmen olayın faillerinin hâlâ tespit edilemediğini ve dava açılamadığını dile getirdi!’[292]

xii) Gezi Direnişi sırasında İstanbul’da Talimhane’de eylemcilere palayla saldırmaktan yargılanan Sabri Çelebi’nin davasında tanık olarak dinlenen polislerle palalı saldırgan birbirine düştü. İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Polislerin, Çelebi’nin kendilerine de saldırdığını iddia etmesi üzerine tutuksuz yargılanan Çelebi, polislere “Senin DHKP-C ile bir alâkân var mı?” diye seslendi![293]

Bir de çArşı mevzusu vardı…

Bilindiği üzere Gezi eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle Beşiktaş’ın taraftar grubu çArşı’nın yöneticileri hakkında “hükümeti yıkmaya teşebbüs” iddiasıyla açılan davada aralarında çArşı liderlerinin de bulunduğu 35 kişi hakkında müebbet hapis cezası isteniyor.

Dünyada ilk kez bir taraftar grubu darbecilikle yargılanırken, balık pazarındaki restoranın garsonundan, kahvaltıcılar sokağı müdavimine, Ihlamurdere sakininden Köyiçi esnafına kadar herkes üç aşağı beş yukarı aynı değerlendirmede bulunuyor: “Dava komik, kısa bir süre sonra Türkiye bunu bir utanç madalyonu gibi göğsünde taşıyacak.” Semtin birikimi, “muktedirin” okuması için mahalle diliyle “Böyle başa, böyle tarak” misali bir dipnot iliştirmeyi de ihmal etmiyor: “Üç kornerden bir penaltı yaratmaya çalışmayın, ofsayta düşmeyiz. Bu dava sadece çArşı’nın değil, hepimizin!”[294]

Evet “darbe teşebbüsü” iddiasıyla çArşı’dan 35 kişiye açıldı. çArşı kurucularından Cem Yakışkan duruşma öncesinde (15 Aralık 2014’de) “Darbe gücümüz yok, olsaydı da Beşiktaş’ı şampiyon yapardık,” derken;[295] çArşı davasının temelinde bir polis memurunun çArşı’nın yürümek için para aldığı iddiası vardı. Başka da delil yoktu. O polisin telefondaki asılsız iddia ve iftirası, gözaltına hatta hakkınızda müebbet istenmesine dayanak olabiliyordu. Dosya o kadar özensizdi ki, sözü edilen para 25 bin TL’di! Bu para bazı yerlerde 24 bin olarak geçiyor; sonra yeniden 25 bine yükseliyor. “İnsanlar hakkında 49 sene istemişsiniz bin liranın ne önemi var değil mi! Bu da Türk hukuk istemi işte!”[296]

Sonra da Mehmet Ayvalıtaş…

Gezi Direnişi’nin ilk kaybı 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş’ın davası, aile için ıstıraba dönüşmüştü. Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 25 Mart 2015’de görülen 6. duruşmada baba Ali Ayvalıtaş ve yakınları darp edildi. Ayvalıtaş ailesiyle polisler arasındaki arbedede baba Ali Ayvalıtaş, fenalık geçirdi. Duruşmaya giren baba, “Hem oğlumu aldınız, hem eşimi aldınız. Şimdi de beni dövüyorsunuz. Kime sığınacağız size güvenmiyorum,” dedi.[297]

İzleyicilerin duruşma salonuna girmesi engellendi. Yargılamanın sonunda adaletin gerçekleşeceğine dair umudunu yitiren baba Ayvalıtaş, “Adalet arıyorum, yani okyanusun dibindeki bir iğneyi,”[298] diye haykırıp, gözyaşları içinde duruşmadan ayrıldı.

Daha sonra Gezi protestolarını destek için Ümraniye’de gerçekleşen yürüyüş sırasında 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş’ın, bir aracın çarpması sonucu ölümüyle ilgili görülen davada, olay yerine ait görüntüleri mahkemeye sunmadığı gerekçesiyle haklarında “Görevi ihmal” suçundan dava açılan 3 polisin davasını düşüren mahkeme hâkimi, Ataşehir Kaymakamlığı’nın polisler hakkında soruşturma izni vermediğini ve müşteki avukatlarının karara itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin değerlendirme yaparak “soruşturma izni verilmemesi” kararını onadığına dair cevap verdiğini belirtti.[299]

Konuya ilişkin olarak Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan raporda “Söz konusu yolda emniyet şeridi ve yol şerit çizgisi vardır. Bu karayolunda yaya geçişine izin verilmemektedir” görüşüne yer verildi. Raporda şu bilgilere yer verildi: “Kazaya uğrayan yayalar Mehmet Ayvalıtaş ve Seyit Kartal’ın hiç bir önlem ve tedbir almadan bulunmaları yasak olan ve izin verilmeyen tek istikametli 2 şeritli karayolunda bulundukları için kazanın meydana gelmesinde asli ve tamamen kusurlu oldukları kanatine varılmıştır. Sanıklar Mehmet Görkem Demirbaş ve Cengiz Aktaş’ın çok ani gelişen bu olayda kazayı önleyecek ve yayalara çarpmamak için yapması gerekli önlemler açısından herhangi bir kusurlarının olmadığı sonucuna varılmıştır,”[300] denildi!

“Son”(uç) malumdu!

Ve İstanbul Gülsuyu’nda 2013’ün Eylül ayında uyuşturucu çeteleri tarafından katledilen Hasan Ferit…

Hasan Ferit Gedik davasında önce, sanıkların yargılandığı dava, dosyanın nakline ilişkin Adalet Bakanlığı’ndan üç ay yanıt gelmediği için kilitlendi. Mahkeme heyeti, bakanlığın yanıtının beklenmesine karar verirken, karşı oy kullanan üye hâkim davanın naklinin taraflarının kovuşturmayı takibini zorlaştıracağını, duruşmaların aleniliğini engelleyeceğini belirtse de, bir şey değişmedi.[301]

Daha sonra da İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki savcı ve sanık avukatlarının talebi üzerine mahkeme duruşmaların kapalı yapılmasına karar verildi.[302] Duruşmada çete üyeleri avukatları tehdit etti.[303] Polis adliye önünde saldırdı ve davada tutuklu yargılanan 22 kişiden 6’sı tahliye edildi. Adliye içinde pankart açan 5 kişi ise gözaltına alındı.[304]

Ardından davanın 25. celsesinde tutuklu sanık, diğer tutuklu sanıklara taş attı, küfretti. Tutuklu sanığın avucunda saklayarak duruşma salonuna soktuğu taşı ne şekilde temin ettiği müphemdi.[305]

Hasan Ferit Gedik davasında tutuklu sanık Zafer Tuna mahkemedeki ifadesinde, “Ben Saffet Okumuş polis karakolunu arayarak, ‘Size silahlı saldırı olacak’ diye ihbarda bulundum ve bu olay oldu. Eğer terör örgütleri insanlar üzerinde baskı kurarsa insanlar da polislerin yetişemediği yerde anayasal hakkını kullanır ve mermiyi çakar,” diyordu![306]

“Son”(uç) malumdu!

 

X.2) ANKARA İLE ETHEM SARISÜLÜK’Ü

 

Ankara ile Ethem Sarısülük’üne gelince…

i) Ankara 10. İdare Mahkemesi, Gezi protestolarında yüzüne isabet eden gaz kapsülü ile yaralanan ve yüzüne platin takılan Mustafa Başnamlı’nın açtığı tazminat davasını reddetti. Mahkeme, olayda idarenin bir kusuru olmadığını öne sürdü![307]

ii) Ankara 4. İdare Mahkemesi, Çankaya Belediyesi’nde temizlik işçisi olarak görev yapan Muharrem Dalsüren’in Gezi Parkı eylemlerine müdahale eden bir Akrep’ten atılan gaz bombası fişeğinin isabet etmesi sonucu bir gözünü kaybetmesi olayında İçişleri Bakanlığı’nı 142 bin TL tazminata mahkûm etti.[308] Bakanlığın “gaz bombası fişeğinin eylemlere katılan kişilerin kafasına gelecek şekilde kullanıldığı” gerekçesiyle yüzde 50 kusurlu bulan mahkeme, temizlik işçisi Dalsüren’i ise “Emniyetli bir alanda bulunmaması ve şahsi güvenliğini sağlama noktasında tedbirsiz davranması” nedeniyle yüzde 20 kusurlu gördü![309]

iii) Ankara’daki Gezi eylemlerinde katledilen Ethem Sarısülük’ün 16 Haziran 2013’te cenaze töreninde, gaz bombasıyla başından vurulan Dilan Dursun’un yaralanmasına neden olan polis memurlarının kimliği savcılıktan gizleniyor. Emniyet, savcılığa gönderdiği üç ayrı yanıtta farklı isimler bildirdi![310]

Dilan Dursun’u gaz bombası fişeğiyle başından vurarak ağır yaralan polis memuru, 5 yıl sonra bulundu. Soruşturmayı yürüten Ankara Savcılığı, olay tarihinde gaz tüfeği kullanmaya yetkili polis memurlarının cep telefonu sinyal bilgilerini inceleyerek, polis Serkan Kurnaz’ın ismine ulaştı. Ancak savcılık, Dilan Dursun’u başının arkasından hedef gözeterek vuran, beyin kanaması geçirip 4 gün yoğun bakımda yatmasına ve yüzde 10 engelli kalmasına neden olan polis Kurnaz hakkında “kasten öldürmeye teşebbüsten” değil; “bilinçli taksirle yaralamaya sebebiyet vermekten” dava açtı. İddianamede şüpheli polisin 2 yıla kadar hapisle yargılanması ve dava sonunda verilecek cezanın da paraya çevrilmesi istendi![311]

iv) Ankara’da Gezi Parkı eyleminin birinci yıldönümünde Ethem Sarısülük’ün vurulduğu yerde anma etkinliği düzenleyen gruba yönelik müdahaleye karşı çıktığı için polislerce kolu kırılan Avukat Engin Gökoğlu, polislere dava açılmasını beklerken sanık durumuna düştü. Gökoğlu ile kolu kırılan meslektaşlarını kurtarmak isteyen üç avukata “Polise direnme, mala zarar ve kamu malına zarar vermek”ten dava açılan iddianamede, “Şüphelilerin direnme ve karşı koyması gibi durumlar değerlendirildiğinde bazı şüphelilerde meydana gelen ufak sıyrıkların kabul edilebilir nitelikte olduğu,” savunuldu![312]

Yargıtay’ın bozma kararından sonra “güvenlik” gerekçesiyle Ankara’dan Aksaray’a taşınan Ethem Sarısülük davası skandallarla başladı. Tutuksuz sanık Ahmet Şahbaz, dosyanın daha güvenli denilerek gönderildiği Aksaray’a dahi gelmeyerek, duruşmaya “güvensiz” bulunan Ankara’dan telekonferans sistemiyle bağlandı. Sarısülük ailesi, sanığın duruşmaya getirilmesini ve tutuklanmasını isterken, görüşü sorulan savcı, “Sanığa, huzurda savunma yapmak isteyip istemediği sorulsun” dedi.

Sanık Şahbaz, “SEGBİS’le savunma yapmak istiyorum” karşılığını verdi. Sanığın tutuklanması talebini reddeden mahkeme, “Sanık huzura gelmek istemiyor” diyerek Şahbaz’ın Aksaray’a getirilmesi taleplerini reddetti![313]

Bu kadar da değil; Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ethem Sarısülük davasındaki gerekçesinde sanık polis Ahmet Şahbaz’ın delil olarak saklanan silahının, sanığa teslim işlemlerinin yapılması için Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne verilmesine karar verdi.

Sanığa “Kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma” maddesinden ceza arıtırımı yapılmasına gerek olmadığını belirten mahkeme, gerekçesinde silahın kamu malı değil, sanığa ait zati demirbaş olduğunu ifade etti.

Kararda, Gezi eylemlerinde sıkça dile getirilen “baskıya karşı direnme hakkı”, “ütopik” olarak nitelendirildi; “Polisler, mevcut linç girişimine ve yasal olarak silah kullanma yetkileri bulunmasına rağmen silah kullanmaktan sürekli imtina ettiler. Dolayısıyla hükümeti devirmeyi amaçlayan, ülke için güvenlik sorunu yaratan göstericilere karşı kolluk görevlilerinin sessiz kalması düşünülemez,” denildi.[314]

Sarısülük davasında tanık sıfatıyla ifade veren polislerden Erol Ulusağ, “Bugün olsa aynı şeyi ben de yapardım,” derken;[315] Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi’nde Sarısülük’ün avukatı mahkeme heyetine “Biliyoruz siz gene (Şahbaz’ı) tutuklamayacaksınız, ama biz de bıkmadan usanmadan geleceğiz ve sizleri rahatsız edeceğiz,” dedi.

Tutuksuz sanık polis memuru Şahbaz, savunmasında, “Yere düştüğümde eylemciler üzerime atlayacak sanarak, silahı çıkarttım ve havaya ateş açtım. Yerden doğrulurken bana doğru hamle yapan yanımdaki eylemciyi uzaklaştırmak için tekme attım. Tekme atmamla üçüncü atışı tamamlamam arasında 3 saniye var. Bu 3 saniye içerisinde vücuduma toplam 8 taş isabet ediyor,” dedi[316] ve mahkemeye heyeti de, Şahbaz’ın tutuklanması talebinin reddine karar verdi.

Sonrasında da Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi, sanık polis memuru Ahmet Şahbaz’ın, “meşru müdafaa sınırını aşmak suretiyle taksirle ölüme neden olmak” suçundan yargılanmasını talep etti. Tarafların avukatları, savcılığın yargılanmasını talep ettiği cezanın alt sınırının 10 ay hapis cezası olduğunu söyledi.[317] Mahkeme heyeti sanık polis Ahmet Şahbaz’ı 1 yıl 4 ay 20 gün hapis cezasına çarptırdı. Bu cezayı da 10 bin 100 lira adli para cezasına çevirdi.[318]

Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ahmet Şahbaz’ı 10 bin TL’lik para cezasıyla kurtardığı kararının gerekçesinde de öldürülen Sarısülük ve Gezi eylemlerini suçlayarak, “Polislerin de silaha sarılma yetkisi vardı, kullanmadılar,” dedi.

Gerekçeli kararda eylemlerin “hükümeti devirmeyi amaçlayan organize saldırı” olduğu değerlendirmesi yapıldı. Ethem Sarısülük ise “taşlı saldırıya iştirak etti, olaydan bir süre önce yerden taş topladı” denilerek suçlandı.[319]

Bu kadar da değil!

Ahmet Şahbaz’a verilen ve paraya çevrilen 10 bin 100 lira ceza kararı, Yargıtay tarafından bozuldu. Yeniden görülen davada ceza 15 bin 200 liraya yükseltildi![320]

Ve Yargıtay tarafından Aksaray’daki mahkemeye gönderilen Ethem Sarısülük davasının dosyasının tahrip edildiği ortaya çıktı. Tutanak tutan Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, dosyanın klasörlerinin bozulduğunu, klasör sayısının 14’ten 9’a düştüğünü, dava dosyanın yüklü olduğu CD’nin kırıldığını bildirdi.[321]

“Son”(uç) malumdu!

yazının devamı



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI