Bugun...

Orta Çağ filozofları

.

ORTAÇAĞ FELSEFESİ VE ORTAÇAĞ FİLOZOFLARI

Orta Çağ sözcüğü, “iki dönem arasında kalmış çağ” anlamına gelmektedir. Orta Çağ, Antik Çağ’ın sonundan başlayıp, Rönesans ile sona eren, Avrupa’nın üstüne serilmiş “bin yıllık karanlık” olarak nitelenmektedir. Günümüzde ise “Orta Çağ” sözcüğü otoriter olan, esnek olmayan anlamında kullanılmaktadır.

Ancak bazılarına göre de aydınlık bir dönemdir Orta Çağ.. Örneğin, günümüzdeki temel okul sistemi bu dönemde biçimlenmeye başlamıştır.

Avrupa’da 1100 yılında katedral okulları, 1200 yılından itibaren de üniversiteler görülmeye başlanmıştır. O dönemdeki sistemler bugün birçok üniversite etkisini sürdürmektedir.

Hıristiyanlığın kitlelere ulaşması uzun zaman aldığı için, Orta Çağ bin yıl kadar sürmüştür. Üstelik kendi kentleri ve kaleleriyle kendi halk müzikleri ve halk anlatılarıyla, ulusal devletlerin pek çoğu bu dönemde kurulmuştur.

Yüksek Roma kültürü Orta Çağ’ın başlarında yıkılmaya başlamış, ticarette ve para ekonomisinde değişmeler olmuş ve para usulünün gerileyerek yerini yeniden takas usulüne bıraktığı görülmüştür.

Ekonomide ve siyasi hayatta feodalizm egemen olmaya başlamıştır. Orta Çağ başlarında Avrupa devamlı iç karışıklıklara uğramış ve bir savaş alanı durumuna gelmiştir. Avrupa’da böylece büyük bir otorite boşluğu doğmuştur.

Bu kargaşa ortamında kendini güvencede görmeyen halk, kuvvetli kişilerin himayesine girmeye başlamıştır. Bu şekilde himaye edenlere “süzeren”, himaye edilenlere de “vassal” denilmiştir. Böylece feodalite ortaya çıkmıştır.

Orta Çağ’da felsefe iki başlık altında toplanır:

1. Patristik felsefe

 2. Skolastik felsefe.

 M.S. I-IV.yy’lar arası patristik felsefe etkisi sürmüş, VIII. ve XIII.yy’lar arası da skolastik felsefe anlayışı hakim olmuştur. İkisinin arasındaki dönem IV-VIII.yy’lar arası da skolastik felsefe için kaynak metinlerin oluşturulduğu dönemdir.

Patristik dönemde felsefe, yeni Plâtonculuktan etkilenen, henüz yerli yerine oturmamış inancı akıl temeline oturtma çabaları içindeki bir felsefe niteliği taşırken, skolâstik dönemde Aristotales’e bir başka açıdan bakma çalışması yanında, inancı akılla kanıtlama yoluna gidilmiş ya da açıklamadaki hakikat ile yalnızca insan aklının güçlenmesiyle ulaşılabilen hakikatler arasında ayrım yapılmaya çalışılmıştır.



M.S. IV.-VII. yy’lar felsefe yapıtları açısından yoksul bir dönemdir. Bunun sebebi, Avrupa’daki barbar istilasıdır. Bu dönemde doğu kültüründen ayrı bir batı kültürü özelliklerini belirlemek oldukça güçtür.

M.S. IV. yy’da Carolus Magnus’un katkılarıyla, felsefe alanında da Avrupa’da bir hareketlenme olmuştur. Bu hareketlenme XI. yy’da kapsamlı ve özgün yapıtlar için kaynaklar oluşmasını sağlamıştır.

 

M.S. XII. ve XIII. yy’da ise Orta Çağ kültürünün en parlak dönemi yaşanmıştır. Skolastik düşüncenin yavaş yavaş çökmesi de XIII – XIV. yy’ların belirgin özelliği olmuştur.

 

Orta Çağ’ın bu döneminde Doğu ile Batı düşünsel yönden, savaşların da etkisiyle tarihin her döneminde karşılaşılamayacak denli iç içelik yaşamıştır.

Doğu ile Batı’nın karşılaşmasından yeni bir kültür ortaya çıkmıştır. Skolastik, Latince “scola” yani “okul” sözcüğünden türetilmiştir ve “okul felsefesi” veya okulda öğrenilen felsefe anlamına gelmektedir.

Bu felsefe, Orta Çağ’ın başlıca eğitim kurumları olan, manastırlar ve katedral okullarında, daha sonra da (XIII. yy.) üniversitelerde geliştirildiği için bu isimle anılmaktadır. M.S. 529’da Kilise, Platon’un Atina’daki akademisini kapatmış ve yine o yıl Benedikt tarikatı kurulmuştur.

Bu uygulamalar, Hıristiyanlığın Yunan felsefesi üzerine bir perde örttüğü dönemdir. Bu tarihten sonra eğitim ve düşünce, manastırların etki alanı içinde kalmıştır. Patristik felsefe, Kilise Babaları’nın felsefesidir.

Kilise Babaları M.S. II. ve VI. yy’lar arasında yaşayıp, Hıristiyan öğretisinin temellerini kurmaya çalışmış olan bilginlerdir. Salt akıl yürütme ve mantık ile dinsel dogmayı temellendiren ve skolastiğin yöntemini belirleyen, Abelard ve Anselmus’tur.

Erken skolastik dönem esas olarak Augustinciliğe dayanmaktaydı ve tek konusu tanrı ve ruh aracığıyla dünya ile ilişkisiydi. Bu dönemde dogmalar sistematik hale getirilmiş ve skolastiğin yöntemi oluşturulmuştur.

Ayrıca bu dönemde Antik kültür, Barbar kültürü ve Hristiyanlık, ortak bir potada eritilip, Orta Çağ kültürünün temelinin oluştuğu dönemdir. Yüksek skolastik dönem, M.S. XI. yy ile XIII. yy’lar arasında etkili olmuştur.

Bu dönem, Batı dünyasının ilk defa Arap dünyasıyla karşılaştığı dönemdir. Avrupalılar bu dönemde Arap dünyasının önemli eserleriyle karşılaşmış ve bu eserler sayesinde, özellikle Aritotales’i tanıma fırsatı bulmuşlar, bu da skolastik düşüncenin yükseliş dönemini besleyen başlıca kaynak olmuştur.

İslam felsefesi de Batı felsefesi gibi Platon ve Aristotales’e dayanmaktaydı. Ancak Kilise, başından beri Antik filozoflara ve yapıtlarına çok seçici davranmış, uygun gördüklerini almış, diğerlerini ise unutup gitmiştir. Örneğin Orta Çağ felsefesi, Aritotales’in sadece mantığını almıştır.

İslam dünyası ise Aristotales’i her yönüyle ele almıştır. İslam dünyasının elinde bulunan birçok Antik yapıt, Arap ve Yahudi yorumcuların katkılarıyla birlikte Latinceye çevrilmiş ve yaklaşık, bir yüzyıl süren bu çeviri çalışmaları ile batıda Aristotales’in ikinci yeniden doğuşu sağlanmıştır.

Birinci yalnız mantık alanında iken ikincisi ontoloji ve metafizik alanda olmuştur. Aristotales’i Araplara tanıtan en önemli düşünürler İbn-i Sina’dır.

Arap felsefesinin Batı dünyası için en önemli düşünürü ise İbn-i Rüşd’tür. İbni Rüşd’ün bütün yapıtları, Aristotales’in yapıtlarının yorumları ile geniş tutulmuş açıklamalarıdır.

Bu öğretinin ilk büyük öğretmenidir. Hıristiyanlığın inanç ve kanılarının tümünü, bir bilimsel sistem haline getirerek, inancın kavramsal formu olan dogmasını kuran kişi Augustinus’tur. Augustinus, Orta Çağ Hıristiyan kültürünün gerçek öğretmenidir. Felsefesi Orta Çağ Hıristiyan felsefesinin çıkış noktası ve temelidir.

Patristik dönemde felsefe, Yeni Platonculuk’tan etkilenen, henüz yerli yerine oturmamış, inancı akıl temeline oturtma çabaları içindeki bir felsefe niteliği taşırken, Skolastik dönemde Aristotales’e bir başka açıdan bakma çalışması yanında, inancı akılla kanıtlama yoluna gidilmiş ya da açıklamadaki hakikat ile yalnızca insan aklının güçlenmesiyle ulaşılabilen hakikatler arasında, ayrımlar yapılmaya çalışılmıştır.

Orta Çağ’ın hazır doğa tablosu Aristotales’in fiziği, Platon’un astronomisi ve kutsal kitaptan alınan bazı tasarılarda kurulmuştur.

Aristotales’in fiziğinin temeli kalıcı, yetkin ve sonsuz olan gökyüzü cisimleriyle, gelip geçici sonlu mükemmellikten uzak olan, yeryüzü cisimleri arasında özce bir ayrılık olduğu düşüncesine dayanır.

Her nesne, ait olduğu yere varıncaya kadar hareketlidir, buraya vardığı zaman durağanlaşır. Platon’un evren teorisi ise şöyleydi: “Yeryüzü evrenin merkezidir. Ay, Güneş ve gezegenler yeryüzünün etrafında dönen saydam kürelere çakılı durmaktadır. Durağan yıldızların çakılı olduğu son saydam küre, evrenin de sonudur.”

Skolastik düşünce genel olarak üçe ayrılmaktadır. Erken Skolastik, M.S.VIII.yy ile XI.yy’a kadar devam eden skolastik düşüncenin son evresidir.

Bu döneme kadar biriktirilen Hıristiyan doktrinlerinin derlenip toplanıldığı, sistemli hale getirildiği, yönetimin belirlendiği dönemdir. Zaten var olan Hıristiyan doktrinin bir sistem çerçevesinde temellendirmek dışında, düşün alanında yeni bir şey söyleyen ve skolastiği skolastik yapan düşünce de budur.

Batıda Arap felsefesinin etkilerine ilk olarak Chartnes okulunda rastlanır. Aristotales’in yeni eserleri giderek üniversitelerde ve iki büyük tarikat olan, Dominiken ve Fransisken tarikatlarında işlenmiştir. Geç Skolastik düşünce, skolastiğin olgunlaştığı, en üst noktasına erdiği dönemdir.

Bu dönem, felsefenin başlıca ereği içinde tüm varlıkların yer alacağı, Hıristiyan görüş ve anlayışına uygun bir dünya ve doğa tablosunu düşüncede kurmaktır. Dönemin ünlü düşünürlerinden Albertus Magnus, tepe noktasında tanrının yer aldığı ve tüm evreni kaplayan bir sistem, bir evren modeli oluşturmaya çalışmıştır.

Aristotales’in tüm eserlerinin Arap felsefesi aracılığıyla Batıda yeniden tanınması, Aristotales’i, üzerinde tartışılmaz otorite olarak kabul eden skolastiğin gelişmesinde büyük rol oynamış; özellikle de Aristotales’in mantığına dayanan skolastik yöntemin son noktasına kadar gelişmesini sağlamıştır.

M.S. XIII.yy’da skolastik düşünce tüm toplumda egemen olan düşünce şeklini almıştır. Skolastik felsefe dogmatiktir. Bir konuyu incelemek demek; Aristotales’in o konuda yazdığı eseri okumak demektir. Daha derin bir inceleme ise Thomas Aguinus’ın, Aristotales üzerine yazdıklarını okumaktır.

Bilimsel bir inceleme ise ikisinin yazdıklarını tekrarlayan bir üçüncü kitabı okumaktır. Hiçbir kişisel görüş, tartışma, kuşku ve kurcalamaya yer yoktur. Kutsal kitaplar ve dini otoritelerde her sorunun yanıtı bulunabilir.

İnsan, yalnızca bunları öğrenmek ve inanmakla yetinmelidir. Böylece geçerli ve mutlak bir tek doğru vardır. İnsan aklı da bu tek doğruyu kavrayabilir. Bu düşünce, bilginin her türlü sübjektifleştirilmesine, göreceleştirilmesine karşı savaşır.

Orta Çağ için doğa, değerler hiyerarşisinin en altında yer alırdı; hiçbir biçimde üzerinde uğraşmaya, onu incelemeye değmezdi.

Thomas Aguinus’a göre en önemli bilim, maddeden en çok ayrılan bilimdir. İnsan aklının doğruları, dolaysız olarak kendisinden türetebilmek için bir yetisi vardır ve bilgi edinmek için böylesine “yüce” bir yol dururken, deneye başvurmak, aşağı düzeyde bir uğraştır.

Ayrıca insanın gerek duyduğu her türlü bilgi, dinsel kaynaklarda ve geçmişin büyük düşünürlerinde vardır. Evreni öğrenmek isteyenin karşısına hazır bir doğa ve evren modeli konulmaktadır. Skolastik düşüncenin doğa ile ilgisi yoktur. Başından beri “var olana” bakmaz. O “varlık nedir?” diye sorar; “var olan nedir” demez.

ORTA ÇAĞ’DAKİ BAZI ÖNEMLİ FİLOZOFLAR

AUGUSTINUS: 

M.S. 354-430 yılları arasında yaşamış olan Augustinus, Geç Antik Çağ’ın önemli felsefi akımı olan Yeni Platonculuk’tan etkilenmiştir. Hıristiyanlığı kabul ederek ondan büyük ölçüde etkilenmiştir.

Augustinus, Platon’un düşünceleri ile Hıristiyanlığı karşıt bulmamış, hatta bunları uzlaştırmıştır.

Böylece Platon’u Hıristiyanlaştırmıştır. Ona göre insan, tanrının kuklası gibidir, tanrı onun nasıl bir hayat süreceğini bilir; fakat insanın yine de özgür bir iradesi vardır. Verdiği kararlarla tanrının seçkin kullarından olabilir ve ölümsüzlüğe kavuşup, cennette yaşayabilir. İki tür devlet anlayışı vardır.

Bunlar, Tanrı Devleti ve Yeryüzü Devletidir. Tanrı devletinin yolu kiliseden geçer. Bu düşünce M.S. 1500’lü yıllara kadar kabul görmüştür.

AQUINO’LU THOMAS: 

M.S. 1225-1274 yılları arasında yaşamıştır. Paris Üniversitesi’nde öğretmenlik yapan bir filozof ve aynı zamanda teologtur.

Thomas da, Aristotales’in düşüncelerini Hıristiyanlığa yaklaştırmaya ve bu dinle bağdaştırmaya çalışmıştır.

Yani bu filozofların düşüncelerini, Hristiyan dini açısından zararsız hale getirmişlerdir. O’na göre tanrıya iki yolla ulaşılır: İlk yol akıl ve duygu, ikinci yol ise inanç ve Hıristiyanlığın verdiği ilhamlardır.

Aquinolu Thomas Kimdir?

 

BINGEN’Lİ HILDEGARD: 

Kadın olmasına rağmen vaiz, yazar, doktor, botanikçi ve doğa bilimci olarak çalışmıştır. O’nun bilgeliğiyle, unutulan Sophia inancı tekrar uyanmıştır.

SCOTUS ERIUGENA: 

Büyük skolastikçilerdendir. Scotus’a göre felsefenin konusu ile dinin konusu aynıdır. Felsefe, inancın bilimi, dogmaların anlaşılmasıdır.

Aynı içeriğe sahip bulunan düşünce ve din sadece şekil bakımından aynıdır; din boyun eğer ve tapar, felsefe ise dinin kendisine tapmakta yetindiği şeyin, yani tanrıyı veya yaratılmamış ve yaratıcı tabiatı akıl vasıtasıyla inceler, tartışır, derinleştirir.

O’na göre tabiat kelimesi bütün varlıkları, yaratılmışı olduğu gibi yaratılmamışı da kucaklar.

Loannes Scotus Eriugena Kimdir? (810 - 877)

FARABİ: 

Farabi, felsefede Aristotales’in sisteminden ve Plotinos’un varlık konusundaki görüşlerinden de yararlanmış ve böylelikle kendi orijinal sistemini kurarak, felsefesiyle, İslam inancını felsefi bir temele oturtma çabası vermiştir.

Farabi, akılda bir sezgi gücü bulunduğunu, insan zihninde doğuştan getirilen bilgiler olduğunu kabul eder. O, bundan başka, gerçek bilimsel bilgiyi, zorunlu akıl yürütmeye dayandırır. Sezgi, apaçık ve kesin bilgiye ulaşma aracıdır.

Batıda uzun Orta Çağ dönemi boyunca büyük bir duraklama içerisine giren bilimsel faaliyet, XV ve XVI yüzyıllarda yaşanmaya başlanan Rönesans sırasında yeniden başlamıştır. Bilimlerin felsefeden ayrılma süreci işte bu dönemde hız kazanmıştır.

Tüm Avrupa’ya yayılan Rönesans, başta bilim ve felsefe olmak üzere, kültürün çeşitli alanlarda gerçekleşen bir yeniden doğuş dönemini temsil eder. Bu dönemde yeni bir doğa ve bilgi anlayışı ortaya çıkmıştır.

Bu dönemde din ile felsefe karşısında belli bir bağımsızlık kazanan bilim, hızlı adımlarla ilerlemeye başlamıştır. Bu temel üzerinde XVI. Ve XVII. yy’da insanlığın yaşam koşullarını ve düşünce biçimini köklü bir biçimde değiştiren, büyük bir bilimsel atılım yaşanmıştır. Bu bilimsel atılımların, evrenin geleceği bakımından faydalı mı zararlı mı olacağını ise gelecek yüzyıllar belirleyecektir.

Farabi, Farabi Hayatı, Farabi Kimdir? (870 - 950)



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI