Bugun...

İmparatorluğun Trump'lı Encamı - devamı-Temel Demirer

“saldırının Hispanik işgaline bir tepki” olduğunu iddia ediyor.[49]

Dışarıya yönelik şiddete gelince; örneğin, Yemen’de 100 bin kadar çocuğun ölümüne, 22 milyon kişinin yardıma muhtaç kalmasına neden olan savaşa ABD, silah, hava hedefi desteği, yakıt ikmali ve istihbarat desteği sağlıyor. Lockheed Martin ve Boeing gibi büyük şirketlerin kâr ettiği savaşta, her 10 dakikada bir çocuk ölüyor.[50]

Ayrıca saldırganlık!

Örneğin ‘The Miami Herald’a konuşan John Bolton “İhanet üçlüsünün bölgedeki devasa istikrarsızlıktan, insani dramdan ve Batı yarımkürede alçak komünistlerin yükselişinden” sorumlu olduğunu söyleyip; bu yüzden de ABD’nin bu üç rejime karşı doğrudan mücadele yürüttüğünü de eklerken; ” Nikaragua, Küba ve Venezüella’dan söz ediyor![51]

Bunun yanında ABD’nin Hazine Bakanlığı, Venezüella, Küba ve Nikaragua’ya karşı yeni yaptırım kararının alındığını belirtti. Konuya ilişkin olarak ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, söz konusu üç ülkeyi “sosyalizm yardakçıları” olarak nitelendirdi.[52]

Söz konusu anti-komünist histerinin kökleri elbette derinlerde! Washington’ın güneyindeki, Venezüella da dâhil, 22 Latin Amerikan ülkesine müdahaleleri 1823 Monroe Kuramı’na, hatta daha öncesine giden uzun bir zincirdir. 1953’te İran’da yasal iktidarı devirmekle Ortadoğu’ya da uygulama başlamıştır. Bizdeki darbelerin arkasında da o var. ABD Irak’a, Afganistan’a ve Suriye’ye de girdi. Toplam müdahaleleri en az 43 ülkeyi kapsar. Bunlar uluslararası hukukun göz göre göre çiğnenmesiydi! İran’da Musaddık’ı, Guatemala’da Arbenz’i, Şili’de Allende’yi devirmişti...

Belirtmeden geçmeyelim: ‘Pew Araştırma Merkezi’nin araştırmasına göre, Amerikan halkın yüzde 62’sinin Irak savaşının, yüzde 59’u ise Afganistan savaşının gereksiz olduğunu dile getirdiği[53] ABD’nin Irak’a uyguladığı ambargo ile, Hiroşima’da ölenlerden daha fazlası yaşamını yitirmişti.[54]

Tüm bunlara karşın Trump ile ABD, küresel saldırganlıklarına hız verdi. 6 Mayıs 2019 Çin’e ek gümrük vergisi getirme ve İran’a savaş gemisi gönderme kararını duyurdu. Venezüella’nın ise içişlerine hem açıktan hem de kuklalarıyla düzenli aralıklarla müdahalede bulunuyor.

Mesela İran’ın ruhani lideri Hamaney’e yönelik yaptırımlar ile ilgili bir kararname imzalayan Trump, saldırı için Kongre’nin onayına ihtiyacı olmadığını söylerken;[55] İran’ın Hürmüz Boğazı üzerinde ABD’ye ait insansız hava aracını düşürmesiyle birlikte, Trump’ın talimatı üzerine İran’ı bombalamak üzere kalkan savaş uçaklarının son anda geri çağrıldığı ortaya çıktı![56]

Evet, şaka değil! ‘The New York Times’ın, üst düzey yetkililere dayandırdığı habere göre Trump, 21 Haziran 2019’da İran’a yönelik bir hava saldırısına onay verdi, ancak bir süre sonra bu kararından vazgeçti.[57]

Dış politikasının Trump’la istikrarlı biçimde militarize edilen ABD, nihai kertede emperyalist zorbalıktır.

“Nasıl” mı? Dünyanın toplam yüzölçümü 510.065.284 km², 5.613.963 km² bunun ne kadarına denk gelir? Yaklaşık yüzde 1’ine... Bu, Amerika’nın dünya üzerinde asker bulundurmadığı toprakların yüzölçümünü gösteriyor. Geriye kalan 504.451.321 km²’lik alanda Amerika’nın askeri gücü var.”

Bu bilgiler, ‘Mother Jones’ Dergisi’nde Amerika’nın dünyanın diğer ülkelerindeki askeri gücünü gösteren bir haritada yer alıyordu. Pentagon’un asker bulundurmadığı bölgeler haritada açık yeşil renkte gösterilmişti.

O bölgelere bakınca karşımıza şu liste çıkıyordu: Libya, İran, Kuzey Kore, Batı Sahra, Burkina Faso, Togo, Kongo Cumhuriyeti, Merkezi Afrika Cumhuriyeti, Papua Yeni Gine ve Fransız Guyanası...

151 yabancı ülkede 510.927 asker... Yaklaşık 120 milyar dolar ederindeki 761 askeri üs... XXI. yüzyılda imparatorluk, parayla, silahla ve dünya yüzölçümünün yüzde 99’unda asker bulundurarak kuruluyor![58]

Kolay mı? Trump’lı ABD bu işte…

Ve böylelikledir ki dünya yangın yerine dönmüş durumda. Münih Güvenlik Konferansı’nda yaşananların gösterdiği gibi ABD yönetimi adeta elinde mazot bidonlarıyla dolaşarak ateşleri besliyor.

Dünyanın önde gelen savunma güvenlik seçkinleri 2019’da Münih Güvenlik Konferansı’na bu arka plan üzerinde ve bu sorunlara ilişkin işbirliği olanaklarını konuşmak üzere toplandılar. Doğal olarak da gözler büyük güçlerin temsilcileri, özellikle de ABD yönetimi üzerindeydi.

ABD liderliğinin sunduğu görüntü, hem realiteden uzaklığı hem de bunun aksine dayatmacı havasıyla, izleyenleri umutsuzluğa sürükledi…

Trump yönetimi, “Önce Amerika” diyerek başladıktan sonra geldiği noktada “yalnız Amerika” konumuna düşmeye doğru hızla ilerliyor. Ancak, ABD yönetiminin liderliği bu durumun ayırdında değil. Kendilerini Reagan döneminin dünyasında sanıyorlar; gerçeğin yerine bir fanteziyi ikame etmiş adeta onun peşinden gidiyorlar. Özellikle mali krizden bu yana ABD, “vazgeçilmez ülke” değil. Mali kaynakları ve hızla genişleyen ittifaklar ağı içinde Çin şimdilerde bu tanımı kendisinin hak ettiğini düşünüyor.

Bu koşullarda alevler patlayıcı madde depolarına doğru yayılmaya devam ediyor![59]

Görünen odur ki alevler daha da yaygınlaşacak. Çünkü Trump göreve geldiğinde açıkladığı ulusal güvenlik stratejisinde Rusya ve Çin’i “ABD’nin gücüne meydan okumak isteyen rakipler” olarak nitelendirip, “Önce Amerika” ilkesiyle hareket edeceği vurgusuyla eklemişti:

“Bu strateji, sevelim ya da sevmeyelim, yeni bir rekabet çağında yaşadığımızı kabul ediyor. Dünya çapında güçlü askeri, ekonomik ve siyasi yarışların döndüğünü kabul ediyoruz.

“ABD’yi ve müttefiklerimizi tehdit eden haydut devletlerle karşı karşıyayız. Terör örgütleri, uluslararası suç çeteleri ve dünya çapında şiddet ile kötülük yayan diğerleriyle karşı karşıyayız.

“Amerikan etkisine, değerlerine ve zenginliğine meydan okuyan rakiplerimizle, ki bunlar Rusya ve Çin, karşı karşıyayız. Onlarla ve diğer ülkelerle büyük ortaklıklar kurmaya çalışacağız, ancak ulusal çıkarımızı koruyan bir şekilde”![60]

Veriler bu merkezdeyken “Trump, 11 Eylül saldırısının ardından başlatılan imparatorluk projesine geri dönüyor.”[61]

“ABD seçimlerinde Trump’ın beklenmedik başarısı,” diye şaşkına dönenler, dünyayı böylesine algılamaya çalışanlar; Trump’ın kazanması şaşırtıcı değildir, hatta tersi tuhaf olurdu bunu bir anlayabilseniz! Çünkü Trump’ın yönelimi, ABD’nin ihtiyacından kaynaklanırken; ABD egemen sınıfı Trump’ın çevresinde hızla toplandı, çünkü doz ve hareket tarzı farklılıklarına sahip olsalar da, ABD’nin dünya çapında tam egemenliğini ne pahasına olursa olsun sürdürme hedefi asıl ortaklık noktalarıdır.

Çünkü “… ‘Önce Amerika’, ‘haydut rejimler’, ‘rakip revizyonist güçler’ ve ‘radikal İslâmcı terörizm’ türünden kavramların hepsi, Trump’ın ‘ulusal güvenlik stratejisi’ belgesinde geçen ifadeler. Bush döneminin ‘önleyici saldırısını’ içermese de ‘güç yoluyla barış’ vurgusu ile ilk bakışta akla ‘saldırganlık’ getiren belgeyi, ‘çılgın Donald’ eşliğinde düşününce dünya için kaygılanmamak mümkün değil,”[62] diyen Ceyda Karan haklıdır.

Trump’ın, ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi (UGS), General McMaster’ın deyimiyle, “Soğuk Savaş’ın bitmesiyle başlayan tatil artık sona erdi, jeopolitik tüm hızıyla geri geldi,” dedirten türdendi. UGS, “tatil bitti” derken, büyük güçler arası barış, işbirliği döneminin bittiğini haber veriyor. UGS’de “küreselleşme” kavramına hiç rastlanmıyor… 

UGS’ye göre, Soğuk Savaş bittiğinden bu yana yönetimler, ülkenin çıkarını koruyamamışlar. UGS, “11 Eylül”den bu yana savaşlarda harcanan (askeri sınai komplekse transfer edilen) 6 trilyon dolara karşın, önceki yönetimlerin savunma harcamalarını kısarak ABD ordusunu zayıflattığını iddia ediyor. Dahası, geçmiş yönetimleri, “rakiplerimizle diyalog kurarsak, onları uluslararası kuruluşların, dünya ticaretinin içine çekersek, güvenilir ortaklara dönüşebilirler” gibi yanlış bir varsayımla hareket etmekle suçluyor. 

Kısacası, Tump yönetimi hem dünyayı büyük güçler arası bir çatışmanın alanı, hem de kendisinden önceki tüm yönetimleri, bu alanda görevlerini yapmadıkları için adeta vatan haini olarak görüyor. Bu bakışla, Trump’ın “Kendimizi bugüne kadar olmadığı kadar şiddetle savunacağız”... “İrademiz yenilendi. Geleceğimiz yeniden kazanıldı, Rüyalarımız yeniden güçlendi... Bu büyük ulusal atılımda her Amerikalının oynayacağı bir rol olacaktır”, sözlerini birleştirince de aklım, ister istemez, Hitler dönemine kadar gidiyor. 

UGS-2017, Trump yönetiminin, kendisine kaynak transferini hızlandırmayı hedefleyen, bu amaçla ülke içinde güvensizlik duygusunu, tehdit algısını, milliyetçiliği, yabancı düşmanlığını, uluslararası alanda da, savaşları körüklemeye hazırlanan askeri sınai kompleksin eline tamamen geçmiş olabileceğini düşündürüyor.[63]

ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni (UGS-2017) ikinci hegemonya restorasyonu hamlesi olarak okumak gerekiyorken; UGS 2017, bizzat Trump yönetiminin kendisidir…[64]

“Dış politikayı ‘survivor oyunu sanan’ Trump’ın”,[65] “Çin çok şımardı. Avrupa Birliği çok şımardı. Diğer ülkeler de çok şımardı” demesi yanında, Kuzey Kore liderini de, “Sonun Kaddafi gibi olabilir” sözleriyle tehdit ettiği[66] güzergâhta ABD’yi nereye götüreceğini tahmin etmek de imkânsızdır.

.IRKÇI MARİFETLERİYLE TRUMP

Hakkında “Karakter özelliklerini, sınır tanımayan kibrini, okuma yazmaya alerjisini, gösteriş sevdasını, saplantılarını, küstahlığını, milyarderlerle çevrilmiş dünyasını, gelişmiş benmerkezciliğini biliyoruz,”[67] notu düşülen Trump’sız (Trumpgiller’siz!) bir dünya tasavvur etmek artık mümkün değil!

Haklı olarak “Korku tellalı, ırkçı, yırtıcı bir İslâmofobik”[68] biçiminde de yorumlanan Trump’ın iktidara gelmesi basitçe “Bir emperyalist gitti, ya da gerici bir başkan gitti yenisi geldi,” olarak geçiştirilmemeli.

Böyle bir şey en son 30’larda olmuşken; sonuç herkesin malumudur. Trump gerçeğinin, elbette tüm dünya için derin sonuçları olacaktı; Marine Le Pen’in danışmanının “Onların dünyası yıkılıyor, bizimkisi ise henüz inşa hâlinde,” lafındaki üzere![69]

Evet dünya bir kez daha kapitalist emperyalizmin vardığı ve varacağı düzeyi Trump ile görmüş ve Trump’ın gelişi tüm dünya diktatörleri, gerici ve ırkçı güçleri için yeni bir nefes olmuştu.

“Boşuna mı? Irkçılık yükselirken, ABD ve Avrupa halkları yüzde 65 - 45 arasında değişen oranlarda ‘III. Dünya Savaşı’nın yakında çıkacağını düşünüyor (The Independent); Gorbaçev, ‘Görünüşe bakılırsa dünya bir savaşa hazırlanıyor,’ (Time) diyor. Boşuna mı, servetini, bilişim, sosyal medya, ‘venture capital/ riskli ama yüksek kârlı’ alanlarda yapmış kimi süper zenginler, geleceğe, ‘düzen çökecek, kaos olacak’ varsayımıyla, silahlanarak, sığınaklar yaparak, ortak yaşam alanları kurmaya başlayarak, Yeni Zelanda’da arazi alarak, hazırlanıyorlar (New Yorker)”![70]

Bunların tümü Trump iklimiyle ilgilidir…

Hem de California Pacific Üniversitesi ‘Uluslararası Çalışmalar Fakültesi’nden Ahmed Kana’nın, “Başkanlık kararnamelerini ne muhalefete ne de parlamentoya sormadan, bir diktatör, bir kral gibi imzalıyor,”[71] diye tarif ettiği hâli “Artık bizim de bir emirimiz var” diyor uzun yıllar Ortadoğu muhabirliği yapan ‘The New York Times’tan Thomas Friedman 31 Mayıs 2017 tarihli yazısını şu satırlarla tamamlarken:

“Adı Donald. Bir velihatımız var: Jared (damat Kushner!). Prensesimiz de var. Adı Ivanka. Şûra (ABD Kongresi) her dediğine parmak kaldırıyor. Tüm iyi monarşilerde olduğu gibi hükümran ailesi, özel işler ile devlet işleri arasında fark gözetmiyor ve bunu bir çıkar çatışması olarak görmüyor. Biz ABD değil, artık bir B.A.E, yani yeni bir Birleşik Amerikan Emirlikleri’yiz!”

Söz konusu betimleme(ler)de hiçbir abartı söz konusu değil…

Çünkü Trump, keyfi bir seri kararnameyle, Beyaz-Hıristiyan üstünlüğü fantezisine, “uygarlıklar çatışması” projesine uygun olarak, Müslümanların ABD’ye girişine kısmi bir yasak getirdi; arkasından, dini kuruluşların özgürlüklerini, LGBT bireylerin haklarını kısıtlayacak yönde genişletti. Müslüman nefretiyle, Rusya ile sınırları pek de belli olmayan ilişkileriyle ünlü emekli general Flynn’i Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atadı. Çalışma Bakanlığı’na da “fast food” dükkânları zinciri olan bir milyarderi getirdi.

Trump, Brüksel’de görücüye çıktığı ilk NATO zirvesindeki toplu fotoğraf çekiminde “ön planda olabilmek için”, Karadağ Başbakanı Duşko Markoviç’i, tek bir el hareketiyle taammüden atsineği kovalar gibi eliyle geriye itti.[72]

Özetle dünyanın jandarması ABD, “Çılgın Donald” liderliğinde giderek “hakiki rotasına” oturuyorken; “Önce ABD” diyen Trump’ın iklim anlaşmasından uyarılara kulak tıkayarak çekilmesi küresel tepkilere yol açıp, yeni bir fay hattı daha yarattı.

Trump küresel kuralları çiğnemeye ve oyunu yeniden kurgulamaya yönelirken; Meksika sınırına örmeyi vaat ettiği duvar, Amerikan siyasetinin merkezi oldu ve Trump’ın duvar için Pentagon bütçesinden 2.5 milyar dolar kullanmasını engelleyen California eyaletindeki federal hâkim tarafından alınan karar, Yüksek Mahkeme’de 4’e karşı 5 oyla bozuldu.[73]

Ve nihayet ‘Sınır Tanımayan Gazeteciler’in hazırladığı ‘Dünya Basın Özgülüğü’ endeksine göre, ABD 2019’da üç sıra birden aşağıya düştü ve 180 ülke arasında 48. sıraya gerilerken;[74] Trump’ın ideoloğu Steve Bannon kapitalist sistemin bugünkü krizini Judeo-Hıristiyan geleneğinin gerilemesine bağlıyordu. Ona göre sekülarizm bozucu unsur. Buna karşı “barbarlıkla mücadele” vaktinin geldiğini savunurken, kilisenin “militan rolü” bulunacağı bir seferberlik öngörüyor. Dilinden düşmeyen “hasım” “Radikal İslâm”dı,[75] yabancılar, göçmenlerdi…

Örneğin ABD Kongresi’nin göçmen kökenli Demokrat kadın üyelerine “Geldiğiniz yere geri dönün” diyebilen[76] Trump’ın Oval Ofis’te (Afrika ülkeleri, El Salvador ve Haiti’yi kast ederek) mülteciler konulu bir görüşmede sinirlenip, “Bu bok çukuru ülkelerden niye bu insanları kabul ediyoruz” cümlesini sarf ettiği ‘The Washington Post’un haberinde açıklandı.[77]

Kolay mı? ‘Siyahların Yaşamları Önemlidir’ hareketini “sorunlu” bulan, Meksikalı göçmenleri toptan sınır dışı edip Meksika’ya duvar örmeyi, parasını Meksika’ya ödetmeyi, ayrıca ABD’ye Müslüman sokmamayı vaat eden bir Trump’tan söz ediyoruz…

Ancak tam da burada belirtmeden geçmeyelim: Liderler, sebep değil sonuçtur. Sonrasındaki başarılar ona ait olsa bile! “Almanları Nazi yapan Hitler” tespitinden ziyade, “Hitler’i Nazi yapan Almanlardır” denebilir; en azından bir kısım Almanlardır; Almanya’nın o tarihi dönemdeki sosyal, kültürel, ekonomik hâlidir! Almanların öfke ve nefretleri ile Alman burjuvazisinin ve ahalisinin hâlidir!

“Sağ popülizm” olarak sunulan “reaksiyon dalgası”na ve “ABD’nin siyasi iktidar- devlet yapısı”na kafa yormadan Trump realitesi çözümlenemez!

Trump’ları yaratarak yükselmekte olan reaksiyoner akımın temelinde bir taraftan, neo-liberal küreselleşmenin işçi sınıfı, küçük burjuvazi saflarında yarattığı yıkımın, korku ve güvensizliğin ürünü ırkçı, dinci milliyetçilik; öte yandan da, zeminini post-modernizmin hazırladığı “yerelcilik” “gerici cemaatçilik” var. Reaksiyoner dalga geçici bir olgu değil; liberalizmin çöküşünün, “zamanın ruhu” “neo-faşizmin” dışavurumudur.

 

TRUMP’IN “TİCARET SAVAŞI” GERÇEĞİ

 

“Başkan Trump’ın seçim sürecinde ifade ettiği anlamsız sözlerin dahi ötesine geçen ve beklenenden daha dengesiz bir politikacı olduğu ortaya çıkmış bulunuyor,”[78] diyen Prof. Rodrigue Tremblay, “değişim” denilen şeyin aslında “kaos” ve “kargaşa” olduğunun altını çiziyor.

Bu tam da Trump gerçeğidir. “Trumpizm” olarak tanımlanan söz konusu siyasal tarzın başat özelliği, her türlü uzlaşma kültürüne kapalı olmasıdır. Hatta uzlaşma kültüründen kopuşu, alamet-i farikasına dönüştürmesidir.

Söz konusu alamet-i farika ile XX. yüzyılda emperyalist sistemin hegemonu ABD, Trump’ın başkanlığı altında kapitalist dünya sisteminin hiyerarşik yapısı yeniden biçimlendirmeye gayret edecektir ki bu da, kapitalist dünya sisteminde yeni bir dönüşüm ve kargaşaya kapı açacaktır…

O hâlde yeni bir küresel savaşının eşiğindeyiz; bu nereye kadar gidecek? Şimdilik bunu kestirmek kolay görünmüyor...

Ancak Trump, “küresel bir kıyamet” hâlinin ABD’deki karşılığı olarak zuhur etti ve yerkürenin gündem maddesidir artık; hem de “Otoriteryanizm[79] yükseliyor”ken![80]

Aslında bunda şaşırtıcı bir şey yoktu. Çünkü XXI. yüzyılın büyük depresyonu ile yaşamaya devam ediyoruz. Depresyonlar sadece derin ve uzun oluşları ile kapitalizmin diğer krizlerinden ayrılmazdı. Aynı zamanda da siyasi krizler, alt-üst oluşlar üretirken; Trump’ın seçilmesi bu tür bir siyasi krizin tezahürüydü.

“ABD başkanı seçilen kişinin had safhada narsisizmden mustarip olmasıdır. Kompulsif bir yalancı, bir cahil, bir palavracı, öç alma fikriyle yanıp tutuşan iğrenç bir yaratık ve şimdiden biraz bunamaya başlamış biri,”[81] diye tarif edilen Trump’ı seçen “aşırı sağ” (yeni deyişle “alternatif sağ”, daha doğrusu neo-faşizan) görüşlü insanlar nasıl ortaya çıktı? Tabii ki “küreselleşme” yüzünden!

Evet onu iktidara getiren asli nedenlerden birisi halkın, hükümet politikaları, yasalar, mahkemeler ve medya başta olmak üzere kurumlara olan güveninin azalması, eşitsizliğin artmasıydı.

Böylece denge(sizlik)ler daha da fazla değişirken; küreselleşme eşitsizlikleri arttırdı. Ve yerel kimlikler bastırıldı. Bu yüzden ezilen ve korkan kitleler, kimliklerine sarıldılar. “Bizden” dediklerine sımsıkı tutundular. “Öteki”ni, farklı olanı dışladılar. Böylece “biz” ve “onlar” arasındaki nefret gitgide tırmandı.

ABD emperyalizminin restorasyonu olarak ortaya çık(artıl)an “Trump ne ‘korumacılık yanlısı’ ne de serbest-ticaret karşıtı... ABD’nin dış ülkelerdeki ekonomik emperyalist politikalarına karşı değil.”[82]

Özetle Trump’ın başkan seçilmesi, dünyada küreselleşme ve liberalizme karşı genelde görülen tepkiye uygundu. Küreselleşme ve liberalizme karşı otoriter popülist tepkiyi çok iyi anlamak lazım. Çünkü önümüzdeki sancılı yıllarda oluşacak yeni dünya düzeninin ya da patlak verecek dünya düzensizliğinin tohumları bu tepkilerdeyken; Trump’ı iktidara getiren dip dalgalarının bir işaretiydi.

Denilebilir ki Trump’ın “zaferi” küreselleşme ile kendini kaybetmiş hissedenlerin, giderek farklılaşan bir ülkede kendisine yer bulamayan, sahip olduğu politik gücü yitirmişlerin “itirazı”ydı.

İyi de olup bit(mey)enin özeti de ne mi?

Kapitalizmin en gelişmiş biçiminin hızla canavarlaşmakta olduğu görülüyor. ‘The Financial Times’da Gideon Rachman’ın, Trump’ın “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” sloganına atıfla, “Donald Amerika’yı Yeniden Korkunç Yapıyor” başlıklı yorumu dikkat çekicidir. Yazar, Trump döneminde ABD dış politikasının bir Mafya Babası’nın, korkutarak sindirme tutumunu andırdığını yazıyor.

Teorik bir dille söylersek, ABD dünya sisteminde liderliğine artık rıza alamadığı, yeni güçler yükselmeye başladığı için, konumunu şiddeti öne çıkararak korumaya çalışıyor. Bu eğilim, 11 Eylül’den sonra “İmparatorluk projesi” olarak başlamıştı”. İflas etti. Şimdi en kaba biçimde canlandırılıyor.

Rachman “Mafya Babası” tutumunun 5 özelliğine dikkat çekiyor. 1) “Babalar” (diğer devletlerin liderleri) arasında kişisel ilişkilere önem vermek. 2) Yalnızca aile üyelerine güvenmek. 3) Övgüden tehdide, sonra hemen övgüye geri dönebilmek. 4) İttifakları bir “koruma şantajına” dönüştürmek; “Parayı öde yoksa seni korumayız”. 5) Akılcı diploması yerine, “reddedilemeyecek teklifleri” dayatmak.

Rachman, bu politikaların etrafa korku saçtığını, ABD’ye olan güveni daha da yıprattığını vurguluyor. Bu yüzden olacak, Arap Baharı’nın ardından gerileyen “uluslararası jeopolitik korku indeksi” Trump seçildikten sonra hızla tırmanmaya başlamış oluyordu![83]

Küresel planda “Trump Gerçeği” buydu; ticaret savaşlarında olduğu üzere!

Evet, yerküredeki korku kaynaklarından birisi de Trump’tan beri küresel tansiyonu yükselten ticaret savaşlarıdır ki, “Tarih, ‘paylaşım alanları üzerinde rekabet etmeye başlayan devletlerin, giderek olayların kontrolünü elden kaçırabildiğini, karşılıklı hatalarla, savaşlara neden olacak kısır döngüler yarattığını’ gösteriyor”ken[84] eklenmeli:

“ABD hegemonyasının gerileme süreci, geri dönüş noktasını (Irak savaşıyla mali kriz arasında bir yerde) geçti. ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurduğu, Soğuk Savaş bittikten sonra tek merkezli bir imparatorluğa dönüştürerek kalıcılaştırmayı arzuladığı ekonomik, siyasi mimari çöküyor. ABD yönetimi bu gerçeği yadsıyarak, hâlâ hegemonyacı, ‘vazgeçilmez’ ülke konumunda bir değişiklik olmamış gibi davrandıkça, korumaya çalıştığı düzenin çöküşü hızlanıyor.

Özetle, ABD yeni yaptırımlarla, Avrupa’yı, Rusya’yı ve Çin’i[85] aynı anda karşısına alıyor. Böylece, ‘Önce Amerika’ politikası, ‘Yalnız Amerika’ sonucu üretiyor. Yükselen güçleri, ABD’nin kapasitelerini test etme konusuna cesaretlendiriyor, büyük güçler arası barışın bir kazaya kurban gitme olasılığını artırıyor.”[86]

“Nasıl” mı? Gayet basit…

BM’nin 73. Genel Kurulu’nda dünya liderlerine hitap eden Trump, “ABD’nin küreselleşme ideolojisine karşı olduğunu” ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni tanımadığını belirterek, pek çok ülkeye meydan okuyup; uluslararası ilişkilerde kendi ülkesinin çıkarlarını savunacağını vurguladı.[87]

Hatta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’u hedef alan Trump, sosyal medya hesabından, “Fransa, teknoloji şirketlerimize yeni vergi getirdi. Birileri bu şirketlere vergi uygulayacaksa bu ABD olur. Macron’un aptallığına kısa sürede karşılık vereceğiz. Hep Amerikan şarabının, Fransız şarabından iyi olduğunu söylemişimdir” diye de yazabildi![88]

Bu duruşu, ABD’nin 1970’lerde dünyaya dayattığı “Washington Uzlaşısı”nın iflasıdır… Trump “Washington Uzlaşısı”nı reddetmek zorundaydı. Çünkü önerilen küresel ilişkilerde ABD, Çin ve Almanya karşısında rekabet edemez duruma gelmişti. Trump, “Ben bu oyunu oynamaktan vazgeçtim, kuralları değiştireceğim,” diyordu.

Bu tabloda ABD ile geleneksel müttefikleri arasında ticaret savaşları keskinleşmeye devam ederken; Trump’la birlikte, Amerikan dış politikasında başlayan değişim de giderek belirginleşti.

 

DURUM: EKONOMİ VE NEO-FAŞİZM

 

Bunların böyle olmasının dünyanın küresel, ABD’nin yerel gerçekleriyle yani sürdürülemez kapitalizmin III. Büyük Bunalımı’nın ekonomi-politikası ile bire bir ilişkisi vardır.

“Amerika hegemonyası” deyince öncelikle şunu unutmamak gerek: “ABD, dolar uluslararası rezerv para statüsünü korumaya devam ettiği için uluslararası piyasalarda kendi parasıyla borçlanabiliyor, borçlarını para basarak ödeyebiliyor, siyasi-mali sistemine olan uluslararası güvenden dolayı hazine kâğıtlarını çok düşük faizle satabiliyor, elde ettiği kaynaklarla askeri diplomatik üstünlüğünü finanse ediyor, ülkesinin içindeki toplumsal çelişkileri yönetebiliyor, baskı altında tutacak güvenlik aygıtını finanse edebiliyor”du.[89]

Leo Panitch ile Sam Gindin’in dünya pazarının, kapitalist gelişmenin doğal seyrinin değil, ABD’nin kurucu, planlayıcı etkinliğinin sonucu olduğunu vurguladıkları[90] denge(sizlik) bozulunca “Amerika hegemonyası” da alt üst olmaya başladı.

Her türlü yaygaraya rağmen ABD de durum vahimdir; işte birkaç veri…

Amerika’da reel ücretlerin artış hızının son çeyrek yüzyıl boyunca üretkenlik kazanımlarının gerisinde kaldığını ve Amerikan milli gelirinden emeğin aldığı payın süratle gerilemekte olduğunu biliyoruz. Esnekleştirilmiş ve güvencesizleştirilmiş istihdam biçimleriyle Amerikan işgücü piyasaları, ücret maliyetlerinin baskılandırıldığı bir ortamda kapitalizmin gereği yüksek kârlılığı koruma altına alabilmiştir.

Ancak sorun sadece ücretlerin geriletilmesiyle sınırlı değil. Bunun da ötesinde, işgücü piyasalarında emekçiler arasında cinsiyete ve etnik ayırımcılığa dayalı sömürü biçimlerinin de derinleşerek sürdürüldüğü görülmekte.

‘Economic Policy Institute’nün, Amerikan ekonomisindeki esnekleştirilmiş istihdam biçimleri ve ücret eşitsizliğiyle ilgili verileri, ortalama olarak bakıldığında, siyahi kadın emekçilerin beyaz erkek çalışanlara görece her bir dolarlık ücret geliri başına sadece 67 cent kazandıklarını; yani ortalama yüzde 33 daha düşük ücretle çalıştıklarını belgeliyor. Dikkat edelim, söz konusu hesaplama “güvenceli - formel işler” için geçerli olup çoğunlukla göçmen ve alt sınıflara mensup kadın emekçilerin yoğun olarak istihdam edildikleri yarı zamanlı, esnekleştirilmiş ve çoğu zaman da kayıt dışı, geçici istihdam biçimlerini kapsamamaktadır. Bu farklılık Amerikan siyahi kadın emekçilerin karşı karşıya kaldıkları iki yapısal eşitsizliği bir arada dile getiriyor: Bir yanda cinsiyet ayırımcılığı, diğer yanda ise etnik kökenli ırk ayırımcılığı.[91]

Emekçiler için bu böyleyken; ABD’nin en zengin üç kişisi, 160 milyon Amerikalıdan daha fazla paraya sahip. Milyarderlerin en zengini Jeff Bezos’un 60 saniyede kazandığı para, Amerikalı ortalama bir ailenin bir buçuk senelik gelirine eşit. Gökdelenler, teknoloji devleri, çöken kamu hizmetleri sistemi ve gitgide küçülen zenginler zümresi arasında sıkışan 40 milyon Amerikalı yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve on milyonlarca insan daha hayatta temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Amerikalı işçiler gitgide daha uzun saatler çalışıyorlar fakat gelirleri azalıyor. Binlerce insan sağlık sigortası olmadığı için ölüyor ya da tedavi için tüm parasını harcıyor. Irka dayalı ayrımcılık ceza hukukunda hâlen kol geziyor ve iki milyondan fazla insan yok yere hapis yatarken, polisler sık sık haksız cinayetler işliyorlar.[92]

Devamla: ‘The Atlantic’ dergisine göre, California eyaletinin Hollywood otobanında yer alan evsizler kampında Orta Çağ hastalıklarının yayıldığını duyurdu. İğneler, çöpler ve farelerle dolu kampta tifüs, verem ve Hepatit A gibi hastalıklar yayılıyor. Halk sağlığı yetkilileri ve politikacılar bunu evsiz nüfusun dışına sıçrayabilecek bir felaket ve halk sağlığı krizi olarak ifade ediyor. Washington ve Seattle’daki evsizlerde ise dizanteri görüldüğü ayrıca New Mexico, Ohio ve Kentucky’de öncelikle evsizler ve uyuşturucu kullananlar arasında Hepatit A’nın yaygınlaştığı belirtiliyor. California Valisi Gavin Newsom 2019 Şubat’ındaki konuşmada barınma krizinin bir halk sağlığı krizi olduğunu belirterek, tifüs gibi bir Orta Çağ hastalığının 2019’un California’sında varlığını sürdürmesinin önemine değindi.[93]

Ayrıca borçları yüzünden iflas bayrağı çeken Detroit’in bir diğer yüzü kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış insanlar... ABD’de en çok suç işlenen 25 mahalleden dördü Detroit’te. Tüm ülkede en çok suç işlenen mahalle West Chicago ve Livernois Bulvarı arasında. 1000 kişi başına burada yılda 149.48 suç işleniyor. Tecavüz, cinayet, hırsızlık, uyuşturucu. Başınıza bir şey gelme ihtimali yedide bir… Bazıları 1960’lı yıllardan kalma 11 bin çözülmemiş cinayet vakası var. ABD’nin en çok cinayet işlenen ikinci şehri.[94]

Bu kadar da değil! ABD, dünyadaki konumunu yitirdikçe, ekonomisi bir zamanların refahını üretemez oldukça, toplumun kültürel canlılığı, dinamizmi de geriliyor; halkının ruh sağlı giderek bozuluyor. ABD en gelişmiş beş ülke içinde, depresyon (yüzde 4.8), anksiyete hastalığı (yüzde 6.7), madde bağımlılığı (yüzde 17.4) klasmanında birinci sıraya yükseliyor.

‘The New York Times’dan David Brooks da gençler arasında hurafelere inancın,[95] “okült”e ilginin hızla yayıldığını aktarıyordu. Benzer bir durumu XX. yüzyılın başında Avrupa’da, faşist rejimlere giden dönemde de görmek olanaklıdır.

ABD’de 18-24 yaş arasındakilerin yüzde 44’ü yıldız falına inanıyormuş. Tipik bir yıldız falı sitesinin günlük internet trafiği üç yıl öncesine göre yüzde 150 artmış. Cadılığa inanların (Wiccan) sayısı da hızla artıyormuş. Wiccan olduğunu açıklayanların sayısı 1990’da 8 binden 2000 başında 134 bine bugün de bir milyonun üstüne çıkmış durumda![96]

Federal hükümetin 2009’da yaptırdığı araştırmaya göre, her yedi Amerikalı yetişkinden birinin okuma düzeyi ancak resimli çocuk kitapları okuyacak düzeyde, bir ilaç prospektüsünde anlatılan yan etkileri anlayamaya dahi yetmiyor. Amerikalıların yüzde 25’i bağımsızlığın İngiltere’ye karşı kazanılmış olduğunu, yüzde 40’ı II. Dünya Savaşı’nda kime karşı savaştıklarını, yüzde 70’i anayasanın anlamını, yüzde 27’si başkanın yürütmenin başı olduğunu bilmiyor. Amerikalıların yüzde 71’i İran’ın nükleer silahı olduğuna, yüzde 33’ü Saddam’ın 11 Eylül’ü örgütlediğine inanıyor. 2006 yılında, savaşın en sıcak yıllarında 18-24 yaş arasındaki Amerikalıların yüzde 88’i haritada Afganistan’ı, yüzde 63’ü Irak, İran, İsrail’i bulamıyor![97]

Bu arada ABD hükümeti tarafından yüzde 85 oranında finanse edilen Freedom House, “güçlü sosyal sistemlere sahip ülkeleri en özgür olarak sıralarken” Amerika;[98] Belize, Yunanistan ve Hırvatistan ile birlikte 52. sırada yer alabiliyor![99]

Denilebilir ki ırkçı ve otoriter saplantılı Trump yönetimi altında ABD, bir toplum olarak, birçok açıdan Weimar Almanyası’nı anımsatan bir çürüme sergiliyor.

En başa, İslâmofobi ve yabancı düşmanlığındaki belirgin artışı, göçmen ailelerin maruz kaldığı insanlık dışı uygulamaları koyabiliriz.[100] Toplumda şiddet eğilimi de artıyor: 2019’un Mayıs ayı sonuna kadar, 148 kitlesel (FBI tarifine göre 4 + insanı hedef alan) silahlı saldırıda 149 kişi öldü, 500’den fazla insan yaralandı; 15 okulda silahlı saldırı gerçekleşti. Yılbaşından bu yana 5 bin 930 kişi silahlı saldırıda öldü. Büyük Normandiya Çıkarması’nda (D-Day) iki taraftan toplam 4 bin 400 kişi ölmüş. Hukuk da hızla ayaklar altına alınıyor: Başsavcı, kongrenin çağrısına, Trump da mahkeme kararına uymadığı için yasal ve anayasal sistemin bir kriz içinde olduğu söyleniyor.

ABD, BM’nin eşitsizlikleri ve ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik uluslararası anlaşmasını imzalamamış, eşit haklar yasasını mecliste onaylamamıştı. Bu ortamda siyaset sağa kaydıkça, kadın ve LGBTİ haklarının hızla aşınmaya başladığı görülüyor. Birçok eyalet kürtajı tamamen (tecavüz ve ensest, hatta fetüsün anne karnında ölmesi durumunda bile) yasaklarken, kimi güney eyaletlerinde düşük yapmak bile suç kategorisine sokuluyor. Beyaz üstünlüğü, ırkçı ideoloji yükseldikçe kadını çocuk doğurma makinesi gibi gören anlayış da güçleniyor.

Doğum sırasında kadın ölümlerinde ABD, gelişmiş ülkeler arasında açık farkla önde. Bu ölüm oranı 1979-86’da 100 binde 14’ten 2018’de 26’ya tırmanmış. Bu oran Finlandiya, İsveç ve İtalya’da yüzde 4, Fransa’da yüzde 8. Amerika’da, yoksulların yüzde 70’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor.

Irkçılığın ve cinsiyetçiliğin yükseldiği ortamda LGBTİ düşmanlığı yaygınlaşıyor. Örneğin Boston’da “homofobiğim ve gurur duyuyorum” diyen bir “heteroseksüel (straight) onur” yürüyüşü planlanıyor. ABD, alt-right (günümüzün faşizmi) hareketini dünyada yayan bir merkez olarak yükseliyor.

ABD’nin altyapısındaki (yollar, limanlar vb.) çürüme toplumda büyük kaygı yaratıyor. Bu çürümeye, gelir dağılımındaki bozulmayı, ücret artışlarındaki duraklamayı, ABD yaşam tarzını temsil eden orta sınıfın hızla erimesini, sağlık sigortasına, emeklilik fonlarına sahip olanların sayısındaki gerilemeyi, en zengin yüzde 0.1’in servetinin hızla artarak en alttaki yüzde 90’ın toplam servetinin 188 katına ulaşmasını, buna karşılık evsizlerin sayısının 2018 yılında yüzde 13 artmasını eklersek, karşımıza siyasi, ekonomik ve kültürel olarak Weimar Almanyası’nı anımsatan bir resim çıkıyor. Kapitalizmin en gelişmiş biçiminin hızla canavarlaşmakta olduğu görülüyor.[101]

Mark Malloch-Brown’un, “Birçok ülkede çok güçlü liderler var ve bu liderler oyunun kurallarına her zaman uymuyor. Burjuva demokrasisinin yerini şimdi de Sezarlar nesli alıyor,”[102] diye tarif ettiği küresel tabloda Fransa’dan ‘Ulusal Cephe’ lideri Marine Le Pen’in, “Bir dünyanın çöküşüne, yeni bir dünyanın doğuşuna tanık oluyoruz” sözleriyle Trump’ın seçim zaferine de değinip, değişimin önlenemeyeceğini ifadesi boşuna değildir.[103]

Trump’ın başkanlığı yalnız ileriye yönelik belirsizlikler doğurmakla kalmadı, mevcut dünyanın tanımadığımız karanlık yüzünü de taşan bir lağım çukuru gibi ortalığa döktü…

“Alternatif sağ” denilen, aslında bildiğimiz neo-faşizm. Ama “alternatif sağcılar”, her konuda “siyaseten usturuplu/ politically correct” olmaya karşı çıkarken, kendi “faşizmlerine” de “faşizm” demeyi reddediyorlar. “Faşist” yerine kendilerini kulağa daha makul(!) gelen “alternatif sağ” diye tanımlıyorlar.

Kim bu “alternatif sağcılar”?

Kadın düşmanları, yabancı... Müslüman... Yahudi düşmanları, siyah ırkın düşmanları, eşcinsel düşmanları... Liste böyle uzayıp gidiyor![104]

Trump’ın kitle tabanı da, yukarıdaki listeye uygun. Bir de buna kimi büyük sermaye temsilcileri ve generaller de göz kırpıyor…

Trump’ın baş stratejisti Steve Bannon, hem asker hem de Goldman Sachs kökenli. Esas özelliği, “alternatif-sağ” olarak bilinen, ırkçı, dinci akımın önde gelen entelektüellerinden olması.

İstediği zaman çat-kapı Oval Ofis’e girebildiği söylenen Bannon, Vatikan’da düzenlenen bir konferansta (2014), kapitalizmin krizini, neo-liberalizme, Davos elitinin bencilliğine, en önemlisi Batı’da Musevi-Hıristiyan geleneğinin gerilemesine, sekülarizmin yükselmesine bağlıyordu. Bannon’a göre, bu geleneğe dayalı bir kapitalizmi canlandırmak, özellikle de “İslâmcı faşizmin” küresel tehdidine karşı mücadele etmek gerekiyor. Bannon’un, görüşleri Avrupa faşizminin kurucularından, dinci bir faşizmi savunan Julius Evola’dan esinlenmiş…

Bannon, ‘The Washington Post’a gönderdiği bir mesajda “Yeni bir yönetim düzeninin doğuşuna tanıklık ediyoruz” diyormuş.[105]

O hâlde Beyaz Saray Sözcüsü Sarah Sanders’ın, “Bence Tanrı bizi farklı dönemlerde farklı roller almamız için çağırıyor ve Tanrı Donald Trump’ın başkan olmasını istedi,”[106] diyebildiği tabloda Prof. Cristóbal Rovira Kaltwasser’in şu uyarısını not etmekte yarar var:

“Kapitalizmin krizi, işsizliğin ulaştığı yüksek seviyeler, hem ülkeler arasında hem de tek tek ülkelerde oluşan derin gelir eşitsizlikleri, iklim değişiklikleri ve büyük göç dalgalarına tanık olduğumuz çağımız, dünya siyasetinde de (daha çok sağ olsa da) radikalizmi beraberinde getirdi. Bir yandan uluslararası ilişkileri takip eden düşünürler karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin önem kazandığını söylüyor, öte yandan dünya, Eric Hobsbawm’ın XX. yüzyılı kısaltarak tanımladığı ‘Aşırılıklar Çağı’nın bu kez aynadaki aksini yaşıyor sanki. Toplumsal eşitsizlikler nedeniyle müesses nizama karşı çok ciddi bir öfke biriktiğini görüyoruz.”[107]

Trump da bunun göstergesi değil mi?[108]

 

“SON(UÇ) MU?”

 

Trump (ile Trumpgiller), kapitalizmin otoriterlikten totaliterliğe evrildiği bir merhalenin veya “zamanımızın faşizmine” gidiş merhalesini hızlandıran bir simge ya da işaret fişeği, “zamanın ruhu”dur! Bu birincisi…

İkincisi de ABD emperyalizmin gerilediği gerçeği, yeni bir şey olmayıp; yıllardır söz konusu gerilemeye çözüm aradığıdır.

Evet Trump, kriz koşullarında ABD İmparatorluğu’nun ihtiyacı olan bir “çözüm”dür.

ABD emperyalizminin gerilemeye rağmen ve gerilemeye karşın yangınlar çıkartarak (militarizmin krizlerin aşılmasında en büyük birikim ve kontrol dalı olduğundan hareketle!) “Önce Amerika” stratejisiyle yolunu açma girişimidir.

Bu yönelimledir ki ABD İmparatorluğu er ya da geç Çin ile çatışmak; Rusya’yla da kapışmak zorunluluğuyla yüzleşecektir.

Bu iki hâl karşısında, “Tarihsel maddeciliğin temel önermelerinden biri şudur: Sınıflar arasındaki dünyevi mücadele, nihai olarak toplumun iktisadi ya da kültürel değil siyasi düzleminde çözülür,” diyen Perry Anderson ile “Bugün önemli olan üretici güçlerin gelişmesini hızlandırmak değildir. Durdurmak ve gelişmenin yönünü gözden geçirmek gerekir,” vurgusuyla Walter Benjamin’in işaret ettiği acil tedbirleri almaktır!

Yoksa…

 

5 Eylül 2019 09:02:51, Çeşme Köyü.

 

N O T L A R

[*] Newroz, Eylül 2019…

[1] Elias Canetti.

[2] “Reddit’in CEO’su Steve Huffman’ın göz lazer ameliyatı yaptırarak gözlüklerinden kurtulmasının normal şartlar altında fazla bir haber değeri olmaması beklenir. Oysa ‘The New Yorker’da yayımlanan uzun bir analiz bu haberle başlıyor. Huffman, lens ve gözlük takmaktan sıkıldığı için ameliyat olmamış. Dünyanın başına gelecek bir felakete hazırlıklı olmak niyetindeymiş. Evine bolca cephane ve yemek de stoklamış.

Silikon Vadisi’nin bu genç girişimcisinin, teknoloji dünyasının lider girişimcilerinde rastlanan bir tür tuhaflıktan mustarip olduğunu düşünerek bu haberi görmezden gelebilirdik. Oysa dünyanın sonu ya da büyük bir felaket ihtimaline karşı tedbir alan bir tek o değil.

Özellikle Silikon Vadisi’nin önemli isimleri bu meseleye bir hayli kafa yoruyor. Mesela eski bir Facebook yöneticisi, Pasifik’te bir adada beş dönüm arazi satın almış. Dara düşüldüğünde oraya yerleşmeyi planlıyormuş. Yakında yerleşim olmasından da mutlu. Bir kriz anında tek başına yaşanmayacağına, bir milis gücü oluşturulması gerektiğine inanıyor.

Bir başkası. Yahoo’nun eski yöneticilerinden. Silahlara da çok güvenmiyor. Herhâlde taş devrine döneceğimizden endişeli, okçuluk dersleri alıyormuş.

The New Yorker’ın incelemesi böyle birçok örnekle dolu. Burada da kalmamış hazırlıklar. ABD’nin hâli vakti yerinde olanları için Yeni Zelanda’da arsa ve ev almak, felaket gününe hazırlık anlamına geliyormuş. Trump’ın seçilmesinin ardından Yeni Zelanda’ya yönelik gayrimenkul talebi 17 kat artmış.

Trump seçmenleri de hâllerinden memnun değil. Amerikan ordusunun eski bir nükleer füze deposunu satın alan Trump seçmeni bir işadamı, depoyu yirmi beş aile için bir hayatta kalma alanına dönüştürmüş. Dış dünyayla temasın kesilmesi hâlinde beş sene boyunca kendi kendine yetebilecek şekilde tasarlanmış bu mekânda bütün evler çoktan satılmış…” (Özgür Mumcu, “Yeni Halkçılık”, Cumhuriyet, 4 Mart 2017, s.3.)

[3] Ceyda Karan, “Trump’lı Yeni Dünya”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2017, s.12.

[4] Ceyda Karan, “Trump Yasağı”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2017, s.13.

[5] Taha Akyol, “Amerika Nereye?”, Hürriyet, 23 Ocak 2017, s.22.

[6] Meryem Koray, “Feleğini Şaşırmış Dünyaya Bir Trump Yaraşır!”, Birgün, 11 Kasım 2016, s.8.

[7] Aslı Aydıntaşbaş, “Trump Kaygılandırdı”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2017, s.11.

[8] Emre Kongar, “Trump Küreselleşmeye Karşı 3”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2017, s.2.

[9] İsveç’teki Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) 2018’de ABD’nin yüzde 4.6 artışla 649 milyar dolarlık bütçeyle dünyada askeri harcamalara en çok para ayıran ulus olduğunu, onu yüzde 5 yükselişle 250 milyar dolarla Çin’in izlediğini rapor ettiğini dikkate almak gerekir. (Hayri Kozanoğlu, “Emperyalizm Yeniden”, Birgün, 23 Temmuz 2019, s.5.)

[10] John Bellamy Foster, “Late Imperialism/ Geç Emperyalizm”, Monthly Review, Temmuz-Ağustos 2019… https://monthlyreview.org/2019/07/01/late-imperialism/

[11] Aslı Aydıntaşbaş, “Trump Dikiş Tutmaz”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2017, s.11.

[12] Richard Stengel, “Amerikan Yüzyılı’nın Sonu Trump’la Gelecek”, Birgün, 30 Ocak 2017, s.5.

[13] Orhan Özkaya, “ABD’nin Tek Kutuplu Dünya Bozgunu”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 2019, s.2.

[14] Hilâl Kaplan, “Trump ve Tarihin Sonu”, Sabah, 14 Kasım 2016, s.7.

[15] ABD seçimlerinden önce de benzeri toptancı/ ucuzluklar kaydedilmişti!

“The Washington Post Gazetesi’nin anketine göre Hillary Clinton yüzde 47, Donald Trump ise yüzde 43’te… Piyasaların ise Trump’ın olası bir zaferine hiç hazırlıklı olmadığını görüyoruz.” (Cüneyt Başaran, “ABD’de Seçim Öncesi Son 3 Gün”, Haber Türk, 5 Kasım 2016, s.9.)

“Amerika’nın seçim yarışında hiç umulmadık bir şey oldu ve bu seçimin asıl kazananının Amerikan Müslümanları olacağı şimdiden belli oldu.” (Serdar Turgut, “ABD Seçiminin Asıl Kazananı: Müslümanlar”, Haber Türk, 5 Kasım 2016, s.2.)

[16] Taner Timur, “Lincoln, Trump ve... Zuckerberg?”, Birgün, 30 Ocak 2017, s.10.

[17] “En Zengin Başkan Oluyor”, Hürriyet, 23 Ocak 2017, s.11.

[18] ‘İsmi, fiziği annesi Ivana’ya benzese de o kesinlikle babasının kızı… “Sıradan olan her şey beni öldürür.” Bu sözleri sarf eden Ivanka, 15 yaşında tabloidlerden moda dergilerine sıçradı. Önce ‘Seventeen’ dergisinin kapak kızı oldu. Tommy Hilfiger’ın reklam kampanyasında, Versace podyumunda yer aldı. Ama Donald Trump, 1997’de New York Times’a verdiği röportajda kızı çok para kazansa da bu duruma hiç sıcak bakmadığını söyledi. Ivanka da, İngiliz The Guardian’da yer alan bir makaleye göre modellik kariyerini “Mankenler hayatınızda görebileceğiniz en cadaloz, manyak insanlar” diyerek sonlandırdı.

20 yaşında yapımcı Bingo Gubelmann ile birlikte oldu. İlişkileri üç yıl sürdü. Ayrılınca, teselliyi bisiklet şampiyonu Lance Armstrong’da aradı.

Eğitim hayatı boyunca ‘sınıfın çalışkan kızı’ oldu. 2004’te Pensilvanya Üniversitesi’nde İktisat Bölümü’nü dereceyle bitirdi. Mezun olduktan sonra aile imparatorluğuna ‘yokum’ dedi, soyadından soyutlanmak için emlakçı Bruce Ratner’ın firmasında çalıştı. Bir yıl sonra, aile işine şu gerekçeyle döndü: “Hayatım boyunca soyadımızın gölgesi altında kalmaktan korktum. Sonra fark ettim ki, gölgede kalmak için hiç de fena bir yer değil. Babamın gölgesinde de ışıldarım.”

Kariyer anlamında 10 yıldır babasının yanında. Hatta Trump’ın reality-show’u ‘Celebrity Apprentice/ Çırak’ta jüri üyesi olarak bile yer aldı. Kardeşleri Eric ve Donald Jr. ile ‘Trump Organizasyonu’nun Başkan Yardımcısı’ olarak görev yapsa da Ivanka’nın ‘şirkette kimsenin olmadığı kadar yetki sahibi’ olduğu biliniyor. (Aslı Barış, “Ivanka Trump: ‘Babamın Gölgesinde de Işıldarım”, Hürriyet, 19 Kasım 2016... http://www.hurriyet.com.tr/ivanka-trump-babamin-golgesinde-de-isildarim-40282348)

[19] “Trump’ın Dedesi Pezevenkmiş!”, 9 Kasım 2016… http://redaktif.net/2016/11/09/trumpin-dedesi-pezevenkmis/

[20] Adaner Usmani (Jacobin), “Donald Trump’un Seçilmesinin Ne Anlama Geldiği - Ve Gelmediği - Üzerine Yedi Tez”, Birgün, 14 Kasım 2017, s.5.

[21] Vedat Bilgin, “Trump Ne Yapar Ne Yapamaz?”, Akşam, 14 Kasım 2016, s.14.

[22] ABD’de Cumhuriyetçi Parti başkan aday adaylarının son tartışmasını izlediğim 15 Aralık gecesinden söz ediyorum. Adaylar, militarizm, emperyalizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, kendi vatandaşlarına yönelik casusluk gibi alanlarda birbirleriyle yarıştılar. Başkan aday olma hakkını kazanacak olanın karşısına çıkması beklenen Demokrat Parti adayı Hillary Clinton’un da, militarizm, emperyalizm, konularında bunlardan aşağı kalmadığını düşününce korkmamak elde değildi… Görünen o ki, Obama döneminin umut, iyimserlik, “Nobel Barış Ödülü” iklimi artık geride kalıyor, Clinton kazansa bile, dış politikada “imparatorluk projesi” tekrar gündeme geliyor... (Ergin Yıldızoğlu, “Gerçekten Korkutucu Bir Geceydi”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2015, s.9.)

[23] Vijay Prashad, “Seçmen Canavarlara Vekalet Verdi”, Birgün Pazar, Yıl:13, No:505, 13 Kasım 2016, s.6.

[24] The Financial Times 14 Haziran 2016.

[25] The Atlantic.

[26] Ergin Yıldızoğlu, “Bir Semptom Olarak Trump”, Cumhuriyet, 26 Mayıs 2016, s.9.

[27] Ergin Yıldızoğlu, “Trump’ı Seyrederken…”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 2017, s.9.

[28] Pelin Ünker, “… ‘Radikal Trump’ Kâbusu: Şu An Dehşet İçindeyim”, Cumhuriyet, 12 Kasım 2016, s.9.

[29] Seçimin basit rakamları: Seçmenlerden yüzde 46.9’u oy kullanmadı. Yüzde 25.6 Clinton’a oy verdi. (Demokrat) Yüzde 25.5 Trump’a oy verdi. (Cumhuriyetçi) Yüzde 1.7 Johnson’a oy verdi. (Libertarian) Yüzde 0.5 Stein’e oy verdi. (Yeşiller)

İlk dikkati çeken noktalar şöyle: Trump’un oyu 60.171.232… Clinton’un oyu: 60.633.503… Yeşil aday Stein’in oyu ise 1.2 milyon kadar. Clinton, Trump’dan 462.000 fazla oy almış. Bu az bir fark değil; yüzde 0.7. Ama dolaylı seçim sistemi sayesinde Trump kazandı. (Chris Stephenson, “Rakamlarla ABD Seçimi ve Sol Siyaset: Trump Kazanmadı; Clinton Kaybetti”… http://t24.com.tr/yazarlar/chris-stephenson/rakamlarla-abd-secimi-ve-sol-siyaset-trump-kazanmadi-clinton-kaybetti,15886)

[30] Ceyda Karan, “Trump’ın Şahinleri”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2016, s.13.

[31] Ergin Yıldızoğlu, “Kriz, Trump ve Savaş”, Cumhuriyet, 17 Kasım 2016, s.9.

[32] Mine Söğüt, “Amerika’da Seçimleri Kim Kazandı Sahi?”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2016, s.11.

[33] Ömür Şahin Keyif, “Sermayenin Siyaseti”, Birgün, 19 Şubat 2019, s.5.

[34] “İmparator Çaptan Düşüyor”, Gündem, 5 Aralık 2013, s.13.

[35] James Petras, “İmparator’un Galeyanı: Dünyayı Kaos Kuşatsın!”, Kaldıraç, No:159, Eylül 2014, s.73-76.

[36] Mithat Fabian Sözmen, “Afganistan ve Irak’ta İşgalden Geriye Kalanlar”, Evrensel Pazar, 8 Eylül 2013, s.6-7.

[37] Verda Özer, “Amerika’nın Devri Bitti mi?”, Hürriyet, 5 Ağustos 2014, s.21.

[38] Peter Symonds, “İran Nükleer Müzakeresi: ABD Yeni Savaşlara Hazırlanıyor”, Gündem, 21 Nisan 2015, s.13.

[39] Andrew Bacevich, “Obama’nın Gizli Savaşçıları”, Evrensel, 1 Haziran 2012, s.8.

[40] Yaman Törüner, “Üçüncü Harita Amerika”, Milliyet, 11 Ocak 2016, s.9.

[41] İkinci yüzde 54.8’le Yemen, üçüncü yüzde 45.7’yle İsviçre, dördüncü yüzde 15’le Avustralya. (“Kalaşnikof’un Yeri Savaş Meydanıdır”, Hürriyet, 27 Temmuz 2012, s.16.)

[42] Michael Moore, “Asıl Sebep Silahlar Değil”, Radikal, 31 Temmuz 2012, s.17.

[43] “ABD Nerede Hata Yapıyor?”, Milliyet, 25 Temmuz 2012, s.16.

[44] “ABD’de Silahlı Saldırıya 15 Bin Kurban”, Sabah, 4 Ocak 2018, s.6.

[45] “ABD Polisi Her Gün İki Kişiyi Öldürüyor”, Milliyet, 1 Haziran 2015, s.19.

[46] “Batman Canisinden Sonra ABD’de Silah Satışları Patladı”, Hürriyet, 26 Temmuz 2012, s.8.

[47] “AVM’de Irkçı Katliam”, Yeni Yaşam, 5 Ağustos 2019, s.9.

[48] “Saldırganlar, Trump’ın Irkçılığından Cesaret Aldı”, Evrensel, 6 Ağustos 2019, s.9.

[49] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Yeni Faşizm, Irkçılık, Suriyeliler”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 2019, s.11.

[50] Ömür Şahin Keyif, “ABD Kongresi Trump’tan Ne İstiyor?”, Birgün, 18 Aralık 2019, s.5.

[51] Ronald Radosh, “ABD Yönetimi ve Sağcı Otoriterler”, Birgün, 14 Ocak 2019, s.5.

[52] “Venezüella, Küba ve Nikaragua’yı ‘Sosyalizm Yardakçıları’ Olarak Nitelendiren ABD Emperyalizmi, Yeni Yaptırımlarını Duyurdu”, 18 Nisan 2019… http://direnisteyiz25.org/Venezüella-kuba-ve-nikaraguayi-sosyalizm-yardakcilari-olarak-nitelendiren-abd-emperyalizmi-yeni-yaptirimlarini-duyurdu/

[53] “Eski ABD Askeri: Irak ve Afganistan Savaşları Gereksiz”, Birgün, 12 Temmuz 2019, s.5

[54] Türkkaya Ataöv, “Tanrı Kimin Yanında?”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2019, s.2.

[55] “Kongre’nin Onayına İhtiyacım Yok”, Yeni Yaşam, 26 Haziran 2019, s.9.

[56] “İran-ABD Savaşına Ramak Kaldı”, Yeni Yaşam, 22 Haziran 2019, s.9.

[57] “Trump, İran’a Saldırı Emri Verdi”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2019, s.16.

[58] Zülal Kalkandelen, “Amerikan Hegemonyasının Sonu”, Cumhuriyet, 31 Mart 2019, s.4.

[59] Ergin Yıldızoğlu, “Yangın Yerinde Mazotla Dolaşmak”, Cumhuriyet, 25 Şubat 2019, s.11.

[60] “Trump Odağa ‘Ekonomik Güvenliği’ Koydu”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2017, s.13.

[61] Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Neron ve Imperium Redux”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2018, s.9.

[62] Ceyda Karan, “Trump’ın Stratejisi”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2017, s.7.

[63] Ergin Yıldızoğlu, “ABD: Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2017, s.9.

[64] Ergin Yıldızoğlu, “İkinci Restorasyon Hamlesi”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2017, s.9.

[65] Ergin Yıldızoğlu, “Trump ve Clinton”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2016, s.9.

[66] “Trump: Çin Çok Şımardı”, Birgün, 19 Mayıs 2018, s.5.

[67] Nilgün Cerrahoğlu, “Trump’ın Burnundaki Sinek”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2018, s.7.

[68] Adaner Usmani (Jacobin), “Trump Üzerine Yedi Tez”, 10 Kasım 2016… https://dunyadanceviri.wordpress.com/2016/11/10/trump-uzerine-yedi-tez-adaner-usmani-jacobin/

[69] Cansu Çamlıbel, “Soli Özel: Trump Üzerinden Avrupa Sağı Uyarısı: Domino Etkisi Yapacak”, Hürriyet, 14 Kasım 2016, s.20.

[70] Ergin Yıldızoğlu, “Ulusalcı Enternasyonalizm”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2017, s.9.

[71] Ömür Şahin Keyif, “Böyle Bir Hareketlilik En Son 60’larda Görüldü”, Birgün, 31 Ocak 2017, s.4.

[72] Nilgün Cerrahoğlu, “Büyük Trump Turnesi Cumhuriyet, 27 Mayıs 2017, s.11.

[73] “Trump’a Duvar Onayı”, Cumhuriyet, 28 Temmuz

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI