Bugun...



Slavoj Zizek yazdı: YENİ işçi sınıfının bayramıdır

Belki de artık pandemiye olan münhasır alakamızdan bir adım geri çekilip, koronavirüs ve onun yıkıcı etkilerinin toplum olarak hakkımızda ortaya çıkardığı gerçekleri gözden geçirmenin vakti gelmiştir. İlk gözümüze çarpan, o dandik “hepimiz aynı gemideyiz” sloganının aksine, sınıfsal ayrımlardaki patlama oldu.

facebook-paylas
Güncelleme: 22-05-2020 15:36:32 Tarih: 05-05-2020 03:21

Slavoj Zizek  yazdı: YENİ işçi sınıfının bayramıdır

Slavoj Zizek  yazdı:

YENİ işçi sınıfının bayramıdır

Belki de artık pandemiye olan münhasır alakamızdan bir adım geri çekilip, koronavirüs ve onun yıkıcı etkilerinin toplum olarak hakkımızda ortaya çıkardığı gerçekleri gözden geçirmenin vakti gelmiştir.

İlk gözümüze çarpan, o dandik “hepimiz aynı gemideyiz” sloganının aksine, sınıfsal ayrımlardaki patlama oldu. İçinde bulunduğumuz hiyerarşinin en alt katmanında hayatlarında salgından daha b��yük dertleri olacak kadar muhtaç durumdakiler (mülteciler, savaş bölgesinde kalanlar) yer alıyor. Bizim basın hala bu insanları çoğunlukla görmezden gelirken, virüse karşı mücadelenin ön saflarında yer alan hemşireler için akan duygu seline maruz kalıyoruz. Oysa hemşireler, Marksist imgelemde tasavvur edilen eski işçi sınıfı biçiminde olmasa da sömürülen koca bir “bakım işçileri” sınıfının en görünür kesimi.

Onlar daha çok David Harvey’in ifade ettiği gibi, “yeni işçi sınıfını” oluşturuyorlar.

 

 

Harvey der ki: “Her gün artan sayıda hastanın bakımını sağlaması ya da gündelik hayatın yeniden üretimini mümkün kılacak asgari hizmetleri sunması beklenen işgücü, büyük oranda cinsiyetlendirilmış, ırksallaştırılmış ve etnikleştirilmiştir. Modern kapitalizmin öne çıkardığı işte bu ‘yeni işçi sınıfı’dır. Yeni işçi sınıfının üyeleri, işleri dolayısıyla virüsle temas riskini en çok taşıyan işçiler olmakla beraber, virüsün dayattığı ekonomik sıkışma yüzünden finansal kaynak sağlanmadan geçici işten çıkarmalarla da karşı karşıyalar. ABD’nin, çoğunlukla Afro-Amerikalılar, Latinolar ve ücretli kadın işçilerden oluşan modern işçi sınıfı tatsız bir tercihle yüz yüze: bakım hizmetleri sırasında ve (marketler gibi) tedarik zincirinin kilit noktalarını açık tutarken hastalık kapmak ya da (yeterli sağlık hizmeti gibi) hiçbir sosyal yardım almadan işsiz kalmak.”

Fransa’da, zenginlere hizmet edenlerin yaşadığı, yoksul kuzey Paris banliyölerinde isyanların çıkması tam da bu yüzdendir. Ve tam da bu yüzden son haftalarda Singapur’da yabancı uyruklu işçi yatakhanelerinde koronavirüs enfeksiyonu aniden artmıştır. CNN olayı şöyle duyurdu: “Singapur’da çoğu Güney ve Güneydoğu Asya’dan gelen 1,4 milyon göçmen işçi yaşıyor. Temizlik işçileri, hizmetçiler, inşaat işçileri ve vasıfsız işçiler olarak Singapur’da hayatın devam etmesinde hayati rol oynayan bu göçmenler, şehrin en düşük maaşlı ve en savunmasız nüfusu.” Bu yeni işçi sınıfı hep buradaydı; pandemi yalnızca görünür olmalarını sağladı.

Bu kesime uygun bir tanım getirmek için Bruno Latour ve Nikolaj Schultz, “jeo-toplumsal sınıf” kavramını icat etti. Bunların pek çoğu, klasik Marksist anlamda üretim araçlarına sahip olanlar için çalışarak sömürülmüyor; bunun yerine kendi yaşamlarının maddi koşulları, yani temiz su ve havaya erişebilme imkanları, sağlık ve güvenlikleri üzerinden sömürülüyorlar. Yerel nüfus, toprakları, ihracat pazarına odaklı büyük ölçekli tarım için ya da büyük madencilik faaliyetleri için kullanıldığında sömürülüyor. Yabancı bir şirket için çalışmasalar bile, en basit anlamıyla, kendi yaşam biçimlerini sürdürmelerini sağlayan toprağın tam kullanımından mahrum bırakılarak sömürülüyorlar. Örneğin Somalili korsanları ele alalım: korsanlık yapmaya başladılar çünkü endüstriyel balıkçılık faaliyeti yürüten yabancı şirketler sahillerinde balık bırakmamıştı. Topraklarının bir kısmına gelişmiş ülkeler el koymuş, onların yaşam biçimi ortadan kaybolmaya başlarken bu topraklar bizimki sürsün diye için kullanılmaya başlamış. Bu konuda Latour “artık değere el konması” kavramının yerine “artık varlığa el konması” kavramını kullanmamız gerektiğini öneriyor; burada “varlık” zaruri maddi yaşam koşullarına tekabül ediyor.

Öğrenmiş olduk ki, bir pandemi durumunda fabrikalar durduğunda bile bakım işçilerinin oluşturduğu jeo-toplumsal sınıf çalışmaya devam etmek zorunda. Dolayısıyla geleneksel endüstriyel işçi sınıfı yerine bu 1 Mayıs’ı onlara (bakım işçilerine) adamak uygun olacaktır. Fazlasıyla sömürülenler onlar: emekleri çoğunlukla görünmez olduğundan çalışırken sömürüye maruz kaldıkları gibi, maddi koşulları yüzünden, çalışmıyorken dahi sömürülmeye devam ediyorlar. Yalnızca yaptıkları ile [çalışarak] değil, varoluşları ile bile sömürülüyorlar.

Zenginlerin ebedi hayali, yoksulların varlığıyla kirletilmiş bir coğrafyadan tamamen ayrıştırılmış topraklara sahip olmaktır; Neill Blomkamp’ın 2154’te geçen, nüfusun geri kalanı devasa bir Latin Amerika gecekondu mahallesine benzeyen Dünya enkazında ikamet ederken, elitlerin insan yapımı devasa bir uzay istasyonunda yaşadığı “Elysium” filmi gibi o muhteşem kıyamet sonrası filmlerini gözünüzün önüne getirin. Öte yandan bugünün gerçek dünyasında bir tür küresel felaket beklenirken, zenginler Yeni Zelanda’da villalar satın alıyor, ya da Rocky Mountains’ta Soğuk Savaş döneminden kalma nükleer yeraltı sığınaklarına tadilat yaptırıyorlar. Ancak pandemi durumunda asıl sorun şudur ki hiç kimse kendisini tam olarak izole edemez. Sosyal statünüzden bağımsız olarak, bu kirletilmiş gerçekliğe göbekten bağlısınız, kesip atamazsınız.

[RT’deki İngilizce orijinalinden

Sena Çenkoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

 




Kaynak: Sendika.org-çeviri

Editör: Yeniden ATILIM

Bu haber 724 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI