Bugun...


Sibel Özbudun

facebook-paylas
“EVET” ÇIKSA DA “HAYIR”![
Tarih: 10-04-2017 03:14:00 Güncelleme: 10-04-2017 03:14:00


“EVET” ÇIKSA DA “HAYIR”![1]

 

“Hakikât olmadan özgürlük olmaz;
özgürlük olmadan barış olmaz.”[2]

 

Egemenlerin 16 Nisan 2017 referandumunun olası sonuçlarından birisi “Evet”tir…

Sayısız manipülasyon, baskı, dezenformasyon, baskı ve terör ile ya “Evet” çıkarsa? “O zaman ne yapacağız” diyenlerin çoğaldığı bir gidişatta, çok önceden vereceğim yanıt basit ve nettir: Onlara olduğu gibi, “Evet”lerine de “Hayır” diyeceğiz.

Çünkü ne onlar, ne referandumları ne de “Evet”leri meşru olmadığı gibi, sınır tanımaz keyfiliğin terörist zorbalığından başka bir şey değildir, ve olamaz da!

Orhan Bursalı’nın, “… ‘Yaşasın reis’ ve ‘hepiniz gebereceksiniz’ kitlesi ile bir referandum yapılabilir mi?”[3] sorusundaki üzere!

 

DURUM VE GİDİŞAT

 

“Demokrasi değil otokrasi”[4] olarak betimlenmesi mümkün olan verili duruma ilişkin olarak, İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi Murat Paker’in, “Politik gerilimin yol açtığı psikososyal stres ve iç savaş ‘şantajı’ Türkiye’nin ruh sağlığını bozdu”[5] notunu düşerken; “AKP’liler ne kadar itidal içinde davranmaya çalışsalar da 16 Nisan’da ‘Evet’in toplumun yarısına yakınının bu ülkedeki geleceğini karartacağını muştulamaktan geri duramıyorlar.”[6]

Bu “abartı” falan değil; gazetelerde boy gösteren hezeyanlara bakmak yeter: “Faşist AB, bize Yahudi muamelesi yapıyor”dan, Haçlı- Hilalli posterin ardından, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Artık Türkiye’yle nasıl konuşacağınızı öğreneceksiniz... Türkiye hükmeder... çünkü 2 milyar ümmetin de temsilcisidir... bize nasıl davranacağınızı öğreneceksiniz, siz öğrenmezseniz biz size öğreteceğiz”... “Yakında Avrupa’da kutsal din savaşı başlayabilir”. İçişleri Bakanı Soylu: “Her ay 15 bin mültecinin önünü açalım da aklınız bir şaşırsın.”

Akıl hocaları AKP İstanbul Milletvekili ve anayasa profesörü Burhan Kuzu: “3. havalimanı Almanya’yı korkuttu”… “Hollanda’yı da kaygılandırıyor.”

‘Yeni Şafak’ta Hayrettin Kahraman da “Batı’nın engellemesine kulak asmadan bu silahları (nükleer) satın almaya değil, icat etmeye bakmamız gerekiyor” (Kuzey Kore olalım) diyor.

Ülkede ekonomik, demografik (dört gençten biri işsiz; bu toplumsal basınç boşalacak kanal arıyor) göstergelerin, uluslararası ve bölgesel dinamiklerin “kaos” işaretleri verdiği bir dönemdeyiz. Karşımızdaysa, realiteyle tüm bağlarını koparmış, patolojik bir sanrısal bozukluk içinde, “2 milyar ümmetin temsilcisi” olduğuna inanan bir liderlik var.[7]

Malum, siyasal İslâm iktidarda kalabilmek için, ülkenin siyasi, kültürel yapısını ortaçağ karanlığına sürüklemeye, bugüne kadar en önemli başarısı rakiplerini susturmak olan bir şahıs ve ailesi üzerinden sultanlığı geri getirmeye çabalıyor. Biri Almanya’ya Nazi diyor. Bir başkası, ilkinde başına gelenleri unutup, “Merak etmeyin Viyana’yı kuşatma planımız yok” hezeyanı içinde... Bu sırada sonu gelmez bir OHAL, onulmaz bir yıkıma uğratılan seküler - bilimsel eğitim, boş bir sarnıcı anımsatan kültür ve sanat, yaşamı giderek kurutuyor...

Dışarıdaysa, “Sultanlık geri geliyor”, “Sanal Osmanlı İmparatorluğu’na sultan olmaya çalışıyor”; “Ülkeyi Batı’dan koparıyor”, “Türkiye Avrupa’yla tarihinin sonuna geldi”, “… ‘Türkiye sırça sarayda’, ‘El Presidente’ kaygan zemin üzerinde” bir tarafta…

Diğer tarafta Avrupa çıpasını koparıp, bilimi ve aklı bir kenara bırakıp, büyük güçlerin vekâlet savaşlarının bataklığı Ortadoğu’ya, ekonomisi parası yerlerde sürünürken “tahtırevanla” giden bir yönetici sınıf; yazarları, sanatçıları (kültür şûrasında sunulan “tablo” görüldü mü?), bilim insanları ya tutsak, ya açığa alınmış, medyası sirk maymununa dönüşmüş bir toplum...[8]

Nazilerin Almanya’yı kararnamelerle yönettiğini söyleyen Hollandalı Türkolog Prof. Dr. Zürcher’in, AKP sloganlarının Nazilerinkilere benzetilmesine dikkat çektiği[9] tabloda her şey altüst… Bir kaos hâli bu…

“İç ve dış dinamikler bizden yana” iddiasıyla başlayan siyasal İslâmcı AKP rejimi şimdi “içeride dışarıda herkes bize düşman” noktasına geldi; bir süredir de projesini toplumu derinden sarsan “şok”lar üreterek aşabiliyor. Her “şok”tan sonra da toplum biraz daha kutuplaşıyor, dokusu biraz daha çözülüyor. Referandumdan sonra, toplumu yeni bir “şok” bekliyorken;[10] Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Avrupa Konseyi ülkeleri arasında hakkında en çok ihlâl kararı verdiği ülkeler arasında Türkiye ikinci sırada yer aldı. 2016 rakamları, Türkiye’deki hak ihlâllerinin arttığını ortaya koydu…

AİHM’in 2016’da verdiği ihlâl kararları sıralamasında Türkiye, Rusya’dan sonra ikinci oldu. 2015’de Türkiye aleyhinde 77 ihlâl kararı verildi. Adalet Bakanlığı’nın yayımladığı 2016 yılı faaliyet raporu, Türkiye’nin AİHM karnesini ortaya koydu. Rapora göre 31 Aralık 2016 tarihi itibariyle AİHM önünde Avrupa Konseyi Üyesi toplam 47 ülke hakkında 79 bin 750 derdest başvuru bulunuyor. Aleyhine en çok başvuru yapılan devlet 18 bin 50 başvuru ile Ukrayna oldu. İkinci sırada yer alan Türkiye’nin aleyhine 12 bin 600 başvuru yapıldı. 2015’te Türkiye aleyhindeki dosya sayısı 8 bin 450’ydi. Türkiye, 2016’da 78 ihlâl kararı nedeniyle toplam 6.884.273 Avro tazminat ödedi.[11]

Bu kadar da değil! Keyfi zorbalığın İslâmizasyon ile iç içe sürdürüldüğü coğrafyamızda dahası var…

 

“AKP’NİN SİVİL TOPLUMA MÜDAHALELERİ, SUSKUN TÜRKİYE”[12]

TORBA YASA’YLA KAMULAŞTIRMA

Sivil toplum kuruluşu olarak yola çıkan Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), bir torba kanun ile Ekonomi Bakanlığı’na bağlandı. Kurul, bakanlığın idari ve mali denetiminin altına girdi. Kanun’da bir hüküm olmamasına karşın yönetmelik hükmü kapsamında DEİK Yönetim Kurulu Başkanı, Ekonomi Bakanı tarafından atanıyor.

ODALARA MÜDAHALEDE TAM YETKİ

2013’teki Bakanlar Kurulu kararıyla Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Orman Mühendisleri Odası’nın idari ve mali denetimi konusunda yetkilendirildi. Bir gün sonra yayımlanan kararla birçok oda idari ve mali denetimine açıldı. 1 yıl sonraki kurul kararıyla da Bilgisayar Mühendisleri Odası, Fizik Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası ve Tekstil Mühendisleri Odası, Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na, Gemi Makinaları İşletme Mühendisleri Odası, Gemi Mühendisleri Odası Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’na, Maden Mühendisleri Odası, Metalurji Mühendisleri Odası, Petrol Mühendisleri Odası, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na, Meteoroloji Mühendisleri Odası, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na, Gıda Mühendisleri Odası ile Ziraat Mühendisleri Odası Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlandı. Bu çerçevede, bazı odalara müfettiş görevlendirmeleri yapıldığı, bazı odalardan belge istendiği biliniyor.

İKTİDAR GÜCÜ İLE BÜYÜYEN SENDİKALAR

AKP’nin iş başına geldiği dönemde, Kamu-Sen 385 bin 425 ile en fazla üyeye sahip sendika olurken, iktidara yakın Memur-Sen 98 bin 146 ile sendikalı memurlar arasında yüzde 12.4’lük paya sahip durumdaydı. Ocak 2017 itibarıyla Memur-Sen, sendikalı memurların yüzde 54.4’ünün örgütlü olduğu sendika hâline geldi. Tüm memurlar içinde ise yüzde 38.9’luk orana ulaştı. Memur-Sen’in üye sayısı 15 yılda yaklaşık 10 kat artarken, her iki sendikalı memurdan biri, Memur- Sen üyesi durumuna geldi. KESK’in ise üye sayısı azaldı. 2013’te Türk-İş 725 bin 912 ile en fazla üyeye sahip sendika olurken, Hak-İş’in üye sayısı 176 bin 696 idi. Hak-İş 2013’te toplam sendikalı işçilerin yüzde 17.1’inin tercihi olurken, bu oran Ocak 2017’de yüzde 31.6’ya çıktı. 2003’te sendikalı işçiler içinde yüzde 9.99 payı olan DİSK, Ocak 2017’de yüzde 9.53’e geriledi.

SÖZ HAKKINA MÜDAHALE

Hükümetin meslek örgütlerine yönelik müdahalesinin somut örneklerinden biri de Yargıtay Yasası’nda yapılan düzenleme. Danıştay’ın 146’ncı kuruluş yıldönümü için yapılan törende, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına; dönemin başbakanı Erdoğan müdahalede bulundu ve bir daha Barolar Birliği’ne söz verilmemesini istedi. Bunun üzerine adli yılın açılışıyla ilgili Yargıtay Kanunu’nun, “Her adli yıl Ankara’da törenle açılır. Yargıtay Birinci Başkanı bir konuşma yapar. Açılış konuşmasının metni ve tören gündemi üzerinde daha önceden Başkanlar Kurulu’nun düşüncesi alınır” maddesi, torba kanunla çıkarıldı.

VAKIFLARA VERGİ CEZASI VE BEDELSİZ TAHSİSLER

AKP, görüşüne yakın vakıf, dernek ve birliklere kamunun olanaklarını tahsis ederken, yoksul çocukların nitelikli eğitim alması için uğraş veren vakıf ve dernekleri cezalandırma yoluna gitti. ÇYDD’ye 4 milyon TL düzeyinde vergi borcu çıkarıldı. Dernek, konuyu yargıya götürdü ve birçok dosyada haklılığını kanıtladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi; Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’nin, dernek binası olarak kullandıkları Yeşilköy’deki taşınmazı tahliye etmelerini istedi, gelen tepkiler üzerine karar durduruldu. CHP’li belediyeler tarafından yapılan öğrenci yurtları; yönetim değişikliğinin ardından TÜRGEV’e tahsis edildi. Antalya Büşükşehir Belediyesi’nin tahsisi bunun en somut örneği. 2017’de Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirleyeceği vakıflara, kamu taşınmazlarının bedelsiz şekilde   49 yıllığına tahsisinin önü açıldı. Bu düzenlemeden öncelikle ENSAR ve TÜRGEV gibi iktidara yakın vakıfların yararlanacağı da açık.

 

• Üsküdar Belediyesi sadece 10 yere içki ruhsatı verirken, 19 yerin de içki ruhsatına son verdi.[13]

• Derslik harcamaları imam hatiplere yapıldı. On binlerce öğrenci örgün eğitimin dışına çıktı. 43 bin 606 öğrenci eğitimden koptu.[14]

• “Kur’an’ın Genç Muhafızları” yarışması düzenleyen MEB, imam hatip lisesi öğrencilerine yönelik “Genç Nidâ”, “Kur’an’ın Genç Muhafızları”, “Genç Bilâller” ve “Genç Hatipler Minberde” yarışmaları düzenliyor. Yarışmada görevli olan kurul, din öğretiminden sorumlu il milli eğitim müdür yardımcısı ya da şube müdürünün başkanlığında, biri ilgili yarışmanın koordinatör okul müdürü olmak üzere üç Anadolu İmam Hatip Lisesi müdüründen oluşacak. Kurul, imam hatip ortaokulları ve Anadolu İmam Hatip Liseleri öğrencilerinin yarışmalara, izleyici olarak katılmalarını sağlamaktan da sorumlu olacak.[15]

• “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriye imza atmaları nedeniyle bir süre tutuklu kalan akademisyenler Esra Mungan, Meral Camcı, Kıvanç Ersoy ve Muzaffer Kaya’nın yargılandığı davada, mahkeme başkanı dayanışma için yurtdışından gelen akademisyenleri duruşma salonuna almadı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 31 Mart 2017’de görülen duruşma öncesi mahkeme heyetinin yurtdışından gelen akademisyenleri mahkeme salonuna almayacağını duyurması üzerine gerginlik yaşandı. Daha önceki duruşmalarda yurt içinden ve yurt dışından gelen akademisyenlerin de izleyebildiği duruşmada mahkeme başkanı Bülent Dalkıran, “Onlar bizi ülkelerine almıyorsa biz de onları almayız,” dedi.[16]

• Sivas Emniyet Müdürlüğü, 22 Şubat 2017’de bir mahallede çöp konteynerinde bulunan bebek cesedi ile ilgili soruşturma kapsamında, Cumhuriyet Üniversitesi’nden “Cesedin bulunduğu tarihten önce hamile olma ihtimali görülen öğrencilerin” isimlerini istedi. İsim listeleri hazırladığı belirtilen fakültelerin hangi kriterleri kullandığı bilinmiyor.[17]

• Hazırlanan diplomalarda KHK ile “kapatılan” üniversitede başarılı oldukları vurgulanan öğrencilere hayat boyu fişlemenin önü açıldı. Mezuniyetlerine ilişkin belgeleri başka üniversitelerden almak zorunda bırakılan öğrenciler, okullarının kapatıldığı yazılarak verilen geçici mezuniyet belgelerinin ardından, aynı skandalla diplomalarını alırken de karşılaştı.[18]

• Denizli’nin Sarayköy İlçesi’nde Suriyeli mültecilerin evine saldırı düzenlendi. Denizli Sarayköy ilçe meydanında 500 kişilik grup bir araya gelerek Suriyeli sığınmacılara saldırdı, kaldıkları evi taşlayarak camlarını kırdı.[19]

Dünyada, özellikle bölgemizde, birçok kriz eğiliminin kesiştiği bir dönemde ülke yönetimini, güvenliğinizi, realiteyle bağları çoktan kopmuş, yalnızca kendi bekasını düşünen bir kadroya teslim etmek istemiyorsanız “Hayır” diyeceksiniz…

AKP ülkeyi, siyasi riskleri artıran bir noktaya getirdi, bu referandumla, daha da öteye götürmeye çalışıyor… AKP rejimi, son yıllardaki dış politika maceralarıyla Ortadoğu pazarını kaybetti şimdi de Avrupa pazarını kaybetmek üzere. Ülke ekonomisi de tüketime ve dış krediye, inşaata bağımlı, sürdürülemez bir yavaş büyüme hattına oturmuş durumda. Suriye macerası ülkeyi IŞİD’in serbestçe örgütlendiği bir yol geçen hanına çevirmişti. Şimdi Batı’da kimi analistler, bu durumun yakın zamanda yaratabileceği riskleri, İncirlik’teki nükleer bombalar bağlamında tartışmaya başladılar.

Siz, bu durumda, devleti, dolayısıyla güvenliğinizi, geleceğinizi “akıtılacak çok kanımız var” diyen bir şahsın eline teslim edecek bir anayasaya “Evet” der misiniz?[20] sorusu karşımızdayken; siyasal İslâmcı yazarlardan (‘Daily Express’e göre, Erdoğan’ın imamı) Hayrettin Kahraman, “Müslümanların Yahudilere, Hıristiyanlara ve diğer din mensuplarına yaşama hakkı tanıdığı gibi ‘Hayır’cılara da bu hakkı tanıyacağını” söylüyor.

Böylece “Hayır”cıları, İslâmın karşısındaki dinlerle aynı kategoride gören (yani “kafir” olarak) Kahraman ne tek örnek, ne de kuralı bozan bir istisna. Daha geçenlerde, “Kinine dinine sahip gençlik” amacıyla çıkılan yol, “Daha akıtılacak çok kanımız var” noktasına gelmemiş miydi? Kinine sahip olanların, kendilerinde birilerine yaşam hakkı tanıma hakkını görenlerin düzeni... Referandumdan “Evet” çıkarsa gidilecek yer işte burası. İdam cezasının geri getirileceğini de düşününce insanın tüyleri ürperiyor.

Nasıl ürpermesin, “bu kin hangi kin, kime yönelik?” sorusu karşımıza, çok geniş bir yelpaze getiriyor. Kemalistler, siyasal İslâmın yaşam tarzını (biyopolitiğini), değerler sistemini (hakikât rejimini) benimsemeyenler, ateistler, sosyalistler LGBTQ+ bireyler, Kürt siyasi hareketine ait olanlar ve en genelde erkeğin mutlak egemenliğini kabul etmeyerek kendi bedenlerine sahip çıkmakta ısrar eden kadınlar. Sık sık duyduğumuz “Kılıçdaroğlu Alevî” vurgulaması, listeye Alevîleri de ekliyor.

Bu “Hayır” diyecek olan, dolayısıyla toplumun en azından yarısını oluşturan bir çokluktur. Kahraman’ın kimliğinde, toplumun yarısının yaşam hakkı üzerine soru işareti koyan, toplumun en azından yarısına kin duyan bir anlayış var karşımızda.

Siyasal İslâmın zirvelerindeki bu ruh hâlini, kolaylıkla ve kibarca, “aklın istikrarsızlığı” olarak tanımlayabiliriz. Bu ne biçim bir kin ve öfke ki, ağızlarından çıkan sözün mantıkta ne anlama geldiği, pratikte nereye gittiği umurunda değil. Ya da aslında niyet bu!

“Evet”, bizi bu öfkenin mutlak iktidarına götürüyor.

“Aklın istikrarsızlığının” ne kadar yaygın bir patoloji olduğunu gösteren o kadar çok örnek var ki: Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, kendi yadsımasını içinde taşıyan bir önerme üretmeyi başardığının ayırdına varmadan döktürmüş: “Başbakanla Cumhurbaşkanının yetkilerini, tek adamlığa son vermek için birleştiriyoruz. Tek adamlığa son veriyoruz.” İnsan, bu gazetenin okuyucularını düşünerek vurgulamaya bile utanıyor ama olsun: Başbakanla cumhurbaşkanının yetkileri nerde birleşiyor? Tek bir adamda... Sakın Kurtulmuş’un kullandığı dilin, akılcılığı kendine ölçüt alan “laikçilere” yabancı, farklı bir anlamlar sistemi olmasın? 

“Evet” bizi işte bu anlamlar sisteminin karanlığına götürüyor.[21]

 

OHAL’DE REFERANDUM VE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

 

Herkes biliyor, görüyor: 12 Eylül’ün dayatması olarak biçimlenen mevcut anayasa karşısında sivil anayasa beklenirken; AKP/ MHP patentli anayasa değişikliği önerisiyle, 12 Eylül’e de parmak ısırtan partili bir anayasa çıka geldi…[22]

Geçerken hatırlatalım: Erdoğan ve hükümet temsilcilerinin referandum öncesi “Evet” için kullandığı dil, 1982 Anayasası için Evren’in kullandığı dille neredeyse bire bir aynıdır![23]

 

İKİ KAMPANYA ARASINDAKİ BENZERLİKLER

BİZE DEĞİL ANAYASAYA

Kenan Evren 1 Kasım 1982 günü Adana ve Antalya’da halka açık toplantıda yaptığı konuşmalarda “Anayasaya oy verin bize değil” demişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ATO toplantısında yaptığı konuşmada “Anayasaya oy vereceksiniz bana değil” demiş, 19 Şubat günü G. Antep’teki konuşmasında “Biz bu sistemi kendimiz için istemiyoruz” diye konuşmuştu.

VATAN HAİNLERİ

Kenan Evren, 30 Ağustos 1982 günü Afyonkarahisar’da yaptığı konuşmada 1982 Anayasası’na “hayır” diyecek olanları “Vatan hainleri ve dış güçlerle işbirliği yapanlar anayasaya ‘Hayır’ kampanyası açtı” diyerek suçlamıştı. Erdoğan ise, “Anayasaya ‘hayır’ oyu vermek vatan haini Kandil ve FETÖ ile yan yana durmaktır” demiş, daha sonra Elazığ mitinginde “Ülkemizi bölmek, parçalamak isteyenler bayrağımıza karşı çıkanlar, bu ülkede milli ve yerli olanlara karşı çıkanlar ‘hayır” diyor” şeklinde konuşmuştu.

İÇ SAVAŞ TEHDİDİ

Evren, 31 Ekim 1982 günü Kayseri mitinginde “Yanlış atılacak bir adım bölgeyi kana bulayabilir. Biz diyoruz ki, bu anayasa Türkiye’ye rahat ve huzur getirecektir” diye konuşmuştu. Erdoğan da Adıyaman mitinginde “Mesele şahsımın meselesi değil. Milletimizin daha huzurlu ve güvenli bir geleceğe kavuşması meselesidir” demişti. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise bire bir Evren’le aynı ağzı konuşmuş, referandumda anayasanın reddedilmesi hâlinde iç savaş çıkacağını söylemişti.

 

SEÇİLMEZSEK GİDERİZ

Kenan Evren, Afyon’da “Bu işe beraber başladık hep beraber gideceğiz” diyerek makamda kalıcı olmadığını vurgulamaya çalışmıştı. Aynı şekilde Erdoğan da 11 Şubat’ta SETA toplantısında “Tayyip Erdoğan baki değil fani. Seçimle gelip beş yıl sonra seçilemezse gidecek” dedi.

İTİRAZ EDEN YALANCI

Kenan Evren, 1982 Anayasasına “hayır” diyenlerin Anayasa’ya itiraz etme gerekçelerini “kuyruklu yalan” olarak değerlendirmişti. Aynı şekilde Erdoğan da G. Antep konuşmasında “Bu gafiller ha bire yalan yanlış şeyler söylüyorlar hepsi yalan” diye muhalifleri yalancılıkla suçladı.

BİZİ SİZ İSTEDİNİZ

Kayseri mitinginde Evren 31 Ekim 1982 günü halka, “Bizim desteğimiz sizlersiniz. Bu millet bizi göreve çağırdı, sizin isteğinize uygun olarak bu hareketi gerçekleştirdik” diye konuşurken Erdoğan da benzer bir konuşmayı hemen hemen her mitinginde “Bu sistemin ilk adımını siz zaten beni cumhurbaşkanı seçerken attınız. Seçimle gelmiş bir cumhurbaşkanını bir kenara atmak istiyorlar. Biz sizin isteğinizle bu makama geldik şimdi sistemin devamını getiriyoruz” diyordu.

BİZE ÖZGÜ SİSTEM

Evren’in 30 Ağustos 1982 günü Afyon konuşmasında, “Batılı anayasalara uymak zorunda değiliz. Biz kendi yapımıza, özelliklerimize, şartlarımıza göre ve stratejik konumumuzu düşünerek anayasa yapmak zorundayız” sözlerinin benzerini Erdoğan, SETA toplantısında “Her ülke kendi şartlarına özgü bir yönetim biçimine sahiptir” diyerek söyledi.

KOŞULLAR DA BENZİYOR

İki referandum öncesi yürütülen kampanyalardaki benzerlik, Evren ve Erdoğan’ın aynı argümanları kullanmalarıyla sınırlı değil. 1982 referandumu öncesinde ülkenin her yerinde sıkıyönetim vardı. Partili cumhurbaşkanlığına geçişi öngören yeni anayasa değişikliği referandumu öncesinde ise ülkede OHAL koşulları hâkim.

 

12 Eylül ile benzerlikleri yanında bu değişikliğin adı Türk usulü cumhurbaşkanlığı; dünyada misli menendi bulunmayan, hadi halkımızın ağzıyla söyleyelim; alaturka başkanlık rejimi oluyor.

Doğrusu, söylenenlere hak vermemek zor: Getirilen, başkanlık bile değil; reisliktir.[24]

Güçler ayrılığını askıya alıp, tekçiliği dayatan bu reislik ile İtalya’daki “Duçe”lik, Almanya’daki “Führer”lik arasında müthiş bir paralellik söz konusudur.

Oysa “güçler ayrılığı”nın geçmişi ta 2000 yıl öncesine kadar gidiyor: Antik Yunan’a ve sonra da Roma İmparatorluğu’na… İngiliz krallarının yetkilerinin kısıtlanmasını geçelim, 1700’lerden itibaren Aydınlanma çağında, yönetim erk meselesi, düşünce-siyaset tarihinde vücut buldu.

Montesquieu dedi ki: “Kuvvetin kötüye kullanılmaması için, tabiatı gereği, kuvvet kuvveti durdurmalıdır.”

1789 İnsanlık ve Yurttaş Hakları Bildirgesi: “Hakların güven altına alınmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur.”[25]

Fransız Komünist Partisi Genel Sekreterlerinden Waldeck Rochet ise şunları der: “ Programımız anayasadaki tek kişinin egemenliğine izin veren maddelerin iptalini ön görür. Hiçbir zaman, hiç kimseye halk ve parlamento tarafından denetlenmeksizin ulus adına tek başına hareket etme izni verilemez. Genel oyla seçilmiş olan ulusal meclis yasaları kabul etmek ve hükümet faaliyetlerini denetlemekle yükümlü olacaktır. Belirli bir görev süresi içinde kendisine yürütme gücü verilmiş olan bu hükümet, etkin iktidara sahip olarak, halkın çoğunluğu tarafından kabul edilen programı yürütecektir.”

Evet, Anayasa Devlet’e karşı yurttaşın haklarını korumalı, gücün tek elde yoğunlaşmasını engellemek üzere oluşturuldukları metinlerdir. Bu durumda, mevcut müsvedde olsa olsa Anayasa’nın “tayir, tebdil, hatta ilgası”dır.

Bu hâlin bir diğer meselesini de OHAL koşullarında referandum(?) oluşturur…

 

OHAL’DE REFERANDUM[26]

103 bin 850 şüpheli hakkında işlem yapıldı. Gözaltına alınanlardan 41 bin 326 kişi tutuklandı.

Kamudan 97 bin 679 kişi işten çıkarıldı. 135 bin 356 kişi hakkında işlem yapıldı.

TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü içinden 10 bini aşan sayıda ihraç oldu. Birçoğu tutuklandı.

l 50 bin civarında akademisyen ve öğretmen ihraç ve iş kaybına uğradı. Çok sayıda öğrencinin eğitim kurumlarıyla ilişkileri kesildi.

50’nin üzerinde belediye başkanının yerine kayyım atandı.

527 şirket TMSF’ye devredildi. Milyarlarca liralık mal varlıkları hazineye gelir kaydedildi.

HDP milletvekilleri eş genel başkanlarıyla birlikte tutuklandı.

Gazete, radyo ve televizyonlar kapatıldı, yüzü aşkın gazeteci tutuklandı. İnternet ve telefon üzerinden haberleşme baskı altına alındı.

Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü ve hatta basın açıklamaları yasaklandı. Üniversitelerden ihraçları protesto eden akademisyenler darp edildi, yerlerde sürüklendi, cüppeleri polis postalları altında çiğnendi. Müdahale etmeye çalışan vekillerin boğazı sıkıldı.

 

Bu korku atmosferinde var olan rejimi dönüştürmeye yönelik, bir anayasa değişikliği için referanduma girmenin meşruiyetinden söz edilebilir mi? Sahi, bu arada, insanlar sokağa çıkamaz ve görüşlerini açıklayamazken, Erdoğan’ın meydanlarda, muhtarlar toplantısında kampanya yürütmesi, referandum sürecine nasıl bir meşruiyet kazandırıyor? Cumhurbaşkanını yetkilendiren bir hukuk kuralı mı var? Tarafsız ve herkesin cumhurbaşkanı olması gereken bir şahsiyetin referandumun taraflarından biri olması demokratik hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle bağdaşır mı?

Cumhurbaşkanın ve Başbakanın referandum için devletin paralarını ve imkânlarını kullanarak yürüttükleri kampanyalar canlı olarak yayınlanır, kampanyada hayır oyu verecekler terörist ilan edilir, iç savaş tehditleri havada uçuşurken, kim böyle bir sürecin meşruluğundan, demokratikliğinden söz edebilir?

Üstelik makam ve mevkiinin verdiği imkânları kullanarak, referandumda hayır oyu vereceklerin vergilerini harcayarak evet propagandası yapmak adil mi, bu silahların eşitliği kuralının çiğnenmesi değil mi, değilse, nedir?

 

DEVLET OLANAKLARI İLE YALANI KULLANMAK!

 

Devletin tüm olanaklarının “Evet” kampanyası için nasıl kullanıldığı raporlaştıran İzmir milletvekili Zeynep Altıok Akatlı’nın, 1 Mart - 20 Mart 2017 tarihleri arasındaki 20 günlük dönemde devlet görevlilerinin de dahil olduğu “Evet” kampanyasına ilişkin somut örnekleri şöyle:

• Sivas Milli Eğitim Müdürlüğü şube müdürlerinden Fehmi Tutkun sosyal medya hesaplarından “Evet” propagandası yaptı.

• Küçükçekmece’de bulunan Mevlana camisi duvarına “Evet” pankartı asıldı.

• İzmir Menderes İlçe Milli Eğitim Müdürü Yüksel Yıldız “Evet” tişörtü giyerek fotoğraf paylaştı.

• Edirne Kredi ve Yurtlar Kurumu’nda (KYK) Yrd. Doç. Dr. Selman Öğüt “Yeni Türkiye Yeni Gelecek” başlıklı “Evet” konferansı düzenlendi.

• Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu’nun katılımıyla “Evet” paneli düzenledi. Panele Burdur Valisi ve kurum müdürleri de katıldı.

• Sağlık Bakanı Recep Akdağ anayasa referandumu kampanyası için gittiği Trabzon’daki caminin avlusunda “Evet” propagandası yaptı.

• “Sıcak Yuva Vakfı”, afiş asılması yasak olan İstanbul’un UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunan Edirnekapı’daki tarihi surlara “Evet” yazılı propaganda afişleri astı.

• Üsküdar Belediyesi, TÜGVA’ya ‘evet propagandası’ için billboardlarda yer açıp, sponsor oldu. Suç duyurusuna Savcılık kovuşturmaya yer yok dedi.

• İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Bursa’nın Nilüfer ilçesinde yapacağı miting için hazırlanan afişlere cami adı yazılarak vatandaşlar davet edildi.

• AKP’li Esenyurt Belediyesi ders saatinde imam hatip lisesi öğrencilerine belediye meclis salonunda “Evet”i anlattı.

• Aksaray’da imam hatip lisesi öğrencileri AKP’nin ‘Evet’ gazetesini esnafa dağıttı.

• Trabzon’da AKP Milletvekili Salih Cora, ilkokulda “Evet” toplantısı yaptı. Toplantı, Trabzon Düzköy Çamlıca İlköğretim Okulu Spor Salonunda gerçekleşti.

• Yıldırım’ın “Evet” mitingine Balıkesir Büyükşehir Belediyesi otobüsleri insanları ücretsiz taşıdı.

• Fatih Belediyesi AKP’nin ‘Evet’ aracının Eminönü Meydanı’na girmesine sessiz kalırken, CHP’nin ‘Hayır’ aracının girişini engelledi.

• Denizli Valisi Ahmet Altıparmak “Evet mitingine katılın hizmet gelsin” diyerek Erdoğan’ın mitingine destek verdi.

• Bolu Belediyesi’nin resmi plakalı aracını “Evet” propagandası için AKP’ye tahsis ettiği ortaya çıktı.

• İstanbul Cevizlibağ’daki Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğünce kullanılan binaya, bütün bir cepheyi kaplayan Erdoğan’lı pankart asıldı.

• İstanbul Cevizlibağ’daki Atatürk Öğrenci Yurdu başta olmak üzere birçok yerde üniversite yurt binalarına ‘Evet’ çalışmasının pankart ve flamaları asıldı. - Urfa’nın Haliliye ilçesi Bahçelievler Mahallesi’nde 2 ve 6 No’lu ve Aile Sağlığı Merkezlerine ve kayyumla yönetimindeki Diyarbakır’ın Çermik Belediyesi’ne “Kararımız net oyumuz evet” pankartları asıldı.

• 16 Mart’ta sinema gösterimini ‘referandum etkinliğine dönüşebilir’ diye iptal eden Anadolu Üniversitesi yönetimi Cumhurbaşkanı danışmanının katılacağı “Evet” paneli düzenledi.

• Endüstri Meslek Lisesi Müdürü Çetin Turan öğrencilere “Evet” mitingine katılımını zorunlu tuttu, sınıf başkanlarından gidenlerin listesini istedi.

• Çanakkale’de ‘18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin kutlamalarında anayasa pankartı asıldı, törene katılanlara “Evet”li atkı, yelek ve şapkalar dağıtıldı.

• Şırnak’ın Silopi ilçesinde polis, AKP’lilerle beraber “Evet” broşürü dağıttı.[27]

• “Hayır” oyu vereceğini açıklayan kamu görevlileri ve vatandaşlar üzerinde baskılar sürerken devletten “Evet” oyu için sosyal medyadan propaganda yapan kaymakama koruma geldi. Uşak Valiliği, “Evet” kampanyasına katılarak sosyal medyada paylaşımlarda bulunan Ulubey Kaymakamı Ahmet Solmaz hakkında milletvekili Mahmut Tanal’ın yaptığı şikâyeti işleme almadı. Valilik, kaymakam Solmaz’a “konunun başka yerlere çekilmemesi için gereken uyarının yapıldığını” belirtmekle yetindi.[28]

• CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sakarya’daki toplu açılış programına okullardan öğrencilerin götürüldüğünü, bunun bir çocuk istismarı olduğu vurgusuyla, “Bu vicdana, ahlâka sığmaz… Devlet imkânları, forsuyla ‘Evet’ propagandasını yüksek bir hırs, öfke, ötekileştirici, ayrıştırıcı dil kullanarak Sakarya meydanlarında esip gürledi,” dedi.[29]

• Nevşehir’in Avanos ilçesinde bulunan Kredi ve Yurtlar Kurumu (KYK) Kız Yurdu’nda 16 Nisan Referandumu için “Evet” toplantısı düzenlendi. AKP Nevşehir Milletvekili Ebubekir Gizligider’in konuşma yaptığı toplantı için kız yurduna AKP il yöneticilerinin ve erkek öğrencilerin getirilmesi kız öğrenciler tarafından tepkiyle karşılandı.[30]

• CHP Parti Meclisi Üyesi Hakkı Süha Okay, Nevşehir’in Gülşehir ilçesinde muhtarlarla kahvaltılı toplantı yaptı. Toplantıya katılan 50 muhtara “İzinsiz toplantı yapmak” suçlamasıyla soruşturma açıldığı ortaya çıktı.[31]

Bunlarla birlikte AKP, uçağından makam aracına, resmi/ gayriresmi parti medyasından güvenlik güçlerinin kullanımına kadar devlet imkânlarına yaslanıyor. Bunlar yetmiyor, kısıtlı gücüyle hayır kampanyası yapanlar engelleniyor, eziliyor. Araçlarına el konuluyor. Bireysel kampanyalar soluğu nezarette alırken kurumsal kampanyalarda “Hayır” için ne salon veriliyor ne billboard…. Yani AKP tekçilik rejim tahkimatı için bütçeyi tepe tepe kullanıyor…

Nasıl bir tesadüfse, kaynak dağıtma işlerinin tamamı 2017 Nisan’ının ilk yarısına sıkıştırılıyor![32]

 

AKP TEKÇİLİK REJİM TAHKİMATI İÇİN BÜTÇEYİ TEPE TEPE KULLANIYOR

1 milyar TL emekli promosyonu öne çekildi

Ziraat Bankası’nın Mayıs’ta ödeyeceği emekli promosyonu Nisan’a çekildi. Bankanın Şube Bankacılığı Grup Başkanı Süleyman Türetken açıkladı. 4.7 milyon emekli müşteriden 2.6 milyonuna 1 milyar TL ödenmiş. Mayıs’ta ödenecek promosyon bir ay öne çekilmiş. Devasa banka bu değil mi. Normalde böyle bir operasyonun rasyonel sebebi olması gerekir. Ama açıklanmadı. Nedense?

Çaykur’a 1500 geçici işçi

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik açıkladı. Çaykur’da istihdam edilmek üzere 1500 geçici işçi alınacak. İŞKUR bu alım için 4-13 Nisan’da ilana çıkacak. 1500 işçi, ailelerle en az 6 bin kişi demek.

Genç çiftçiye 30 bin TL tarım hibesi

Tarımsal destekleme ödemesine de “genç, yoksul ve küçük yerde yaşayan çiftçi” ayarı geldi. Yine Bakan Çelik açıkladı. Nüfusu 20 binin altındaki yerlerde yaşayan çiftçiye toplam 4.2 milyar TL dağıtılacak. Yaş aralığı 18-41. Ücretli bir işte çalışmaması, eğitim sürdürmemesi gerekiyor. Çiftçi başına 30 bin TL hesaplara yatacak. Genç çiftçilerin 15 büyükbaş veya 50 küçükbaştan fazla hayvanı bulunmayan, 50’den fazla arılı kovanı olmaması lazım. Resmi Gazete’de yayımlandı.

Genç teknogirişimciye 150 bin TL sermaye desteği hibesi

Aslında uygulama yeni değil. Her yıl zaten bir kaynak ayrılıyor. İncelik nerede mi? Başvuruların 10 Nisan’da başlaması. 150 bin TL’ye kadar yüzde 100 hibe desteği verilecek. 62 milyon TL’lik bütçenin yaklaşık yarısı bu etapta kullanılacak. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü açıkladı.

KOBİ desteği

Yine Bakan Özlü açıkladı KOSGEB kredilerini günlük olarak takip ettiklerini, kredi süreçlerinin bankalarla koordine edildiğini. Piyasaya 2.2 milyar TL girmiş. 185 bin KOBİ’ye daha bu destek sağlanacakmış. Günde yaklaşık 10 bin KOBİ bu destekten yararlanıyormuş.

 

Tüm bunlara eklenmesi gereken bir de yalan(ları) ve dolanlar(ı) var!

“Nasıl” mı?

• Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ne diyor? Bir yalan daha. Parlamentoyu feshedecek diyor. Yaa yalan söyleme dürüst ol. Cumhurbaşkanı’nın Meclisi fesih yetkisi yok,” dediği fesih yetkisi, AKP’nin referandum için hazırladığı kitapçıkta yer alıyor. Kitabın 18. bölümde yer alan “Cumhurbaşkanı veya Meclis birbirlerini fesh edebilirler mi” başlığı altında şu ifadeler yer alıyor:[33] “Fesih yetkisi, yeni sistemde seçimlerin karşılıklı olarak yenilenmesi yoluyla gerçekleşebilecektir. TBMM 3/5 çoğunlukla, Cumhurbaşkanı da dilediği zaman bu yetkiyi tek başına kullanabilir.”[34]

• Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Antalya’nın Işıklar Caddesi’nde, AKP Gençlik Kollarınca açılan standa saldırı olduğunu iddia ederek “Hayırcı bir grup gelmiş ve orada başörtülü kızlarımızın başörtüsünü zorla çıkarmışlar. Bu insanlık mı?” dedi. Çavuşoğlu’nun açıklaması sosyal medyada “İkinci Kabataş yalanı” tepkisini doğururken, iddia edilen olaya ilişkin herhangi bir haber ya da bilgi olmaması ise dikkat çekti. Sosyal medyadaki bazı kullanıcılar, söz konusu habere ilişkin “AKP yine uyduruyor,” dedi.[35]

• 16 Nisan’da yapılacak halk oylamasının Türkiye için çok önemli olduğunu söyleyen Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, vatandaşların halk oylamasında aslında geleceğini ve ekonomik çıkışı da oylayacağını ve Türkiye’nin patinajdan kurtularak depara, atağa kalkacağı bir dönemin Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle geleceğini belirterek yeni dönemde ticaretin 5 kat büyüyeceğini açıkladı.[36]

• “Yabancıların, referandum sonucuna ilişkin değerlendirmesinde ‘Evet’ oyunun piyasaları rahatlatacağı belirtildi. Olası bir ‘Hayır’ kararının ise belirsizliği ve riski artıracağı kaydedildi.”[37]

• Almanya Frankfurt’ta 31 Mart 2017’de gün Nizamettin Uyanık adlı seçmenin Sandık Kurulu üyelerinin “oy kullandı” kaydını düşmediğini fark ederek bir dakika içinde yandaki sandıkta da oy kullanmasını, YSK Seçim Bilişim Sistemi (SEÇSİS) yakaladı. CHP’nin YSK Temsilcisi Mehmet Hadimi Yakupoğlu olayı bir sahtekârlık olarak değerlendirdi.[38]

Yazının devamı için

 



Bu yazı 2473 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI