Bugun...

Yeni Patojen, Eski Siyaset (devamı)

Önceki bölümü

Fransa’nın Akdeniz limanlarındaki yetkililer, gemiler vardığında sağlık teftişini zorunlu kılmak istemedi; böylece Paris, Avrupa yönetimlerinin bir koalisyonunu bir araya topladı ve Osmanlı İmparatorluğu’na sağlık teftişinin ve gözetiminin bir rejimini dayattı. Böyle Osmanlılar sözde bağımsız olsa da batıya giden gemileri denetlemeye yetkili Batı Avrupalı sağlık memurları, Kahire ve Konstantinopolis’te konumlandırıldı. Zylberman kolera tehdidinin Doğu Akdeniz’de ve hatta ötesinde “önleyici müdahale” için yeterli meşrulaştırma olduğunun üzerine durdu: Osmanlı devleti, ifadenin iki anlamında da “Avrupa’nın hasta adamı”ydı ve emperyalistler onun zayıflayan bedenine dişlerini şimdiden batırıyordu. Jeostratejik rekabet konuları ne olursa olsun, Paris ve Berlin, Doğu’dan gelen mikrobiyal tehdidi benzer bir biçimde gördü: Almanya, uzun karasal sınırı boyunca karşılaştırılabilir önlemler dayattı.

Elbette Ağustos 1892’de, Hamburg’da, Berlin’in militarist yönetimi ve uzun zamandır aziz tutulan özgürlüklerin yitirileceği konusundaki endişeler, su kaynaklarındaki dehşet verici beladan daha az acildi. Koch vibrio’ya karşı “savaş” ilan etmedi ve dehşete düşmüş Hamburg hastanelerini “savaş meydanı”yla kıyaslaması, askeri metaforlarının gidebildiği kadar gitti. Zamanın tartışmalarının hiçbir yerinde, bir kuşak sonra Naziler tarafından benimsenen, bedensel bütünlük ve çürümenin siyasi retoriğini okumayız. Ama askerileşmiş Prusya devleti, hastaneler ve su kaynaklarından başlayarak, Hamburg’un yönetimini üstlendiğinde, artık geriye dönülemezdi.

Sonunda Koch, von Pettenkofer karşısında galip geldi; biyomedikal paradigma sıçradı. Merkezileşmiş, otoriter Prusya liberal Hamburg’u yuttu; Almanya’nın yönetim sistemi pekiştirildi. Daha az fark edilense kamu sağlığı modelinin hegemonik hale gelmesiydi. Her şey bir yana en yüksek sayıda göçmenin gemilere bindiği liman olan Hamburg’u yakından takip eden Birleşik Devletler bu paradoksu bir biçimde yönetti. ABD Ordusu Mühendislik Birliği, Küba, Louisiana ve Panama’da Sarı Humma ile mücadelede birincil silah haline gelirken, kuşaklar boyunca seçmenler, ya ülkenin kaldıramayacağı bir lüks olarak ya da totalitarizme doğru bir adım olarak, toplumsal tıbbı reddetti.

Bir hastalıkla “mücadele” metaforu, bedenin bir patojene bağışıklık tepkisi için uygundur, bir epidemiye toplumsal tepki için uygunsuzdur. Buna rağmen kullanılan dil günümüzde öylesine tanıdık hale gelmiştir ki üzerinde düşünülmeksizin benimsenir –hakiki hegemonyanın bir işareti. Metaforlardaki trafik iki yönden de akar. Savaş ya da otoriter önlemler için seferber olunduğunda, siyasi liderler, patojenlere benzeyen işgalciler ya da sızanlar tarafından “istila”ya karşı çıkar. Sağlık krizi zamanlarında mikrobiyal “görünmez düşman”a karşı “savaş açma”ya bayılırlar.

Bir hastalıkla “mücadele” metaforu, bedenin bir patojene bağışıklık tepkisi için uygundur, bir epidemiye toplumsal tepki için uygunsuzdur. Buna rağmen kullanılan dil günümüzde öylesine tanıdık hale gelmiştir ki üzerinde düşünülmeksizin benimsenir –hakiki hegemonyanın bir işareti.

ABD Ordusu Tıbbi ve Mühendislik Birliği, kamu sağlığı yıllıklarındaki yerini Sarı Humma’nın aktarımı konusundaki titiz araştırmalarıyla ve bunu izleyen sıkı bir biçimde uygulanan su kuyularını, rezervuarları, tankları ve havuzları kurutma, kapatma ve oralardaki durgun suları yağlama ve sivrisinek üreme alanlarını ortadan kaldırmak için böcek öldürücü ilaçları kullanma programlarıyla kazandı. Modern zamanlarda, özellikler 11 Eylül sonrasından bu yana, şarbon korkusu biyoterör hayaletini canlandırdı; dolayısıyla ABD Savunma Bakanlığı, ABD dış siyasasının tüm görünümlerine öylesine derin bir biçimde yöneldi ki, epidemik hastalıklar dahil, dünyanın dört bir yanındaki çeşitli krizlere müdahalede seçilen araç ordudur. Ordu 2004’teki tsunami sonrasında Endonezya’ya ve 2010’daki depremden sonra Haiti’ye ilk uluslararası yardım sağlayıcısıdır. Başkan Barack Obama 101. Hava İndirme Tugayı’nı Beola’yla savaşması için 2014’te Batı Afrika’ya yolladı. Günümüzde Ulusal Muhafızlar ve ABD Donanması COVID-19 acil durum müdahalesinin en ön saflarındadır. Askeri lojistik, hazırlıksız acil kamu sağlığı hizmetinin boşluklarını doldurmak için vazgeçilmez görünür.

Bununla beraber epidemiye müdahalede ordunun önemli operasyonel rolünü, güvenlik görevlilerinin ve generallerin gösteriyi yönetmesi gerektiğini düşünmeye sevk etmemelidir. Amerikan Yurttaş Hakları ve Özgürlükleri Birliği [American Civil Liberties Union] bu tehlikenin farkındaydı; 2008 tarihli bir raporda baskıcı kolluk yaklaşımlarının amacına zarar verici olduğu kadar haklar içinde tehlikeli olduğu uyarısını yaptı. Savaş zamanı acil durum güçlerini verili kabul etmenin potansiyeli ve güvenlik teknolojilerini sevk etmek birçok lider için, tam da ikili kullanımları nedeniyle çekicidir. Başkan Donald Trump kendisini “savaş zamanı başkanı” olarak adlandırmaya karar verdi. Trump virüse karşı “savaş” ilan eden Fransa Başkanı Emmanuel Macron’u izliyor. İtalya’da bu daha çok bir polis operasyonudur. Macaristan’ın Viktor Orbán’ı belirsiz bir süre kararnamelerle yönetmesine izin veren bir yasayı geçirdi ve pandemi konusunda göçmenleri ve mültecileri suçluyor. Çin’deki karantina, ileri teknolojik gözetimin eski moda Komünist Parti mahalle seferberliğiyle – “ızgara reaksiyonu” – bir bileşimiyle güçlendirildi. İsrail’de teröristleri izlemek için tasarlanmış iz sürücü teknolojiler, koronavirüsten dolayı hastalandığına inanılan insanlara karşı sevk etmeyi öneriyor. Economist Dergisi bu tür her şeye nüfuz eden gözetim için “coronopticon” [panoptikon ve koronavirüsünü sözcüklerinden türetülmiştir-ÇN.] sözcüğünü icat etti.

Aktivist reformcular ve sessiz devrimciler

COVID-19’a yanıt olarak yasalaştırılan baskıcı önlemler dalgası, Hamburg dramamızın oyuncularını şaşırtmayabilirdi. Avrupa’nın on dokuzuncu yüzyıldaki kolera epidemileri devrimleriyle, özellikle 1830–32 ve 1848, uygun adım yürüdü. Kolera isyanları yaygındı. 1892’de kalabalıklar, Rus kentleri Astragan, Taşkent, Saratov ve Donetsk’de sağa sola koşturdu. Hastalananların feryatları, haykırışların ve feryatların arasından duyulabilen bir avuç sözcünün sesleriyle, protagonistler için koroyu sağladı. Ama sosyalist devrimcileri boşu boşuna dinleyebilirdik.

Epidemik hastalığın her tarihsel ziyareti ve buna karşılık gelen devlet önlemleri sayısız gündelik sakınma ve itaatsizlik edimleriyle karşılandı.

Karl Marx 1854’te Soho’daki Dean Sokağı 28 numarada, Google Maps’e göre Broad Sokağı’ndaki ünlü su pompasına beş dakikalık yürüme mesafesinde ve John Snow’un haritasındaki en yakın siyah (enfekte olmuş) noktaya (Meard Sokağı’ndaki) bir dakikalık mesafede yaşıyordu. Ama Friedrich Engels’le yazışmalarında, kötü barınma koşullarını suçlayarak salgına sadece kısaca değindi. Engels 1845 tarihli İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu adlı kitabında aynısını yaptı ve 1892 baskısının önsözüne şu satırları ekledi:

Kolera, tifüs, çiçek ve öteki salgın hastalıkların tekrar tekrar ortaya çıkması, İngiliz burjuvasına, eğer kendisini ve ailesini bu hastalıklardan koruyacaksa, kasaba ve kentlerde sağlık koruma kurallarına hemen uyulması gereğini göstermiştir. Böylece, bu kitapta anlatılan en göze batar rezillikler ya tümden ortadan kalkmış ya göze daha az çarpar hale gelmiştir.[1]

Engels halk sağlığının bir burjuva bilimi, ve etkili bir bilim, olduğunu sessizce kabul edermiş gibi görünür. Komünistler için savaş ve sınıf mücadelesi tarihin lokomotifleriydi ve mikroplar sadece otostopçulardı. Tarihçi Samuel Cohn’un gözlemlediği gibi, bu, sınıf düşmanlarına üstünlük sağlanabilecek siyasi bir savaş alanının şaşırtıcı bir teslimiyetidir. “Koleranın ve onun toplumsal sonuçlarının bir çözümlemesi Marx’ın hayatı boyunca yayınladığı eserinden hiçbirine girmedi ve hastalığın toplumsal protesto ve sınıf mücadelesindeki herhangi bir dışavurumuna karşı kayıtsız görünür.” Şu şekilde devam eder:

Daha da şaşırtıcı olanı, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl sınıf mücadelelerini titizlikle ele alan, daha yakın geçmişteki Yeni Sol tarihçilerindeki -E. P. Thompson, Eric Hobsbawm, John Foster, John Calhoun, ve diğerlerindeki- koleranın toplumsal şiddetine -bu olaylar sırasında 30.000 kadar olduğu tahmin edilen kalabalıkları harekete geçirmesine, sadece kısa bir süreliğine de olsa kentleri ele geçirmelerine, valileri, belediye başkanlarını, hakimleri, hekimleri, eczacıları ve hemşireleri öldürmelerine, fabrikaları ve kentleri yerle bir etmelerine rağmen- karşı ilgisizliktir.

Dikkatsizlik telafi edilmeye başlandı. Sömürge sonrası tarihçiler ve tıp antropologları sömürgecilerin sağlık siyasalarına yerel direnişi ve diğer şeylerin yanı sıra, çocuk felci aşı programını kuşatan şüpheyi araştırdı. Ama epidemik acil durumlar sırasındaki kamu sağlığı önlemlerine karşı direniş üzerine, hâlâ görece çok az araştırma bulunmaktadır. Bu bir boşluktur çünkü epidemik hastalığın her tarihsel ziyareti ve buna karşılık gelen devlet önlemleri sayısız gündelik sakınma ve itaatsizlik edimleriyle karşılandı.

On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda İtalya’da ve en unutulmaz olanı 1665’te Londra’da, veba vakanüvisleri bulaş tehlikesi karşısında yoksulların lakayt kayıtsızlığı ve onlara dayatılan sıhhi önlemlerin altını oymaları hakkında yazdı. Diğerleri gibi konu üzerine yazan Daniel Defoe, bu davranışı cehalete, inatçılığa ve kaderciliğe atfetti. Bu, öngörülebilir güçlük (işsizliğin beraberinde getirdiği yoksulluk) karşısında belirsizliği kabullenme (mikrop piyangosu) tercihi de olabilirdi. Sömürgeleştirilmiş halkların, genellikle keyfi, bilimdışı ve çoğu zaman da devlet iktidarının sergilenmesinin ötesinde hiçbir şey sağlamayan imparatorluk sağlık ve çevre diktasına karşı direnişinin şaşırtıcı yankıları da söz konusudur.

Diğerleri gibi konu üzerine yazan Daniel Defoe, bu davranışı cehalete, inatçılığa ve kaderciliğe atfetti. Bu, öngörülebilir güçlük (işsizliğin beraberinde getirdiği yoksulluk) karşısında belirsizliği kabullenme (mikrop piyangosu) tercihi de olabilirdi.

On dokuzuncu yüzyıl sosyalistlerinin sessizliği iki kat kafa karıştırıcıdır çünkü soldaki rakipleri, radikal demokratlar lafını sakınmıyordu. 1848’de, “halkların baharı”nda, Marx ve Engels hâlâ Komünist Manifesto’yu yazarken, Rudolf Virchow (1821–1902) adlı genç bir hekim Silezya’da tifüs salgını üzerine bir rapor derliyordu. Virchow patolojinin babası ve toplumsal tıbbın kurucusu olarak bilinir hale geldi ama aynı zamanda öncü bir tıbbi antropologdu; farklı insanların kafataslarının [crania] boyutu ve şekli konusundaki çalışması, ırksal üstünlük ya da aşağılık iddiasının hiçbir bilimsel temelinin olmadığı sonucuna varmasını sağladı. Tıp pratiği, siyasetini radikalleştirdi; Silezya üzerine raporunda, tek başına tıbbi müdahalenin çok az değerinin olduğunu; [esas değerli olanın] eğitim, demokrasi ve zenginlik aracılığıyla toplumsal ilerleme olduğunu ileri sürdü. Virchow “tıp bir toplum bilimidir ve siyaset orantılı olarak tıptan başka bir şey değildir” sloganıyla, bir demokrat olarak 1848 ayaklanmasına katıldı.

Dönemin biliminde geniş bir bilgiye sahip olan diğerler gibi Virchow’un tıbbi görüşünü günümüzde sınıflandırmak güçtür. O, von Pettenkofer’e genel olarak sempatiyle yaklaşıyordu ama bulaşıcı olduğunu düşündüğü kolera konusunda ona katılmadı; Koch’u takdir etti ama tüberküloz basilinin rolünü tartışması yeterince tuhaftı. Temelde Virchow demokrasi, eğitim ve ilerlemenin hastalıkları ortadan kaldıracağına inanan bir liberterdi. Death in Hamburg’da Evans, hayati kavrayışı nedeniyle onu saygıyla anar: “Virchow’un kuramının açığa çıkardığı, tıp bilimi, iktisadi çıkar ve siyasi ideoloji arasındaki ayrılmaz bağlantıydı”.

Hamburg korosundaki Virchow’un sesi günümüzde yankılanan sorular sorar. Sözcüğün ABD’de kullanıldığı anlamda günümüzdeki liberaller pandemi siyasetiyle mosmor edildi. Adalet adına toplumsal sağlığa yöneldiler ama karantina ve seyahat kısıtlamaları aracılığıyla epidemiyolojik risk yönetimi, ırkçı, dışlayıcı siyasalarla hizaya girince ürperdiler. ABD liberalleri bilime adanmış devlet görevlileriyle – Anthony Fauci, Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü müdürü, günümüzde erdemli derin devletin fazilet timsalidir- güven tazeledi ama hastalık gözetim ve denetiminin totaliter içerimlerinden rahatsız oldu. Bulaşıcı hastalıkların denetimi devleti, tüm nüfusun birörnek sıhhi alışkanlıklara sahip olmasını zorunda kılan, Max Weber’in steroid almış askeri-bürokratik devletidir.

Patolojinin babası ve toplumsal tıbbın kurucusu olan Virchow “tıp bir toplum bilimidir ve siyaset orantılı olarak tıptan başka bir şey değildir” sloganıyla, bir demokrat olarak 1848 ayaklanmasına katıldı.

Peter Baldwin Disease and Democracy [Hastalık ve Demokrasi (2005)] adlı kitabında yirminci yüzyılın sonlarında, sanayileşmiş ülkelerde kronik, bulaşıcı olmayan ve “yaşam tarzı” hastalıklarının, sağlığa esas tehdit olarak bulaşıcı hastalıkların yerini nasıl aldığını ve sağlık konusundaki sorumluluğun devletten bireye nasıl kaydığını betimler: “Herkes kendi karantina [polis] memurudur”. Baldwin “demokratik kamu sağlığı olabilir mi?” sorusunu sorar. Olamayacağını düşünür: “Yönetişim çağında, kamu sağlığı, yasalara itaat eden ortalama yurttaşın kadife eldivenin içindeki devletin demir yumruğunu hissetmek istediği, resmi denetimin aşikâr bir alanı olarak kalır”.

https://i2.wp.com/bostonreview.net/sites/default/files/14172919087_5f5f11a2a3_o.jpgBaldwin’in şüpheciliği, “gey vebası”na karşı kendi seferberliklerinin sadece bilime ivme kazandırmakla kalmadığı aynı zamanda siyasi tarihin eğrisini özgürleşmeye doğru büktüğüne de inanan AİDS aktivistlerine bir yanıttır. Başkan Ronald Reagan gey erkekler, Haitililer ve hemofili hastaları arasındaki AİDS salgınını başta görmezden geldi ve ACT UP [harekete geç] kısaltması yöntemlerini yansıtan AIDS Coalition to Unleash Power’ın taleplerine kulaklarını tıkadı. Nihayet, fazlasıyla itimat edilen muhafazakâr Başhekim C. Everett Koop ve günümüzde hâlâ elinde bulundurduğu makama yeni atanan Anthony Fauci, harekete geçmek için Reagan’ı ikna etti.

Mayıs 1990’da, ACT UP, NIH’de HIV-AIDS’le mücadelede biyomedikal araştırmalara farkındalık yaratmak için bir protesto düzenledi. Image: NIH History Office / Flickr Ülkenin HİV ve AİDS siyasaları ve daha sonra da küresel siyasalar, tedavi edilemez, cinsel yollarla bulaşan, damgalanmış bir grupları –hemofili hastalarını ve HİV’le doğan çocukları [niteleyen] “masum kurbanlar” [kavramı], ilk kuralı kanıtlayan istisnalardır- hedef alan bir hastalığa karşı kamu sağlığı müdahaleleri tarihinde benzeri görülmemişti. HİV ve AİDS’le yaşayan insanlar tıbbi denemelere ve siyasa oluşturma süreçlerine dahil oldu. Aktivistlere, olağan güvenlik testlerini devreden çıkararak kaybedecek hiçbir şeyleri olmadığı ileri sürülerek, denemeleri için yeni ilaçlar sunuldu. Aktivistler haklarını korumak için gönüllü ve gizli testlerde ısrar etti. Afrika’da devlet müdahaleleri, gündemi çoğu zaman sivil toplum örgütlerine terk etti ve değişmez bir biçimde onları planlamaya dahil etti. İnsan hakları ve içerim üzerine temellenene küresel sağlık yönetiminin bir modeline öncülük eden uluslararası ajanslar -BMAİDS ve HİV/AİDS, Tüberküloz ve Sıtmayla Mücadele için Küresel Fon- müdahaleyi tesis etti.

Epidemiyolojistler neden topluluklar gibi düşünmelidir

HİV ve AİDS dramasının sonlarına doğru, pandeminin siyasi, güvenlik ve toplumsal görünümleri üzerine ortak bir çalışmada küçük bir role sahip oldum. Ve Virchow’un ruhuyla yazarak, sadece demokratik bir kamu sağlığının var olabileceğinde ısrar ettim. Birçokları gibi, hekim ve tıbbi antropolog Paul Farmer’dan esinlenmiştim; kitabı Infections and Inequalities [Hastalıklar ve Eşitsizlikler (1999)] toplumsal tıp ve radikal siyaset arasında bir ortaklığın bir manifestosudur. Yoksulluk, eşitsizlik ve sağlıksızlık ve epidemilere maruz kalma arasındaki ilişki iyice ortaya konmuştur ve burada yeniden vurgulanmayı gereksinmez. Aylward’ın son epideminin “ders”lerini buna uygulamamak gerektiği uyarısının bilinciyle, ihtiyatla tek bir epidemiyolojik noktaya değineceğim: “halkın bilimi”nin epidemileri köreltmede ve yeniden meydana gelmemelerini sağlamada hayati bir rol oynayabileceğinin gerçekten de şaşırtıcı kanıtları bulunmaktadır.

Sanayileşmiş ülkelerde “yaşam tarzı” hastalıkları sağlığa esas tehdit rolünü üstlenirken sağlık konusundaki sorumluluk devletten bireye kaydı: “Herkes kendi karantina [polis] memurudur”. “Demokratik kamu sağlığı olabilir mi?” hayati bir soru haline geldi.

Bu halk tıbbının bilgeliğini romantikleştirmemiz gerektiği anlamına gelmez: Etmemeliyiz de. Halkın epidemiyolojisi boş inançlar söz konusu olduğunda payına düşenden daha fazlasına sahiptir: En iyi durumda zararsız en kötü durumda tehlikeli ya da ölümcül olan sayısız pratik. Yine de insanların on yıllarca deneyi ve gözlemi birkaç hakiki bilimsel buluş üretti; bunun simgesel örneği çiçek hastalığı aşısıdır. Afrika’da yaygın olan, çiçek hastalığının kabarcıklarından alınan dokuları, hastalığın çok daha az öldürücü çeşitlemesini üretmek için sağlıklı bireylere yerleştirme uygulamasına aşina köleleştirilmiş Afrika kökenli bir ABD’li, on sekizinci yüzyılın başında Massachusetts yerleşimcilerine uygulamaya başladı. 1798’de işlem, aşıya adını veren, İngiliz hekim Edward Jenner tarafından sığır çiçek hastalığı aşısı formunda benimsendi.

Halk biliminin bir epideminin sonunu hızlandırdığının sergilenebilir, yakın geçmişe ait kayıtları da bulunmaktadır. Söz konusu vaka 2014 yılında Batı Afrika’da Ebola’dır. Epideminin başlangıcındaki katlanarak büyüme aşamasını kesin bir biçimde haritalandıran epidemiyolojik modeller, ani azalmayı öngörmekte başarısız oldu. Modeller, fiilen meydana gelen kayda değer ani azalmayı değil, sadece tükenmeyi ya da kamu sağlığı müdahalelerinin yavaş yavaş bulaşı azaltmasıyla uzun zaman alacak bir azalmayı öngördü. Ebola: How a People’s Science Helped End an Epidemic [Ebola: Halk Bilimi Bir Epideminin Son Bulmasına Nasıl Yardım Etti (2016)] adlı kitabında sosyal antropolog Paul Richards modellerdeki yetersizliğin, ne modeller tarafından kavranabilen ne de kendi hayati risk davranışlarını dönüştüren insanlar tarafından tamamen açıklanabilen samimi toplumsal davranışlardaki değişikliklerle en iyi şekilde açıklanabileceğini ileri sürdü.

Antropologların kendileri salgının ilk safhasında noktaları birleştirmedi. Onlar bulaş için esas tehlike noktasını, gömülme için bedenin hazırlanmasını, değil, cenaze törenlerini ve cenaze ritüellerini araştırdı. Hastanın ailesi tarafından bakılması bulaşın bir başka ana bağlamıydı. Topluluk sağlık çalışanları, sosyal antropologlar ve epidemiyolojistler birbirleriyle konuşmalı, birbirlerinin bilgisini anlamalı ve bunların iletişim kurmasının yollarını bulmalıydı. Richards’ın gösterdiği gibi topluluklar epidemiyolojistler gibi düşünmeyi hızla öğrendi ve daha güvenli beden bakım pratiklerini benimsedi ve resmi yukarıdan aşağı siyasalar sonradan bunları izledi. Epidemi yörüngesinin post hoc modellemesi, azalmanın en iyi simülasyonunun, yüzde 50’lik bir uyum oranını gerektirmesi avantajına sahip, tarama ve seyahat kısıtlamalarının topluluk temelli bir stratejisinin yaygın bir biçimde benimsenmesi üzerine temellendiğini doğrular. Yeniden incelemenin yazarı “salgının sonu için benzer bir biçimde geçerli başka hiçbir açıklama bilmiyoruz” sonucuna varır.

Her ne kadar halk tıbbının bilgeliğini romantikleştirmememiz gerekse de, “halkın bilimi”nin epidemileri köreltmede ve yeniden meydana gelmemelerini sağlamada hayati bir rol oynayabileceğinin gerçekten de şaşırtıcı kanıtları bulunmaktadır.

Her pandemi farklıdır ama siyasi eylemin mantığı çoğu zaman aynıdır. Siyasi çıkarlar bilimsel tavsiyelerle hizaya girdiğinde, bu tavsiyeler siyasa haline gelir. Bu meşru bir biçimde dersler çıkarabileceğimiz yerdir. 1918 örneğinde, Milletler Cemiyeti’ni kurmak için bir araya gelen dünya liderlerinin aldığı ders, uluslararası sağlığın uluslararası işbirliğini talep eden bir sorun olduğudur. Çiçek hastalığı 1970’lerde tam da bu türden çok uluslu bir girişim tarafından ortadan kaldırıldı. Çiçek hastalığı gibi kızamığa da sadece insanların taşıyıcı olduğu bir virüs neden olur ve o da ortadan kaldırılabilir ama uluslararası sağlık programlarını mali olarak destekleyen zengin uluslar, bunu, her ne kadar yoksul ülkelerde her yıl milyonlarca çocuk ölse de, küçük çocuklar için zararsız bir erginleştirme ayini olarak gördü. BM, fonlar ve siyasi destek erişilebilir olduğu için, kızamık yerine çocuk felcini hedef aldı: yıkıcı bir hastalık ama virüs doğada var olabildiği için ortadan kaldırması daha zor.

HİV ve AİDS örneğinde, “işe yarayan” devletleri epidemiyi ve müdahalelerini kabullenmeye zorlayan baskı ve farmakolojik şirketleri, Afrika devletleri tedavi rejimleri nedeniyle iflas etmemesi için, antiretroviral ilaçların fiyatlarını düşürmeye zorlayan kamunun gürültü patırtısıydı. Daha az anlaşılabilir bir biçimde yardımcı olan, uluslararası en iyi uygulama olarak sistemleştirilen, tamamen gönüllü test için baskıydı; zorunlu ya da hastanın özgül bir biçimde test edilmemeyi istemek zorunda olduğu rutin testler enfeksiyonu engellemeye yardım edebilirdi. Ve herhangi bir karmaşık kurumda olduğu gibi, siyasi teşvikler, zaman zaman çözülecek sorunun aleyhine, kurumun çıkarlarıyla aynı hizaya geldi. Sonuç ise, her bir ülkenin epidemisi farklı olsa da, BM her ülke için benzer siyasalar ve ölçütler istemesiydi: bazı ülkeler eşcinsel sekse, diğerleri heteroseksüel sekse, yine bazıları damar içi uyuşturucu kullanımına odaklandı ve hepsi farklı toplumsal adetlere ve ağlara sahipti. Ama paketi standartlaştırmak daha basitti. AIDS and Power [AİDS ve İktidar (2006)] kitabımda Afrika demokrasilerinde siyasi teşviklerin AİDS’i zapt etmekten ziyade onu yönetmek için yapılandırıldığı sonucuna vardım: azami tedavi sağlamak ve güçbela yeterli önleyici çaba sarf etmek.

2003’teki SARS salgını hem patojenez hem de siyaset açısından COVID-19’un doğrudan habercisidir. İlk olarak Çin devletini utandırdı ama yeterince değil. Devlet salgının başlangıcını gizledi ve çok geç müdahale etti –koronavirüs, özellikle Kanada’da, yerel salgınları harekete geçirerek tüm dünyaya yayıldı. Yorumcular Komünist Parti’nin otoriter denetimini çatlatacak kriz olabileceği tahmininde bulundu. Salgını gözden geçiren bir ciltte Tony Saich, SARS’ın “Çin’in Çernobil’i mi yoksa Kuru Gürültü [Much Ado About Nothing – William Shakespeare’in ünlü tiyatro oyununun adı aynı zamanda bir deyim olarak da kullanılır -ÇN.] mü?” olduğunu sordu. Saich, Çin otoritelerinin öğrenmesi gerektiği sonucuna vararak, yargıyı ileri bir tarihe sakladı. Ve on yedi yıl sonra, Saich’in COVID-19’a müdahaleyi değerlendirmesi “hayır, SARS epidemisinden bir şey öğrenmemişler” oldu.

İyi eklemlenmiş siyasi talepler kamu sağlığı siyasetini biçimlendirir. Demokrasiler kamu sağlığını talep edebilir.

Bu vargıda ima edilen, Başkan Hu Jintao’nun hastalığa sorunlu müdahalesinin siyasi bedelini ödemediğidir. Çin tıp laboratuvarlarını geliştirdi ama sağlık çalışanlarının muhbirler haline gelmesi için teşvikler yaratmadı: kötü haberler alan düşük düzeyli memurlar için olağan seçenek, her şeyin hâlâ iyi olduğunda ısrar ederek amirlerini mutlu etmekti. İkincisi SARS’ın hızla bastırılması koronavirüsleri tedavi edebilecek farmakolojik ürünler ya da onlara karşı aşılar için pazarı ortadan kaldırdı. İktisatçıların söylemekten hoşlandığı gibi, kapitalizmin gelecekteki küresel bir kamusal kötüye karşı önleyici müdahale için teşviki yoktur.

Burada yola çıkarak temele nitelikteki ve tamamen şaşırtıcı olmayan dersi damıtıyoruz: İyi eklemlenmiş siyasi talepler kamu sağlığı siyasetini biçimlendirir. Demokrasiler kamu sağlığını talep edebilir.

Hamburg dramasının sondan bir önceki perdesinde, Virchow sahneyi sona erdirir. Can alıcı soruyu –sonucu belirleyenin maddi çıkarlar mı, siyasi ideoloji mi yoksa tıp bilimi olduğunu- zaten sormuştu. Protagonistlerin hiçbiri soruyu yanıtlamasa da -ne cholera vibrio, ne von Pettenkofer ve kentin tacirleri ve avukatları, ne Koch ve imparatoru, ne de uyumsuz koro- Virchow toplumsal özgürleşme ve demokrasinin kolerayı sonunda yeneceğini ileri sürdü.

Pandemi sırasında eleştirel düşünmek

Bütün bunların COVID-19 için anlamı nedir? Hastalığa, ölüme ve muazzam ölçekte bir kesintiyle tehdit eden, kesin olmayan epidemiyolojiye sahip yeni bir virüsle karşı karşıyayız. Tam da tüm yorumcular pandemiyi kendi kaygılarının merceklerinden gördükleri için, eleştirel olarak düşünmenin, pandemiyi bağlama oturtmanın ve sorular sormanın tam zamanıdır.

En aşikâr sorular siyasidir. Halk, yöneticilerinden ne talep etmelidir? Zor öğrenilen deneyim aracılığıyla AİDS siyasa yapıcıları bir mantra geliştirdi: “epidemini bil, onun siyasetine göre davran”. Kamu sağlığı önlemleri için dürtüler –ve onların sonuçları- hastalığı denetim altına almanın daima ötesine geçer. Siyasi çıkarlar bilime baskın çıkar –ya da daha kesin olarak, siyasi çıkarlar bazı bilimsel okumaları meşrulaştırır ve bazılarını meşrulaştırmaz. Pandemiler siyasi rekabet için fırsattır; tarih olguların ve mantığın, sonucun belirleyicisi değil, mücadele araçları olduğunu akla getirir.

Siyasi çıkarlar bazı bilimsel okumaları meşrulaştırır, bazılarını meşrulaştırmaz. Pandemiler siyasi rekabet için fırsattır; tarih olguların ve mantığın, sonucun belirleyicisi değil, mücadele araçları olduğunu akla getirir.

Kamu sağlığı görevlileri, halka, viral bulaş eğrisini düzleştirmek için normal etkinliklerini askıya almalarını ısrarla tavsiye ederken, siyasi liderler de, itirazlar yükseldiğinde bir adım önde olabilmek için eleştirilerimizi askıya almamızı tavsiye ediyor. Yakın geçmişte, “derin devlet”in bürokratik, itaati teşvik eden yönetim tarzı siyasi tayf boyunca nadiren bu kadar saygın hale geldi. Bilimsel ussallığın onurlandırıldığı tam da bu tür bir uğrakta, bu tür uzmanlığın siyasi kullanımları karşısında en dirayetli biçimde farkında olmamız gerekir. 1892’nin Hamburg’una baktığımızda, neyin bilim neyin boş inanç olduğunu kolayca ayırt edebiliriz. Bugün bu ayrımları yapmak için eleştirel becerilerimizi tetikte tutmalıyız.

Aynı zamanda, COVID-19 bitkin ve şüpheci bir kamuya esenliğimizin –aslında hayatta kalmamızın- tıp biliminin ve kamu sağlığının son 140 yıldaki şaşırtıcı ilerlemelerine ne kadar bağımlı olduğunu hatırlattı. Uluslararası işbirliğinin benzeri görülmemiş bir uygulamasında, biliminsanları, tedavi ve bir aşı arayışında, sınırların ötesinde ve profesyonel rekabeti ve mali çıkarları bir yana bırakarak çalışıyor. İnsanlar modelleri alışılmadık derecede ileri görüşlü olduğunu kanıtlayan epidemiyologlara değer vermeyi de öğreniyor.

Ama epidemiyologlar her şeyi bilmiyor. Sonunda, sanayileşmiş bir ülkede hastane kapasitesini aşan ve aşmayan epidemik eğriler arasındaki farkı oluşturabilecek olan el yıkamak ve sosyal mesafelenme gibi, dünyevi, samimi ve ölçülmemiş insan etkinlikleridir. Richards Ebola’nın umutlu dersini hatırlatır: “Toplulukların epidemiyologlar gibi ve epidemiyologların da topluluklar gibi düşünmeyi ne kadar hızlı öğrendiğini görmek şaşırtıcıdır”. Bu ortak öğrenme süreci –uzmanlar ve sıradan insanlar arasındaki karşılıklı güven- COVID-19’u denetim altına almak için [sahip olduğumuz] en iyi umudu vadeder. Güvenlik ve özgürlük arasında basit bir alışverişi farz etmemeliyiz aksine müdahaleyi güçlü bir demokratik incelemeye ve gözetime tabi kılmalıyız – sadece adalete, şeffaflığa ve hesap verebilirliğe inandığımız için değil aynı zaman da bu, kamu sağlığı için de kanıtlanabilir şekilde geçerli olduğu için.

Bu ortak öğrenme süreci – uzmanlar ve sıradan insanlar arasındaki karşılıklı güven – COVID-19’u denetim altına almak için [sahip olduğumuz] en iyi umudu vadeder. Güvenlik ve özgürlük arasında basit bir alışverişi farz etmemeliyiz aksine müdahaleyi güçlü bir demokratik incelemeye tabi kılmalıyız.

Bunu yaparken düşüncemizi şekillendiren dile ve metaforlara dikkatimizi vermemiz zorunludur. Biliminsanları (ölçülebilir) risk içindeki (temel) belirsizliği özümser; kamusal söylem, bir yüzyıldan uzun bir süredir bulaşıcı hastalıkların denetimi için askeri modeller tarafından oyulmuş kanalların içinden akar. Metafordan siyasaya bir tür zoonosis’le, koranavirüsle “mücadele” en kötü durumda sokaklarımıza askerleri, kişisel yaşamlarımıza güvenlik gözetimini getirebilir. Beyaz Saray’daki kabadayılık kürsüsünden bağıra çağıra ilan edilen şirket hayırseverliğinin küçük edimleri, bilerek her gün hayatını riske atan düşük ücretli, aşırı çalışan sağlık çalışanlarının dayanışmalarından, yanlış bir biçimde, daha önemli gibi görünebilir. Diğer, demokratik, müdahaleler zorunlu ve olanaklıdır: onları hayata geçirmek için düşünmeli ve konuşmalıyız.

Muhtemelen en zor paradigma değişimi bulaşıcı ajanların yaratıklar değil bizim bir parçamız – DNA’mız, mikrobiyomlarımız ve Antroposen Çağı’nda dönüştürdüğümüz ekolojiler – olarak düşünmemiz olacaktır. Kamusal söylemimiz, patojenik evrimin gezegenin ekosistemini bozmamızla ne kadar derin bir biçimde birbirine dolandığını kavramada başarısız oldu. On yıllardır tek bir zoonotik hastalığın kolayca pandemik hale gelebileceğini ve epidemi denetiminin toplumsal kurumlarının, tıp biliminin telafi edebilmesi için gerekli nefeslenme alanını sağlamakta hayati olduğunu biliyorduk. İktisadî siyasi sitemimiz, bu tür bir küresel güvenlik ağı için maddi teşvikleri ve popüler anlatıyı yaratmakta başarısız oldu –bu iklim krizini yaratan aynı başarısızlıktır.

Bu dramamızın son ve tamamlanmamış perdesidir. İnsanlar patojenleri patojenleri bir sapma olarak değil, istikrarsız Antroposen Çağı’nda bir arada var olmaya yazgılı olduğumuzun hatırlatıcısı olarak ele almanın bir yolunu bulabilecek mi? SARS zamanında DSÖ’nün yöneticisi olan Margaret Chan’ın sözlerini genişletecek olursak, “Virüs kuralları yazar” – tek bir kurallar kümesi yoktur. Ekosistemimizin kurallarını kolektif bir biçimde değiştirdik ve patojenler bizim olduğuna inandığımız bir dünyaya açıkgöz uyarlanmalarıyla bizi şaşırttı.


[1] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, Çeviren: Yurdakul Fincancı, Ankara, Sol Yayınları, 1997, s. 31.

Çeviri: S. Erdem Türközü

Kaynak

 



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI