Bugun...


Gülsen Feroglu

facebook-paylas
Barışı yine harcadılar Matmazel
Tarih: 02-05-2018 22:00:00 Güncelleme: 02-05-2018 22:00:00


 

 

Kargaşanın, savaşın tozu, dumana katan hüznü karartmışken ortalığı, “mutlu son”un artık ve yalnızca masallara aitliğini unutan herkeste; saat gece yarısını vurmadan camdan ayakkabısını merdivenlerde bırakarak kaçmak zorunda kaldığından, saraydaki görkemli balonun tadını çıkaramamış külkedisi modundayken;söylesenize sizin gurbetiniz neresi?

 

Belki duvarları Barbie, Örümcek Adam resimli, perdeleri Şirinler, Casper,  Batman, kelebek motifli odalarda, mayıştıran “tatlım, uyku zamanı” sesiyle okunan masaldaki prensi, prensesi düşleyerek uykuya dalan çocuklardan olmadığınızdandı,ancak  ilkokulda tanışılan “Külkedisi”  yerine “Kırmızı Başlıklı Kız”ı sevmeler.

 

Kendisine  de  masal okunmamış, duymadığından  da  evladına   bir tek gün “dünya seninle güzel” dememiş;  sabahtan akşama evin içinde koşuşturan çocuk gelin annelerin, bir lokma ekmek peşindeki bezgin babaların  “çocuk ! ömür törpüsü”  nitelemesiyle, varlığını sorun algılayan  bir nesilden;  şefkat, barış  yüklü  bir  gelecek kurmasını beklemek... alımlı bir hayalden öteye gidemezdi...gitmedi de.

 

Onca kardeş arasında   bazen  varlığı  unutulan evlerde   “geliyor tokat”la titreyen o nesiller;  yaratıcılıklarını, sorgulama yetilerini baştan sınırlayan “uslu ol!” , “ kork!  bu devletten; bir anda hayatını mahveder”,  “sakın bir şeye karışma”yla da   terbiye edileceklerdi.

 

İster 1927-1945 yıllarının “sesiz”,  ister 1946-1964’ in “baby boomer”,  ister 68’in  “çiçek çocukları”,  78’in kayıp, sonraki yılların  X,Y,Z kuşağından olunsun; ataerkil özelliğini hiç yitirmeyen bir toplumsal yapıda  istenen tek şey; gücü elinde bulunduran  kimse ona, devlete; yönetim şekli değişse bile  “Padişahım çok yaşa”nın Cumhuriyete   “Paşam, Şefim, Reisim, Başkanım çok yaşa“ya;  “tez kelesi vurulsun” da “ idamına karar verildi”ye evrilmesine neden sorgusuz, sualsiz itaat olacaktı.

 

Öyle ki insanlar;  bizzat devletin örgütlediği  ...,  ..., 6-7 Eylül’ü, .., ...,  darbeleri, “Kürt işadamlarının infaz listesini”,  “1000 operasyonlu” katliamları savunacak,  “Afrin işgalinin  lokumu olmaz” pankartlı demokratik bir protestoyu, ufacıcık  bir hak talebini  haklı görmeyecek itaatkarlıklarını kanıtlamak için ömürleri boyunca çırpınıp duracaklardı.

 

Bu sonsuz biata rağmen  her nesil;  yaşamın her alanında  evde, okulda, işyerinde, kışlada, sokakta karşılaşacağı şiddetin, tacizin, terörün   “devletindir, atandır, liderindir, kocandır, hocandır,  müdüründür, şefindir,  ....dır, ...dır, ...dır , iyiliğin için yapmıştır, boş ver, düzelir” hafifletilmesiyle yaygınlaştırılmasına da göz yumacaktı.

 

Bu minvalde; ekonomik, sosyal,  kültürel olarak  birbirinden farklı, birbirini tanımayan insanların; herhangi bir kökenden, mezhepten, dinden, düşünceden, giysiden  nefretin ya da bir lidere mutlak tapınmanın ifadesi “o olmasaydı”,  “Kızılbaş” “ Ermeni dölü”,   “hain Kürt”, “Gavur” ,“ türban da neymiş”, “3 çocuk yapın” ,  “Kuranı ortadan kaldıracaklar” vari  yaftalamalarla kendinden saymadığına; neyi tercih etmesi, ne yapması, neyi düşünmesi gerektiğini  diktelemeleri;  “görürsün sen“ , “çekil git lan!” hitaplı  aynı külhanbeyli davranışları  sergilemeleri, adeta genetik bir  faktöre dönüşecekti.

 

Hal böyle olunca da sorunların çözümünü diyalogdan, barıştan uzaklaşarak darbede,   savaşta,  katliamda,  baskıda  bulan faşizmi esas almış devlet mekanizmasının ürünü toplumsal yapıda; “o komünist, .....terörist gençlere üniversitede okuma hakkı vermeyeceğiz”, “ CHP demek tezek demektir” , “HDP’ye hayır”, “onlar dinci” , “bunlar var ya bunlar”lı  aynı ayrımcı  üslupla karşıtını elemine etmek uğruna ölmekten, öldürmekten çekinmeyen  onlarca ...,  Yavuz Sultanlar, ..., Milli Şefler,  ..., Kenan Evrenler, ...,  Başbuğlar, ..., Reisler nazır ve nazır bekleyecektir.

 

Ve  demokrasiyi, özgürlüğü, iyiyi, kötüyü de kendine göre tanımlayan her yerde, her şeyde de hep; ben, ben, ben denilen  bu toplumda;  arzu ettiği gibi olmadığından karşıtıyla bir arada yaşamak  istemeyenler;  “o türbanlı, o dinsiz,..., ..., onunla olmaz” dayatmalarının  faşizmin eseri olduğunu  görmek bir yana,“savaşmasak... vatan bölünecek,  öldürmesek...onlar... ”, “camileri genelev yaptılar” ,”şeriat getirecekler”  saptamalarıyla  içsel huzurlarını sağlayarak, şiddeti,  savaşı,  ölümü de meşrulaştıracaklardır. 

 

İşin garip yanıysa tek sözüyle belediye başkanlarını istifa ettiren ya da milletvekillerini başka bir partiye göndererek grup kurduran, her seçimde milletvekili adaylarını belirleme yetkisini tek başına elinde tutmuş siyasi parti liderlerin sultasına ses çıkarmayanların; birbirlerini  “faşistsin”, “diktatörsün”le  suçlamalarıdır.

 

Oysa  eyyy siz  AKP’li, CHP’li, HDP’li, MHP’li, eyyy  ...,..., ...,  SP’li merak etme, artık herkes biliyor herkes; en güzel düşünce senin,  en iyi  parti, örgüt senin, en akıllı lider de senin ki,fakat”farklıyım, hepinizden iyi, daha  demokratım”  desende beğenmediğin o karşıtın var ya işte onunla aynısın.

 

Yoksa aydın, sanatçı  kimliğinin  gereği ezilenden , barıştan yana tavır alanstatükoya karşı aykırılığıyla insanlara yön veren “..... barışçı değil, bir barış savaşçısıyım da” diyen onlarca Albert Einstein’nın, Joan Baez,  Jane Fonda’nın aksine  Hatay’da devlet erkanına söyledikleri “baktın Afrin hoş değil, Münbiçi’i dolaş da gel”  türküsüyle savaşı meşrulaştıran Türkiyeli sanatçılara akıl sır erdirmek ne mümkündü.

 

Artık  kimse kimseyi de  kandırmasın; her an “yumuşaksın”,  “bin Ali, in Ali”  seviyesizliğini, saygısızlığını gösterebilecek sağcı, solcu  her kesimin, her etnik kökenin hücresine işlemiş nezaketsizlik,  fanatiklik  yüzündendir işte barışın da  bu coğrafyaya   sığdırılmaması.

 

Bir kuşağın yerini diğerine bıraktığı yıllar, yıllar  boyunca bu topraklarda; sıranın hiç gelmediği; kırk yılda bir  “çözüm sürecindeki” gibi  geldiğindeyse  usta bir  çalımla yaralanmış,  yaşanmadığından da ne olduğu bilinmeyen   barış;  nedir sahi?

 

 

Belki  savaşta hayatını kaybetmiş bir gerilla ile asker annesinin “ savaşı seçmeseydiniz  ölmeyecek benim yavrumun yerini, attığınız o “ölümsüzdür” sloganları tutar mı sandınız....”  isyanını akıtan  gözyaşlarıyla vurulmasıdır; kalbin.

 

Belki  evrensel değerler “demokrasi, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet, ..., ..., ..., barış“ın  öncülüğünde “ben”  yerine “ biz”i koyan bir eşcinsel, eli tespihli bir ülkücü,  bir Kürt,  bir Müslümanın; bir ateist, bir gayri müslim, bir türbanlı, bir mini eteklinin yan yana  her türlü dayatmaya karşı duruşudur barış.

 

Belki de kangreleşmiş işsizlik, gelir adaletsizliği, hukukun üstünlüğü, savaş gibi onlarca sorunun gündeme  taşınacağı bir  seçim kampanyası yerine,yine “ aman aman  O, Tayyip seçilmesinde, kim seçilirse seçilsin”e  kurban edileceğinden  “harcadılar yine barışı Matmazel” burukluğunuyaşamamaktı, barış.

 

Ne yazık  insan öldürmekle kazanılan tek bir savaş olmadığı biliniyorken; sonu illaki barışa varacak  süreci uzatarak onlarca gencin, çocuğun ölümüne sebep olma günahından arındıracak bir yüzleşme yapılmadığı müddetçe; onlarca seçim yapılsa da , o parti değil bu parti kazansa da; hiç bir şeyin değişmediğini ispatlayan da barışa hiç şans tanımamış yıllardır.  

 

Kim bilir belki faşizme, savaşa rehinelik de,  hiç bir kurumun, hiç bir kimsenin, Tanrının dahi kulu kölesi olmadan herkese  hayat hakkı tanıyacak özgürlüğe  ulaşıldığında bitecektir. İşte  o zaman yaşanan “hayat dediğin nedir ki “nin insanlığa dönüşmüş hali; barış olacağından, kimse de  medet ummayacaktır  uzun cümlelerden.

 

Velhasıl Hevalım, müsebbibi insan olan savaşta, iş,  trafik kazasında..., ..., hayatını yitirmiş, failleri de cezalandırılmamış onlarca Enes Ata (8) ,Mahsun Mızrak (14), Can Kocataş (7) çok uzaklarda başka bir vaktini yaşıyorken zamanın...siz de imkansızlığını bile bile; duyduğunuz onlarca ses arasında tek bir sesi; size   “bahar  geldi”  sevincini yaşatmış o sesi... evladınızınsesini duymak istersiniz.

 

Duyuyor musun beni  Bırayê min, hani   biz vardık bir de biz; bizi hatırlıyor musun? Benim güzel yavrum; sen yoksun ya ben de;  hâlâ bir bilinmezin içinde...birikmiş “keşke”lerin de  gölgesinde  şairin dediği gibi “...ama belli sonundayız her şeyin/ en sonunda”yım.

 

İşteo hiç gelemeyen hüznümün barışı da;insanı bitiren,  gömen   evlat acısını kimseler  yaşamasın diyedir.



Bu yazı 10974 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI