Bugun...

“Milletvekili parti programını savunmayacak da neyi savunacak?”

“Milletvekili parti programını savunmayacak da neyi savunacak?”

“İddianame fezlekeler yönüyle partimin programıyla da hiç karşılaştırılmamış. DTP, BDP, HDP; üç partide de görev yaptım. Özellikle son 20 fezleke partimin Programı’nda savunduğu ilkelerle ilgili. Bir partinin Eş Genel Başkanı ve milletvekili parti programını savunmayacak da neyi savunacak?

“İddianamenin bu karşılaştırmayı da yapması lazımdı. Bu kişinin yaptığı bir siyasi faaliyet midir, kendi programında olan bir görüşü mü savunmuş, yoksa başka birinin görüş ve düşüncesini mi savunmuş? Bunu parti programını fezlekelerle karşılaştırarak ortaya çıkarabilirdi. Onu ben yapacağım.

“Suçsuzluğumu ortaya çıkarmaya çalışacağım. Ama iddia makamının lehime olan delilleri toplaması, bu karşılaştırmayı yapması gerekir.

“Parti Programı ile birebir örtüşen fezlekeleri de siyasi faaliyet kapsamında değerlendirmeliydi. Onlar doğrudan HDP’nin parti Programı’nda olan görüşlerdir. Suç değildir, ifade edilmesi de suç değildir. Bunun başka yasa dışı örgütler, dünyadaki herhangi bir terör örgütü, bir illegal örgüt tarafından savunulması suç haline getirmez. ‘Parti Programında var’ demesi lazım. Dememiş, hiç bakmamış.

“Selahattin Demirtaş sanki bir partinin üyesi değilmiş gibi soruşturma yürütmüş. Herhangi bir siyasi görüşü yok, bir partiyi temsil etmiyor, partisi ne diyor bakılmamış. Partinin Programı da Tüzüğü de beni bağlar. Bunun dışında konuşmam parti suçu oluşturur. Onun içinde siyasi faaliyet yürütmem de herhangi bir cezai anlamda suç oluşturmaz. Ben o görüş ve düşünceleri savunurken eğer şiddeti teşvik ediyorsam, parti programında olan görüşleri demokratik, yasal yol ve yöntemler dışında başka bir yöntemle hayata geçirmeye çalışırsam suç olur. Ama konuşmanın kendisi, suç kabul edilemez. Parti Programı suçlanmış bazı fezlekelerde. Oysa parti programı yargı denetimine tabidir, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı denetler. Eğer Yargıtay’ın itirazı varsa, programın düzeltilmesini ister, hatta kapatma davasına kadar gidebilir. Ama o program yürürlükteyken bir parti üyesi programı savundu diye yargılanamaz, suçlanamaz.

“Numune olsun diye, bir satır lehe delil yok”

“Bu şekilde iddianame, 48 klasörden oluşan iddianame, bir satır, bir satır bile şüpheli ile ilgili lehe delil olmadan önümüze getirildi. Örnek, numune olsun diye bir satır lehe delil yok. ‘Bu adam burada da barışı savunmuş, çözümü savunmuş şiddete de şurada karşı çıkmış’ dememiş.

“Bütün motivasyonu örgüt yöneticiliği, FETÖ’nün hazırladığı delillerle 6-8 Ekim yoğunlaşması. İddianame bu saiklerle hazırlanmış. Gerçekte beni kuvvetli delillerle yargısal anlamda cezalandırma isteğinin çok ötesinde siyasi anlamda cezalandırmak, siyasi sonuç elde etmek, en hızlı şekilde ülkenin gündemine siyasi etki doğurabilecek bir yargılama faaliyetini başlatmak üzere hazırlanmış bir iddianame. Aksi takdirde her bir davayı ayrı ayrı açabilirdi. Daha adil, daha etkili yargılama olabilirdi.

“Gündemi, yılları, şehirleri ayrı 31 fezleke birleştirildi”

“Burada birleştirilmiş 31 ayrı dava görülüyor. Gündemi ayrı, yılları ayrı, şehirleri ayrı 31 ayrı siyasi faaliyetimin davası görülüyor ve ben bunlara bir mahkemede birkaç duruşmada cevap vermek zorunda kalıyorum. Bunun adı adil yargılama olamaz. 31 fezleke birleştirilerek yeni bir algı yaratılmak isteniyor.

“Dokunulmazlık beni korusun diye var”

“Bir de neden birleştirme metotlu fezleke var? Dokunulmazlık aleyhimize kullanılmış durumda. Dokunulmazlık nedeniyle 2009 - 2010 yılında hazırlanmış fezlekeler davaya dönüşmemiş.

“Dokunulmazlığım olmasa davaya dönüşecek, bitecek. Cezaysa ceza, beraatse beraat. Bitmiş olacak. Dokunulmazlığım olduğu için durmuş orada. 2011’de de fezleke gelmiş. Dokunulmazlığım olmasa yargılanacağım. Ya aklanacağım ya aleyhime hüküm kurulacak. Hep dokunulmazlığım olduğu için birikmiş fezlekeler var. Bu dokunulmazlık beni korusun diye var. Dosyalarım biriksin de bir savcı bunları birleştirsin, dokunulmazlığımın varlığını aleyhime kullansın diye yok. Bu fezlekeler dokunulmazlığımın varlığı nedeniyle birikmiş. Dokunulmazlık beni korusun diye var. Şimdi bunu aleyhime dönüştürmüş.

“Sen misin dokunulmazlık sahibi olan, hepsini birleştiriyorum. 2011’de davası açılsaydı, 2017’deki fezleke ile birleştirilebilir miydi? Hayır. Yargılanacaktım, bitecekti. Dokunulmazlığımın varlığı aleyhime kullanılmış. “Suç işleme isnadıyla hareket edildiği için çok sayıda fezleke oluştu” diyemez. Dokunulmazlık nedeniyle birikmiş, birleştiremezdiniz. Bunu yapabilmenizin nedeni dokunulmazlığın varlığı, 10 yıl sonra hakkında dava açılabilmiş. Bu da usule, dokunulmazlığın ruhuna aykırı. Savcı, iddia makamı dokunulmazlığımı aleyhime bir unsur olarak kullanmıştır. Bundan dolayı bu birleştirmeler usule de adli yargılanma ilkesine de aykırı.

“Avukat arkadaşlarım hatırlattı; Kars Milletvekilimiz Ayhan Bilgen de 6-8 Ekim fezlekesinden dolayı tutuklandı, 8 ay tutuklu kaldı. Kendisine fezlekede isnat edilen suçlama ve sevk maddesinden tutuklama yapıldı, ama iddianame örgüt üyeliğinden düzenlendi. Ve Diyarbakır’daki üst numaralı mahkeme yeni bir suç isnadı yöneltilemeyeceğine dair ara karar verdi. Ve Ayhan Bilgen’in tahliyesi öyle gerçekleşti. “Sen hakkında örgüt üyeliği fezlekesi olmayan bir milletvekilini örgüt üyeliği ile yargılayamazsın” dedi Diyarbakır’daki mahkeme. 6-8 Ekim, 2911’e göre yargılayabilirsiniz, suçlama da buna dair olabilir. Yeni bir suçlama olacaksa, yeni bir fezleke ve yeniden dokunulmazlığın kaldırılması gerekir.

“Hukuki yanlışlıklarıyla birlikte kabul edilmiş bir iddianamedir”

“Kovuşturma süreci ile ilgili iddianameyi mahkeme kabul ederken, dünden bu yana anlatmaya çalıştığım usulsüzlükleri, yasa dışılıkları, politik yönleri hiçbir şekilde tartışmadan iddianamenin eksiklerini, hukuka aykırılıklarını gözetmeden kabul etti. İddianamenin kabulü aşamasında mahkemelere 15 gün tanınıyor. Bu süre zarfında sanık ve sanık vekilleri sürece dahil olamıyor. İddianame neye aykırı, neye uygun, göremiyorsunuz. Gizlilik kararı var. İddianamenin kabulüyle birlikte gizlilik kararı kalkıyor, ondan sonra görebiliyorsunuz. “İddianameye dair söz söylemek soruşturma aşamasında mümkün olamıyor. Kovuşturma aşamasının başlangıcında da bizler itirazda bulunamıyoruz. Yani ‘mahkeme iddianameyi kabul etmeden şunlara dikkat etsin, şunları gözetsin’ deme şansımız olmuyor. Mahkeme iddianameyi kabul ederken savcının gönderdiği tüm belgeleri, hiç tartışmadan, yeni değerlendirmeye tabi tutmadan, ‘şurası yanlış, eksik’ demeden olduğu gibi kabul ediyor. Önünüzdeki iddianame tüm hukuki yanlışlıklarıyla birlikte kabul edilmiş bir iddianamedir. 

“YSK referandum tarihini belirledikten sonra ilk duruşma tarihi belirlendi”

“Şuna özellikle dikkat edildi iddianamenin kabulüyle birlikte, duruşma gününün belirlenmesi. Anayasa değişikliği biz tutuklanır tutuklanmaz parlamentoya sunuldu. Soruşturma aşamasında Meclis çalışmaları sürdü. Anayasa değişikliği parlamentoda şekillenirken kovuşturma aşamasına geçildi. İddianame kabul edildi, dava açıldı. Gün verilmesi beklenirken ilginç bir şekilde belirlenmedi, YSK referandum tarihini belirleyinceye kadar. YSK referandum tarihini belirledi 16 Nisan, beni yargılayacak mahkeme duruşma tarihi belirledi; 28 Nisan. Referandumdan 12 gün sonra. Yani bu durumda bir ara kararla tahliye edilmezsem referandumu da içeride geçireceğim kesinleşti. Bütün duruşmalar referandumdan sonraya verildi.

“İlk duruşmamın tutuklanmamdan yedi ay sonraya verilmesi normal bir durum değil. Bir milletvekilini gece yarısı evini basıp alıyorsunuz. ‘Hemen yargılamamız lazım’ diyorsunuz. Ee yargılayın. Neden yedi ay sonraya gün veriyorsunuz? Bunlar adil yargılama konusunda, siyasi baskı konusunda şüphe uyandırıyor. Bunlar tesadüfi tarihler değildir.

“Referandum tarihi belirlendiğinde mahkemeye el yazımla dilekçe yazdım. Dosyaya el yazımla giren tek dilekçemdir. ‘Referandum tarihi belirlendi. Partimin parlamentoda grubu var. Böyle tarihi bir süreçte, Türkiye referanduma giderken tutukluluk halim Türkiye’deki siyasi dengeleri değiştirecek bir etki yaratır. Tutuklanmamın yargısal amaç dışında siyasi amaca hizmet etmesine yol açar. Tahliye talep ediyorum’. Bu minvalde bir dilekçe. Hala cevap vermiş değil mahkeme. Kabul, ret; cevap yok. O tarihten bu yana, 1 yıldan fazla zaman geçti, Demirtaş’ın tek tahliye talebi budur. Türkiye’de siyasi süreç belirlenirken dışarıda, partimin başında olmam gerekiyordu. Yargının da bunu gözetmesi gerekiyordu. ‘Böyle bir dönemde tutuklu olması yanlıştır, hemen savunmasını alacağız, tahliye durumunu değerlendireceğiz’ demesi lazımdı. Yazılı dilekçeye mahkeme hala cevap vermiş değil. Buna bile tenezzül edilmedi. Oysa bu bir rica değil. Hakkımdır. Yokmuş gibi davranılamaz. Ama yokmuş gibi davranıldı.

“Yargı referandum sürecine müdahale etti “

“Aleni bir şekilde yargı olarak referandum sürecine müdahale ettiniz. Benim ve partimin diğer etkili sözcüleri tutuklandı. Kampanya yürütemedik, miting yapamadık, televizyona çıkamadık, demeç veremedik. Referandum bu ortamda yürütüldü. Dışarıda da baskı altına alındık. Sözcülerin neredeyse tamamı tutuklandı.

“Bu nasıl bir tesadüftür ki, ilk duruşma da referandumdan sonraya, 28 Nisan’a verildi. 28 Nisan’da duruşmaya mı çıktık? Hayır, işte dün çıktık ilk duruşmaya. Anlaşılıyor ki, referandum tatmin etmemiş. Bıçak sırtı, bir sonraki seçimler de kritik, ayarlama yapılacak. Yoksa Selahattin Demirtaş böyle bir dosyadan dolayı nasıl bu kadar tutuklu kalabilir? Nasıl 15 ay 10 gündür hakim karşısına çıkarılmadan cezaevinde tutulabilir? Nasıl bir milletvekili 15 ay boyunca sorgusuz sualsiz, evi basılarak alınmış, ‘Acelemiz var, gel seni yargılayacağız, ifadeni alacağız’ denilmiş ve bir milletvekili 15 ay 10 gün sonra ilk defa dosyanın açıldığı yerden başka bir mahkemede ifade vermiş.

“Bunların hepsi siyasi tezgahlar, siyasi oyunlardır. Soruşturma aşamasının, kovuşturma aşamasının izlenimleri budur, bende yarattığı izlenim budur. Dün de belirttim, adil yargılanma ile ilgili, öncelikle sanık ne hissediyor, o önemlidir. Sanığın adil yargılandığına göre bir hissiyatının oluşması lazım. Çok az insan suçunu kabul eder. Cezaevlerinde böyledir, tek bir suçlu bulamazsınız. Herkes masumdur. Doğrudur, herkesin hissiyatı farklıdır. Ama herkes mahkeme önünde adil yargılandığını hissetme hakkına sahiptir. Görsel, şekilsel, içerik, usul yönünden, davranış yönünden, her yönüyle. Bu, defalarca içtihatlara yansımıştır. Hukuk fakültelerinde bize öğretilmiştir.

“Sıfır bir adil yargılanma duygusu içerisindeyim”

“Ben adil yargılandığıma, yargılanacağıma dair şu kadar hissiyata sahip olsaydım samimiyetle söylüyorum hatırınızı kırmazdım. Derdim ki, adil yargılanacağımı hissediyorum. Sıfır. Sıfır bir adil yargılanma duygusu içerisindeyim. Çünkü yapılanlar –bana göre- yapılacakların garantisi gibi görünüyor. Çünkü dosya yönlendirildi ve önünüze geldi.

“Siz, ‘Biz adil yargılayacağız kardeşim’ deseniz de bu dosyayla, oluşturulmuş bu algıyla adil yargılayamazsınız. Adil yargılama imkanını bitirdiler. Bunu yarattılar. Bitti. İlga edildi. Düzeltilemez. Adil yargılanma hakkım ihlal edildi, bitti. Bunu, ileride mahkeme kararlarıyla göreceğiz. Hangi mahkeme bilemem. Umarım iç hukukta sonucunu alırım.

“İlk defa İdris Baluken dosyasında icat edildi”

“Yargı huzuruna çıkanlar oldu. Mesela Grup Başkanvekilimiz İdris Baluken, yanılmıyorsam benden birkaç gün önce duruşmaya çıktı, Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıktı. Savunmasını yaptı ve tahliyesine karar verildi. İdris Baluken tahliye edildi. Savunması alınmış, kaçma şüphesi yok, delilleri karartma şüphesi yok. Bunların hepsini takdir etmiş mahkeme ve ‘tahliyesine’ demiş. 18 gün parti çalışmalarına katıldı, grup toplantılarına katıldı, parlamento çalışmalarına katıldı. Kendisi hekimdir, ama sağlık sorunu vardır, küçük bir ameliyat geçirdi, içerideyken de zorlanmıştı.

"18. gün, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı tahliyeye itiraz etti. Tam 18 gün sonra. Usulde böyle bir şey yok. Tahliye kararlarına savcı tarafından itiraz edilmez. Böyle bir yetkisi, hakkı yok. Bugüne kadar Türkiye’de örneği görülmemiş. Bunu denetleyecek bir mercii yok çünkü. Mahkemenin aldığı ara karar kendi sanığının, kendi dosyasının hakimi olduğu dosyadır. Sanığı yüz yüze görmüş olan, mimiğini, jestini, hareketini, tavrını, davranışını, savunmasını bire bir dinlemiş olan, hakimin kendisidir. Ha, yine tutukluluk der. Ama tahliye önemli bir karardır, özgürlüğe dairdir. Önemli bir takdir yetkisidir. Kişisel olarak kullanılır. Yani sadece o yargılamayı yapan heyet önemli ölçüde buna vakıftır. Bunun dışında da tahliye kararları verilir. İtirazla üst mahkemede vs. Ama en doğru tahliye kararını her zaman ilk derece mahkemesi verir. Bu nedenle savcılara, tahliyeye itiraz usulü CMK’da tanınmamıştır. Çünkü tahliye, lehe bir karardır. Lehte karara karşı, sanığı korumak adına, savcılara, iddia makamına bu tür yetkiler tanınmamıştır.

“İlk defa İdris Baluken dosyasında icat edildi. CMK’da olmayan, bugüne kadar uygulaması görülmemiş bir şeyi Diyarbakır Başsavcısı yaptı. 18 gün sonra. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını yanılmıyorsam üst mahkeme 1. Ağır Ceza Mahkemesi bozdu.

“Yargı tarihinde ilk defa önemli bir durumla karşılaşılıyor. Neye göre karar verecek? Savcının böyle bir hakkı yok. Hakkı varsa bunun bir süresinin olması lazım. Çünkü ara kararlara itiraz bildiğim kadarıyla bir haftadır. 18 gün geçmiş. Usulden mi reddetse, usule mi geçmiş, bir şeye dayanması lazım. Fakat CMK’da yok ki ona dayansın. Böyle bir uygulama yok. Böyle bir kanuni dayanak yok. Hakimin yapması gereken, bir cümleyle şu olmalıydı, ki Sincan Ağır Ceza Mahkemesi bir IŞİD’linin tahliyesine müdahil tarafın yaptığı itirazda bu kararı verdi. Dedi ki, sanığın tahliyesine itiraz edilemez, böyle bir müessese yoktur. Ve üst mahkeme reddetti. Daha doğrusu, kararı veren mahkeme böyle bir usul yoktur deyip üst mahkemeye göndermedi bile. Ama Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi, milletvekilimiz İdris Baluken’in tekrar tutuklanmasına karar verdi. Neye dayanarak? Hangi yasa? Belirtmiyor.

“Beni yargılayacak mahkemenin, heyetin iradesi kırıldı”

“Beni yargılayacak heyet de aynı heyet. Dolayısıyla beni yargılayacak mahkemenin, heyetin iradesi kırıldı zaten. 28’inde ben duruşmaya çıkacağım, benden birkaç gün önce İdris Baluken yargılandı.

“Beni yargılayacak mahkeme de, 8. Ağır Ceza Mahkemesi, bunun üzerine Diyarbakır’da güvenlik yok ben Demirtaş’ı yargılayamam dedi. Aslında o güne kadar öyle bir şey yoktu. Diyarbakır’a götürülmem bekleniyordu. Hatta öyle ki, Hakkari milletvekillerimiz, Hakkari’de güvenlik yok diye Diyarbakır’a nakledildi dosyaları. İdris Baluken, Bingöl’de açılmış dava, ‘güvenlik yok’ diye Diyarbakır’a nakledilmiş, orada yargılanıyor. Benimki Diyarbakır’da, güvenlik yok diye Ankara’ya naklediliyor. Ne zaman? İdris Baluken’in tahliye kararına müdahale edildiği zaman.

“Heyetin başına gelenleri anlatmaya çalışıyorum. Ya bu nasıl bir anlayıştır. Yargı kararını versin. Soruşturma zaten kötü yürütüldü. Bari kovuşturma aşamasında. Kimse hakime telefon açıp şunu yap, bunu yap diyemez. Nasıl baskı oluşturacak, böyle. Kamuoyu baskısı, kararlar üzerinde baskı. 8. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, kendi sanığını tahliye ederken, bu kadar mı vasıfsız, bu kadar mı niteliksiz bir ekipti ki, komşusundaki 1. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi, hayatında yüzünü görmediği sanık için ‘hayır sen yanlış karar vermişsin bunun tutuklanması lazım’ diye karar veriyor. Ben olsam incinirim. Benim kararlarım denetime tabi olsun da, tahliye kararına itiraz usulü yok kardeşim, nasıl bunu yaparsın.

“Hakimi resmen hiçleştirmektir bu. Baluken kararı bunun önünü açtı. Aynı karar Ferhat Encü dosyasında uygulandı. Siirt vekilimiz Besime Konca tahliye edildi, aynı dereceli mahkeme tahliye kararını kaldırdı. Ayhan Bilgen, Meral Beştaş, aynı akıbete uğradı. Fakat sonra ortaya çıktı ki, birileri her halde ‘yasayı ihlal ediyoruz, suç işliyoruz’ diye düşünmüş olacak ki, en son KHK’ye Cumhuriyet Savcılığı’na mahkemenin verdiği tahliye kararına itiraz usulü kanuna konulmuş, eklenmiş oldu. Şimdi bundan sonra yaparlarsa OHAL KHK’sine dayanarak, onlar da sonuçta Anayasa’ya aykırıdır, ama yasal dayanakla yapacaklar. CMK’de o olmadan ağır suçlar işlediler milletvekillerine karşı.

“IŞİD’liler tahliye olurken milletvekillerimiz tutuklu”

“IŞİD’liler elini kolunu sallayarak tahliye olurken, müdahil tarafın yaptığı itirazlar usulde böyle bir şey yok denilerek reddedilirken, milletvekillerimiz halen tutuklular içeride. Milletvekilliği devam ettiği sürece hükümlülüğü devam ettirilemez. Tutuklular, sorguya çekilir vs., ama hüküm infaz edilemez. Ne zaman? Milletvekilliğinin düşmesi lazım. Nasıl? Ya hükümlülük parlamentoya tebliğ edilir, okunur ya da dönem sonunu beklersiniz bir daha milletvekili seçilmez, milletvekilliği düşer. Üyelik sıfatı varken siz onu cezaevine koyamazsınız.

“Çünkü Anayasa şunu düşünmüş, demiş ki, ‘Bir milletvekilinin cezası kesinleşse bile o milli iradenin temsilcisidir, önce bir parlamentoya sorulsun, onu cezaevine koymadan önce. Parlamento eğer vekilliğini düşürürse infaza geçirsin, düşürmezse dönem sonu beklensin.’ ‘Kesinleşmiş hükümde bile onu cezaevine koymayın’ diyor Anayasa. Bırakın tutuklamayı. O kadar rahat tutuklamalar yaptınız ki. Şu anda ben hüküm giysem derhal serbest bırakılmam lazım. Bekleyeceksiniz benim vekilliğim düşsün. Yani hükümle birlikte yüzde 100 tahliye edilmem lazım. Düşünün tuhaflığı, garipliği. Hüküm kesinleştiği zaman otomatikman bin yıl da ceza alsam anında tahliye edilmem lazım. Derhal çıkmam lazım vekilliğim bitecek, tekrar geleceğim cezaevine. Ama siz tutuklamayı rahat uyguluyorsunuz. Bırakın hükmün infazını.

“Peki ne yapıldı? Besime Konca ve Ferhat Encü tutukluyken ceza aldılar, biri 2 yıl biri 3 yıl. BAM’a gitti hızla onaylandı. Bu süre zarfında hemen çıkmaları gerekiyordu. 5 ay hükümleri, kendileri milletvekiliyken infaz edilmeye devam etti. En son parlamentoda Genel Kurul’da okutup arkadaşlarımın vekilliğini düşürdüler. Kovuşturma aşamasının tamamında hem bana hem arkadaşlarıma yaklaşım soruşturma aşamasından farklı olmalı.

“İlginç bir örnekle bitireyim. Geçenlerde Diyarbakır’da bir öğretmene, imam hatipti yanılmıyorsam, kız öğrencisine taciz suçlamasıyla dava açıldı. Öğretmen kendisi. Tek bir gün gözaltına alınmadı. 4.5 yıl verildi, tutuklanmadı da. Yapılsın demiyorum, kişi özgürlüğü önemlidir yani. Gerçekten masum da olabilir. Fakat taciz ve tecavüzde ceza almış birisinin hükümle birlikte tutuklanmasına karar verilmedi.

“Fakat Siirt Milletvekilimiz Besime Konca, tutukluyken iki yıl ceza aldı, tahliyesine karar verilmedi. Geçmiş dönemde de beş yıl yatmıştı. Henüz dosyadan da kesinleşmiş bir şey olmadığı için beş yıl alacağı var yani. Mahsup yapıldı da öyle çıktı. Yargının bize karşı bu yaklaşımı doğru değil. Çok inciticidir. 4.5 yıl bir tecavüzcüye ceza veriyorsun, tutuklamıyorsun, eline kolunu sallayarak çıkıyor. Eyvallah çıksın da, bir milletvekiline iki yıl ceza veriyorsun, tutukluluk halinin devamına diyorsun. Besime Konca milletvekilimiz mahsuben çıkıyor. Durum budur."

“Ağır Ceza Mahkemesi’nde güvenlik yok, bir kat aşağıda var”

“Soruşturmanın açıldığı, kovuşturmanın yapıldığı yerde yargılanmak esastır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bir şekilde kendini yetkili gördü. Neye dayanarak gördü bilmiyorum. Fakat 31 fezleke, birçoğu farklı şehirlerde, 12–13 farklı şehrin başsavcılık bölgesini ilgilendiren fezlekeyi Diyarbakır’da birleştirmeye karar verdi. Kendini yetkili görerek esas soruşturmayı ben yaparım dedi. Yakalama kararını da, tutuklama kararını da Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı yaptı. Dolayısıyla yargılandığım yerin Diyarbakır olması gerekirdi. Hem delillere ulaşmam açısından, hem de savunmam açısından Diyarbakır’a yakın bir yerde en azından tutukluluğu geçirmem gerekirdi.

“Fakat bu davada asıl olan gerçeğin ortaya çıkarılması olmadığı için hiçbir somut gerekçe sunulmadan, daha önce Yargıtay’ın bozma gerekçelerinde de belirtildiği gibi, güvenlik gerekçesiyle nakil yapılması gerekiyorsa somut gerekçeler gerekir, soyut gerekçeler olmaz. “Güvenlik sağlanamıyor” değil. Sel mi var, doğal afet mi var? Gene bu kararın şahsileştirilerek, benimle ilgili şahsilik kurularak verilmesi gerekirdi. Ne Yargıtay’ın, ne Bakanlığın, ne de talepte bulunan Cumhuriyet Başsavcılığının ikna edici, açıklayıcı bir gerekçesi yok. Gene şablon. Sadece ilgili yasa maddeleri yazılarak davanın nakline karar verildi. Bu tabii ki davanın kovuşturma aşamasında uzamasına neden oldu. Çünkü nakil kararı verilmeseydi, yargılanmam 28 Nisan’da başlayacaktı. Nakil kararıyla birlikte benim hakim karşısına çıkmam belirsiz bir tarihe uzamış oldu.

“Peki, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi beni, yargılamayı güvenlik gerekçesiyle reddedip dosyayı buraya gönderirken, Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemeleri ne yaptı? Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemeleri de Edirne Cezaevi’nden Diyarbakır’a getirilmem konusunda yazı yazdılar. Çünkü Asliye Ceza Mahkemelerinde 299’dan, 301’den açılmış davalar var. Diyarbakır Asliye Ceza Mahkemeleri duruşmada bulunmam konusunda yazı yazdı. Bu defa Edirne Cezaevi “getirirken güvenliği sağlayamayız” dedi. Diyarbakır’da güvenlik problemi yoktu. Aynı tarihlerde Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi, Edirne Cezaevi’ne duruşmada bizzat bulunmam için yazı yazdı. Edirne Cezaevi duruşma gününden bir gün önce, “yol güvenliğini sağlayamayız” dedi. Tutuksuz olduğum dosyalarda yüz yüze yargılanmam yapılamaz hale geldi. Yani aynı adliye binasında ağır ceza mahkemesinde yüz yüze yargılanmam için güvenlik yok, bir kat aşağıdaki asliye ceza mahkemelerinde güvenlik problemi yok. Duruşma günleri de çok yakın.

“Gerekçe yargı mensuplarına gözümüz üzerinizde demek “

“Bu da gösterdi ki, gerekçe güvenlik değil. Gerekçe dosyayı baskı altına almak, yargılama sürecini uzatmak, tutukluluğu fiilen cezaya dönüştürmek, fiilen cezaya dönüşen tutuklulukla birlikte kamuoyu algısını güçlendirmek. “Bir kişi suçlu değilse bu kadar tutuklu kalır mı” algısını güçlendirmek ve yargılama makamı üzerinde yürütmenin otoritesinin ne kadar güçlü olduğunu, davaların nakli süreciyle halen bu konuda Orwell’in 1984 romanındaki gibi “gözümüz üzerinizde” mesajını iletmek, yargı mensuplarının tedirgin olacağı şekilde “biz buradayız” demektir. Bu kararın anlamı budur. Bu da adil yargılanma ilkesinin ihlalidir.

“50 klasörde AİHS’ne tek bir atıf yok”

“Şimdi adil yargılama ilkesi mahkemelerinizde çok az gözetilen bir şey. Bu konuda çok duyarlı hakim ve savcılara tanıklık ettim hem meslek hayatımda hem sanıklık hayatımda. Adil yargılanma gerçekleşmiyorsa, onun adı yargılama değildir. Adil yargılanma, yargılamanın var olmasının nedenidir. Adil olacaksa onun adı yargılama olur. Anayasa Mahkemesi’nin kararları, Anayasamızın kendisi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Türkiye’de herhangi bir kurumun tüzüğünden ya da Bakanlığın yayımladığı alelade bir yönetmelikten daha değersiz ele alınıyor.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi iç hukukun üstündedir. Çelişki, çatışma olduğu zaman AİHS maddeleri iç hukuktan üstündür. Fakat soruşturma makamının da kovuşturma makamının da tek bir ara kararında AİHS’ne tek bir atıfta bulunduğunu görmedim. 50 klasör var önünüzde, AİHS’ne tek bir atıf bulamazsınız. Onu savunma makamı bulmak, yargılama makamını da ikna etmek için uğraşmak zorunda. Sanki AİHS avukatlar için kabul edilmiş bir sözleşme. Kabul ettirebilirseniz, kabul ettiremezseniz geçerli olmayan bir sözleşme gibi. Oysa AİHS, sizler uygulayın diye, yargılayan makam uygulasın diye kabul edilmiş bir sözleşme.

“Davanın nakli açık bir siyasi müdahale”

“Dolayısıyla güvenlik nedeniyle bir dosyanın bir yerden başka bir yere nakli gerçekleşecekse AİHM’in bu konudaki içtihatlarına da bakmak lazım. AYM’nin içtihatlarına bakmak lazım, ki AYM son zamanlarda AİHS’ndeki bireysel hakları da koruyor. Onun da içtihatları AİHM içtihatları gibidir. Güvenlik gerekçesiyle nakil, adil yargılama meselesidir. Güvenlik meselesi değildir. Gerçekten de yargılama, sanığın, heyetin, kamunun güvenliği açısından çok somut bir tehdit ve tehlike oluşturuyorsa, çok istisnai durumlarda gerekçeleri somutlaştırarak ikna edici bir şekilde ortaya konmalı ki, dava nakledilsin. Bunun dışında bir gerekçeyle dava nakledilmişse adli yargılama olmayacak demektir. Çünkü bu açık bir siyasi müdahaledir. Sanığın, hatta dosyadaki müdahilin, müştekinin, kim varsa hepsinin hakkı ihlal edilmiş demektir. Soruşturmayı başlatan yetkili hangi yargı bölgesiyse, orada başlayıp orada bitmesi lazım. Benim Diyarbakır’dan Ankara’ya dosyamın niçin nakledildiğine dair hiçbir ikna edici gerekçe yoktur. Ama siyaseten ikna edici çok şey var. Az önce de belirttim; yargılamanın uzatılması, heyetlerin baskı altına alınması. Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi İdris Baluken’le ilgili tahliye kararı verdi ve gerekçesinde seçme seçilme hakkına atıf yaptı, önemli bir karardı. Doğru ve cesur bir karardı. Yine yargılar, başka tedbirler alır, ama milletvekilinin temsil, yasama ve denetleme hakkını engellememiş olur.

“Herkesin tatmin olacağı bir yargılama olmalı”

“Bunun ortaya çıkmasıyla birlikte bazı nakil süreçleri başladı. Figen Yüksekdağ, Aysel Tuğluk, Ayhan Bilgen’in, Meral Danış Beştaş’ın dosyalarında nakil süreçleri başladı. “Güvenli değil, oradan oraya alınsın” dendi. Bizler tabii ki, hızlı yargılanmak, hızla yargı sürecinin sonlanmasını isteme hakkına sahibiz. Ama tek başına hızlı yargılanma adil yargılanma değildir. İçinize sindire sindire, herkesin tatmin olacağı bir yargılama olmalı ki, ortaya çıkan hükümden ben de vicdanen rahat olayım. Kararı veren heyet de ve en önemlisi kamu, halk vicdanen rahat olsun. “Evet, bu yargılama gözümüzün önünde gerçekleşti, çıkan karar da adildir” demiş olsunlar. Mahkeme şu aşamaya kadar bu konuda da “biz burada yargılıyoruz, ama Sıhhiye’de bile yargılayamıyoruz. Ankara’nın dışında başka bir ilçede yargılıyoruz. Bu bile ihlaldir” demedi.

“Yasin Börü davasıyla birleştirilme nedeni siyasi rant elde etmektir”

Kovuşturma aşamasındaki bir başka açık ve ağır ihlal Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte olan Yasin Börü ve diğerleri dosyası ile benim dosyamın birleştirilmesi konusundaki ısrardır. Öylesine bir panikle ve telaşla yapılmıştır ki, kararlara da yansımıştır. Bir defa ihsası reyde bulunarak, beni suçlu ilan ederek, sanık sıfatımı da unutarak, “Selahattin Demirtaş’ın azmettirme suçunu işlediğinden, dosyanızla bağlantısı olduğundan” diye bir yazı var. Biz bu yazıyı yazan başkan hakkında da suç duyurusunda bulunduk, tabii ki reddedildi. Fakat tabii ki, mahkemenin yetkisindedir, birleştirme isteyebilir. Biraz önce anlattım, birleştirilmesi gereken hiçbir dosyayı birleştirmemiş mahkeme, benim milletvekili arkadaşlarım, MYK üyelerim, ortak fezlekelerimiz, ortak açıklamalarımız; hiçbiriyle birleştirme yapılmamış, ama bu dosyayla özel bir ilgi gösterilerek özel bir bağ kuruluyor. Bunun da nedeni 6-8 Ekim fezlekesinde daha detaylı anlatacağım; bu dosyada siyasi rant elde etmektir. AKP’nin beklentisi budur. Demirtaş’ı o dosyada sanık haline getirmektir.

Dosyam niye 6-8 Ekim’de katledilen diğer Kürt kardeşlerimizin dosyasıyla birleştirilmiyor

Çünkü kamuoyuna hep böyle anlattı: “O bunun hesabını verecek, 54 Kürt kardeşimi, Yasin Börü kardeşimi katletmenin hesabını verecek”. Verecek de böyle bir suçlama yok. Ne olacak, o halde dosya birleştirilecek. İlla o dosyada sanık olacaksın. Kendisi çünkü açıklamalarında ısrarla belirtti. Recep Tayyip Erdoğan, “Teröristtir, 54 Kürt kardeşimin katilidir” dedi. Peki, 54 Kürt kardeşinin katiliyim de, niye sadece Yasin Börü dosyasıyla birleştirme kararı alınıyor. Niye 6-8 Ekim’de katledilen diğer Kürt kardeşlerimizin dosyasıyla birleştirilmiyor.

“Bu mu seni azmettirdi” diye yüzleştirin beni

Yasin Börü dosyasında benim azmettirici olduğuma inanılıyorsa, benim 6-8 Ekim olaylarındaki bütün cinayetlerle, bütün katliamlar ve yağmalarla ilgili mutlaka birleştirilmesi gerekiyor. Mahkemeniz neden sadece o dosyayla ilgili yazı yazıyor, ısrar ediyor, re’sen karar alıyor, “birleştirdim” diyor. Kanun bozmasıyla tekrar dosya mahkemenize geri geldi. Yoksa 2. Ağır Ceza Mahkemesi ile birleştirilmiş olacaktı. Diğer katledilen yurttaşlarımızın günahı ne? Ben gerçek suçluysam, asıl azmettirici failsem, niye diğer dosyalarla birleştirme yapılmıyor? Niye İzmir’deki, Antep’teki dosyalarla benim dosyam birleştirilmiyor da, mahkeme tek bir talepte bulunmuyor da, neden Yasin Börü ve diğerleri?

Tabii ki önemli, Yasin Börü önemsizdir diye demiyorum. Katledenler tümüyle ortaya çıkmalı, adil bir yargılama sonucunda gerçekler ortaya çıkmalı. Fakat diğer yurttaşlarımız Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı değil mi? Aralarında hiçbir siyasi partiye mensup olmayanlar var, güvenlik güçleri var. Neden bu insanların canı bu kadar ucuzmuş gibi davranılıyor? Gerçekten önemseniyorsa, Yasin Börü dosyasında hakikatin ortaya çıkarılması önemsensin, çok iyi. Ama 6-8 Ekim’de yaşananlar sadece bu değil ki. Binlerce dosya var 6-8 Ekim’le ilgili.

Gasptan yağmaya, yaralamadan öldürmeye kadar binlerce dosya var. Hepsiyle benim dosyam birleştirilsin o halde. Yazın yazıyı, hepsini taşıyın, ben azmettirici miyim değil miyim ortaya çıksın. Onların sanıklarına da soru sorun. Bu mu seni azmettirdi diye yüzleştirin beni.

Ama mahkemeniz ısrarla, 2 defa üst üste yazı yazarak birleştirme istedi 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nden.  2. Ağır Ceza Mahkemesi birleştirmeye uygun görmeyince re’sen karar alıp birleştirmeye karar verildi. 2. Ağır Ceza Mahkemesi bunu kabul etmeyerek dosyayı iade etti. Dava bitmiş oldu. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi birleştirmenin uygun olmadığına nihayetinde karar verdiğinde, aradan 1 yıl geçmişti. 1 yıl boyunca sizler bu yazışmaları yaptınız, birleştirmeye çalıştınız. Ben o sırada Edirne’de savunma yapmayı bekliyordum. Bana bir şey soran yok. Ama gıyabımda ve aleyhimde yapılabilecek her türlü şey devam etti. Bu yüzden adil yargılama olamayacağına kanaat getirdim. Yoksa yargıya karşı bir önyargımdan kaynaklı değil. Benim dosyam da, diğer HDP’li yöneticilerin dosyaları da bir araya geldiğinde ortaya çıkan kanı budur. Nitekim temelsiz bir kanı da değildir.

3 ay mahkeme kararı olmadan tutuklu kaldım

Mahkemeler tam 3 ay boyunca tutukluluk denetimimi yapmadılar. Zorunlu olan, 30 günde bir dosya üzerinden yapılması gereken denetimler 3 defa üst üste yapılmadı. Ben 90-100 güne yakın ortada mahkeme kararı olmaksızın tutuklu kaldım. Tutukluluğumun devamına karar verdiniz, ama bunu yenilememiştiniz. Demek ki, tutukluluğun denetimi işlemi o kadar önemsenmeyen, gereksiz, katibe, “geçen ay ne yazmışsak onu yaz” şeklinde yaptırılıyor ki, 3 ay boyunca bu da unutuldu. 3 ay boyunca mahkemeler arasında dosyalar gidip gelirken Selahattin Demirtaş tutuklu mudur, ne yaptık diyen olmadı. 102 gün bu şekilde sürdü. Tamam tutuklandım da, dosyada değişiklik var mı diye hakimin bakması lazım. Bir milletvekili tutuklamışsınız, sıradan bir insan da değil. Hakkımdaki suçlamalar ne olursa olsun tutukluluk bir tedbirdir. Bu tedbiri uygulamaya devam edelim mi etmeyelim mi? Kanun bu konuda amir bir hüküm koymuş, inisiyatif bırakmamış. 30 günde bir bakabilir dememiş, bakar demiş. Bunu yapmayan görevini ihmal etmiş olur. Mahkemeniz 3 defa, üst üste bunu yapmadı. İtirazlarımız oldu buna da, verilen kararlar klasik şablon ret gerekçeleri şeklinde oldu.

Neden darbecileri yargılayan mahkeme?

Beni ilk yargılaması gereken heyet siz değildiniz. Bildiğim kadarıyla mahkemenizin iki heyeti var. Biri Ankara’da görülmekte olan darbecilerin yargılandığı dava, iş yoğunluğu nedeniyle bildiğim kadarıyla başka dava da alamıyor. Tutanağa geçsin diye söylüyorum. Çünkü yoğun bir tempo ile çalışıyor, yüzlerce sanıklı karmaşık, tarihi dosyaları var. Dolayısıyla mahkemenin bir heyetinin münhasıran bu dosyalarla ilgilenmesi çok makul. Ona yoğunlaşması, o dosyada uzmanlaşması, seri yargılama yapabilmesi açısından çok makul.

Fakat Selahattin Demirtaş neden bu heyetin yargılama takvimine dahil edildi. Normalde benim bildiğim diğer heyetiniz beni yargılıyor olmalıydı. Burada da bir müdahale olduğunu düşünüyorum. Sizler bu kararı vermiyorsunuz, Adalet Komisyonu yapıyor bunu. Burada da siyasi müdahale olduğunu düşünüyorum, mahkemenizin ne karar vereceğinden bağımsız olarak. Neden müdahale ediliyor? Diyarbakır 8. Ağır Ceza’ya müdahale edildi. Yer yönünden müdahale edildi, güvenlik gerekçesiyle müdahale edildi, Ankara’ya geldi 2. Ağır Ceza’ya birleştirilmesi için müdahale edildi, 2. Ağır Ceza Kabul etmedi, tekrar 9’a geldi, bu defa başka bir heyete, yoğun bir heyete, darbe yargılaması yapan, iş yoğunluğu olan bir heyete verildi. Heyet de 3 ay sonrasına gün verdi. 3 ay sonra getirilmeme karar vermediğiniz için, SEGBİS’le çıkmadım, avukatlarım dosyaya giremediler, yine 3 ay sonrasına gün verdiniz. Niye? Darbe yargılamalarımız var dediniz, yoğunluğunuz vardı.

Sanık üzerinde bir toplu baskı oluşturma projesinin parçalarıydı

Bu süre zarfında ben sadece dosyanızla ilgili bir yargı faaliyetine muhatap olmadım. Hakkımda 102 fezleke var. Tutukluydum, fakat tutuksuz olduğum dosyaların tamamında tutuklu koşullarda yargılanmam dayatıldı. Ben sadece bu dosyada tutukluyum, ama yargılandığım dosyaların hepsinde tutuklu koşullarda savunma yapmak durumunda kaldım. Bu da, hakkımdaki soruşturmaların, davaların yoğunluğu da başka bir ihlaldir. Büyük bir kısmı beraatle, düşmeyle sonuçlandı. Ertelemeyle sonuçlandı. Ama bir kısmında yargılama hala devam ediyor.

Bunların tamamı yoğunluğuna bakıldığında, sanık üzerinde bir toplu baskı oluşturma projesinin parçalarıydı. 102 fezleke ile uğraşıyorum. Sağ olsun avukat arkadaşlarımızın desteği ve çabasıyla zar zor toparlayabildik savunmalarımızı. Onlarca klasör, 2-3 bin sayfa delil toplanması sadece sizin dosyanıza ilişkindir. Ama onlarca dava, yüzlerce soruşturmayla muhatap oldum. Bu da benim yüksek güvenlikli bir cezaevinde, bir hücrede tutulmam suretiyle savunmalarıma etkili bir şekilde hazırlanmamı engelleyen faktörlerden biridir. Halen de öyle. Emin olun çok etkili savunmalar hazırlayabilirdim, ama Türkiye’nin en uzak cezaevinde bir hücrede tutuldum ve çok sayıda davayla muhatap oldum. Bu süre zarfında partimin yönetimine katkı sunmaya çalıştım, parlamenter çalışmalara katkı sunmaya çalıştım, engellemelere rağmen. Bir adil yargılanma hakkı ihlali olarak tutanağa geçsin diye belirttim bunları.

Diğer partilerin milletvekillerinin tek bir gün duruşma salonunda arzı endam ettiklerini görmedik

137 milletvekili hakkında dokunulmazlık kaldırıldı. Bunlardan 55’i partime mensup. Diğer partilerin de milletvekilleri var, dokunulmazlığı kaldırılıp yargılanan. Bizler hangi gerekçeyle ilk savunmayı yapmaya gitmeyeceğimizi belirttik. Grup toplantısında açıklamıştım. Adil yargılama olacağına inanmıyorum, mutlak dokunulmazlığımız vardır, yargıya güvenmiyorum. 15 Temmuz öncesi yaptığım konuşmalar bunlar. Bunların hepsini haklı çıkaran gelişmeler oldu. Fakat diğer partilerin milletvekillerinin tek bir gün duruşma salonunda arzı endam ettiklerini görmedik. Çoğu yazılı beyanlarını gönderdiler ya da tek bir duruşma salonuna girip, hakkındaki bütün fezlekelerle ilgili, kendileri salonda kaldılar, hakimler giriş çıkış yaptılar. O şekilde bitirdiler savunmalarını, duyan bilen olmadı.

Diğer milletvekillerinin taciz, kaçakçılık davaları ne oldu, bilen var mı?

Ne oldu bu ihaleye fesat karıştırma, ne oldu bu gümrük kaçakçılığı, taciz, yolsuzluk rüşvet davaları ne oldu? Bilen var mı? Bilen yok. Ama HDP’li milletvekilleri ne oldu, bilen var. Tüm kamuoyu bunu bilsin, başka bir şey bilmesin diye ellerinden gelen her şey yapıldı. Diğer partilerin genel başkanları nasıl, nerede savunma yaptılar, bilen var mı? Hayır. Yazılı savunmalarını avukatları aracılığıyla gönderdiler. Soruşturma aşamasında kapatıldı, takipsizlikle sonuçlandı çoğu.

Hele Cumhurbaşkanı’na hakaret davaları; o kadar politik davranıldı ki, darbe girişimi sonrası Cumhurbaşkanı çıkıp şunu dedi: “Hakkımda hakarete dair bütün davalarla ilgili hepsini geri çekiyorum. Bir istisna, HDP’liler hariç.” Oysa Cumhurbaşkanı’na hakarette, Cumhurbaşkanı’nın şikayeti geri çekmesi davanın düşmesine sebep olmaz. Ama düşürüldü. MHP Genel Başkanı’nın çok sayıda Cumhurbaşkanı’na hakaret dosyası var, bilen var mı?

Ben 8-9 tane Cumhurbaşkanı’na hakaretten yargılanıyorum. Çok çok daha ağırını diğer muhalefet lideri söylemiş, ama 299’dan bir yargılaması duyulmadı. Çünkü kovuşturmaya yer olmadığı kararlarıyla bitirildi üstü kapatıldı. Olması gereken o. İsterse Cumhurbaşkanı da olsun, muhalefet liderleri en ağır şekilde eleştirirler. Hakarete varan şeyler olmadığı sürece. Hele siyasetçilerin birbirine karşı kullandıkları dil ve üslup Türkiye’de hiçbir zaman nezaket içinde olmadı. Yargının bu konuda toleranslı olması lazım. Vatandaşa hakaret edilemez. İyi de bizim hakkımızdaki davalar böyle devam ederken, milletvekillerimize 299’dan çok sayıda ceza çıktı. Biri onaylandı. O nedenle bize karşı yürütülen kovuşturma süreci ayrımcılık içeren bir şekilde yürütüldü.

Dokunulmazlıkların kaldırılmasına yakın HDP’li vekillerle ilgili [grafik gösteriyor] en üstte olan, kırmızı olan CHP milletvekilleri, sarı olan MHP, mavi olan AKP milletvekilleri, fezleke hazırlanma hızı ve sayısı. Şu grafiğin tırmanışa geçtiği yer 2016 Nisan. Mart’ta başlamış ve dokunulmazlığın kaldırıldığı 5 Mayıs’a kadar sayı 269’dan 510’a çıkmış. CHP vekilleriyle ilgili 133’ten 186’ya çıkmış. O iki üç ay içerisinde MHP ve AKP’de tek bir milletvekili tek bir fezlekeye muhatap olmamış. İnşallah kanunlara saygılı oldukları içindir. Ama bu grafik pek de öyle söylemiyor. HDP’nin hedefe konulduğunun grafiği budur, CHP’nin de küçük de olsa bir artışı söz konusudur.

Hırsızlıkla suçlanmak bir milletvekili açısından çok mu normal?

Parlamentoda mühür bozma, kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırmadan 12 CHP’li, 7 AKP’li, 3 MHP’li milletvekilinin fezlekesi var. Şu anda yargılanıyor olmaları lazım, ama ne takip eden var, ne de basının gündeminde. Bunlar çok önemsiz suçlarmış gibi, ilgilenen bile yok. Görevi kötüye kullanmak; 14 CHP’li, 13 AKP’li, 2 MHP’li milletvekilinin fezlekesi varmış. Kamuoyu bizim kriminal suçlar dediğimiz, aslında Anayasa’nın 83/2 maddesindeki dokunulmazlığı, yani eylemsel olarak suç istinadı diyebileceğimiz nispi dokunulmazlığı ilgilendiren hiçbir suçlamayla ilgili hiçbir milletvekilline dair ne işlem yapıldığını bilmiyor. Biz Meclis’in soruşturmasını istedik, kabul etmediler. Meclis Başkanı’na yazı yazdık, cevap vermediler. Ne oldu bu fezlekeler? Bizim ne olduğumuz ortada. Hırsızlıkla suçlanmak bir milletvekili açısından çok mu normal. Kamuoyu rahatlıkla bunu içine sindirebiliyor mu? Hayır, sindiremez, ama kamuoyunun gözünden kaçırırsanız yokmuş gibi davranılır.

Biz HDP’li olduğumuz için bunlar bize yapıldı

Aleni bir ayrımcılıkla karşı karşıya kaldık. AİHS’nin 14’üncü maddesinin açık ihlalidir. Siyasi kimliğimizden dolayı ayrımcılık. Biz HDP’li olduğumuz için bunlar bize yapıldı. Diğer muhalefet partisi CHP de benzer bir baskı ile karşı karşıya kalırken, üçüncü muhalefet partisine hiç bir şekilde fezlekelerle ilgili benzer bir süreç yürütülmedi. Yargılamanın kamuoyuna açık olması lazım. Kamuoyu izlesin. Bunların hepsi saklandı, bize yönelik ayrımcılıkla geçiştirilmeye çalışıldı.

Tutuklama kararlarını katalog suçlara göre verdiniz. Birçok vekil hakkında kaçma şüphesi vs. tutuklama gerekçelerinde bunlar yoktu. Katalog suçlar açısından bakalım. Benim partimin milletvekillerine ayrımcılık yapıldı. Niye yapıldığı bilmiyorum. Partimin yetkili sözcülerini içeriye atmak için bir kumpas kurulduğu belli, fakat her halde amaç partiyi hem içeride hem dışarıda baskı altında tutabilmek için, partimin milletvekillerine karşı yargı farklı davranışlar içerisine girdi. Örneğin bir milletvekilim hakkında 55 tane fezleke var; yürüyüş, propaganda, suç ve suçluyu övme, 2911, halkı kin ve düşmanlığa tahrik, üyelik. Hakkında 31 defa zorla getirme kararı verildi. Hakkında istenen toplam ceza da benim bu dosyadaki istenen toplam cezanın iki katı. Ne fezlekeleri birleştirildi, ne hakkında tutuklama kararı verildi. Doğru olan verilmemesi.

Amaç yürütmeye mesaj vermekti

Neden seçildi 12 milletvekili? Neden tutuklandı ilk etapta? Referandum öncesi HDP’nin sözcülerine yönelik bir operasyon olduğu ortadadır. Başka bir milletvekili, 3 fezlekesi var, zorla getirme kararı verildi hakkında. Bir başka milletvekili, hakkında çok sayıda fezleke olmasına rağmen bir defa zorla getirme kararı verildi. Bunlar tutuklama kararı verilmeyen HDP’li milletvekilleri. Bir başka milletvekilim, 6 fezlekesi var, bunların hepsi HDP milletvekilleri, örgüt üyeliğinden kamu görevlisine hakarete ve propagandaya kadar, toplam 6 tane fezlekesi var. Hakkında zorla getirme kararı dışında karar verilmedi yargılama da aksamadı.

Zorla getirme kararları yerine getirildi. Yargı kendi faaliyetini sürdürüyor. Bizimki bir politik tavırdı. Gerekçelerimizi açıkladık. Bunlar yargıyı tanımıyor dediler ve bunu gerekçe haline dönüştürdüler. Bunu sadece ben söyledim, tutuklu olan milletvekilleri söylemedi. Hiç biri kendiliğinden ifade vermeye gitmedi. Neredeyse tamamı tamamlandı, yargılama normal sürüyor. Yargıya bir zorluk çıkartılmadı. Amaç yürütmeye mesaj vermekti, yargı da bunu anladı. Tutuklama kararları vermedi. Bir başka milletvekilinin 13 fezlekesi vardı ve hakkında bir kez zorla getirme kararı verildi. Başka bir milletvekilim 13 fezlekesi var, hakkında 3 tane zorla getirme kararı verildi. 10 fezlekesi olan başka bir milletvekilim, üyelik de dahil 4 propaganda fezlekesi var ve şu ana kadar hakkında sadece bir defa zorla getirme kararı var.

Ayrımcılığın ayrımcılığı

Bunların soruşturmalarının ve fezlekelerinin içeriği de benim yaptığım neyse hepsinin aşağı yukarı odur. Konuşma dışında fezlekesi olan milletvekilim yok. Fakat bir milletvekilimle ilgili ağırlaştırılmış müebbet cezası isteniyor. Bir başka milletvekili arkadaşım hakkında yine ağırlaştırılmış müebbet ve zorla getirme kararı verildi. Beş milletvekilim hakkında 302’den fazla fezleke hazırlanmış ve hiç biri tutuklu değil. Demek ki, katalog suç olması milletvekilinin tutuklanmasını gerektirmiyor. Ankara mahkemelerinde de bu karar var, Van’da var, İstanbul’da var. Bu mahkemeler tutuklama gereği duymadılar. Bu milletvekillerimiz de ifade vermeye gitmediler; grubumuz almış olduğu AKP ve dokunulmazlığın kaldırılmasına ‘evet’ diyenlerin siyasi tezgahını teşhir etme tavrını sürdürdüler. Aynen bizim gibi. Ama ne bir gece evleri basıldı, gözaltına alındılar, tutuklandılar. Doğru olan buydu, yargısal işlem buydu. Bunun dışında bir yargılama tedbiri uygularsınız yasayı ihlal etmiş olursunuz. Tutuklanan HDP milletvekilleriyle ilgili yapılan işlem tam buna tekabül ediyor. Ayrımcılığın ayrımcılığı dediğim de budur.

OHAL ile alakası olmayan KHK’ler yürürlükte olduğu için savunma hakkım kısıtlanmış durumdadır

Kovuşturma aşamasında savunma hakkımın kısıtlanmasına engel olduğu için yayınlanan bazı KHK’lerde savunma hakkını kısıtlayan düzenlemeler yapıldı. OHAL’le alakası olmayan birçok konuda, 620 yasada değişiklik yapılarak KHK’lerle düzenlendi. CMK’deki savunma hakkını da ilgilendiren,  duruşma usulünü de ilgilendiren bir çok madde KHK’lere eklendi. Türkiye’de şu anda hiçbir mahkeme KHK’nin her hangi bir maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaya cesaret edemedi.

AYM biliyorsunuz, CHP’nin başvurusunu usulden reddetti. İncelenemez dedi. Ama yerel bir mahkeme henüz götürmedi. AYM’nin geçmiş yıllarda verdiği kararlar vardı. Parlamentonun yaptığı işlerin başlığına değil içeriğine bakarım demişti. OHAL KHK’si demiş olması, Bakanlar Kurulu’nun buna KHK demiş olması, otomatikman bunu OHAL KHK’si kılmaz. İçeriğine bakarım. Gerçekten OHAL’i ilgilendiren hususlarsa, bunu denetleyemem, ama değilse bunu denetlerim dedi geçmiş yıllarda. İçine bakmadan ben zarfa bakarım. CHP’nin başvurusuyla ilgili ret verdi. Ama yerel mahkeme götürebilir. OHAL ile hiçbir alakası olmayan KHK’ler şu anda yürürlükte olduğu için savunma hakkım kısıtlanmış durumdadır.

Yine milletvekillerinin yargılanması özel bir usule tabi tutulmalıydı. Ülkemizde yok ama bazı ülkelerde çıkartıldı. Bizim ülkemizde milletvekillerine değil fakat bürokratlara ve bakanlara özel yargılama usulü var. Bazı bürokratlar son çıkan KHK ile birlikte Genelkurmay Başkanları da dahil olmak üzere, MİT müsteşarları, üst düzey yargı mensupları, bakanlar ya AYM’ye gidecek, Yüce Divan sıfatıyla yargılanacak ya da Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’nda yargılanacak. Ama milletvekillerine dair yok. Yani halkın doğrudan seçtiği milletvekilleri sulh ceza hakimleriyle muhatap oluyorlar. Asliye mahkemelerinin yetersizliğinden değil. Milletvekilleri yargılaması çoğu zaman politik baskı oluşturur ve bu baskıları karşılamak ağır ceza heyetlerini zorlayabilir. Partim bir kanun teklifi de hazırladı, verecek. Milletvekillerinin de Yüce Divan sıfatıyla AYM’de yargılanması gerekiyor. Suçlama ne olursa olsun, çünkü başka bir türlü mahkemeler yürütmenin baskısından kolay kolay sıyrılamazlar. Türkiye bir yerde, böyle bir konjonktürde. AYM’nin kendisi bundan kolay kolay kurtulamıyor. Hükümet, kararlarıyla ilgili tanırım-tanımam açıklamaları yapıyor. Böyle bir ortamda bizlerin asliye, sulh ya da ağır ceza mahkemelerinde savunmaya, ifadeye zorlanmamız bu ortamın politikliği nedeniyle de adil yargılama hakkının kısıtlanmasıdır. Bir Genelkurmay Başkanı, bir MİT Müsteşarı AYM’de yargılanırken, milletvekillerine böyle bir düzenlemenin yapılmamış olması, politik baskıların adil yargılamayı etkilemesi önemlidir, bunu da tutanaklara geçmiş olayım.

Tahliye falan talep etmeyeceğim

Tabii ki, ben mahkemenizde ne şimdi ne de savunmam tamamlandığında tahliye falan talep etmeyeceğim. Tutuklama kısmını geçtik de, uzun tutuklulukla ilgili mahkemenizin ara kararlarında bile bugüne kadar değerlendirme yapmaması ilginç. Haksız tutuklama AYM tarafından son derece skandal bir kararla, esas girilerek, delil değerlendirilmesi yapılarak reddedildi. Haksız tutuklama yok denildi. Uzun tutuklulukla ilgili mahkemenizin ara kararlarında bile değerlendirme yapmaması, adil yargılanma ilkesinin ihlalidir. Uzun tutukluluk mahkemenize göre nedir, bunu tariflemeniz lazım. Bir milletvekili böyle bir dosyada ne zamana kadar tutuklu kalır, bunu tartışmanız, değerlendirmeniz lazımdı. İleriki aşamada bunların hepsi benim ve avukatlarımın yaptığı itirazların değerlendirilmemiş olması nedeniyle ihlal olarak dosyaya girmiş olacak. Bugüne kadar pratikteki uygulamalarda gördük ki, milletvekili 2 yıl ceza bile alsa tutukluluğun devamına denildi. İki yıl ceza 8 aydır tutuklu, tutukluluğun devamına. Yani 10 yıl ceza verip tahliye edildiği, 1 yıl tutuklu kalan sanıkların olduğu dosyalar vardır, halen de vardır. HDP’li milletvekilleriyle ilgili uzun tutukluluk nedir, kimin tatmin olması lazım, yargının mı siyasetin mi? Tam olarak kim tatmin edilmek isteniyor? Uzun tutuklulukla siyasi çıkarların, beklentilerin gerçekleşmesi mi hedefleniyor, yoksa gerçekten yargısal çıkarlar ve beklentiler mi hedefleniyor. Bu konuda 15 aydır bir değerlendirme ve duyarlılık görmedik.

Diyor ki, “SEGBİS, çıktın çıktın, çıkmazsan susma hakkını kullanmış sayacağım”

Benim savunma hakkımı korumak, garanti altına almak, olabildiğince genişletmek konusunda da maalesef ki, hem tutuklu olduğum dosyada hem de diğer dosyalarda bir hassasiyet görmedim. Daha çok SEGBİS yoluyla savunmamın alınması istendi. Gerekçesini yazmadınız bilmiyorum. Gerekçesini okumak isterdim. Sanık duruşmada hazır edilemeyecekse bir gerekçesi olması lazım. Yasal gerekçe var doğru, ama bu yasayı uygulamanın da mutlaka Demirtaş ile şahsileştireceğiniz bir gerekçeniz olması lazımdı, bu da olmadı. Dolayısıyla mahkemeler SEGBİS yoluyla bizden savunma istemede ısrarcı bir tutum sergilemeli, ki bazı mahkemeler SEGBİS’e zorla çıkarma kararı verdi. Fakat bir sanık kendisinin duruşmada bulunması için ısrarla talepte bulunurken, mahkemenin o sanığı zorla getirme kararına benzer şekilde zorla SEGBİS’e getirme kararı alması açıkça ihlaldir. Bu benimle ilgili de yapıldı. Kolundan tutacaklar götürecekler, kamera karşısında konuş diyecekler.

Bunu ancak kime yaparsınız? Ben savunmaya gelmiyorum diyen sanığa zorla getirme kararı çıkartırsınız. Defalarca, ben duruşmaya gelmek istiyorum diyen bir sanıkla ilgili nasıl zorla getirme kararı alınabilir. Benim ve milletvekilimle ilgili. Benim SEGBİS gerekçem yok. Mahkeme neden mahkemeye gelme talebimi reddetmiş, niye uygun görmemiş, niye ben 7 Aralık’ta duruşmaya gelememişim, bilmiyorum. Mahkemenizin kararından bu anlaşılmıyor. Bunların hepsi kovuşturma aşamasında adil yargılamanın olmadığına dair bende oluşan izlenimlerdir. Bazı mahkemeler SEGBİS’e çıkmazsa susma hakkımı kullanmış olacağıma dair karar verdiler. Bana bu tebligat yapıldı. Oysa susma hakkı bir haktır. Kullanır mıyım, kullanmaz mıyım, bana aittir. Ama yargıcın kendisi diyor ki, SEGBİS, çıktın çıktın, çıkmazsan susma hakkını kullanmış sayacağım. Ara kararları var. Maalesef böyle bir yargılama süreciyle karşı karşıya kaldık.

Şimdi iddianame ile genel değerlendirmelerim aşağıya yukarı bunlar. Ara başlıklarda iddianamenin genel değerlendirmesine yine söylemlerim olabilir, fakat özel olarak tek tek fezlekeler üzerinde durmadan önce iddianamenin içeriğine dair değerlendirmelerim olacak.

Şu ana kadar usulle ilgili, politik müdahaleleri anlatmaya çalıştım. Dokunulmazlık sürecinden başlayacak şekilde. Savunmamı bu aşamadan sonra şöyle sürdürmeyi düşünüyorum; iddianamenin geneliyle ilgili değerlendirmeleri bitirdim, ama iddianamenin içeriğiyle ilgili bir genel değerlendirme yapıp, sonra tek tek fezlekelerle ilgili. Çünkü bunları yapmazsam, her fezlekede bunları tekrar etmek gerekecek. Hem genel değerlendirmeleri o yüzden yapıyorum ki fezlekelere geçince sadece geçmiş konuşmalara atıfla yetineyim. O yüzden bu genel değerlendirmeleri toparlamak istiyorum.

Yargının esasında uzlaşma yoktur, yargılama vardır. Kamuoyunun tatmin edilmesi ve adaletin yeniden tayin edilmesi gayesi vardır. Ama siyasetin hedefindeki bu değildir. Mutlak hakikat ve gerçek üzerinden yapılmaz siyaset. O nedenle çoğu zaman uzlaşmayı gerektirir. Siyasetçiler uzlaştığı oranda ülkenin sorunları çözülür. Uzlaşma olduğu yerlerde itilaf olur. Bu tür dönemlerde de iktidarda bulunan partiler, eğer bir siyasi uzlaşma kanalı açmayı deneyip siyasi risk üstlenmezse, siyasi bir alternatif yaratmazsa, bunu göze alabilecek bir basıncı veya bu alternatifi ortaya çıkaracak bir süreci göze alamazsa, yapılacak en basit iş topu yargıya atmaktır.

DEP döneminde de öyle yapılmıştır. Bir yıl boyunca kamuoyu hazırlanmıştır. Çiller Başbakan’dır. O zaman medya şimdiki kadar yaygın değildir, sosyal medya yoktur. Merkez medya da az sayıda gazeteden ibarettir, televizyonlar da bugünkü gibi çok kanallı, yüzlerce kanaldan ibaret değildir. Ama eldeki bütün imkanlarla tıpkı bugünküne benzer bir şekilde kamuoyu yaratılıyor, “Meclis’te terörist istemiyoruz” sloganları attırılıyor ve hükümet, mevcut siyasi durumu, ülkenin siyasi problemini çözmek için bir alternatif yaratmak, diyalog ortamıyla toplumu bir arada tutan bir enerji ortaya çıkarmak yerine, hızlıca bir karar alıyor. O dönemki milletvekillerini suçlu ilan ederek dokunulmazlık hızlı bir şekilde, herkesin güle oynaya bugün olduğu gibi oy kullandığı bir şekilde kaldırılıyor. DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırıldığına dair karar Resmi Gazete’de yayımlanmadan, Genel Kurul’da ‘evet’ oyu çıkar çıkmaz polis, milletvekillerini DGM Başsavcısı’nın talimatıyla gözaltına alıyor.

O kadar hızlı, acele bir şekilde kamuoyunun gözünden kaçırılırcasına bir yargılama süreci işletiliyor ki, 15’er yıl hapis cezasına çarptırılıyorlar. Milletvekili arkadaşlarımız, biri hariç diğerleri partimizde siyaset yapmaya devam ettiler. (DUYULAMADI) Cezaevinden çıktıklarında bambaşka bir Türkiye vardı. 10 yıl yattılar, ama yargı ve siyaset bundan tam olarak ne elde etti, kimse bunun muhasebesini yapmadı. İktidarlar bunu yapmazlar, iktidarlar pragmatisttirler. Siyasetin geneli böyledir. Pragmatizm vardır. Ülkenin çıkarına, milletin çıkarına falan, bunların hepsi siyasi meşruiyeti oluşturmak için çoğu zaman uydurulmuş şeylerdir. İnanarak, güvenerek, bağlı olunarak söylenen şeyler değildir. Bunu yapmazlar, bir sonraki seçimin kazanılması hesabı yaparlar.

DEP döneminde cezalandırmanın kazanıma dönüşeceği izlenimi yaratılmaya çalışılıyordu

O gün öyle yaptılar, o gün DEP’in oyları yüzde 2 buçuk 3 civarındaydı. HDP’nin bugünkü oyu yüzde 13’tür, anketlere göre de yüzde 14-15 bandındadır. Umarım partim bir sonraki seçimde bunun da çok çok üstüne çıkacak oy oranıyla yeniden parlamentoda, demokratik siyaset sahnesinde olacaktır. O gün DEP’li milletvekillerini parlamento bahçesinden gözaltına şehvetle, şevkle, heyecanla alıp, Orhan Doğan’ın kafasını bastırarak otomobile sokmaya çalışan ve yine o gün - ben iyi hatırlıyorum, Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisiydim, duruşmaları öğrenciyken izledim, AİHM’in yargılamanın iadesi kararından sonra da avukat olarak izledim – büyük bir şevkle cezalandırmanın nasıl büyük bir kazanıma dönüşeceği izlenimi yaratılmaya çalışılıyordu. Hem medyada hem yargı atmosferinde hükümetin verdiği mesajlar böyleydi.

HDP’ye müdahale ettiler, inşallah HDP oyunu yüzde 20’ye çıkarır

Kimse kusura bakmasın, demokratik haklar ve özgürlüklerle, buna inanan insanlarla bu şekilde mücadele edilemez. Diyalog kurularak, saygı duyularak, bir kanal açılarak, ancak siyasetin önü açılarak ülkenin sorunları çözülür. DEP’e müdahale ettiler, DEHAP yüzde 6’ya çıkardı oyunu. DEHAP’a müdahale ettiler, DTP, BDP, HDP yüzde 13’e çıkardı oyunu. Şimdi HDP’ye müdahale ettiler inşallah HDP oyunu yüzde 20’ye çıkarır. Hepinizin katkısı, desteğiyle tabii.

Yargı adaleti sağlayarak toplumun önünü açabilmelidir

Demek istediğim, ülkenin siyasi sorunları yargıyı ilgilendiren meseleler değildir. Önünüze getirirler, bunların hepsi siyasi problemlerdir. Fezlekelerin her birinde yaşanan siyasi dönemler, ülkenin siyasi krizleri ve sorunlarıdır. Yargı bunları çözmekle görevli değildir. Bunun önünü açma ahlaki sorumluluğu vardır. Bu yasal sorumluluk değildir, ama bu ülkenin hukukçusu olmanın ahlaki sorumluluğudur. Yasalar hukukçulara, yargıçlara bunu bir görev olarak yüklemez. Ülkede tıkanmış siyasetin önünü açmak, demokratikleşmenin önünü açmak, demokrasi standartlarının yükselmesini sağlamak; bunlar parlamentonun asli görevidir. Yürütme de bunu parlamentonun aldığı kararlarla uygulamak zorunda olan erktir. Ama yargı erkinin temel görevi bu değildir.

Adaleti sağlayarak, gerçek anlamda adaleti sağlayarak toplumun önünü açabilmelidir. Türkiye’de yargı bu yönüyle maalesef hiçbir dönemde sistematik ve kalıcı bir şekilde katkı sunmamıştır. İstisnai kararlar vardır, yerel mahkemelerin, AYM’nin, istisnai mahkemelerin veya savcıların. Gerçekten de Türkiye’de insan hakları, adil yargılanma, demokratik siyaset hakkı, tıkanmış siyasetin bir türlü çözüm bulamadığı sorunlarla ilgili önemli kararlar alınmıştır, ön açıcı olmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin de kararları vardır, Yargıtay’ın içtihatları vardır, yerel mahkemelerin kararları vardır. Ama genel olarak yargı kötü bir sınav vermiştir. Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere.

Yargı başörtüsü sorununu demokratik şekilde çözebilirdi 

Mesela başörtüsü meselesi ülkenin önemli bir sorunuydu, siyaset çözemedi bunu. Büyük bir gerilim alanıydı, istismar alanıydı. Yargının önünde önemli bir fırsat vardı ve top yargının önüne geldiğinde bu sorunu en demokratik şekilde, evrensel standartlara uygun bir şekilde çözebilirdi. Ama çözmediler. Ne Anayasa Mahkemesi ne yerel mahkemeler ne başka mahkemeler. Başörtüsünün her yerde özgürce kullanılabileceği kararını rahatlıkla verebilirdi yasaya ve Anayasa’ya uygun olarak. Ama dar yorumladılar. O zamanki iktidarın ideolojik algısı çerçevesinde oluşturulmuş devlet yapılanmasına uygun kararlar verildi. Tıkanma yaşandı.

Yargı bazen verdiği kararlarla ön açar

Demek istediğim, siyasetin çözüm olamadığı, uzlaşma sağlayamadığı noktalarda yargı bazen verdiği kararlarla ön açar. Türkiye’de bu çok istisnadır. Keşke sayı daha çok olsaydı da bunlarla övünseydik. Ama Türkiye’de yargı pratiği maalesef öyle değil. DEP kararı da böyledir. DEP kararı iyi bir karar olsaydı, gerçekten adil bir yargılama sonucunda iyi bir karar olsaydı, DEP kapatılmasaydı, DEP’li milletvekilleri ve siyasetçilerin yapmış oldukları söylenen hatalar, siyasi eksiklikler kamuoyunda sertçe eleştirilse, ama bununla yetinilseydi; cezalandıracaksa seçmen cezalandırsaydı, ödüllendirecekse seçmen ödüllendirseydi. Buna tahammül gösterilseydi, Türkiye bambaşka bir noktaya gelecekti. 1994’ten söz ediyoruz. Şimdi 2018’deyiz. 24 yıl önceki bir durumdan söz ediyorum. 24 yıl önce Türkiye onları başarsaydı, yargının katkısıyla bambaşka bir noktaya gidebilmiş olurduk. Ülkenin çok daha etkili bir aktör olmasını sağlayabilirdik. Bunlar keşkeler, ihtimaller tabii. Yine başka sorunlarımız çıkardı, kahin değiliz ama, mevcut vaka üzerinden değerlendirdiğimizde Türkiye’nin siyasi tarihini etkileyen, Türkiye’deki demokrasi tarihini etkileyen, Türkiye’deki insan hakları mücadele süreçlerini etkileyen önemli kararlardır bunlar.

Meşru temsilcisi siyasetten men edilirse, seçmenin demokratik siyasete olan inancı kırılır

Çünkü bir mahkeme, kendi seçmenleri nezdinde son derece meşru olan bir temsilciyi yasalara, hukuka ve adalete aykırı bir şekilde siyasetten men ederse, o seçmenlerin demokratik siyasete olan inançları kırılır. Bununla birlikte diğer seçmenlerde de kırılmaya yol açar. İşte bu siyasette puslu bir hava yaratır, sisli bir hava yaratır. Sisli havada da, ülkenin böylesi ortamından faydalanmak isteyen herkes, ulusal ve uluslararası güçler faydalanırlar. Siyasetin çözüm olmasına engel olmaya çalışırlar. Zaten mevcut kriz yargıya havale edilmiştir, yargı da bu krizi çözecek durumda değildir. Dolayısıyla Türkiye veya o ülke; ki bu sadece Türkiye’de olan bir durum değildir, ama Türkiye her seferinde bu hataya düştü ve her seferinde bunun maliyeti ağır oldu. Bunlar olmasın diye yargı suçları görmezden mi gelecek? Hayır yargının böyle bir lüksü de yok. Gerçekten bir suç işlendiği iddiası varsa, bunu en etkili şekilde soruşturacak ve kamuoyunu tatmin edecek şekilde bir karar çıkaracaktır. Yargının işi, siyaset kriz çözsün diye suç örtmek değildir. Mesele tam tersine adil yargı meselesidir. Bizim göremediğimiz kısmı adil yargıdır. Adil soruşturmadır. Dokunulmazlık adaletli kaldırılmıyor, soruşturma adaletli yapılmıyor, kovuşturma adaletli yapılmıyor, cezaevi süreçlerinde adalet yok. Seçmenimiz bunları izliyor. Seçmenimiz

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI