Bugun...


Arif Ali CANGI

facebook-paylas
30 Aralık 2015 Diyarbakır Barış Buluşmasının Ardından; Aslolan Hayattır
Tarih: 04-01-2016 11:30:00 Güncelleme: 04-01-2016 11:30:00


 

Dün Diyarbakır'daydık.

Basının kendiliğinden "barış grubu" adını verdiği, kendisini "Barış İsteyenler" diye tanıtan gruba İzmir'den katılanlardandım.

Bu ülkenin bir yurttaşı olarak, bir baba olarak, bir insan olarak bugün en önemli görevimin, en önemli sorumluluğumun Diyarbakır'ı anlatmak, oradan yükselen çığlığı aktarmak olduğunu düşünüyorum.

Buluşmada; Türkan Elçi'nin " hoşgeldin kardeşim, acılı yalnızlığıma hoş geldin" sözleri ile Rakel Dink'in "toprak ölen cana akan kana yeter demez, yeter artık, yeter demeye geldik" sözleri bu ziyaretin manasını en iyi anlatan ve sorumluluk yükleyen sözlerdi.

Diyarbakır'ı bu kadar üzgün, bu kadar acılı görmedim. Surların dışındaki Diyarbakır ilk bakışta sakin bir şehir görüntüsü veriyor, kimi sokak başlarındaki Toma'lar, caddelerden hızla geçen Akrep diye adlandırılan ve benim ilk kez gördüğüm zırhlı polis araçları olağanüstülüğü gösteriyor. Surların içinde ne olduğu ise görünmüyor, giriş kapıları tutulmuş bir cezaevi görüntüsünde, içeriden zaman zaman duyulan silah sesleri daha başka şeyleri anlatıyor.

Surların içinde neler olduğunu Sümerpark'taki toplantıda Sur'da yaşayanlardan dinledik.

İki muhtar, bir aydır perişan durumdayız diye başladıkları sözlerini "yasak olmayan mahallelerde de fiili yasak var, Türk kardeşlerim bir gün için Sur'da kalsınlar" diye devam ediyorlar ve soruyorlar "Türkiye'nin batısı niye suskun"

Bir anne; çatışmalarda okuluna dökülen asitli maddeden yaralanan küçük kızının yaralarını gösteriyor ve "...ben anayım, sokağa çıkma yasağı yüzünden dört gün boyunca çocuklarıma yiyecek veremedim, evdeki bayram şekerleriyle açlıklarını yatıştırdılar, dayanamadım, evimi barkımı bırakmak zorunda kaldım, şimdi her gün bir başka yakınımın evinde kalıyorum, Allah onlardan razı olsun, huzur istiyoruz, barış istiyoruz..." diyor.

Bir eczacı; çatışmalarda eczanesinin hasar gördüğünü, hastalara hizmet veremediklerini, mahalledeki hasta yaşlı teyzelerin tansiyonunu ölçüp, hayır dualarını alamadığını anlatıyor ve dileğini açık ve net ifade ediyor; "bütün silahları gömelim, hep beraber halaya duralım".

Bir lise öğrencisi genç kız hem anlatıyor, hem ağlıyor, hem de ağlatıyor; ben de okuluma gitmek istiyorum her öğrenci gibi, kapı ve pencerelerimiz silah sesleriyle sarsılmadan uyumak, korkusuz yaşamak istiyorum..

Ölen çocuklarının cenazelerine ulaşamayan iki baba; "çocuklarımız işkence görüyorlar, öldürülüyorlar, dokuz gün oldu oğlumun cenazesini vermiyorlar, bizi cenazelerimizle teslim almaya çalışıyorlar, zulüm görüyoruz, neden sessiz kalıyorsunuz? Kardeşlik bu mudur?"  diye çığlık atıyorlar. Bir an önce ablukayı kaldırın, cenazelerimizi verin diye sesleniyorlar.

Bir genç gazeteci; "biz polisin silahının namlusunun ucunda gerçekleri yazmaya çalışıyoruz, büyük medya yazarları, muhabirleri emniyetin zırhlı araçları içinden haber yapıyorlar" diyerek kimi İstanbul medyasını eleştiriyor.

Türkçe ve Kürtçe söylenen ağıt niteliğindeki ezgiler de her şeyi anlatıyor.

Sabah saatlerinde Sur'da bir caddeden sokağa çıkma yasağı kaldırılmış, bu yasağın bizim gelmememiz nedeniyle kaldırıldığı, diğer yerlerdeki fiili yasak görüntülerinin de kaldırıldığı söylendi. Sokağa çıkma yasağı kaldırılan caddede basın açıklaması yapılmasına izin verilmedi, açıklama yine Sur'un dışında yapılabildi.

Ardından Valilik, Belediye ve Baro ziyaretleri yapıldı. Valilikteki toplantıya katılmadığım için o kısmı geçiyorum. 

Belediye Meclisi salonunda, soruşturmalardan bir türlü kurtulamayan Diyarbakır'ın yerel yöneticilerini dinledik. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Gültan Kışanak; Silvan'da uygulanan sokağa çıkma yasağı sonrasına 800 evin kullanılamayacak durumda olduğunu tespit ettiklerini, yaklaşık üç aydır devam eden sokağa çıkma yasakları nedeniyle en az 10 bin evin kullanılamaz hale geldiğini, şu anda yaklaşık 100 bin insanın evsiz kaldığını anlatıyor ve "darbe dönemlerinde dahi kendimi bu kadar kötü hissetmemiştim" şeklinde duygusunu ifade ediyor, savaş politikalarından vazgeçmesi için hükümete baskı yapılmasını istiyor ve "o kadar çok olacağız ki; barışın sesini büyüteceğiz, savaşı durduracağız" dileğini söylüyor. Eş Başkan Fırat Anlı geçtiğimiz ay öldürülen Av. Tahir Elçi'yi anarak konuşmasına başlıyor ve "evlat acısı İstanbul'daki kadar yaralıyor" sözleriyle duyarsızlığı yüzümüze vuruyor, bu ziyaretin çok geç kalmış bir başlangıç olduğunu söyledikten sonra, "bu gelişinizde Sur'daki ablukayı kırdıysanız, bir dahakine tamamıyla kaldırabilirsiniz!" sözleriyle bu çalışmanın sürmesi gerektiğini vurguluyor.

Diyarbakır Barosu'nu ziyaretimizin baş gündem maddesi Tahir Elçi suikastıydı. Görüşme Adliye'deki büyük salonda olacakken Cumhuriyet Başsavcılığı'nın anlamsız biçimde salonun kullanılmasına izin vermemesi üzerine buluşma Baro binasında yapıldı. İyi ki orada yapıldı, her yerine Tahir Elçi'nin sindiği baro katında samimi bir görüşme yapıldı. Baro Başkan Vekili Av. Ahmet Özmen ve eski başkanlardan Av. Mehmet Emin Aktar soruşturmanın aksayan yanlarını, baroların ilgisizliğini anlattılar; sokağa çıkma yasağı Tahir Elçi cinayetinin de üstünü örtüyor, hakkında şikayette bulunulan polislerin şüpheli olarak değil tanık olarak ifadeleri alınıyor, bir ay geçti halen bir şüpheli yok. Baro Başkan Vekili Av. Özmen her şeye rağmen umutlu olduğunu, eski başkan Av. Aktar da ne pahasına olursa olsun bu cinayeti çözecekleri kararlılığını ifade ettiler. Tahir Elçi'nin bir yazısına başlık yaptığı "polisi kim soruşturacak" soruları ortada duruyor. Başta hukukçular olmak üzere hepimize tetikçiyi ve arkasındakileri ortaya çıkarma ve yargılanmalarını sağlama sorumluluğunu yüklüyor.

2015 yılının 30 Aralık günü Diyarbakır'da gerçekleşen barış buluşması, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Fırat Anlı'nın da dediği gibi geç kalmış olsa da yeni bir dönemin başlangıcı olmalı ve büyüyerek devam etmeli.

Yurttaş olarak, her şeyden önce devletten hukuka bağlı olmasını istemek hem hakkımız hem de görevimizdir. Dün çokça dile getirilen sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını istemek de öyle.

Uzun uzun değerlendirme yapılabilir, yapılmalı da. Şimdilik kısaca söylenebilecek; her geçen gün ölülerimiz artıyor, geride kalanlar duygusal kopuş yaşıyor, bölünüyoruz. Bunu istemiyorsak, silahların susması ve müzakere masasının kurulmasından başka çıkar yol yok. Bunun için de öncelikle, (orada abluka denilen) sokağa çıkma yasaklarının kalkması gerekiyor, bu çok zor bir şey değil, istenilen kanunsuz bir uygulamaya son verilmesidir.

Daha önce de yazmıştım; bugün uygulanması gereken hukuk düzleminde sokağa çıkma yasaklarının hiç bir kanunda yeri yok.  Sokağa çıkma yasağı yalnızca Sıkıyönetim Kanunu ve Olağanüstü Hal Kanununda yer alıyor, yapılan açıklamalarda dayanak gösterilen İl idaresi Kanunu'nun 11/c maddesinde sokağa çıkma yasaklarından söz edilmiyor. Ülkede anayasada belirtildiği gibi usulüne uygun bir olağanüstü  hal ya da sıkıyönetim ilan edilmediğine göre bu yasaklar 'KANUNSUZ'dur. Bu kanunsuz yasaklarla;  on binlerce insanın yaşadığı şehirlerde hayat duruyor, elektrik, su, gıda, iletişim  hizmetleri kısıtlanıyor, bütün şehir halkı katıksız ev hapsine  mahkum ediliyor.  Yasaklarla, yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı,  eğitim hakkı, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, sağlık ve sağlığa erişim hakkı, ulaşım ve seyahat özgürlüğü, özel hayatın korunması hakkı, mesken masumiyeti hakkı, güvenli ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, barış hakkı gibi insanın insan olmaktan gelen ve vazgeçilemez olan en temel hakları birçok kez ihlal ediliyor. 

Sokağa çıkma yasaklarına ilişkin açılan davalardaki İdare Mahkemeleri'nin yürütmeyi durdurma istemlerini reddetmeleri, Anayasa Mahkemesi'nin tedbir kararı vermemesi başka bir yazının konusu olsun. Kısaca, Anayasa Mahkemesi üyeleri,  tedbir talepleri konusunda karar vermeden önce Valiliğin, Kaymakamlığın verdiği bilgilerle yetinmeyip Diyarbakır'a gitselerdi, keşif yapsalardı, tarafları orada dinleselerdi keşke ondan sonra karar verselerdi.

Yeni bir yıla girerken öncelikle barış diliyorum, dün Diyarbakır'da okunan barış çağrısı ile hepinizin yeni yılını kutluyorum.

"Diyarbakır’dan bütün Türkiye’ye sesleniyoruz: Koşar adım iç savaşa gidiyoruz, farkında mıyız?

Vatanın bölünmesinden kaygı duyanlara sesleniyoruz: Vatan bölünüyor, yürekler bölünüyor, farkında mıyız?

Savaş kararı alanlara sesleniyoruz: Kan-ölüm-yıkım üzerine iktidar kurulmaz. Bir durun, bir görün, bir anlayın; savaş kararınız kurşun olup, bomba olup, ateş olup insanları öldürüyor, doğayı, tarihi, kültürleri, insanlık mirasını, dostluğu, kardeşliği yıkıyor; farkında mıyız?

Ortak vicdanı temsilen sesimizi duyurmak için buradayız: Eller tetikten çekilsin, silahlar susturulsun, ölmeye öldürmeye son verilsin. Acilen çözüm masasına dönülsün, Meclis de sürece dahil edilsin, demokratik ortamda oturup konuşulsun.

Aslolan ölüm değil hayattır; aslolan insandır, insanın özgürlüğü, insanın mutluluğudur. Artık yeter! Çocuklarımızı kurban etmeyin, bizleri kurban etmeyin; geleceğimizi, bin yıllık kardeşliğimizi kurban etmeyin.

Yarın çok geç olacak, farkında mısınız?"



Bu yazı 3154 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI