Bugun...


Sibel Özbudun

facebook-paylas
“EVET” ÇIKSA DA “HAYIR”!-1
Tarih: 10-04-2017 03:12:00 Güncelleme: 10-04-2017 03:12:00


BİR EK DAHA: TALAN(LARI) + KEYFİLİK

 

Bunların yanında talan(ları) ve keyfiliği atlamak mümkün mü?

Önce talan(ları)…

• Hollanda ile yaşanan diplomatik krizin başaktörü olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın kızkardeşinin çok tartışma yaratacak “akçeli işleri” ortaya çıktı. Aynı zamanda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AKP’li meclis üyesi olan Nazmiye Sümeyye Sayan’ın hem sahibi hem ortağı hem müdürü olduğu danışmanlık şirketi AKP’li Gaziosmanpaşa Belediyesi’nden 1 milyon TL’yi aşan 3 ihale almış.[39]

• AKP İstanbul milletvekili Hasan Turan’ın 2011 yılında kurduğu; vekil olduktan sonra oğluna devrettiği aile şirketi AKP’li Bağcılar Belediyesi’nce ihya edilmiş. Hem baba Turan hem oğul Turan döneminde 5 yılda Bağcılar Belediyesi’nden 11 ihalede toplam 3 milyon TL almış. Baba, oğul aile şirketinin belediyenin Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü ile Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nün açtığı ihalelere ‘büyük ilgi’ gösterdiği dikkat çekiyor. Vekilin seçim bölgesi Bağcılar’da kurulu şirket diğer kamu kuruluşlarından da 4 ihalede yaklaşık 250 bin TL kazanç sağlamış.[40]

• AKP’li belediye meclisi üyesinin babası, kurduğu şirketle İBB’den toplam 2 milyonluk ihale aldı… İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki (İBB) AKP’li üyelerin ve aile şirketlerinin belediyelerle “akçeli” işleri bitmek bilmiyor. 30 Mart 2014’ten bu yana AKP’li Başakşehir Belediyesi’ni İBB’de Meclis Üyesi olarak temsil eden Kağan Şahin, bu tarihle birlikte 2012’de kurduğu şirketteki hisselerini iki kardeşine devretti. Bu şirket, Başakşehir Belediyesi’nden ve İBB iştirakı Beltur’dan ihaleler aldı. Bu ihalelerin toplamı 400 bin TL’yi buldu. Ancak asıl gelişme 2015’te yaşandı. Kağan Şahin’in babası tarafından 10 bin TL sermaye ile başka bir şirket kuruldu. Ve bu şirket 2 yıl gibi kısa sürede İBB şirketi Beltur A.Ş. ile Başakşehir Belediyesi şirketi Başakkent A.Ş.’den 30’u aşkın ihale aldı. İhalelerin toplamı 2 milyon TL’yi buldu. Oğul Kağan Şahin aynı zamanda İstanbul Başakşehir Futbol Kulübü’nde Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapıyor.[41]

Sonra da keyfilik…

• “Tarafsız yayıncılık” yapması gereken devlet televizyonu referandumda ‘Hayır’ diyecekleri yok sayıyorken; TRT Haber kanalında 1-22 Mart günleri arasında haber bültenleri ve programlarda Cumhurbaşkanı, AKP ve hükümet yetkililerine toplamda 4 bin 113 dakika süre tanınırken, HDP’ye yalnızca 1 (bir) dakika süre verildi.[42]

• FETÖ’nün medya yapılanması davasında geçtiğimiz günlerde sanığa tahliye kararı veren hâkimlerin arasında olduğu 45 hâkim ve savcı meslekten ihraç edildi. Geçtiğimiz günlerde ‘FETÖ’nün medya yapılanması davasında 21 kişiye tahliye kararı veren Mahkeme Başkanı İbrahim Lorasdağı, hâkimler Barış Cömert ve Necla Yeşilyurt Gülbiçim, HSYK tarafından açığa alındı.[43]

• Ankara Barosu Yönetim Kurulu, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi araştırma görevlisi Cenk Yiğiter’i avukatlık stajına kabul etmedi.[44]

• “Basın suçundan ceza, basın özgürlüğüne aykırı” kararı veren yüksek mahkeme, tutuklu gazetecileri görmezden geliyor.[45]

• 21 Mart Newroz kutlaması sırasında polisin “Dur” ihtarına uymadığı gerekçesiyle ateş edilerek öldürülen üniversite öğrencisi Kemal Kurkut’un ölümüyle ilgili soruşturmada, serbest bırakılan polis memurunun tutuklanması için savcılığın yaptığı itiraz Sulh Ceza Hâkimliği’nce reddedildi.[46]

 

SALDIRI(LAR), BASKI(LAR), TERÖR(İZM)

 

Sadece bu kadar da değil! Bir de saldırı(lar), baskı(lar) ve devlet terörü var!

Bilmem biliyor musunuz?

Türkiye’de 15 ayda 264 barışçıl toplantı ve gösteri engellendi, 5 yılda 161 bin kişi hakkında işlem yapıldı. ‘Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin ‘Toplantı ve Gösteri Hakkı İzleme Raporu’na göre, Ekim 2015-Aralık 2015 tarihleri arasında, müdahale edildiği tespit edilebilen barışçıl gösteri sayısı 37 oldu.

1 Ocak ile 10 Kasım 2016 arasında tespit edilebilen müdahaleye maruz kalan barışçıl gösteri sayısı 227 oldu. Müdahale edilen gösterilerin 160’ı basın açıklaması, oturma eylemi, gösteri yürüyüşü, 28’i kutlama, 16’sı anma, 8’i stant açma, bildiri dağıtma, çadır kurma, 5’i karşıt gösteriler ve 5’i de diğer gösterilerdi. 227 etkinliğin 32’si müdahaleye rağmen gerçekleştirildi, 183’ü ise yapılamadı. İhtara rağmen dağılmamak, yasa dışı slogan atmak gibi müdahale gerekçeleri yanında yapılan basın açıklamasında yer alan ifadeler de müdahale gerekçesi olabildi.

Güvenlik kuvvetleri 97 olayda biber gazı ve tazyikli su, 42 olayda ise darp, coplama gibi zor kullanımına başvurdu. Barikat kurarak gösteri alanına erişimin engellenmesi gibi fiili müdahale biçimleri ise 31 olayda kullanıldı. 9 etkinlikte orantısız güç kullanımı ve diğer engelleyici uygulamalar birlikte yer alırken bir olayda gerçek mermi kullanıldı.

Adalet Bakanlığı yıllık istatistiklerine göre 2011 ile 2015 yılları arasında 116 bin 804 kişi hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten soruşturma yürütüldü ve 67 bin 453 kişi hakkında dava açıldı. 2011 yılında hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı 16 bin 283 iken bu sayı 2012’de 17 bin 137, 2013’te 25 bin 965, 2014’te 26 bin 151 ve 2015’te 31 bin 268 oldu. Mahkemelerce son 5 yılda bu suçtan hakkında dava açılan 82 bin 924 kişiden 27 bin 278’i beraat etti, 7 bin 408 kişi mahkûm oldu. 8 bin 88 kişi hakkında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildi.[47]

Hızla birkaç şey daha sıralarsak…

• Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR), Temmuz 2015-Aralık 2016 arasında “Türkiye’nin Güneydoğusu’ndaki İnsan Hakları Durumu”na ilişkin yayımladığı raporda, Türkiye’yi Güneydoğu’da çoğu günlerce süren sokağa çıkma yasağı uygulamaları sırasında gerçekleşen öldürmeler, kaybetmeler ve işkenceye uzanan ağır hak ihlâlleriyle suçladı. 25 sayfalık raporda, 18 aylık dönemde çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı 30 kent ve civarında yürütülen operasyonlarda iki bin kişinin öldüğünü ve çoğu Kürt 355 bin-500 bin arası kişinin yerinden yurdundan edildiği vurgulandı.[48]

• Diyarbakır’da Newroz kutlamalarına elinde bıçak ve üstü çıplak olarak girmek isteyince polis tarafından vurularak öldürülen İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğrencisi 23 yaşındaki Kemal Kurkut ile ilgili tartışma sürüyor. Üzeri çıplak olmasına karşın Valilik açıklamasında Kurkut’un “canlı bomba” şüphesiyle vurulduğu belirtilirken, Kurkut’a neden biber gazı veya başka bir yöntemle müdahale edilmediği de tartışma konusu oldu. Kurkut’un ailesi, gencin psikolojik sorunları olduğu iddiasını reddetti.[49]

• Bilgi Üniversitesi Santralistanbul Kampüsü’nde, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliği için stant açan kadın öğrencilere okul dışından gelen bir grup bıçaklarla, tekbir getirerek saldırdı. Çıkan arbedede Medya ve İletişim Sistemleri 4’üncü sınıf öğrencisi İrem Esmer, gözünden aldığı darbe ile yaralandı.[50]

• Sivas’ın Akıncılar ilçesinde, girdiği köy lokalinde “Var mı burada ‘Hayır’ verecek?” diye bağırıp küfür ettikten sonra, 44 yaşındaki Veli Çalışkan, kendisine tepki gösteren 62 yaşındaki Hüseyin Eser’e, pompalı tüfekle 2 el ateş ederek öldürdü.[51]

• AKP Trabzon Ortahisar İlçe Yöneticisi Tufan Uzlu, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamalarla ‘Hayırcılara terörist’ dedi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile fotoğrafını, “Evet” yazısını paylaşarak, 15 Temmuz hatırlatması yapıp tehditler savurdu. Referandumda “Hayır” diyecekleri teröristlikle suçlayan Uzlu, “Hayır’ı destekleyenlerin yanında teröristler ve batılı devletlerin de oluşu büyük bir şüphe duymamıza sebeptir.” diye yazdı ve “Diktatöre hayır denilecek” paylaşımları ile ilgili şunları da dedi: “Buradan kendimi ihbar ediyorum… Olası bir kalkışmada devleti beklemeyeceğim… Siz de beklemeyin… Azdan az çoktan çok… Sizinle yarım kalan hesabı sokak sokak mahalle mahalle göreceğiz… Cesetlerinizden köprü yapmayan namerd olsun… Bahar geliyormuş… Gelsin bakalım. ‘Kanınızla banyo yapmayan’ soysuz köpektir. Gelin ki içimizde dinmeyen öfkeyi leşinize bakarak dindirelim. Siz de o yürek var mı lan…15 Temmuz gecesi kulağımda yankılan o sesle sesleniyorum size ‘Bu saatten sonra canını düşünen soysuz köpektir’… Ama şunu da biliyorum ki sizde o yürek yok sümüklünün P..’leri… Biz bekliyor olacağız… Topunuz gelin…”[52]

• Ümraniye-Sultanbeyli seferi yapan İETT otobüsündeki Erdoğan sevdalısı AKP’li bir kadın otobüsün ortasında, “Dünyaya nam saldı Erdoğan!.. Siz, öleceksiniz, gebereceksiniz! Az kaldı! …... Az kaldı!,” diye bağırırken “Yeni Türkiye” gerçeğini işaret ediyor.[53]

• Brüksel’de referandum oylaması sürerken Türkiye Başkonsolosluğu yakınlarında seçmenler arasında kavga çıktı. “Evet” afişlemesi yapan 3 kişi, biri kadın 3 HDP’liyi bıçakladı.[54]

• Zeytinburnu’nda bulunan Saadet Partisi İl Başkanlığının bulunduğu iş merkezine vinçle akşam saatlerinde “Evet” pankartı asıldı.[55]

• Kanunların hiçe sayıldığı bir referandum kampanyasında Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde HDP’nin “Hayır” mitinginde atılan sloganlar nedeniyle gerginlik çıktı, polis havaya ateş ederek kalabalığı dağıttı.[56]

• 11 üst yöneticisi ve yüzlerce yöneticisi tutuklanan HDP’nin “Hayır” şarkısı “Bejin na”, Erdoğan’ın Diyarbakır’a geleceği günün gecesinde valilik kararı ile yasaklandı.[57]

• Urfa Cumhuriyet Başsavcılığı, kentte HDP il teşkilâtı tarafından kentin çeşitli yerlerine asılan üzerinde cezaevinde olan ve milletvekilliği düşürülen Figen Yüksekdağ’ın fotoğraflarının yer aldığı afişler, mahkeme kararıyla toplattı. Türkçe ve Kürtçe hazırlanan afiş ve billboardlar için 4’üncü Sulh Ceza Hâkimliği tarafından yasaklama ve toplatılma kararı vermişti.[58]

• “Hayır”ın sesini flamenko yaparak yükseltmek isteyen İstanbul Üniversitesi öğrencisi kadınlar okula alınmayınca dans gösterilerini Beyazıt Ana Kapı önünde yaptılar.[59]

• Sinop’ta 3 yıldır hakemlik yapan İlker Şahin, sosyal medya hesabında “Hayır” içerikli paylaşım yaptığı için açığa alındı. Çifte standart uygulandığını söyleyen Şahin; “Yıldırım Demirören’in Türkiye Futbol Fedarasyonu Başkanı olarak kamuya açık bir şekilde “evet” açıklaması yapması suç değilken benim bireysel sosyal hesaplarımdan yaptığım açıklamalar mı yoksa “hayır” demem mi siyasi propaganda olarak karşıma çıktı. Eğer “Evet” deseydim belki de ödüllendirilecektim. Ben fikirlerimin sonuna kadar arkasındayım hayır, hayır, hayır!” dedi.[60]

• İzmir Katip Çelebi Üniversitesi’nin iki çalışanı, “Hayır” çıkartmasıyla çektirdikleri fotoğrafı sosyal medyaya koyunca işten atıldı. Zeynep Gürler, “İşsiz de kalsam hayır” dedi.[61]

• İstanbul İkitelli’de “Hayır” ve “Evet” çalışması yapan iki grup tartıştı. Gözaltına alınan “Hayır”cı gençler serbest bırakıldı. Yandaş kalem Cem Küçük’ün tweet’inin ardından ise “Hayır”cı gençler tutuklandı. Gençlerin Twitter’dan paylaştıkları, fotoğraf ve “Arkadaşlarımız serbest, mücadeleye devam” notu da tutuklama gerekçesi sayıldı.[62]

• Yandaş yazarlar Cem Küçük ve Fatih Tezcan yargıçları hedef gösterdi, tahliye edilen 21 gazeteciden 13’ü yeni bir soruşturma kapsamında gözaltına alındı, 8’i hakkında ise savcılığın itirazı üzerine tutuklama kararı çıkarıldı.[63]

• Manisa Dündar Çiloğlu Anadolu Lisesi idaresi, 12. Sınıf öğrencilerini “Seminer var” diyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın ‘Yeni Nesil Yeni Anayasa’ konulu paneline götürdü. Üniversite tanıtımı ile alâkâlı bir seminere gittiklerini zanneden öğrenciler panele katılmak istemedi. Okul idaresi de buna karşın, öğrencilere “Panele katılmak zorunlu, katılmayanlar hakkında yasal işlem yaparız,” diye tehdit etti.[64]

• “1 Nisan yaklaşıyor, tuhaf şeyler oluyor” cümlesiyle başlayan video reklamı Ülker’in Twitter hesabı üzerinden yayımlandı. Ancak video, AKP’li sosyal medya kullanıcıları tarafından ‘Darbe mesajı içerdiği’ gerekçesiyle topa tutuldu. Ülker, yapılan paylaşımı kısa bir süre sonra kaldırdı, reklam filmi ile ilgili olarak soruşturma başlatıldığını açıkladı. AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk, Ülker’in reklamı için “aşağılık reklam” ifadesini kullandı.[65]

 

OTOKRATİK (SİYASAL) REJİM VE 17 NİSAN SABAHI

 

Eski MHP’li bakan Kemal Göktaş’ın dahi, “16 Nisan’da otoriterleşmeyi kâğıda dökmek istiyorlar,”[66] dediği; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa ülkelerine, “Siz böyle davranmaya devam ederseniz, yarın dünyanın hiçbir yerinde hiçbir Avrupalı güvenle, huzurla sokağa adım atamaz,”[67] diye haykırıp “Hayır” diyenleri “terörist” ilan ettiği siyasal rejimi otokrasi dışında nitelemeniz mümkün değilken; 16 Nisan kadar 17 Nisan sabahını düşünmek gerekiyor…

Hatırlatmadan geçmeyelim: Otokrasi, iktidarın sağladığı yetkilerin bir kişide toplandığı rejimdir. İktidar, monarşilerde olduğu gibi, kan bağına dayalı biçimde bir hanedana veya diktatörlüklerde olduğu gibi bir partinin yönetici kliğine, münhasıran bir kişiye veya bir zümreye ait değildir. Düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle bir kişiye belli bir süre için bütün yetkiler teslim edilir. Bu kişinin yeniden seçimi de sınırlandırılmıştır. Adı başkan, şef, lider, reis, ne olursa olsun, otokrat olarak seçilen kişinin karşısında, seçim yarışı dışında, karşı güç bulunmaz. Biçimsel demokratik kurumların varlığı devam eder ama bunların otokratın işlemlerini denetleme imkânı ancak kâğıt üzerinde vardır.

Otokrasiler genellikle oybirliği kültürünün hâkim olduğu, dolayısıyla siyasal çatışmaların ve görüş ayrılıklarının düzen bozucu, işleri gereksiz yere zorlaştırıcı olduğuna inanıldığı toplumlarda boy verir. Bunun bir adım ötesi, muhalif azınlıkların milletin bünyesine yabancı, toplumsal uyumu bozan, aykırı veya yabancı unsurlar olarak görülmesidir. Örneğin bugün AKP çevrelerinde halkoylaması öncesinde “Hayır” oyu vereceklerini ilan edenlerin, Sünnî-Türk toplumsal bünyenin dışında kalan, yabancılar olarak nitelendirilmesi bunun anlamlı bir örneğidir. Bu siyasal yaklaşım, kendisini doğal çoğunluk olarak addederek, seçimle milletin kurucu bir meşruiyeti lidere teslim ettiğini iddia eder. Bunun için bütün yetkiler kendisine verilerek başkan seçilen kişinin, kutsal bir davanın sahibi olarak görülmesi gerekir. Seçimli otokrasilerin, otokratın etrafında toplanmayı sağlayacak ve bunu sürekli kılacak bir büyük hikâyeye ihtiyaçları vardır. Taşkın bir etnik/ dinsel milliyetçilikle güçlendirilmiş bir yerlilik övgüsü ve onun tamamlayıcısı iç veya dış düşman figürü, otokrat seçiminin plebisite dönüşmesi için gereklidir.

Diğer taraftan, seçilen başkanın, iyi ve doğru olana millet ya da halk adına karar vermesini ve bunu toplumun bütününe dayatma yetkisini sınırlayan bütün kurumlar en azından gereksiz bir engel, bir ayakbağı olarak görülür. Çoğu zaman gereksiz olmanın ötesinde, ihanet odakları olarak damgalanır, gayri meşru addedilirler.

Bütün bunlara rağmen, seçimli otokrasi totalitarizm demek değildir. Çoğulculuğu dışlayan çoğunlukçuluğu, toplumun baştan ayağa ve en ücra hücrelerine kadar sarıp sarmalayacak katı ve tekçi bir ideolojinin dayatılmasına götürmez. Esas amacı, iktidarı aralıksız elinde tutmak ve bu çerçevede devleti mutlak biçimde kontrol etmektir. Seçim, halkın farklı istemlerinin ifade edilmesi anı değil, bu hegemonik iktidarın süresinin uzatılmasının aracı olarak görülür.[68]

Yeri gelmişken anımsatmadan geçmeyelim: Nazi rejiminin kurulmasında, Reichstag binasının yakılması, bunun ardından, çıkarılan Yetkilendirme Kararnamesi belirleyici bir rol oynadı.

Hitler bu yetkilendirme kararnamesine dayanarak OHAL ilan etti, kararnamelerle yönetmeye başladı. Sivil haklar askıya alındı, muhalefet medyası susturuldu, muhalifler tutuklanmaya başlandı. Hitler’in kanun hükmünde kararnameleriyle, Nazi üyesi ya da sempatizanı olmayanlar, Yahudiler devlet bürokrasisinden, okullardan, üniversiteden, sanat kurumlarından, yargıdan temizlendiler. Hitler, projesini muhafazakâr Merkez Sağ partinin parlamento üyelerinden, sindirerek, kimi tavizler vererek aldığı destekle ilerletti.

Devlet Başkanı Hindenburg ölünce, yerine kimse atanmadı, Hitler (Führer: Reis/ Lider), devletin, hükümetin, yürütmenin zirvesini şahsında birleştirdi. Artık Hitler, devleti bizzat yönetiyor, üst düzey bürokratları, yargının başındakileri, hükümetin üyelerini doğrudan atıyordu. Nihayet milletin geleceğini güvence altına almak için muhalefet partileri de yasaklandı...

Nazi hareketi yükselirken söylemini, milletin tarihsel liderlik misyonunu, ülkenin genişleme, büyüme arzusunu, milletin iradesini zayıflatarak engelleyen “öteki”den (iç ve dış düşmanlardan) kurtulma gereği, bir yeniden doğuş hamlesi üzerine kurdu. Millet tehlike altındaydı, çok uyanık olması gerekiyordu. İtalyan faşizmi de söyleminde sürekli savaştan söz ediyordu. Yukarıdaki süreç tamamlanırken, Yahudi soykırımının yanı sıra, komünistler, sosyalistler, LGBT bireyler, akıl hastaları, bedensel engelliler hedef alınıyordu.

Bugün, AKP liderliğinde siyasal İslâm kendini tüm Müslümanların lideri olarak görüyor. Ancak, bu liderlik misyonunu gerçekleştirecek millet iradesini, içerde “Hayır”cılar (laikler, Kürtler, Alevîler) zayıflatıyor.

Dışarıdaysa, Batı uygarlığı (Hıristiyan uygarlık) çöküyor. “İnsanlığın yaşadığı sosyal bunalımlara çare olabilecek en güçlü potansiyel, din olarak İslâm, tarihi tecrübe olarak da Müslümanlarda var” (tüm dış politika zaferleri de bunu kanıtlıyor). Batı, bu uygarlığı birleştirecek, ona liderlik sunabilecek bir “Yeni Osmanlı” Türkiyesi’nden çok korkuyor.[69]

Böylesine bir paranoyaklık Erdoğan’ın bugününde somutlanıyor!

 

2014-2017 YILLARINDA KENDİNİ BAŞKAN SANAN ERDOĞAN’IN MALİYETİ![70]

Kişi başına gelir 2014 yılında 12 bin 112 dolar iken, 2015 yılında 11 bin 14 dolara düştü. Yani bin 98 dolar azaldı! Kişi başına yaklaşık 4000 TL daha fakiriz.

2014’te en zengin yüzde 10’un geliri en düşük yüzde 10’dan 12.7 kat daha fazlaydı. 2015’te fark açıldı artık 13.3 kat fazla.

Resmi rakamlara göre işsizlik, 3 milyon 715 bin kişi. Gerçek işsiz sayısı ise: 6 milyon 514 bin kişi; İşsiz kadınlar: 1 milyon 579 bin; İşsiz gençlerin ise: 1 milyon 79 bin kişi oldukları düşünülüyor.

Ağustos 2014’te yüzde 10.1 olan işsizlik, Ekim 2016’da yüzde 11.8’e çıktı. İşsiz sayısı 703 bin kişi arttı. 15 Şubat 2017’de açıklanan raporda işsiz sayısı 590 bin artarak yüzde 12.1 çıktı.

TL 2 yılda, 150 para birimi içerisinde en çok değer kaybeden 12. para birimi oldu.

Yolsuzluk arttı, ahbap-çavuş düzeni derinleşti. Ahbap-çavuş ilişkileri endeksinde 6 basamak daha kötüye gittik. Ahbap-çavuş düzeni en yaygın olan 8. ülkeyiz.

Yolsuzluk algısında 11 ülkenin daha gerisine düşerek, 176 ülke arasında 75. sıraya geldik.

Hukukun üstünlüğün sıralamalarında 40 ülkenin daha gerisine düştük. 113 ülke arasında 99. sıradayız.

Basın özgürlüğü sıralamalarında 9 ülkenin daha gerisine düştük. 199 ülke arasında 71. sıradayız.

Ekonomik özgürlükte 15 ülkenin daha gerisine düştük, 178 ülke arasında 79. sıradayız.

İş yapma kolaylığında 18 ülkenin daha gerisine düştük. 190 ülke arasında 69. sıradayız.

Küresel rekabet gücünde 10 ülkenin daha gerisine düştük. 138 ülke arasında 65. sıradayız.

3 Ekim 2016’da 3.0031 TL olan 1 dolar, 14 Şubat 2017 itibariyle TL’nin yüzde 22 daha değer kaybetmesi sonucu 3.65 TL oldu. Böylece 3 Ekim sonrası TL 150 para birimi içerisinde en çok değer kaybeden para birimi oldu.

TL’nin her 1 kuruşluk değer kaybında Türkiye 3.73 milyar TL daha fakirleşiyor. Yani bugün itibariyle Türkiye 242 milyar TL daha fakirleşen bir ülke oldu..

1 Ocak 2017’den beri hükümet her yere ve her şeye zam yapıyor. Otoyol, köprü geçişlerinden ilaç ve sağlık katılım paylarına, petrolden beyaz eşyaya varıncaya kadar mal ve ürünlerin fiyatlarında artış oldu...

Bu tabloda 2017 Ocak ayı enflasyonu önceki 2016 Aralık ayına göre yüzde 2.46 arttı. Aylık enflasyon 5 senenin en yüksek seviyesine çıktı!.

Yıllık enflasyon ise yüzde 9.22 ile bir yılın zirvesine ulaştı. Sonuçta, emeklinin 2017’nin ilk yarısı için aldığı yüzde 4.73’lük zam, 2017 Ocak’ında aylık enflasyonun yüzde 2.46 çıkmasıyla daha ilk ayda eridi. Asgari ücretlinin ise aldığı 104 TL zam, uçtu gitti!

 

Bu kadar da değil!

Fiili tek adam yönetiminde geçen 2 yılı aşkın sürede ülkede büyüme yavaşladı, vatandaşın geliri eridi, borçlar tavan yaptı.[71] Bu dönemde işsizlik ve enflasyon yeniden çift haneye çıktı.[72]

Milli gelir fiili tek adam yönetiminde geçilen iki yılda toplamda 78 milyar dolar, yılda 39 milyar dolar geriledi. Böylece 2014’te 12 bin 112 dolar olan kişi başı gelir, 2016’da 10 bin 807 dolara düştü. Fiili tek adam yönetimi her bir vatandaşın cebinden 1305 doları çekip aldı.

Fiili tek adam yönetiminde Türkiye’nin işsizler ordusuna yüz binlerce kişi eklendi. İşsiz sayısı 2014 Ağustos ayından 2016 sonuna kadarki dönemde 763 bin kişi artarak 3.7 milyon sınırını aştı. Fiili tek adam yönetiminden önceki 31 yılda işsiz sayısı yıllık ortalama 50 bin kişi artarken, fiili tek adamlık döneminde işsiz ordusuna her yıl katılanların sayısı neredeyse beşe katlanarak 239 bine çıktı.

Tek adam yönetimi çift haneli işsizliğin yanında, çift haneli enflasyon da getirdi. Nohut, mercimek, zeytinyağı, yumurta gibi gıdalardaki fiyat artışı yurttaşların cebini yaktı. Etin yanına yaklaşılmaz oldu, sofraya konan her 1 kg etin 316 gramı fiili tek adamlık hevesine kaptırıldı. Akaryakıt fiyatlarındaki artış nedeniyle yurttaşlar, otomobillerinin deposunu doldurmak için iki yıl önceye göre yüzde 23 daha fazla para ödedi.

Fiili başkanlık yurttaşın ekonomisiyle birlikte ülkenin ekonomisini de sarstı. Dış borcun milli gelir içindeki payı fiili tek adam yönetiminde 4 puandan fazla artarak yüzde 47.2’ye çıktı. Türkiye’nin toplam borçluluğunu ifade eden ailelerin, şirketlerin ve kamunun borçlarının toplamı ise Türkiye’nin milli gelirini geçti.

Ülkenin ve halkın parası pul olurken ülkeye giren “kaynağı belirsiz para” ise rekor kırdı. 1980 ile 2002 arasında Türkiye’ye kaynağı belirsiz para girişi toplamda 0 (sıfır) idi. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin görevde olduğu yıllarda ise kaynağı belirsiz para girişi 41.8 milyar dolara ulaştı. Bu kaynağı belirsiz paranın 21.4 milyar doları fiili tek adam yönetimindeki iki yılda Türkiye’ye girdi.[73]

Bu kapsamda “17 Nisan sabahı” mı? Bir liberal bile bakın ne diyor?

“Nisan sabahı, referandumun sonucu ne olursa olsun siyasal İslâmcı parti ya zafer sarhoşluğu içinde bugünleri aratacak bir dinbazlığa ve demokrasi değerlerinden köklü kopuşa hız verecek; Putin Rusyası gibi bir despotik iktidarla sarmaş dolaş, Suudi ve Katar sermayesi ile kucak kucağa demokrasi dışı bir maceraya yelken açacak ya da yenilginin öfkesi ve iktidarı kaybetme paniği ile hukuksuzluk, zorbalık ve dinbazlık silahını kullanarak tepemize çullanmayı deneyecek. Yani referandum sonrası bizler için çok ama çok çok daha zor ve zorlu günler demek. 17 Nisan sabahına şimdiden hazırlanmamak sadece ve sadece AKP’nin ve onun tepesinin ekmeğine yağ sürmek olacak.”[74]

 

EVET” ÇIKSA DA “HAYIR”!

 

Bu tabloda Ergin Yıldızoğlu’nun özenle altını çizdiği gibi, “Referandumdan ‘Evet’ çıksa da ‘Hayır’ demeye devam etmek gerekiyor.” Bu, ilk anda halkın iradesine saygısız, antidemokratik gibi görünen öneri, doğrudan adalet kavramıyla ilgilidir ve en azından üç nedene dayanıyor.

Birincisi: Referandumdan “Evet” çıkmasını isteyen Siyasal İslâmın liderliği, partisi-hareketi, demokrasiyi ortadan kaldırmayı, idam cezasını geri getirmeyi vaat ediyor.

İkincisi: Referanduma, “Evet” isteyen bir iktidarın OHAL yönetimi altında gidiyoruz. Siyasal İslâmın elindeki devlet aygıtları, yerel yönetimler “Hayır” diyenlere fiziki ve simgesel şiddet uyguluyor. “Hayır” kampanyasına saldıran siviller korunuyor, böylece “Hayır” diyenler korkutulmaya, yıldırılmaya çalışılarak, kampanya yapmaları, hatta düşüncelerini açıklamaları engelleniyor. Buna karşılık, devletin tüm maddi ve mali olanakları, uçaklar, otobüsler, meydanlar, salonlar “Evet” kampanyasının hizmetinde. Yerel yönetimler, “Evet” karşılığı seçmene, çeşitli “he” “diye”ler dağıtıyorlar.

Üçüncüsü: Referandumun güvenliğini sağlayacak, sonuçları denetleyecek kurumlar tarafsızlıklarını çoktan kaybettiler, Siyasal İslâmın denetimi ya da etkisi altındalar. Bu koşullarda gidilmekte olan referandumda olası yolsuzlukları, bunlara ilişkin itirazları soruşturacak tarafsız bir kurum yoktur. Bu koşullarda, güçler dengesi ve süreçteki ağır adaletsizlikler göz önüne alındığında, bu referandumdan çıkacak tek güvenilir, meşru, kabul edilebilir sonuç “Hayır” olacaktır.

Bu topraklarda kapitalist demokrasi, Batı’daki örneklerine göre her zaman çok sınırlı oldu. Ancak AKP rejimine gelene kadar, siyasetin egemen söylemi hep bu sınırların tartışılması, genişletilmesi, devletin, toplumun demokratikleştirilmesi, hatta insan hakları bağlamında şekillenmişti. Ülkedeki, emperyalizme bağımlı sermaye birikim modellerinin krizlerini aşma çabaları, demokratik hakların sınırlarına çarptığında, bu sınırları kapitalizmin andaki gereksinimlerine göre yeniden düzenlemek için gündeme gelen askeri darbeler bile “demokrasi” söylemini korumuş, demokrasiyi restore etme amacını daha baştan belirtmek gereksinimi duymuşlardır.

Askeri darbeler hep bu, sermayenin gereksinimleri - demokrasinin sınırları ilişkisini yöneten modele ait rejimlerdi. Askeri darbeleri, laikliği korumak için konmuş, kaynağı, toplumsal desteği belirsiz bir “vesayet” fantezisiyle açıklamaya kalmak, tarihi geriye doğru, darbelerin arkasındaki gerçek gücü (sermaye ilişkisini) gizleyerek yazmaya yönelik sığ bir çabadır. Anımsarsanız, Siyasal İslâm da AKP önderliğinde iktidara yükselirken devleti eline geçirene kadar projesini, demokratikleştirme, “vesayeti kaldırma” söylemi altında ilerletmiştir. Sermayenin, AKP’ye destek verdiği noktada “askeri vesayet” diye bir şeyin aslında olmadığı da ortaya çıkmıştır.

Bu referanduma giderken iktidar partisinin liderliğinin, destekçisi kanaat önderlerinin “demokrasi söylemini”, karanlık bir imparatorluk nostaljisi uğruna tamamen terk etmiş olduğunu görüyoruz.

Güçler ayrılığı yoksa anayasa da fiilen yoktur. Öyleyse artık sınırlı bile olsa demokratik bir rejimden söz edilemez. Referanduma sunulan “anayasa” “Evet” oyu alırsa, tüm yetki tek bir kişinin elinde toplanacaktır. Öyleyse yeni anayasa aslında, onaylandığı anda, dinci-totaliter bir rejimin kurulmasının aracısı olarak fiilen yok olacaktır.

Bu yeni rejime, en azından, anayasal bir bağlayıcılığı (hukuk devletini) ortadan kaldıracağı için “Hayır” demek, eğer “Evet” çıkarsa da bu süreçteki adaletsizliklerden dolayı “Hayır” demeye devam etmek gerekiyor. Evet, referandumda oy verecek bireyler vardır. Ama hakikâtler de vardır. Adalet ise bunların başında gelir. Adalet arzusunu tatmin etmeyen her rejime direnmek insan olmanın gereğidir.[75]

 

“SON” DEĞİL ELBETTE

 

“Demokratik otoriter bir dönem kaçınılmaz!” diyen AKP kalemşörlerinden Ömer Atlaş,  “Tarihin acelesi yok. ‘Kutupsuz dünya’ döneminde Türkiye büyüyecek. Kızıldeniz yarılıyor. Sular çekiliyor. Tarih kırılıyor. Kutuplar dağılıyor. Yeni ve büyük bir yürüyüş yolu belirdi… Türkiye devrimi, işte böylesi bıçak sırtı bir sınavdan geçiyor!”[76] vurgusu ile ekliyor:

“Halkların diyalektiği, İslâmlaştıklarında da değişmedi. Bu kez her şey Tevhit-Şirk çaprazına oturtuldu. Ya İman ya Küfür! Keskinlik, sonraki zamanlarda form değiştirdi.

Bu ülke evlatlarının kimi Batıcı, Solcu kimi Laik, Milliyetçi, kimi de İslâmcı ve tarikat ehli oldu… Kesişim alanı yok. Gri bölge yok. Müsamaha sıfır. Üstünlük, sertlikte!... Bu durum, bir miktar celadet, şecaat, gazap, kararlılık ve sertliği gerektiriyor!

Yolun ortasındayız. Türkiye, azgın dalgalarda maharetle yol alıyor. Bu müstevada Devlet, otoriter olmak zorunda. Muvakkat, yaratıcı, demokratik otoriter bir dönem kaçınılmaz. Muvakkat; zira otoriterlik Jakobenizm’e dönüşebilir. Yaratıcı; çünkü bu özellik özgünlüğü, özgürlüğü ve huzuru var edecektir. Demokratik; ülke, ileri demokrasiyle idare edilecektir. Otoriter; zira devlet beka sorunu yaşıyor, tabii olarak güvenlik birincil önceliği olacaktır.”[77]

“15 Temmuz, siyasetin Big Bang’i olarak kodlanmalı. Big Bang Öncesi ve Big Bang Sonrası şeklinde net bir ayrım yapılmalı. Aksi hâlde maya tutmaz. Bing Bang sonrası evrenin koşullarına göre; yeniden örgütlenmeli! O kaos gecesinde yeni bir siyasi evren doğdu. İktidar, muhalefet gibi politik olguların anlamı değişti. Devlet, bir ‘başa’ ivedi ihtiyaç duydu… Bu evrenden geriye dönüş yok! Temel sorun; bu evrenin dilinin henüz tekâmül etmemesi. Bu sıralamanın ifası, 16 Nisan ertesine kalmamalı! Hasat, zamanında yapılmazsa bütün emek, kurda kuşa yem olur.”[78]

Denilenler ya da “murat”ları çok açıkken; referandum süreci eşitsiz ve adil olmayan koşullarda gerçekleşiyor. İktidar devletin tüm olanaklarını kullanarak “Evet” propagandasını sürdürüyor. Haksızlığın, şiddetin, zorbalığın, yalanın en önemli silahları olarak kullanılıyor.

Bunlara karşın, sokaklarda yükselen “Hayır” haykırışının mücadele hattının militanca örülmesinden başka anlamı yoktur.

Buna rağmen “Ya Evet çıkarsa…” mı?

Yanıt çok net: Boyun eğmeyiz. Diz çökmeyiz. Teslim olmayız. Mücadeleye aynı kararlılık ve inatla devam ederiz.

Yok eğer 17 Nisan sabahı “Hayır” çıksa, o zaman da yeni bir saldırı dalgasına hazır olmalıyız.

Nihai kertede “Evet” veya “Hayır” çıkması radikal sosyalistler açısından çok şeyi değiştirmeyecek.

“Devrim” diyenler için tek yol, her imkânı kapitalizme karşı mücadeleye tahvil etmektir ve siyasal mücadelenin dışında başka bir çözüm yoktur.

Bu çerçevede diyeceklerimi: Albert Camus’nün, “İnsan ‘Ne ise o olmayı’ reddeden tek yaratıktır,” sözleri eşliğinde Nâzım Hikmet Ran’ın dizeleriyle noktalıyorum:

“kardeşim

sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana

uçak sağ salim inebilsin meydana

doktor gülerek çıksın ameliyattan

kör çocuğun açılsın gözleri

delikanlı kurtarılsın kurşuna dizilirken

birbirine kavuşsun yavuklular

düğün dernek yapılsın hem de

susuzluk da suya kavuşsun

ekmek de hürriyete

kardeşim

sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana

onların dediği çıkacak

eninde de sonunda da...”

6 Mart 2017 16:02:42, Ankara.

N O T L A R

[1] 13 Nisan 2017 tarihinde Pınarbaşı Halk Meclisi’nin Nazilli’de düzenlediği “Hayır” etkinliğinde yapılan konuşma… Newroz, Nisan 2017…

[2] Karl Jaspers.

[3] Orhan Bursalı, “… ‘Yaşasın Reis’ ve ‘Hepiniz Gebereceksiniz’ Kitlesi ile Bir Referandum Yapılabilir mi?”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2017, s.6.

[4] Orhan Bursalı, “Demokrasi veya Otokrasi Değil: Timokrasi!”, Cumhuriyet, 12 Mart 2017, s.6.

[5] Pınar Öğünç, “Paker: Psikososyal Dengemiz Bozuldu”, Cumhuriyet, 15 Mart 2017, s.11.

[6] Ahmet İnsel, “Hayır Diyenler Terörist Değilse, Zimmî!”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2017, s.11.

[7] Ergin Yıldızoğlu, “Evet = Felaket”, Cumhuriyet, 20 Mart 2017, s.9.

[8] Ergin Yıldızoğlu, “Silivri’ye Mektup”, Cumhuriyet, 13 Mart 2017, s.9.

[9] Pınar Öğünç, “Hitler’li İki Tespit”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2017, s.11.

[10] Ergin Yıldızoğlu, “Yarın Çok Geç Olacak!”, Cumhuriyet, 16 Mart 2017, s.9.

[11] Alican Uludağ, “Türkiye’nin Utanç Rekoru”, Cumhuriyet, 30 Mart 2017, s.10.

[12] İklim Öngel, “Suskun Türkiye”, Cumhuriyet, 21 Mart 2017, s.11.

[13] Hazal Ocak, “Kaşıkla Verip Kepçeyle Almışlar”, Cumhuriyet, 7 Mart 2017, s.3.

[14] Deniz Ülkütekin, “Dindar Nesil Son Hız”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2017, s.3.

[15] Burcu Cansu, “MEB, ‘Kur’an’ın Genç Muhafızları’ Yarışması Düzenliyor”, Birgün, 17 Şubat 2017, s.3.

[16] Canan Coşkun, “Avrupa Krizi Duruşma Salonuna Yansıdı...”, Cumhuriyet, 31 Mart 2017, s.10.

[17] Kemal Göktaş, “Kız Öğrenciye Ölü Bebek Fişlemesi”, Cumhuriyet, 14 Mart 2017, s.3.

[18] Ozan Çepni, “Hayat Boyu Fişlemenin Önü Açıldı”, Cumhuriyet, 1 Mart 2017, s.12.

[19] “Denizli’de Suriyeli Sığınmacıların Evine Taşlı Saldırı”, Cumhuriyet, 20 Mart 2017, s.3.

[20] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Evet’ Bir Güvenlik Riskidir”, Cumhuriyet, 27 Mart 2017, s.9.

[21] Ergin Yıldızoğlu, “ ‘Evet’ ile Nereye?”, Cumhuriyet, 30 Mart 2017, s.9.

[22] Temel hak ve özgürlükler var gibi yapılıyorsa; gerçekte yoktur, biçimsel olarak kâğıt üzerindedir ve gerçek değildir. Referandum sürecinde yapılanlar budur. (Fikret İlkiz, “Anayasa ve Biçimsel Demokrasi”, Bianet, 18 Mart 2017… http://bianet.org/bianet/siyaset/184623-anayasa-ve-bicimsel-demokrasi)

[23] Miyase İlknur, “1982 Anayasası ve Başkanlık Anayasası... ‘Evet’in Dili Bire Bir Aynı”, Cumhuriyet, 21 Mart 2017, s.5.

[24] Enis Coşkun, “Değişimin Görünen ve Görünmeyen Hedefleri”, Cumhuriyet, 28 Mart 2017, s.7.

[25] Orhan Bursalı, “Güçler Ayrılığı Yoksa Anayasa da Yoktur”, Cumhuriyet, 20 Mart 2017, s.6.

[26] Enis Coşkun, “Yargıya Baskının Sonu Dikta Rejimleri”, Cumhuriyet, 29 Mart 2017, s.6.

[27] İklim Öngel, “Devlette ‘Hayır’ Yok”, Cumhuriyet, 27 Mart 2017, s.5.

[28] Kemal Göktaş, “Kaymakama ‘Evet’ Koruması”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2017, s.6.

[29] “CHP’li Engin Altay: Cumhurbaşkanı’na Sesleniyorum, Bu Vicdana ve Ahlâka Sığmaz”, Cumhuriyet, 18 Mart 2017, s.5.

[30] “AKP’li Ebubekir Gizligider’den Kız Yurdunda ‘Evet’ Propagandası”, Cumhuriyet, 22 Mart 2017, s.5.

[31] İklim Öngel, “Muhtar Sadece Saray’da Özgür”, Cumhuriyet, 28 Mart 2017, s.4.

[32] Çiğdem Toker, “AKP’nin Orantısız Gücü Cebimizden”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2017, s.8.

[33] Kemal Kılıçdaroğlu, 16 Nisan günü yapılacak anayasa değişikliği referandumuna ilişkin “Önümüze gelen anayasa değişikliğine göre, başkan iki dönem seçilebiliyor. Üçüncü dönem seçilemiyor. İkinci dönemin sonunda Meclis’i feshedebilir. Kendisi de seçime gider. Böylece ne olacak? 5 yıllık süreyi doldurmadığı için üçüncü dönem de seçilme ihtimali olacak. Asıl amaç bu,” dedi. (“Kılıçdaroğlu: Üçüncü Dönem de Seçilme İhtimali Olacak”, Cumhuriyet, 28 Mart 2017, s.4.)

[34] “Erdoğan’ın ‘Yok’ Dediği Madde, AKP’nin Kitapçığında”, Cumhuriyet, 28 Mart 2017, s.5.

[35] “AKP’den İkinci Kabataş Yalanı: Hayır’cılar Kızlarımızın Başörtüsünü Zorla Çıkarmışlar”, Cumhuriyet, 27 Mart 2017, s.5.

[36] “Tüfenkci: Cumhurbaşkanlığı Sistemi Ticareti 5 Kat Büyütecek”, Star, 28 Mart 2017, s.7.

[37] Barış Ergin, “… ‘Evet’ Piyasayı Rahatlatır ‘Hayır’ Belirsizlik Yaratır”, Sabah, 23 Mart 2017, s.8.

[38] Oya Armutçu, “Frankfurt’taki ‘Uyanık’ Seçmen”, Hürriyet, 1 Nisan 2017… http://www.hurriyet.com.tr/frankfurttaki-uyanik-secmen-40414357

[39] Aykut Küçükkaya, “Bakan Kardeşi Olmak Varmış”, Cumhuriyet, 17 Mart 2017, s.6.

[40] Aykut Küçükkaya, “Baba-Oğul Bağcılar’ı Bağlamış”, Cumhuriyet, 18 Mart 2017, s.3.

[41] Aykut Küçükkaya, “… ‘AKP’li Oğlum’ Sağ Olsun”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2017, s.10.

[42] Mahmut Lıcalı, “TRT Yasa Tanımıyor”, Cumhuriyet, 29 Mart 2017, s.4.

[43] “Hâkimler Açığa Alındı”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2017, s.12.

[44] Ankara Barosu Yönetim Kurulu’nun kararında Avukatlık Kanunu’nun olağan dönemlere ilişkin düzenlendiği ve OHAL döneminde çı



Bu yazı 2310 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI