“Devrim” Ve “Kültür” Üzerine Çerçeve Düşünceler [*]
“Büyükler neden büyüktür, bilir misiniz?
Biz, dizlerimizin üstüne çökmüşüz de ondan.
Artık kalkalım!” [1]
Değişimsizliğin sosyologu Talcott Parsons, bir makalesinde, Amerikan toplumunu bütünleştiren en
yüksek değerlerin (enstrümantal aktivizm, Weber’in münzevî Protestanlığı), yani Amerikan kültürünün
Amerikan tarihi boyunca hiç değişmediğini yazabilmişti… (akt. Applebaum 1970: 71)
Benzer bir iddiayı İngiltere için, farklı bir bağlamda Britanyalı tarihçi Macfarlane (1993: 178-189) de
dile getirmekte, İngiliz toplumsal/hukuksal hatta siyasal kurumlarının (hükümet biçimi, hukuk sistemi, sosyal
sınıflar, toprak rejimi, akrabalık, evlilik, aile yapısı…) en azından 13. yüzyıldan bu yana temelde aynı kaldığını
söylemektedir.
İki yazar arasında yaklaşık 30 yıl, belki biraz daha fazlası olmalı. Tüm bir sosyal bilimler camiasının
“(toplumsal/kültürel) değişim” üzerinde kafa yormakla geçirdiği 30 yılın ardından, sosyal (ve kültür)
bilimler(in)de sarkacın yeniden “değişimsizlik” ve “istikrar”a doğru salındığını görmek, düşündürücüdür.
Gerçekten de Macfarlane, sosyal bilimleri (tarihsel) süreklilik ve (toplumsal-kültürel) istikrar üzerinde
yeniden düşünmeye çağıran tek sosyal bilimci değil. En azından kültür üzerine düşünen-yazan kalemler,
1960’ların “devrimci” rüzgârlarının ardından, 1980’lerde kültürü değişmesi (olanaksız değilse) zor aklî
dizilimlerle bağlantılı olarak tanımlamaya yönelmiş, kültürler arası erişimsizliği vurgulayan göreci yaklaşımlar
daha çok rağbet görür olmuşlardır.
Bu “regresyon”un kuşkusuz iktisadî-siyasal, tarihsel ve ideolojik bir dizi nedeni var: Batılı
“Akademia”yı da etkisi altına alan ’68 dalgasının Batı’nın iktisadî-siyasal çerçevelerinde köklü dönüşümlere
yol açamadan geri çekilmesi, sosyalist sistemin dağılması, neo-liberal versiyonuyla birlikte kapitalizmi tek ve
ebedî gerçeklik ilan eden ideolojik hegemonyanın tesisi (“Bilimsel-Teknolojik Devrim”, “Elveda Proletarya”,
“Tarihin Sonu” söylenceleri), kültürel muhafazakârlığın yükselişi, kimlikleri sabit, geçirimsiz kültürel
kendilikler olarak algılayan “kimlik” söylemlerinin “sınıf” ve “sınıf mücadeleleri”ne dayanan argümanları
ikame edişi…)
Neyse ki, sol/muhalif çevreleri de pıtrak gibi biten “post-” söyleme teslim eden bu ataletin sonuna
Bu yazı 8135 defa okunmuştur.