Bugun...


Sibel Özbudun

facebook-paylas
KADINLARIN BAŞKALDIRI TARİHİ VEYA “ÖNCE KADINLARI VURUN!”-devamı
Tarih: 07-03-2019 16:53:00 Güncelleme: 07-03-2019 17:23:00


KADINLARIN BAŞKALDIRI TARİHİ
VEYA “ÖNCE KADINLARI VURUN!” [1] devamı
 

İngiltere’de Emekçi Kadınlar
 
19. yüzyıl başlarında İngiltere’de kadınlar yasadışı sendikal harekete, özellikle dokumacılık
bölgelerinde yığınsal olarak katılıyordu. Robert Owen 1834 yazında kısa ömürlü Büyük Ulusal Konsolide
Sendika’yı kurduğunda onbinlerce kadın bu oluşuma katılacaktı.
Kadınlar 1837-1838 Chartist harekette de aktif biçimde yer aldılar; hareketin Birmingham’da
1842’de düzenlediği mitinge 50 bin kadar kadının katıldığı kaydedilmektedir. Ancak sendikal hareketin
kurumsallaştığı 1840’lı yıllarda ve 50’lerin başlarında vasıfsız işçiler ve bu arada tabii kadınlar devre dışı
bırakılacaktı - kadınların yoğunlaştığı dokuma sektörü dışında.
İşçi kadınların örgütlenmesindeki bu boşluk, orta sınıf kadınlarınca doldurulacaktı; Bir öğretmenin
kızı olan Emma Patterson’un Kadınları Koruma Ligası, sınıf mücadelesindense farklı sınıflardan kadınlar
arası dayanışmayı, grevdense hakem müdahalesini va’zediyordu. Liga’nın hedefi, kadın sendikaları
oluşturmaktı; ancak bu girişim başarılı olamadı. Oluşturulan küçük sendikalar kısa sürede yitip giderken
özellikle dokuma işçileri arasında göreli başarılı örgütler erkek sendikalarına katılmaktaydı.
Kadınların sendikal mücadelesinin en önemli erken kazanımlarından biri, kadın ve çocukların
çalışma saatlerinin kısaltılmasıydı (1847). Erkekler, bu düzenlemeyi, patronların kadın işçi çalıştırma
heveslerini kıracağı ve erkeklerin işler için kadın işçilerle rekabet etmek zorunda kalmayacağı kanısıyla
desteklerken, Liga’da ayırımcılık yaratacağı gerekçesiyle karşı çıkıyordu. Ne ki kadınların çalışma
sürelerinin kısaltılması, özellikle de tekstil işkolunda kadınların oranını arttırırken bu düzenlemeyi
erkeklerin iş saatlerinin kısaltılması izleyecekti.
Ülke 1888-89’da bu kez vasıfsız ve kadın işçiler sokaklara döken yeni bir işçi eylemleri dalgasına
sahne olacaktı. Kıvılcım Londra’nın doğusunda Bryant and May kibrit fabrikasında çalışan 700 kadının
direnişe geçmesi ateşledi. 1889 Mart’ında Ulusal Gaz İşçileri ve Genel Emekçiler Sendikası’nın grev
çağrısı, daha işçiler greve çıkmadan sekiz saatlik işgücü kazanımıyla sonuçlandı. Gaz işçilerinin
militanmlığı dok işçilerini harekete geçirecek ve 10 bin liman işçisinin başlattığı grev kısa sürede 100 bin
işçiye yayılacaktı. Bütün işkollarına sirayet eden grev dalgası kadınlar dahil vasıfsız işçileri hızla
sendikalaşmaya yöneltti. 1888-89’da binlerce kadın işçi sendika üyesi olmuştu.
Bu sıralarda kurulan ve küçük işletmelerdeki örgütsüz kadınları hedef alan Ulusal Kadın İşçiler
Federasyonu da (kur.: 1906) saflarında kadınların örgütlenmesine karşı olan “erkek” sendikaların son
direncini kıracak biçimde işliyordu. Örgüt 1906-1914 arasında onbinlerce kadını greve götürdü. 1914 yılına
varıldığında ülkede sendikalı kadın işçi sayısı 358 bini bulmuştu… Kadın işçilerin grevleri merdivenaltı
atölyelerinde ve küçük işletmelerde haftada 1 sterlinden az ücrete çalışan örgütsüz erkek işçileri
cesaretlendiriyor ve onları da yığınlar hâlinde örgütlü mücadeleye çekiyordu.
19. yüzyıl sonlarından itibaren kadınlara oy hakkı talebi kadın emekçiler arasında da yayılmaya
başladı. Lancashire’lı dokuma işçileri, emekçi kadınların genel oy hakkı kampanyalarında başı çekiyordu.
Kısa bir süre sonra Britanya parlamentosuna ülkenin her yerinden işçi kadın heyetleri akmaya başlamıştı.
Ancak işçi kadınlar oy hakkı talebine işçi sınıfı kadınları için nitelikli eğitim ve anneler ve çocukları için
kreş, bakımevi gibi iyileştirmeleri de ekliyordu. Kadın emekçiler taleplerini bir yandan parlamentoya, bir
yandan da eril ağırlıklı sendikalara dayatıyorlardı.

8

Kadın emekçilerin oy ve daha iyi yaşam ve çalışma koşulları mücadelesinde İngiltere’de
Pankhurst’lerin adı öne çıkar. Liberal bir avukatın eşi, kendisi de İşçi Partisi üyesi olan Emmeline
Pankhurst, 1903’de, İşçi Partisi çevresinden kadın emekçilerle birlikte, işçi kadınların koşullarını
iyileştirmeyi hedefleyen Kadınların Toplumsal ve Siyasal Birliği’ni kurdu. Birliğin amaçları arasında
kadınların oy hakkı için mücadele etmenin yanı sıra, analık izni, kreş gibi talepler de vardı. Birlik
başlangıçta oy hakkının yanısıra azınlıklar, grevci işçilere destek gibi konuları gündeminde tutmakla
birlikte, bir süre sonra, Emmeline ve kızı Christabel Pankhurst’ün hat değiştirmesiyle birlikte, “kadınların
en zayıfları” ile uğraşmaktan vaz geçip varlıklı kadınlara doğru çevirdi rotasını. Bu süreç içerisinde tüm
kadınları da kapsayan “genel oy” talebi, “varlıklı kadınlar için oy” talebine tahvil olacaktı.
Ne ki, salt “oy hakkı” talebi üzerinde yoğunlaşan Birlik militanlığından bir şey kaybetmemişti.
Mitinglerine yüzbinlerce kadın katılıyordu. Liberal hükümetin taleplerine kayıtsızlığı karşısında gösterilerin
öfke dozu yükseliyor, vitrinler kırılıyor, cam çerçeve indiriliyor, soyluların malikaneleri kundaklanıyordu.
Tutuklanan birlik üyeleri açlık grevine başlıyor, yetkililer sağlığı bozulan tutukluları -iyileştiklerinde
yeniden tutuklamak üzere- salıvermek zorunda kalıyordu.
İşçi eylemlerine karşı ise, grevci işçilerin üzerine güvenlik güçlerince ateş açılmasına kayıtsız
kalacak, askerleri işçilere ateş açmamaları çağrısı yapan sendikacıların tutuklanmasına ise, “Onların suçu,
Süfrajet’lerinkinden çok daha ağır. Cezalandırılmalılar,” diyecek kadar düşmancaydılar.
Birinci Paylaşım Savaşı patlak verdiğinde, birlik “işçi düşmanı” konumuna, şövenist tutumu da
ekledi: Dergileri Suffragette’in adı 1915’te Britannia olarak değiştirilecekti. Derginin alt başlığı, Kral, Ülke
ve Özgürlük İçin’di…
Birlik 1915’de “sanayi barışı” çağrısı yaparak işçi sınıfı içerisindeki “komünist faaliyetler”i teşhir
eden bildiriler yayınlayacaktı. Bununla da yetinmeyip, Bayan Emmeline Pankhurst Başbakan Lloyd
George’un izniyle Haziran 1917’de Rusya’ya gidip Kerensky’ye “Bolşeviklere karşı sağlam durması”
nasihatini verecekti. Bayan Pankhurst, Rus kadınlarına da Kerensky’yi destekleme çağrısı yapmayı ihmal
etmeyecekti!
Ama Pankhurst kadınlarının tümü antikomünist ve işçi düşmanı değildi. Sylvia Pankhurst, işçi
sınıfının ve sınıf mücadelesinin yanında durmaktan vaz geçmedi ve 1914’de, grevci Dublin işçilerini
desteklediği bir konuşmanın ardından, Birlik’ten atıldı. Bunun üzerine, Londra’nın yoksul doğu yakasındaki
kadın emekçileri örgütleme çabasına girişti. 1916’da İşçi Süfraj Federasyonu, 1918’de ise İşçi Sosyalist
Federasyonu böylece kuruldu.
Federasyon başlangıçta ucuz yemek yenilebilecek kantinler işletmek, işçi ailelerinin çocukları için
kreş açmak gibi “hayır” işleriyle uğraşıyor, bir yandan da savaş karşıtı bir propaganda yürütüyordu.
Rusya’da devrim ilerledikçe Sylvia Pankhurst kendini “Bolşevik” olarak nitelemeye başlayacaktı. İşçi Süfraj
Federasyonu 1918’deki yıllık konferansında “tüm savaşlara karşı çıkma ve silahlı kuvvetlerin ilgası; Sovyet
hükümetinin tanınması ve barış görüşmelerinin başlaması; İrlanda ve Hindistan’ın kendi kaderini tayin
hakkı ve kapitalist sistemin ilgası gibi talepleri içeren bir programı benimseyecekti.
Ne ki Lenin ile parlamento ve seçimlere katılma konusunda düştüğü anlaşmazlık nedeniyle Sylvia
Pankhurst 1919’dan itibaren komünist hattan ayrılarak anarşizme kaydı.
Britanya’da kadınların oy hakkı savaşımı, 1918’de 21 yaş ve üstü erkeklerle 30 yaş ve üstü kadıların
oy hakkının tanınmasıyla sona erecekti.1928’de ise 21 yaşını bitirmş tüm yurttaşların seçme ve seçilme
hakkı kabul edildi. Sovyet devriminin etkilerinin daha fazla yayılmasından kaygı duyan egemen sınıflar,
emekçilerin taleplerini parlamentoya kanalize edebilmek için, süfrajetlerin taleplerini benimsemeyi uygun
görmüştü!
 
Ve Rusya…
 
20. yüzyıl başları Rusyası, nüfusunun yüzde 85’ini serflikten yeni kurtulmuş köylülerin oluşturduğu
bir toplumdur. Kırsal yapıya katı bir ataerkil hiyerarşi hâkimdir. Kırsal kesimde kadın okur-yazarlığı hemen
hiç yoktur. Kadim hane (dvor) ve komünal köy kurumları toprak mülkiyetini belirlemekte ve kadınların
yaşamlarını katı kurallarla sınırlandırmaktaydı. Teknolojinin son derece geri olduğu Çarlık Rusyası
kırsalında, köylü kadın kocasının ailesinin malıydı ve köleden farksızdı. Mevsimlik “eş” olarak kiralanıp
hem tarla hem de hanede çalıştırılan ve gebe kaldığında kapı dışarı edilen batrachkalar yaygın bir
uygulamaydı.

9

Ama hayat 19. yüzyıl ortalarından itibaren sanayinin ağır aksak da olsa ilerlediği kentlerden doğru
dönüşecekti. Hele erkek sanayi işçilerinin yüzde 40’ının silah altına alındığı 1914 yılına gelindiğinde,
kadınlar açısından sahne radikal biçimde değişti. Kadınlar yığınsal biçimde fabrikalara, hastanelere, yol
inşaatına doğru akacaktı. 1913-1917 arasında Petrograd’da metal işkolunda çalışan kadınların oranı yüzde
3.2’den yüzde 20.3’e yükselmişti. Ahşap sanayindeki kadınların sayısı yediye katlandı. Kâğıt imalatı,
matbaacılık, hayvan ürünleri ve besin işkollarında ise sayıları iki kat arttı. 1914’te tüm Rusya’da kentsel
işgücünün üçte biri kadınlardan oluşmaktaydı. Savaş fiyatları tırmandırdıkça tırmandırırken, 10-12 saat
çalışma sonucu kazanılan ücretler ekmeğe yetmiyordu; çalışan annelerin durumu daha da zordu. Kreş ve
bakımevlerinin yokluğunda fabrika işçisi kadınların doğurdukları bebeklerin üçte ikisi bir yıl içinde
yaşamlarını yitirmekteydi.
Kadınlar tıpkı ABD’li, Alman, Britanyalı kız kardeşleri gibi mücadeleye giriştiler. İşçi sınıfının daha
tomurcuk hâlinde boy gösterdiği 19. yüzyıl sonlarından itibaren kadın işçiler erkeklerle omuz omuza
grevlerde, gösterilerde saf tutmaya başlamıştı. St. Petersburg’daki Novaya Pryadil’na fabrikasında 1878’de
patlak veren grevde kadınlar ön saflardaydı. Orekho-Zeyevo’daki 1885 tekstil işçileri grevinde fabrika
binalarının tahrip edilmesi, Çarlık yönetimini alelacele kadın ve çocukların gece çalıştırılmasının
yasaklamasına yol açtı.
1895’de Yaroslav fabrikasındaki “Nisan Ayaklanması” kadın dokumacıların öncülüğünde başladı.
St. Petersburg’lu kadın işçiler 1894-96 arasında işçi sınıfını ayağa kaldıran grevlerde erkek sınıf kardeşlerini
yalnız bırakmadılar; 1896 yazındaki dokuma işçilerinin tarihsel grevinde ise tezgâhları ilk terk edenler
oldular.
Bu grev ve gösteriler Rus proletaryasının kadınları için hiç kuşkusuz bir okul olmuştur; bir kuşak
öncesinin aile kölesi mujikleri, kitleleri coşturan, bildiriler kaleme alan, güvenlik güçleriyle çatışan
militanlara dönüşmüşlerdi.
Kadınlardaki radikalleşmeyi dönemin polis kayıtlarından izlemek de mümkündür. 1860’larda
tutuklanan 2000 kişiden yalnızca 65’i kadınlarken (yüzde 3), 1870’lerde 5664 siyasi tutuklunun 700’ünü
(yüzde 12) kadınlar oluşturacaktır. Narodnik silahlı eylemciler arasında kadın militanlar, hatırı sayılır bir yer
tutmaktadır. 1880-90 arasında “terörist faaliyetler”den müebbet hapse mahkûm olan 43 devrimcinin 21’i
kadındır.
Öte yandan, kadın işçilerin eylemlerine özgül talepleri giderek daha çok damgasını vurmaktaydı.
“1905-1907 grev talepleri arasında kadın işçilerin ihtiyaçları öne çıkıyordu. Kadınları istihdam eden
işkollarındaki grevlerde bir şekilde ücretli doğum izni (genellikle doğum öncesi dört, sonrası altı hafta),
emzirme izni ve fabrikalarda kreş açılmasından söz etmeyen tek bir belgeye rastlanamaz.” Ve belki de en
çarpıcısı: kadın işçiler ustabaşları ve patronların taciz ve istismarlarına karşı da eylemlere girişmekteydi:
1913’de Moskova’daki Grisov fabrikasında patlak veren grevin gerekçesi, “fabrika yönetiminin tutumu,
kabul edilebilir gibi değil. Ancak fuhuş sözcüğüyle tanımlanabilir” idi. Kadın grevcilerin talepleri arasında,
doğum/ emzirme izni, eşit işe eşit ücret vb.nin yanı sıra, “özellikle kadın işçilere kibar davranılması, küfrün
yasaklanması”nın yer alması giderek yaygınlaşıyordu; 1911’de Yartsev’deki Khludovsky fabrikasında 5000
işçiyi greve çıkartan olay, usta başlardan birinin kadın işçileri taciz etmesiydi…
Kadınları yığınsal olarak proletaryaya çeken 1914 savaşı, kadın militanlığını daha da
yoğunlaştıracaktı. Devrim öncesinde yüzlerce kadın Bolşevik Parti’ye üye olmuştu, parti çalışmalarına yasal
ya da gizli, her kademede katılıyorlardı: yerel parti komitelerinde yöneticilik, kuryelik, ajitatörlük, parti
yayınları…
Çünkü savaş hayatı daha da zorlaştırmıştı. Petrograd’da büyük çoğunluğu kadınlardan oluşan ekmek
kuyrukları kilometreleri bulmuştu. Ve Bolşeviklerin “Erkeklerimizi geri getirin!” sloganı, kentlerde olduğu
kadar kırsalda da yankılanıyordu.
Savaşın ilk birkaç ayının şaşkınlığı ve şoven havasını dağıtan, yine kadın emekçiler olacaktı. 6 Nisan
1915’te Petrograd’da et satışları bir günlüğüne askıya alındığında, kadınlar büyük kasap dükkânlarının
vitrinlerini aşağı indirerek tezgâhları yağmaladılar; aynı sahne iki gün sonra ekmek kıtlığı nedeniyle
Moskova’da tekrarlanacaktı. Kentin emniyet amiri üzerine yağan kaldırım taşlarından yara-bere içinde
kurtulabilmişti. Bu sahneler kısa sürede ülkenin tüm büyük kentlerine yayıldı.
Ekmek ayaklanmaları, “ekmek grevleri”ne kapı araladı: Haziran 1915’te İvanovo-Voznesensk’deki
grev, “un grevi” olarak anılır. Bir ay sonra ise, kadınlar savaşa son verilmesi, cezaevlerindeki işçilerin
serbest bırakılması için sokaklara dökülürler bu kez; grevin bastırılması, gösterilerin engellenmesi

10

yönündeki polis müdahalesi, otuz kişinin ölümüne yol açar. Kadınlar ateş etmelerini önlemek için
kendilerini güvenlik güçlerinin önüne atmaktadırlar.
Savaş işçileri hızla siyasallaştırır: 1915’de gerçekleştirilen 928 grevin 715’i ekonomik, 213’ü siyasal
taleplere dayanmaktadır. Siyasallaşma 1916 boyunca daha da hızlanacak, yaygınlaşacaktır: yıl boyunca
siyasal amaçlı grevlere katılan işçi sayısı 280 943; ekonomik amaçlı grevlere katılan işçi sayısı ise 221
136’dır. Ocak 1917 tarihli bir emniyet raporu, “Dükkânların önünde sonu gelmeyen kuyruklarda
beklemekten yorgun düşmüş, aç ve hasta çocuklarının yüzlerini görme ıstırabına katlanan anaların artık
devrime (…) çok yakın olduğunu ve bir kıvılcımın infilak ettireceği bir patlayıcı dükkânına benzedikleri için
çok tehlikeli olduklarını” kaydediyordu.
1917’nin 8 Mart’ı emniyet raporunu haklı çıkardı.
Başlangıçta hiçbir radikal partinin o gün olay çıkartmaya niyeti yoktu. Her 8 Mart gibi, alanlarda
toplanılacak, bildiriler dağıtılacak, konuşmalar yapılacaktı. Hatta Petrograd’da Bolşevik Parti temsilcisi V.
Kayurov bir gün önce partili işçi kadınlara bireysel eylemlerden uzak durmalarını, partinin talimatlarına
uymalarını salık vermişti.
Ancak 8 Mart (23 Şubat) sabahı Petrograd’lı birkaç yüz dokuma işçisi kadın, bir günlük siyasal grev
çağrısı yapma kararı aldı. Aralarından seçtikleri temsilcileri komşu fabrikalara gönderdiler. Kayurov
kadınların grev çağrısından rastlantı sonucu bulunduğu bu fabrikalardan birinde haberdar olacaktı.
Kadınların “disiplinsizliği”ne çok öfkelendiğini itiraf edecekti sonraki anılarında.
23 Şubat öğlen vakti, işçi kadınların grevine 90 000 işçi katılmıştı. Bolşevikler kadınların çağrısına
çarnaçar uymak zorunda kaldılar… Grevci işçiler Viborg mahallesinden kent merkezine doğru yürürken
sabahtan beri ekmek kuyruğunda bekleyen kadınlar katıldı onlara. Hep birlikte Belediye Duma’sının önüne
yöneldiler.
Sokaklar gün boyu insan kaynadı. Her köşede toplaşıp dağılan kalabalıklar ekmek, barış ve daha
yüksek ücret taleplerini haykırıyorlardı: “Ekmek yoksa çalışma da yok!”
1917 Şubat devrimi başlamıştı. Tıpkı Troçki’nin dediği gibi: “Tabandan bir devrim başlayıp kendi
devrimci örgütünün direncini alt etti; inisiyatifi işçi sınıfının en çok ezilen, en fazla aşağılanan kesimi, kadın
tekstil işçileri üstlenmişti.” ”Geleceğin tarihçileri Rus Devrimi’ni kimin başlattığını araştırırken angaje
teoriler yaratmasınlar,” diye yankılıyordu Pitirim Sorokin. “Rus Devrimi’ni ekmek ve ringa balığı isteyen aç
kadınlar ve çocuklar başlattı.”
Çar devrilmişti…
 
Türkiye’de Emekçi Kadınların Mücadeleleri
 
Sanayi, Osmanlı İmparatorluğu topraklarına geç girdi. Geleneksel tezgâhların yerini fabrikalara
bırakması, ancak Tanzimat’tan sonra, ordunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve çoğunlukla
askerleri istihdam eden çuha, deri, silah, barut vb. fabrikaları ile başlayan bir süreçtir. Öte yandan
Tanzimat’la birlikte iş yaşamının da liberalleşmesiyle birlikte, özellikle ellerinde belirli miktarda sermaye
birikimi olan gayrımüslimler sınaî üretime yönelerek ücretli işçi çalıştırmaya başladılar. Bu tohum hâlindeki
işçi sınıfı, ortaya çıktığı andan itibaren mücadeleci özelliklerini gözler önüne serecekti. İlk grevler, 19.
yüzyılın ikinci yarısında baş gösterecek, bu coğrafyadaki grevler tarihini Zonguldak kömür madenleri,
İstanbul tersaneleri başlatacaktı. 1870’li yıllarda ülke ekonomisinin iflası, işçilerin “krizin yükünü
üstlenmeme” kararlılıklarını göstermelerine vesile olacaktı. Demiryolu işçileri, iskele hamalları, terzihane
işçileri, duvarcılar ve daha nice emek erbabı, ödenmeyen ya da kuru ekmeğe yetmeyen ücretlere karşı
tepkilerini sıklaşan grevlerle ortaya koyacaklardı.
Osmanlı proletaryasının ilk kadınları, tahmin edilebileceği üzere, gayrımüslimlerdi. Ve erkekler
kadar mücadeleci olabileceklerini daha baştan açığa çıkardılar. Osmanlı’nın kadın işçi eylemleriyle
tanışmasının tarihi 1830’lu yıllara dayanmaktadır. 1839 yılında bugün Bulgaristan sınırları içerisinde olan
Plevne’de fabrikada çalışan kadın işçiler, kendilerini işlerinden edeceği kaygısıyla fabrikada makinelerin
kurulmasına karşı isyan edecektir. Aynı eylem, yine günümüzde Bulgaristan sınırları içinde bulunan
Samarkov’daki bir tekstil fabrikasında 1851’de tekrarlanır. [11]
1876’da Feshane’de çalışan hemen tümü Rum ve Ermeni 50 kadın işçi işi bırakarak o dönemde
hükümet merkezini barındıran Bab-ı Ali’ye bir yürüyüş düzenleyip ödenmemiş ücretlerinin ödenmesini
talep eden bir dilekçe verdiler.

11

İşçi hareketleri, özellikle Avrupa’daki sınıf kardeşleriyle daha yakın ilişki içerisinde olan Rumelili
işçiler II. Meşrutiyet’in getirdiği göreli özgürlük ikliminde sosyalist yapılanmalarla daha yakın ilişki
kurmaya başladılar.
Sosyalist nitelikli tüm işçi örgütleri arasında en fazla ön plana çıkan ve faaliyetleriyle dikkat çeken
örgüt, 1909’da kurulan Selanik Sosyalist İşçiler Federasyonu olmuştur. Federasyon, kadın üyeleri de
içermektedir; örneğin 28 Ağustos 1909’da düzenlediği ve 6000’i aşkın işçinin katıldığı “uluslararası işçi
eğlencesi”nde kadın konuşmacıların da söz aldığı bildirilir. Federasyon “işçi ailelerini bir bütün olarak 1
Mayıs kutlamalarına, sendikanın düzenlediği gezi, eğlence ve pikniklere katma faaliyetleri, grev yapan
işçilerin aileleri için bağışlar ve yemek paketleri toplayarak dağıtması, spor takımları kurarak sendikalar
arası müsabakalar düzenlemesi, halk kütüphaneleri açması, akşam sınıfları tertip ederek genç kızlar
tarafından okuma yazma dersleri vermesi vb. faaliyetleri işçiler arasında dayanışmayı ve bir sınıf olabilme
bilincini artırmayı hedeflemekteydi. Tüm bu hedef ve faaliyetleriyle Federasyon, Osmanlı işçi
örgütlenmesinin geneli açısından oldukça üst bir konumda yer almakta ve farklı etnik-dini kimliklerden
işçileri bir araya getirebilme çabalarıyla farklılığını ortaya koymaktaydı.” [12]
Bu dönemde grevlerin de hızlandığını ve grev ve işçi hareketlerine kadın katılımının yoğunlaştığını
görüyoruz. Örneğin 1911’de Selanik’te 90’ı kadın 490 tütün işçisinin grevi… Kuşku yok ki özellikle
Trakya’da yükselen işçi hareketi, “eril” özelliklerinden sıyrılabilmiş değildi, erkek işçilerin yerine kadın
işçilerin istihdam edilmemesi talebini grevlerinde gündemleştirmekteydiler.
Kentlerde, özellikle de fabrikalarda kadınların yığınsal istihdamı, Osmanlı’nın uzun savaş yıllarında,
yani 1912’den itibaren, genç erkeklerin cepheden cepheye sürülmesinin yarattığı emek açığını gidermek
üzere gerçekleşecektir. Hane halkını geçindirmek zorunluluğuyla karşı karşıya kalan kadınlar erkek
berberliğinden inşaat işçiliğine, sokakların temizlenmesinden mermi imaline her işte çalıştırılmaya başlanır.
1917 yılında kurulan kadın amele taburlarıyla kadınlar askere dahi alınacaktır.
Kadın emeğini cazip kılan bir etken erkek işçilerin savaşlarda kırılması ise eğer, bir diğeri de kadın
ücretlerinin düşüklüğüdür. Bir örnekle: “The Oriental Carpet Manufacture Ltd. Şirketi’nin halı tezgâhlarında
çalıştırılan kadın ve çocukların gündelik ücreti, 1,6 kuruştu. “1907-1908 yıllarında, günde 16 saat çalışıp 40
para veya 2 Kuruş alan Sivaslı bir kadın işçi, bir günlük ücretiyle fiyatı 5 Kuruş olan bir ekmek bile
alamıyordu, 1913-1914 yıllarında ortalama gündelik ücret tarım kesiminde kadınlar için 2-6 Kuruş yani
erkeklere verilen ücretin hemen, hemen yarısı kadar olmuştur.” [13]  Kadın işçiliğine en düşük ücretler, bugün
olduğu gibi Osmanlı’da da Kürt vilayetlerinde ödeniyordu; Urfa Sancağı’nda günde 1 kuruşa çalışan kadın
sayısı az değildi. Her durumda, 1915 sanayi sayımları, kadın ücretlerinin, hiçbir yerde ve hiçbir sektörde
erkek ücretlerinin yarısını aşmadığını göstermektedir. [14]
Bu durum, ancak II. Meşrutiyet’le gelen göreli özgürlük ortamında grev ve işçi hareketlerinin
yoğunlaşmasıyla kısmen düzelecek ve genel ücret düzeylerinde bir iyileşme sağlanabilecekti.
Öte yandan feminizm, özellikle reform çabalarının yoğunlaştığı 19. Yüzyıl sonlarında Osmanlı
topraklarına giriş yapacak ve “kadın hakları” sorununu Osmanlı’daki yenileşme çabalarının ayrılmaz bir
parçası hâline getirecekti. 20. Yüzyıl başlarında pıtrak gibi biten ve özellikle de İttihat ve Terakki
çevresinden kadınları seferber eden kadın dernekleri, kadınların mesleklere girebilme hakkını savunurken,
işçi kadınların istihdamını da savunmuş, (ancak düşük ücretleri sorun etmemişlerdir.)
Osmanlı kadın hareketi (ve onun mirasçısı erken dönem Cumhuriyet feminizmi) iktidarı ele
geçirmekte olan bir sınıfla fazlasıyla içiçe girmiş, reformlardan, modernleşmeden yana açık tavır almakla
birlikte, rejimle çatışmayı (örneğin Britanya süfrajetlerinde olduğu gibi) göze alamamıştır. Böylelikle orta
ve üst sınıf kadınlarının talepleri Cumhuriyet rejimi tarafından temellük edilir, örneğin kadınlara seçme ve
seçilme hakkı onlar bu uğurda neredeyse hiç mücadele etmeden verilirken, kadın dernekleri de “artık talep
edecek bir şeyleri kalmadığı” gerekçesiyle kapatılmış ya da kendilerini lağvetmişlerdir.
Kadınların, özellikle de emekçi kadınların insanca bir yaşam ve özgürleşme mücadelesi, onyıllar
boyu ağır baskılar altında gizli faaliyet göstermek durumunda kalan sosyalist hareket tarafından
üstlenilmiştir. Bu anlamda, kadın sendikacı Zehra Kosova’yı, sosyalist militan Fatma Nudiye Yalçı’yı,
çeşitli yayın organlarında (bu meyanda Cumhuriyet gazetesinde) kadınların iktisadî-siyasal-toplumsal ve
cinsel kurtuluşu konusunda yazılar yazan, ikiyüzlü burjuva ahlakını eleştiren iki sosyalist kadını, Sabiha
Sertel ve Suat Derviş’i özel olarak anmak gerekir.
1950’li yıllarda kurulan kadın dernekleri ise (Kadın Haklarını Koruma Demeği, Türk Anneler
Demeği, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, Türk Kadınları Kültür Demeği, Ev Ekonomisi Kulübü),

12

kendilerini esas olarak hayır faaliyetleri ve Kemalizm’in kadınlara sağladığı hakların korunması/
savunulması ile sınırlandırmışlardır.
Siyasal iktidar 1950’lerden itibaren özel sektör eliyle sanayileşmeye ağırlık verecek, bu ise kentlerde
hatırı sayılır bir sanayi proletaryasının oluşmasını tetikleyecektir. 50’lerde korporatist ve kliyentalist bir
sendikacılık ile denetim altında tutulan işçi sınıfı, 27 Mayıs Anayasası’nın getirdiği göreli özgürlük
ortamında, işçilerin örgütlenmesi ve işçi eylemleri büyük bir ivme kazanacaktı. Bu ivmenin siyasal
arenadaki göstergesi 1961’de bir grup işçi tarafından kurulan ve ilk seçimlerde parlamentoya 15 milletvekili
seçtirmeyi başaran Türkiye İşçi Partisi (ki 1970’den itibaren 12 Mart’ta kapatılana dek bir kadın
başkan, Behice Boran tarafından yönetilecekti) ve 1967’de kurulan DİSK idi.1963’de çıkartılan sendikalar
yasası ve toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt yasası ile işçi eylemliliği ilk kez yasal bir çerçeve edinmiş oldu.
Ve ilk vesilede bu çerçevenin dışına taştı: 15-16 Haziran 1970’de grev hakkının kısıtlanmasını öngören ve
yeni kurulan DİSK’in etkinliğini sınırlandırmaya yönelik yasa tasarısına karşı onbinlerce işçi İstanbul’a
doğru yürüyüşe geçti. Kadın işçiler de…
1970 yılının 16 Haziran sabahı, günlerden Salı. Polis telsizlerinden şu bilgiler veriliyor: “Levent ve
çevresindeki bütün fabrikalardaki çalışan işçiler işi bıraktı, efendim. Hepsi kapılardan çıkıyor, efendim...
Bazılarının ellerinde sopalara takılmış kartonlar var... Yazıları okuyamıyorum... Şimdi birisini seçebildim,
efendim. ‘Sendikamız anamız, feda olsun canımız’ yazıyor... Evet, anaları sendikaymış efendim. Birisinde
‘Demirel istifa’ yazılı... Hepsi Tekfen Fabrikasına doğru yürüyor efendim...” “…Hayır ellerinde bir şey yok.
Bazılarının elinde sopa var, pankart astıkları sopa gibi şeyler efendim. Kadın işçiler öne geçti, efendim.” [15]
Öne geçmişlerdi… Sendikalarda, grev komitelerinde…
Kadın işçilerin sayıca artışı ve sınıf mücadelesindeki görünürlüklerinin, 1968’in ülkedeki
yansımalarıyla birleşmesi kadın örgütlenmeleri alanına yeni bir soluk katacaktı. O güne dek genellikle
meslek sahibi orta sınıf kadınların ayrıcalığı olan ve siyasal düzlemde “Kemalizm’in Türk kadınlarına
kazandırdıklarına sahip çıkma, gericiliğe karşı mücadele etme” hedeflerinin ötesine geçmeyen kadın
örgütlerinin yerini emekçi kadınların taleplerine ağırlık veren, antiemperyalist (1969’da Suat
Derviş ve Neriman Hikmet öncülünde kurulan Devrimci Kadınlar Derneği) ve antikapitalist (1975’de
kurulan İlerici Kadınlar Derneği) vurgulu kadın örgütlenmeleri alacaktır. 1970’li yıllarda kitleselleşen kadın
emekçi hareketinin gündemi, İKD’nin “Eşit işe eşit ücret”, “her işyerine kreş”, “ücretli doğum izni, emzirme
izni” gibi taleplerin yanısıra, savaş ve faşizm karşıtı eylemlerle biçimlenecekti. İKD 1980’in eşiğinde, 15
000’e varan üye sayısı ve 1 Mayıs’lara kattığı 40 bin kadar kadın işçiyle ülkenin en yığınsal kadın örgütü
olmuştur.

* * *
Başa dönelim… Buraya kadar anlattıklarım neyi ifade ediyor?
Öncelikle -daha öncesini, örneğin 15-16. yüzyıl köylü ayaklanmalarına kadın katılımını, ya da
burjuva devrimlerinde idam sehpasına çıkmayı göze alacak kadar gözü kara bir militanlık sergileyen
kadınları saymazsak- “kadın hareket(ler)i”, sınaî proletaryanın yığınsallık kazandığı ve buna koşut olarak
mücadeleciliğini sergilediği 19. yüzyıl başlarından beri tarih sahnesindedir. Kadınlar ta başından beri
sınıfsal ve ulusal kurtuluş mücadelelerine katılmış ve bu mücadelelerde zaman, zaman başı çekmiştir.
Bu sava “ama bu örneklerin pek azı kadınların özgül taleplerinden kalkınmıştır; kadınları kendi
talepleri doğrultusunda harekete çağıran tek hareket, feminizmdir,” yollu itirazlar geleceğini tahmin
ediyorum.
Ben bu itirazın geçersiz olduğunu düşünüyorum. Kadınlara evde oturmayı, çocuklarının sevecen
anası, kocasının uysal hizmetkârı, mahallenin iffetli bacısı olmayı va’zeden tüm geleneksel rol
dayatmalarına karşı, kendi hayatının aktörü, toplumsal dönüşüm mücadelesinin bir katılımcısı olmaya
yönelen her başkaldırı, bir “kadın hareketi”dir… Kadın hareket(ler)inin böyle vasıflandırılabilmek için
kendilerini “feminist” olarak tanımlamalarına gereksinimleri yoktur. Bu ABD’li “Weatherwoman”
Bernardine Dohr için de geçerlidir, Alman RAF militanı Ulrike Meinhoff için de Bolşevik Alexandra
Kollontai için de, bugün “direniş güzelleştirir” şiarıyla grevlerinin birinci yılına yaklaşan Flormar işçileri
için de…
Şunu vurgulamak gerek; 20. yüzyıl başındaki ilk, 1968 hareketinden doğan ikinci dalgasıyla,
feminizm, kadın hareketlerinin bir varyantıdır. Kadın hareketine, inkâr edilmesi, küçümsenmesi mümkün
olmayan, önemli katkıları olmuş bir varyant. Toplumlarda kök salmış ataerkil yönelimlere, jinekofobiye
karşı, kadın erkek ilişkilerindeki gündelik eşitsizliklere karşı uyarıcılığıyla, ataerkinin gündelik yaşamdaki

13

yansımalarını, ana akımın “vaka-yi adiye”den addettiği sıradan eril şiddeti gündemleştirmesiyle kadınlara
yeni bir farkındalık alanı açmıştır.
Ancak bizzat feminizmin tarihi, bu hareketin kendini toplumsal dönüşüm, her türlü sömürü ve
tahakküm biçiminin ortadan kaldırıldığı yeni ve eşitlikçi bir toplum tahayyülünden ayrı tuttuğu ölçüde,
egemen sınıflar tarafından temellük ederek güdükleştiğini, etkisizleştiğini gösteriyor.
Oysa kadınların eşitliği ve özgürlüğü, ya da kadınların kurtuluşu düşüncesi, toplumsal dönüşüm ve
eşitlik isteklerinin bir parçasıdır. Ezilenler, sömürülenler ne zaman eşitlik ve özgürlük için ayağa kalksa,
bağırlarında kadınların da kendilerine biçilmiş rollerin cenderesini kırma, hayata katılma, kendi yazgılarını
ellerine alma düşleri de yeşermektedir. İlk “Kadın ve Yurttaş Hakları” bildirgesi, Fransız (Olympe de
Gouges) ve ABD (Mary Wollstonecraft) burjuva devrimlerinin bağrından doğmuş, ABD’de ilk kadın
hareketleri, kölecilik karşıtı mücadelelerinden yeşermiş, kıta Avrupası’nın ilk feminist sesleri 1848
devriminin altüstlüğü içerisinde yükselmiştir. 1871 Paris Komünü’nden 1917 Sovyet Devrimi’ne geçen
tarihsel kesit, feministlerden narodniklere, Bolşeviklerden anarşistlere yüzbinlerce kadının “Biz varız!”
haykırışına ses vermiştir. 20. Yüzyılın ulusal kurtuluş savaşları, Cezayir’den Angola’ya, Vietnam’dan Tamil
Kaplanları’na onbinlerce kadının ulusal kurtuluşun yanıbaşına kadınların eşitliği ve özgürlüğü programını
eklemelerinde etken olmuştur. Ve nihayet, ikinci feminist dalga, doğrudan 1968 ayaklanmalarının
çocuğudur…

* * *

Bugün bu coğrafyada kadınlar bir kez daha hayatın etkin özneleri olma uğraşını veriyorlar. Kadınlara
yönelik şiddete, katliam boyutuna varan kadın cinayetlerine, kız çocukların küçük yaşta evlendirilmesine
yönelik yasal düzenleme girişimlerine karşı seslerini yükseltiyorlar. Bunun yanısıra, hayatı topyekun
değiştirme uğraşına talip olduklarını açık bir biçimde ortaya koyuyorlar: Gezi direnişinin her evresindeydiler
örneğin: kürsülerde, barikatlarda, alanlarda… Novamed’den Flormar’a, Tekel direnişinden Tekirdağ’daki
Prettl Endüstri sistemlerinde çalışan kadın işçilerin grevine, daha yüksek ücretler, insanca çalışma koşulları
için gövdelerini koyuyorlar ortaya. Kürt hareketinde kadınlar, “dağlarda da kentlerde de, kırsalda da;
siyasette de, yerelde de, savaşta da varız, özgür bir yaşamı birlikte kuracağız!” diye haykırıyorlar.
Sendikalarda, derneklerde görev alıp mitinglerde, gösteri yürüyüşlerinde ön safları tutuyorlar. Kırsalda
topraklarını, ormanlarını, sularını talana kaptırmamanın kavgasını veriyorlar. Cumartesi Anaları olup
gözaltında kaybedilmiş kızlarının, oğullarının, eşlerinin hesabını soruyorlar. Kitap yazıyor, resim yapıyor,
tiyatroda oynuyorlar. Ve hayatın içine karıştıkça, “özneleştikçe” devletin şiddetini de çekiyorlar üzerlerine:
Bugün cezaevlerinde kadın tutuklu ve hükümlü sayısı 10 bini geçti. (AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında
bu sayı 2100 dolaylarındaydı [16] .) 50 bin kadar siyasal tutsağın 7-8 binini kadınlar oluşturuyor.
Bu mayalanmayı hayra yormak gerek. “Dipten gelen dalga”lar, en alttakileri üste, en arkadakileri
öne çıkarır. Toplumsal dönüşüm momentleri, kadınların korku çemberini kırdıkları, kendilerine dayatılan
rollere başkaldırdıkları, ataerkinin her biçim ve veçhesine meydan okudukları momentlerdir. Bu nedenledir
ki “müesses nizam”, “Önce kadınları vurun!” diye buyurur… Günümüzün yeni-muhafazakârlığı kadınları
çocukluklarını yaşayamadan evlendirmeye, üç kuruşa çalıştırmaya, tüm sosyal güvencelerinden arındırıp
tüm yeniden üretim görevlerini bilabedel sırtlarına yıkmaya, bedenlerine yönelen eril şiddeti çeşitli
“hafifletici nedenler”le görünmezleştirmeye ve bağışlamaya, onları evlerine kapatmaya, kılık kıyafetlerine
nizam-intizam vermeye, nasıl yaşayacaklarına dair talimatlar yağdırırken tam da bunu yapmaktadır!
Eğer günümüzdeki kadın mayalanması bugün hepimizi köleleştiren, eşitsizlikleri büyütürken
yeryüzündeki yaşama el koyan kapitalizmin yıkılıp yerine eşitlikçi, özgürlükçü bir toplumun inşa
edilmesinin habercisiyse, bu kuruluşta rol alacak kadınların, kazandıkları özgürlük ve eşitliği bundan böyle
kimseye kaptırmayacakları bilinmeli ve kabullenilmelidir…
 
22 Şubat 2019 16:01:57, İstanbul.
N O T L A R
[1]  3 Mart 2019 tarihinde Ankara İşçi Meclisi’nce düzenlenen “Toplumsal Mücadelede Kadın” paneli ve 7 Mart 2019’da
Kaldıraç Dergisi’nce İstanbul’da düzenlenen “Kadınlar ve Devrimci Mücadele” başlıklı söyleşide yapılan sunum... Kaldıraç, No:
212, Mart 2019…
[2]  Peter Kropotkin.
[3]  Corinne Maier, “The Hidden Women of Paris”, New York Times, 7 Mayıs 2018…
https://www.nytimes.com/2018/05/07/opinion/france-protests-68-women.html
[4]  Françoise Picq, “Feminism in France in the seventies: the MLF”…  http://autonomies.org/2018/04/feminism-and-
beyond-in-may-68/

14

[5]  Françoise Picq, a.y.
[6]  Picq, a.y.
[7]  Toplumun derin cinsiyetçi yapısına karşın Kenyalı kadınlar arasında gerillaya katılan Kikuyu kadınlar vardır. Bunlar,
erkeklerin kendilerini sınırlamak istediği domestik görevlere itiraz ederek askerî görevlerin üstesinden gelebileceklerini
kanıtlamaya uğraşmışlardır. Nitekim “üçüncü yemin” mertebesine ulaşan savaşçıların katılabildiği Mau Mau İç Gizli Konsey’de
cinsiyet farklılıkları ortadan kalkmaktadır.
[8]  Christopher C. Harmon ve Paula Holmes-Eber, “Women in Terrorist Undergrounds”…  https://globalecco.org/women-
in-terrorist-undergrounds
[9]  Candice Ortbals ve Lori Poloni-Staudinger, “How Gender Intersects with Political Violence and Terrorism”, Oxford
Research Encyclopedia of Politics, Şubat 2018… http://oxfordre.com/politics/view/10.
[10]  IWW Nisan 1907’de New Orleans’da bir fahişeler grevi örgütleyecekti. Grevci fahişelere destek için üyelerini
genelevleri boykota çağırdı. Fahişeler mücadeleyi kazandılar. Ve kısa bir süre sonra, “grev kırıcıları boykot edecekleri”ni
duyurdular.
[11]  Merve Küçüksarp, “Osmanlı’da Kadın Emeğinin Kısa Tarihi”, Bianet, 8 Mart 2018…
https://m.bianet.org/bianet/tarih/194967-osmanli-da-kadin-emeginin-kisa-tarihi
[12]  Kadir Yıldırım, “Balkan Savaşları’nın Osmanlı’da İşçi Hareketleri Üzerindeki Etkileri”, Türk Dünyası İncelemeleri
Dergisi, XII/2 (Kış 2012), s.213-234.
[13]  Mehmet Ali Gürol, “Osmanlı Devleti’nde XIX. Yüzyılda Çalışma Yaşamı ve Girişimcilikte Kadın”, Osmanlı
Ansiklopedisi, s.595.
[14]  “Bu konuda somut örnekler vermek gerekirse, en fazla ücretin ödendiği sanayi dalı olan konservecilikte erkek işçilerin
25-30 Kuruş arası günlük ücret almaları na karşın, kadınlara ödenen günlük ücret tutan 8-10 Kuruş olmuş, yine benzer şekilde,
sırasıyla en fazla ödeme yapılan sektöre göre olmak kaydıyla erkek ve kadın işçilere yapılan günlük ödemeler, şekercilik dalında
17-25 Kuruş’a karşın 8-10 Kuruş, dokuma dalında 10-13 Kuruş’a karşın 4-6 Kuruş, sabunculuk dalında 12-15 Kuruşa karşın 2-6
Kuruş olmuştur.” (Mehmet Ali Gürol, a.y.)
[15]  “15-16 Haziran’da Emekçi Kadınlar”, Uluslararası İşçi Dayanışma Derneği, 23 Haziran
2017…  http://uidder.org/15_16_haziranda_emekci_kadinlar.htm .
[16]  “Tutuklu Sayısı 16 Yılda 4 Kat Arttı”, Evrensel, 1 Haziran 2018.

 



Bu yazı 7583 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI