Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
“HATIRLAMIYORUM!” NAKARATLARINA HATIRLATALIM!
Tarih: 15-02-2019 00:40:00 Güncelleme: 15-02-2019 00:42:00


“HATIRLAMIYORUM!” NAKARATLARINA HATIRLATALIM![1]

 

 

 

“Nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata,
Öldüğünden haberi yok fotoğraflarının.”[2]

 

Bana hep Edip Cansever’in, “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/ Hiçbir yere gitmiyor,” dizelerini anımsatan Ahbarig Hrant’ı bizden almaları ardından, acının 12. yıldayız…

O; 15 Haziran 1915’te Beyazıt Meydanı’nda idam edilen Sosyal Demokrat Hınçak Partisi üyesi sosyalist Paramaz (Madteos Sarkisyan)’ların,[3] Zabel Yeseyan’ların,[4] Misak Manukyan’ların[5] yoldaşı ve Ermenilerin, “Meds Yeghern/ Büyük Felaket” dedikleri soykırım tarihinin[6] bir parçasıydı…

Irvine Welsh’ın, “Toplum, davranışları kendi normlarının dışında kalan insanları emebilmek için yapay ve dolambaçlı bir mantık icat eder,” uyarısını “es” geçmeyenler için söz konusu cinayet, adli bir vak’a olmanın ötesinde bir soykırım suçunun aslî halkasıyken; başka türlü sunulup, kavranması da mümkün değildir!

Hatırlayın!

Hrant Dink’in katlinin 11. yıldönümünde, “Faili meçhul denilen şey devlet adına işlenen cinayetlerdir,” vurgusuyla eklemişti Fikret Başkaya: “Bir insan bilerek isteyerek tasarlayarak insan öldürürse cezalandırılır; ama bir devlet bilerek isteyerek ve tasarlayarak insan öldürürse o zaman durum farklılaşır. Devletin cinayet işlediği yerde hukuk mücadelesi, adalet arayışı olmaz. Kimi kime şikâyet edeceksiniz? Hrant’ı niçin öldürdüler. Ayıplarını açığa vurduğu ve yüzyıllık katliamı hatırlattığı için bir cinayetle hayatına son verdiler. Bunlara faili meçhul diyorlar. Faili meçhul istisnai bir durumdur. Bu ülkede faili meçhul onlarla yüzlerle değil binlerle ifade ediliyor. Bunlar faili meçhul değil devlet adına işlenen suçlardır. Hukuk devleti diye bir şey olmaz hukukun üstünlüğü ahmakları kandırmak için uydurulmuş bir şeydir. Devletin hukuku olur kendisini rahat hissettiği anda sana bir alan bırakır. Sıkışınca senin o alanını daraltır.” 

Aynı etkinlikte ben de, “Resmi tarihçilerin kabul etmediği bir şeyi tekrarlamamız lazım. Ermeni soykırımı biz Türklerin kolektif suçumuzdur. Sadece İttihat Teraki’ye mal edemez… Öyle ya da böyle Dink cinayetinde Ermeni soykırımını konuşuyoruz,” diyerek sözlerime başlayıp, şöyle devam etmiştim: “Eğer bu bir soykırım ise bu kolektif bir suçtur.”[7]

Bir şey daha!

Dink suikastı, insanın aklına ister istemez, Gabriel García Márquez’in ‘Kırmızı Pazartesi’[8] romanını gelir. Hani şu herkesin öldürüleceğini bildiği roman kahramanına, hiçbir şey olmayacakmış gibi davranması, herkesin olaya sessiz kalması ve de göz göre göre roman kahramanının öldürülmesi…

Dink suikastı sonrası ortaya çıkan bilgiler bize şunu gösteriyor ki, Onun öldürüleceğini devletin tüm siyasi ve güvenlik bürokrasinin biliyordu ve bilerek ya da korkarak bunun önüne geçmemişti…

Kolay mı? ‘Agos’un önündeki anmada, avukat Fethiye Çetin, “O gün devlet buradaydı. Polisiyle, jandarmasıyla, istihbaratçısıyla devlet buradaydı. Ama Dink’in can güvenliğini sağlamak ve yaşama hakkını korumak için değil, tetikçilerin işini yaptığından emin olmak için buradaydı,”[9] dememiş miydi?

Yine aynı konuda HDP Mardin milletvekili Mithat Sancar, “Dink cinayeti yargı süreçleriyle aydınlatılmadı, aydınlatamaz da zaten. Çünkü devlete egemen olan pek çok güç, bir noktada ortaklaşıyorlar, başka konularda farklı davransalar da,”[10] diye eklememiş miydi?

12 yıl sonra bunların altını çizmemek; “Dink Davası’nda durmadan yinelenen ‘Hatırlamıyorum!’ nakaratları”yla[11] malûl resmî devlet tavrı anımsamamak mümkün mü?!

 

RESMΠDEVLET TAVRI

 

“Resmî Devlet Tavrı” dedim; bu şöyle ya da böyle; şununla veya bununla değişmez; çünkü, T.“C”nin “La raison d’État/ Hikmet-i Hükümeti”yle kaimdir.

Hızla örnekleyerek, aktarıyorum:

• AB Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır, Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen ‘Türkiye İlerleme Raporu’nun, 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyen bir karara atıfta bulunması nedeniyle, iade edileceğini belirtip, “1915 Kırmızı çizgidir,” dedi![12]

• Başbakan Binali Yıldırım, Ermeni soykırımını “I. Dünya Savaşı’nda yaşanmış, her ülkede yaşanabilen, sıradan bir olay” olarak nitelendirdi![13]

• Dink davasında, cinayetle ilgili rapor hazırlayan Başbakanlık Teftiş Kurulu Müfettişi Ayşegül Genç, İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü görevlilerinden Volkan Altunbulak ile görüştüklerini belirterek, “Bize cinayetten sonra Yasin Hayal’in telefon görüşmelerini araştırdığını ancak Ankara’dan ‘Bu işi karıştırmayın’ talimatı aldığını söyledi,” dedi![14]

• 4 Nisan 1915 Ermeni Soykırımı’nda hayatını kaybedenler için İstanbul’da Sultanahmet’te yapılacak anma iptal edildi. Polis “soykırım ve katliam” sözcüğü kullanmadan açıklama yapılabileceğini söyledi. 16 Avrupalı parlamenter ve İHD İstanbul şubesi yöneticileri “soykırım” gibi belli kelimeler olmaksızın okunabileceğine ilişkin talebi reddetti. Anma için getirilen pankartlara polis el koydu. İHD yönetim kurulu üyesi Leman Yurtseven ile komisyon üyesi Jiyan Tosun gözaltına alındı![15]

• HDP Milletvekili Garo Paylan’ın, Dink için Meclis Genel Kurulu’nda Ermenice söylediği “Tanrı ruhunu aydınlatsın. Çok yaşa Hrant” sözleri tutanaklara “X” olarak geçirildi![16]

• Ve nihayet: “Dink cinayeti sanığı Yasin Hayal, İstanbul Adliyesi’ne getirilirken bağırır: ‘Orhan Pamuk akıllı olsun akıllı’! Hayal’in sözleri Pamuk’a yönelik ‘tehdit’ kabul edilir ve inceleme başlatılır. Bu tehdit aslında Orhan Pamuk ‘Bu topraklarda bir milyon Ermeni öldürüldü’ dediği içindir.

Aradan 10 yıl geçer. TBMM’de anayasa değişikliği görüşülürken milletvekili Garo Paylan, ‘1913- 1923 yıllarında Ermeniler, Süryanîler, Rumlar ve Yahudiler kaybedildi. Büyük katliam ve soykırımlarla bu topraklardan ya sürüldüler ya mübadelelere uğradılar,’ der. Ve peşinden Meclis karışır.

MHP, AKP hatta CHP milletvekilleri ayağa kalkar, tepki gösterir. Bağırış ve çağırışlar arasında Meclis Başkanvekili Ahmet Aydın’ın ‘Hâl ve hareketlerinize dikkat edin’ sözleri duyulur. Aydın, Paylan’dan sözlerini geri almasını da ister.

Paylan, sözlerine devam eder: ‘Bir zamanlar yüzde 40’tık, bugün binde 1’iz. Herhâlde başımıza bir iş geldi ki... Ben adına soykırım diyorum, siz ne derseniz deyin. Adını hep beraber koyalım ve yolumuza devam edelim...’

Sataşmalar nedeniyle kullanamadığı süreyi doldurmak için 5 dakikalık ek süre ister Paylan. Bu kez Meclis Başkanı Aydın’dan, ‘Kusura bakmayın, yok öyle bir yağma’ yanıtı gelir.

‘Soykırım’ kelimesi daha önce defalarca Meclis kürsüsünde kullanılmıştır. Ama bu kez Paylan’a üç birleşim yasama faaliyetinden uzaklaştırma cezası verilir ve sözleri tutanaktan çıkarılır”![17]

 

BELLEK(SİZLİK)İN ÖNEMİ

 

“Resmî Devlet Tavrı”nın biz(ler)e dayattığı devasa bir unutuş ve belleksizliktir!

“Unutuş ve belleksizlik” meselesinin önemi Theodoros Angelopoulos’un, ‘Sonsuzluk ve Bir Gün’ündeki (1998), “İnsan ne zaman ölür? Artık hatırlamadığı zaman... Başka? Artık hatırlanmadığı zaman,” repliğidir.

İktidarın bakışımızı belleksizlik ile eğitmesi hiç de tuhaf değildir. Çünkü iktidar eğitilmiş ve evcilleştirilmiş bakışlarla meşrulaştırıp; var eder kendini.

Bu böyle olunca da gerçeklik algısı ve tarihsel hakikâtin ölçüsü yok edilirken; yalanın egemenliği inşa edilir!

Aslı sorulursa: “Adam Smith yanılıyor ya da bizi yanıltıyor; el görünmez değil. Toplumu biçimlendiren elleri her yerde görüyoruz; tezgâhın arkasında, önünde... Göremediğimiz, toplumu biçimlendiren akıldır, eller var sadece, ellerin çokluğu. Ve bu eller bizim ellerimiz. Tasarlamadığımız hayatı biz, ellerimizle biçimlendiriyoruz.”[18]

Yani egemen yalanın parçası olarak, edilgenleş(tiril)iyoruz!

Kolay mı? “Maddenin kendi kendine hareket ettiğine ve kendini biçimlendirdiğine dair bilgiyi unuttuk. Dolayısıyla maddeden oluşmuş bizlerin de kendimizi biçimlendirebilme kudretine sahip olduğumuz bilgisi de belleklerimizden silinip gitti. Ve edilginleştik, kendi hayatlarımızı biçimlendirmekten aciziz. Kendilerini, edilgin maddeyi biçimlendiren etkin bir kuvvet olarak dayatanların elinde oyuncak olduk.”[19]

Bu koordinatlarda elimizde unutmamanın gücü, bellek ile Jean-Paul Sartre’ın, “Anılar, kimsenin bizden alamayacağı tek mülkümüzdür”; Haruki Murakami’nin,“Anılar insanın vücudunu içten içe ısıtan şeylerdir. Fakat aynı zaman da lime lime de edebilirler,” diye tanımladıkları anıların bilinci vardır.

 

ANILARIN BİLİNCİ

 

Dink’in önemi, tam da burada yani anıların bilincinde ortaya çıkar!

18 Ocak 2018’de Boğaziçi Üniversitesi’ndeki ‘2018 Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı’nda Étienne Balibar’ın, Onun için “ifade özgürlüğünün en kahraman savaşçılarından biri” vurgusuyla, “Dink’in sorumluluk bilinciyle bugün korkusuzca konuşmak gibi bir örnekten söz edebiliyoruz,”[20] demesi de bunun örneğidir.

Bu da; Jean Paul Sartre’ın,“Beterin beterini önlenmek” notunu düştüğü, Dink’i çağrıştıran duruştur.

Malum Sartre’a soruyorlar: “Eylemlerin etkinliğine inanıyor musunuz? ‘Çalım’a dönüşmeyecek bir etkinliğe?”

Soruya yanıtı şu olur: “Bu noktada çok karamsar olacağım. Doğrusu istenirse bu etkinlik, durumun daha kötüleşmesini önlemekten daha ileri gidemez. Demek istiyorum ki sömürücü, ezici, politik biçimiyle diktatör bir toplumda, herkes içinde yaşadığı koşullara boyun eğmiş gibi görünebilir; bu durumda boyun eğmeyenlerin yaşamına tanıklık edecek yazarların çıkması gerekir. İşte o zaman beterin beteri önlenmiş olur.”[21]

Evet O, Edith Piaf’ın, “Taviz vermemenin karşılığını hep alırsınız,” deyişindeki yaptıkları ve yaşamıyla budur…

Malum: 15 Eylül 1954’te Malatya’da doğdu. Babası Sivas’ın Gürün, annesi ise Kangal ilçesindendi. Aile geçim zorluklarını aşmak için 1961 yılında İstanbul’a taşındı. Taşınmadan kısa süre sonra karıkoca boşandı. Anne tek başına ona ve iki kardeşine bakamayacak durumdaydı. Kardeşleriyle birlikte Gedikpaşa’daki bir yetimhaneye verildi. Askerliğini Denizli’de er olarak yaptı…

İlk ve orta öğrenimini bitirdikten sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji bölümünde okudu. O yıllarda yetimhanede birlikte büyüdüğü genç bir kadınla evlendi. Daha sonra birlikte Tuzla Çocuk Kampı’nı yönettiler.

Üniversitedeyken Türkiye’nin çok hareketli siyasal yaşamına ilgi duydu ve sol kanattaki örgütlerden TKP-ML saflarında yer aldı. Ardından kardeşleriyle birlikte kitap ve kırtasiye işine girdi.

1996’da haftalık bir gazete çıkarmaya başladı ve bu gazetenin başyazarlığını ve yayın yönetmenliğini üstlendi. Katline kadar da gazetecilik yaptı…

19 Ocak 2007’de İstanbul’da katledildi. Edirnekapı’da Balıklı Mezarlığı’na gömüldü

O, bu toprakların, Anadolu’nun en kadim halklarından birinin çocuğuydu. Adı Dink’ti.

Bu yaşamöyküsünde değinilmeyenleri de tamamlayalım:

Annesi Sivas’ın Kangal ilçesinden Gülvart, babası Gürün ilçesinden Sarkis idi. Yerleştirildiği yetimhane Gedikpaşa Ermeni Yetimhanesi idi. Aynı yetimhanede büyüdüğü ve sonra da evlendiği kadın, Silopi’nin Varto köyünde (Muş’un Varto ilçesi değil; Şırnak’a bağlı bir Ermeni köyü) doğmuş, Kürtçeyi anadili gibi konuşan, Ermeniceyi sonradan öğrenmiş Vartan kızı Rakel Dink idi. Kendisi gibi yoksul ve yetim Ermeni çocukları için, Rakel ve o çocuklarla birlikte kumunu, kirecini, çimentosunu, tuğlasını, taşını, toprağını taşıyarak inşa edilen Tuzla Çocuk Kampı’nın tam adı Tuzla Ermeni Çocuk Kampı idi ve Ermeni cemaatinin el konulan (uzun yıllar sonra ve zorlu mücadeleler sonucu iade edilen) mülkleri arasında yer alan bir arsaya inşa edilmişti. Dink, daha sonra yetim ve yoksul Ermeni çocuklarına yaşama sevinci aşılayan o kampa “Kırlangıcın Yuvası” adını yakıştıracaktı.

Birkaç arkadaşı ile birlikte, kuruşları bir araya getirerek kurduğu ve yönettiği gazete ‘Agos’tu.

‘Agos’, Ermenice toprağı süren sabanın ardında bıraktığı iz demek. Oraya tohumlar serpilir ve o tohumlar büyür, başağa durur, bereket olur; açları doyurur. ‘Agos’ da aynen bunu yaptı…

Dink’i, 19 Ocak 2007’de küçücük beyni tıkabasa milliyetçi önyargılarla dolmuş bir tetikçi, Ogün Samast pusu kurup, ensesinden tek kurşunla öldürdü. Katil, Trabzon’a giderken Samsun’da bilinçli olarak erken yakalandı. Böylece Trabzon’daki suç ortaklarıyla buluşması önlendi. Samsun’daki karakolda jandarmalar ve polis memurları katille birlikte fotoğraf çektirmek için yarıştılar. Katilin bir Türk bayrağı önünde fotoğraflanmasını sağladılar. Böylece katil “yerli ve milli” oldu.

Cinayetten hemen sonra AKP’nin Reis’i Erdoğan, Hrant’ın evine kadar gidip taziyelerini bildirdi ve ekledi, “Bu cinayetin Ankara’nın labirentlerinde kaybolmasına izin vermeyeceğiz”.

Ama kayboldu… Cinayetin üstünden tastamam 12 yıl geçti. Tetikçiler dışındakileri bu işten kurtarmak için her yol denendi. Dava hâlâ sonuçlanmadı. Ne zaman sonuçlanacağını bilen yok. Trabzon ve İstanbul’un polis şefleri, jandarma komutanları, İçişleri Bakanlığı’nın yüksek bürokratları hâlâ hüküm giymeden, çoğu ellerini kollarını sallayarak aramızda dolanıyorlar.[22]

 

DAVA SÜRECİ OYUNU

 

Hepimize, “Kölelerden efendileri hakkında kötü şeyler söylemelerini veya dinlemelerini istemek insafsızlıktır, onları tehlikeye atar bu,”[23] saptamasını anımsatan Dink davasının “yargı” süreci, bir oyun ya da manipülasyondur; asla daha fazlası değil!

Bilmiyor olamazsınız: Yıllardır süren 85 sanıklı Dink cinayeti davasında tetikçilerin arkasındaki isimlere dair herhangi bir tespit yok.

Dink’in 2007’de öldürülmesinden beri cinayetin sorumluluğuna ilişkin herhangi bir tespite yaklaşılamayan dosyada, sanıklara yöneltilen suçlama, siyasal konjonktüre göre önce “Ergenekonculuk”, daha sonra da “FETÖ’cülük” oldu.

19 Ocak 2007’de ‘Agos’ önünde Ogün Samast tarafından öldürülmesinin organize bir sorumluluk zincirinde tasarlandığı, Trabzon Emniyet Müdürlüğü ve istihbarat birimlerinin Şubat 2006’dan, Trabzon Jandarmasının da Temmuz 2006’dan itibaren tasarıdan haberdar olduğu ortaya çıktı çıkmasına ama!

Sorumluluk zincirinin emniyet halkası, 17-25 Aralık’ta AKP-Gülen cemaati bağının kopmasıyla cinayetten 8 yıl sonra, 2015’te hazırlanan ikinci iddianame ile sanık sandalyesine oturtuldu. Ardından hazırlanan üçüncü iddianame ile Dink’in “mutlak suretle öldürüleceği” bilgisi yer alan raporları kullanmadığı iddiasıyla dönemin mülkiye başmüfettişi Mehmet Ali Özkılınç dosyanın sanıkları arasına girdi.

Trabzon’da cinayet tasarısından bilgileri olduğu hâlde sümen altı eden jandarma görevlileri ise 2008 yılında yalnızca görevi ihmal suçlamasıyla tutuksuz olarak yargılandı, kimi 4 ay kimi de 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. 2015’de ceza Yargıtay tarafından bozuldu.

Temmuz 2015’teki “darbe girişimi” ardından cinayette sorumluluğu olduğu iddia edilen jandarma görevlileri, “FETÖ” üyeliği ve darbeye teşebbüs suçlamaları ile tutuklandı ve hazırlanan dördüncü iddianame ile sanık oldu. Cinayetten 11 yıl sonra dosyadaki sanık sayısı 85’e ulaşmış oldu. Yargılanan sanıkların isimleri ise şöyle: Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, dönemin İstihbarat C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer, eski Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz, dönemin Trabzon Jandarma İstihbarat görevlileri Veysel Şahin, Okan Şimşek ve Metin Yıldız, cinayetin tasarısı ve işlendiği sırada Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Değerlendirme ve Analiz Merkez (İDAM) Amiri olan Hamza Celepoğlu, dönemin İstanbul Jandarma İstihbarat TİM komutanı Yüzbaşı Muharrem Demirkale, eski jandarma görevlisi Yavuz Karakaya, dönemin Samsun Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürü Yakup Kurtaran ve FOX TV Haber Müdürü Ercan Gün.

Emniyet ve jandarma istihbarat birimlerinin cinayet tasarısından aylar öncesinden haberdar olması karşısında baştan beri hiç araştırılmayan MİT’in sorumluluğu akılları hep kurcaladı. Dink, “Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu iddiasına ilişkin haberin ardından 2004 yılında İstanbul Valiliği’ne çağrılmış, burada dönemin İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör ve MİT Bölge Başkan Yardımcısı Özel Yılmaz ile görüşme gerçekleşmişti. Dink sonradan bu görüşmeyi, “... Zaten konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim... Dikkatli olmalıydım... Yoksa iyi olmazdı!” şeklinde anlatmıştı.

Buna karşın Özel Yılmaz hakkında takipsizlik kararı verildi. MİT bağının bu şekilde gün yüzüne çıkmasının ardından dönem dönem dava sanıklarının MİT ile bağları haberlere konu olmuştu. Yargılamanın son aşamasında, dönemin Samsun TEM Şube Müdürü olan sanık Metin Balta emniyette verdiği ifadesinde, 19 Ocak 2007’de cinayeti işledikten sonra Samsun’da yakalanan tetikçi Samast’ı TEM Şube Müdürlüğü’nde karşılayanlar arasında MİT’ten şube müdürleri, MİT Başkanı’nın olduğunu belirtti. Davanın tutuklu sanıklarından gazeteci Ercan Gün de Trabzon Jandarma İstihbarat görevlisi Veysel Şahin’in kendisine nezarethanede Yasin Hayal’in Trabzon MİT’e gidip geldiğini söylediğini aktardı.

10 yılı aşkındır süren yargılamayı İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi yürütüyor. Geçmişte “özel yetkili” olan mahkemenin üyelerinin birçoğu cemaat soruşturmaları kapsamında ya aranıyor ya da tutuklu. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının ardından yeniden kurulan mahkeme, Dink davasında kamu görevlilerini yargılamaya Nisan 2016’da başladı.

Yazının tamamı için



Bu yazı 14238 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI