Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
İŞÇİ SINIFININ “BUGÜN”ÜNDE SENDİKA(LAR)-2
Tarih: 05-09-2018 21:07:00 Güncelleme: 03-09-2018 21:38:00


Oysa işçi sınıfı hakları bekçiliğini burjuva hukuk(suzluk)a ve sendika bürokratlarına bırakılamaz!

Bu konuda birkaç örnek derdimizi anlatmaya yeter de artar bile…

• Soma ilçesinde 301 maden işçisinin yaşamını yitirdiği, 162 işçinin yaralandığı katliama ilişkin yürütülen 6’sı tutuklu 46 sanıklı Soma davasının 10’uncu duruşmasında okunan bilirkişi görüşünde, katliamın yaşanmasındaki eksiklikleri sıralanırken, sendikanın da sömürüyü perdelediği kaydedildi…[88]

• Türk-Metal yöneticilerinin Renault’dan eylemci işçilere müdahale etmesini istediği ortaya çıktı! Bursa’daki Renault Otomobil Fabrikası’nda çalışan işçilerin, 2015 yılı Mayıs ayında başlattığı direniş hafızalardaki tazeliğini koruyor. Kısa sürede sektörün geneline yayılan metal fırtına, ilk başta anlaşmalarla sonuçlanmıştı. Ancak, düşük ücret ve fazla mesai uygulamalarıyla hak gaspları devam edince, eylemler de devam etti. İşçiler diğer yandan da sendika mücadelesi veriyordu. Birçok işçi, Türk Metal Sendikası’ndan ayrılıp, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldu. Türk Metal Sendikası yöneticilerinin ise rekabeti inanılmaz bir boyuta taşıyarak, fabrika yönetimine dilekçeler yazıp, eylemci işçilere müdahale edilmesini istedikleri aylar sonra ortaya çıktı. Sendika yöneticileri ve Renault’un İnsan Kaynakları Direktörü Radu Mavrodin arasındaki o yazışmalar, Bursa 5. İş Mahkemesi’nde devam eden, 14 Reno işçisinin, işe iade davasının dosyasına girdi…[89]

• Türk-İş’in 22. Genel Kurulu’nda yaşananların işçiler açısından ne anlama geldiğini Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, “Beklenen işçi sınıfının dertlerinin, sorunlarının ve taleplerinin Cumhurbaşkanına, Başbakana ve topluma iletilmesidir. Fakat genel kurul Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın topluma mesajlarını iletmesine vesile olmuştur” deyip, yaşanan durum için, “İşçilere ihanet” yorumunu yaptı.[90]

Şurası bir gerçektir ki, “Bizde, DİSK,[91] KESK ve bir kaç küçük sendika dışında, sendikalar devletin ve sermayenin örgütleridir. Başka türlü söylersek, mülk sahibi sınıfların safındadırlar... Aslında isimlerinin değiştirilmesi gerekiyor... Mesela Türkiye’nin en büyük işçi sendikaları konfederasyonu olan TÜRK-İŞ, Türkiye’deki komprador rejimin üzerinde durduğu üç direkten biridir. Diğer ikisi: Genel Kurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. TÜRK-İŞ’in adının da ‘İşçileri Hizaya Getirme Başkanlığı’ olarak değiştirilmesi hiç de fena olmazdı,”[92] diyen Fikret Başkaya sonuna kadar haklıdır!

Ancak şu soru(n)ların altını da çizmeden geçemeyiz, geçmemeliyiz!

DİSK ve KESK işçi sınıfı hareketinin en etkili sendikal merkezleri durumunda mı? Elbette hayır…

DİSK’in ve KESK’in faaliyetleri sınıf hareketinde etkin mi, dinamizm yaratıyor mu? Yine hayır…

Bunların nedeni basit: DİSK ve KESK işçi sınıfının sendikal hareketin etkin odakları, kaldıraçları olmamaları yanında; DİSK ve KESK yönetimi, örgütlenme ve mücadele stratejileri/ taktikleriyle yetersizdirler.

Radikal sola ve sınıfa ambargolu DİSK ile KESK, tabanın iradesinden çok, yönetimde etkin olan siyasetlerin pazarlıklarının “tercih”leriyle biçimlenmektedir…

Toparlarsak: Gericilik dönemi koşullarının pekiştirdiği atalet hâlinde sendikalardaki militan sınıf mücadelesinin güçlendirmeye olan ihtiyacı çok büyük ve işçi sınıfı açısından giderek daha yakıcı bir hâl alırken; bu ihtiyaç giderilmedikçe sendikaların burjuva anlayışların elinde işlevsizleşmesi kaçınılmazdır.

Militan sınıf sendikacılığı anlayışının yaygınlaşması ve güçlenmesi, bu perspektife sıkı sıkıya bağlı öncü işçilerin kararlı çabaları ile mümkün olacaktır. Ancak bu anlayışı güçlendirme sorunu sadece sendikal alanın dinamikleriyle de çözülemez. Bu durum en başta işçi sınıfının devrimci örgütlülüğüne diyalektik bir ilişkiyle bağlıdır.

Militan sınıf sendikacılığını geliştirmenin önemli unsurlardan biri de tarih bilincidir. Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihi görece kısa olsa da bugünün militan işçileri için öğretici örneklerle doludur.

 

“TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ İŞGAL VE DİRENİŞ GELENEĞİ”[93]
KOZLU DİRENİŞİ
10 Mart 1965 günü Karadon İşletmesine bağlı Gelik Bölümünde 1500 maden işçisi, 5 milyon tutarındaki yevmiye zammının (liyakat zammı) işçilere adil dağıtılmadığı gerekçesiyle gece vardiyasında ocaklara inmezler. Gelik işçileri daha sonra ikna olup ocağa inseler de artık kıvılcım çakılmıştır.
Direniş ertesi gün Kilimli ve Karadon ocaklarına yayılır. Üzülmez’e bağlı Çaydamar ocağını da etkiler. 11 Mart gecesi Kozlu kuyu başındaki madenciler de, kuyu başını tutarak ocaklara kimseyi sokmazlar. 12 Mart gündüz vardiyasında Kozlu işçilerine Ereğli’den getirilen deniz piyadeleri ile saldırılmaya başlanır. Çıkan çatışmalarda, Mehmet Çavdar ve Satılmış Tepe yaşamlarını yitirirken, 10 maden işçisi de yaralanır. Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar, Türkiye işçi sınıfı mücadelesinde vurularak öldürülen ilk işçilerdir.
Direniş işçilerin birtakım taleplerini kazanmasına da yardımcı olur.
DERBY İŞGALİ
4 Temmuz 1968’de 1600 işçinin çalıştığı Derby işçiler tarafından işgal edilir. Bu işgalin nedeni ise işçilerin üyesi olduğu sendikadan başka bir sendikaya geçirilmeye çalışılması olmuştur. DİSK’e bağlı Lastik-İş Sendikası’na üye olan Derby işçilerinin bu örgütlülüğü dağıtılarak fabrikaya Türk-İş’e bağlı sarı sendika Kauçuk-İş sokulmak istenmiştir. 6 gün süren işgalin ardından Derby işçileri kazanırlar. Derby işgali işçi sınıfı nın işgaller tarihinde yeni bir sayfa açmış, Derby işgalini sayısız fabrika işgali izlemiştir.
TÜRK DEMİR DÖKÜM İŞGALİ
31 Temmuz 1969. İstanbul Silahtarağa’da bulunan Türk Demir Döküm Fabrikası’nda çalışan işçiler, Çelik-İş Sendikası’ndan istifa ederek DİSK’e bağlı Maden-İş’e üye olurlar. Ardından doğal olarak patrondan Maden-İş’le ücret zammını içeren bir protokol imzalamasını isterler. Patron bu isteği reddeder. 2500 işçinin çalıştığı fabrikada, 1850 Maden-İş üyesi işçi işyerini işgal eder. İşgalden önce, Çelik-İş’le işbirliği yapan patron, işçilere gözdağı vermek için 5 işçiyi işten çıkarmıştır. İşgal çevre fabrikalar ve halk tarafından etkin şekilde desteklenir. Fabrika kapılarını işçiler kaynak yaparak kapatır. 5 Ağustos’ta fabrikanın elektrik ve suyu devlet tarafından kesilir. Polisin ses ve sis bombalarına işçiler taşlarla karşılık verirler ve aileleri de direnişe destek verince, polis geri püskürtülür. Sabah 06.30’da başlayan direniş akşam 19.00’a kadar çatışmalarla sürer. Polisin kıramadığı direnişi bastırmak için 66. tümene bağlı 4000 jandarma fabrika önüne gelir. Fabrika önü bir savaş alanı gibidir. Fabrika 10 tank ve 15 zırhlı araçla sarılmıştır. İşçiler daha sonra işgale son verseler de geri adım atan patron olur, Maden-İş’le masaya oturmak zorunda kalır.
SİNGER İŞGALİ
1969 Şubat ayında Çelik-İş’ten ayrılıp T. Maden-İş’e geçmek isteyen Singer işçilerinden üçünün işten atılması üzerine 520 Singer işçisi fabrikayı işgal ederek direndiler.
SUNGURLAR İŞGALİ
15/16 Haziran Direnişi’nden sonra 1970 yılının kuşkusuz en önemli işçi hareketi Sungurlar Kazan Fabrikası’nda oldu. Bu fabrikanın 700 işçisi Çelik-İş Sendikası’ndan istifa ederek Maden-İş Sendikası’na geçtiler. Patronun buna karşı çıkması üzerine de, işgal komitelerini kurarak fabrikayı işgal ettiler. Polisin işgali kırmak için yaptığı tüm saldırılar püskürtüldü. Patron işçilerin isteklerini kabul edeceğini bildirince işgale son verildi. Ancak daha sonra patron bu sözünü tutmadı. Bunun üzerine işçiler yeniden fabrikayı işgal ettiler. Üç günlük boykottan sonra fabrikayı saran askeri birlik komutanı ile yapılan anlaşma üzerine işçiler fabrikayı boşalttılar.
YENİ ÇELTEK İŞGALİ
Amasya Suluova’da bulunan Yeni Çeltek’te işçiler Yeraltı Maden-İş’te örgütlüdürler. 26 Nisan 1980’de işletmeyi işgal eden işçiler üretimi kendileri sürdürürler. 890 işçi, 33 gün boyunca işçi özyönetimini uygularlar. Sendikanın önerdiği toplu sözleşmede, işçilerin 20 kişilik komiteler kurarak yönetime katılması zaten yer almaktadır. Sendikanın öncülüğünde işçiler, bu komitelerden oluşan konseyle üretimi ve dağıtımı örgütlerler. Her biri 20 işçiden oluşan, işçilerin söz ve karar haklarının olduğu komiteler oluşturulur. 890 işçiyle başlayan ve 33 gün süren özyönetimin son günlerinde, valilik ve bakanlık yetkilileri, işçi servis araçları ile kömür kamyonlarına el koyar; işletmenin telefonlarını keser. Bu durum, üretimin yavaşlamasına ve bunun yol açabileceği yangın ya da grizu patlaması tehlikesi nedeniyle iş güvenliği sorunlarına neden olmaktadır. Sendika, bu yüzden 29 Mayıs’ta üretimi ve işyerini terk etmeme eylemini bitirir ve greve başlar. Yeni Çeltek Maden İşletmesi’ndeki grev, 12 Eylül 1980 darbesiyle bastırılır.
TARİŞ İŞGALİ
22 Ocak’ta başlayan işçi direnişi asker ve polis tehdidi altındadır, Tariş kuşatılmıştır. Panzerlerle kapılar kırılır, duvarlar yıkılır, ateşli silahlar kullanılır. İzmir’de tek bir yerde fabrikası olmayan Tariş’in Çiğli İplik Fabrikası’ndaki işçiler, üzerinde çalıştıkları makinelerin iğleri, masuralarını ve kendi bedenleriyle direnirler. Polis bu fabrikaya giremez. Bu direnişte kadın işçiler dikkat çeker.
5. gün DİSK direnişi bitirme kararı alır. DİSK’in bu kararını duyan işçiler “Savaştık-savaşacağız!” sloganını, “Direnişi kıranın kafasını kırarız!” sloganına çevirir. Grevi bitirme önerisini Tariş işçilerine kabul ettirmeye çalışan, o dönemde de DİSK Tekstil-İş Genel Başkanı olan Rıdvan Budak ve diğer iki sendikacıdır. Çeşitli görüşmelerle direnen işçileri bölmeyi başarır. İşçiler direnişe bir süreliğine son vermek zorunda kalırlar. Tarih 31 Ocak 1980’dir. Kısa süreliğine geri çekilen Tariş direnişi devrimci işçilerin çabasıyla yeniden başladığında bedeli daha ağır olacaktır. Tariş işçi sınıfının kalesidir artık. 7 Şubat günü üzüm işletmesinde polis ve işçiler arasında çatışmalar yeniden başlar. Aynı alanda bulunan ve destek veren Sümerbank işçilerine de saldırırlar. İşçilerin çoğu yaralıdır. O gün o fabrika düşer, 500 üzüm işçisi gözaltına alınarak Alsancak Stadyumu’na getirilir. Ancak Tariş’in diğer işletmelerinde işçiler hâlâ direniştedir. 10-11 Şubat’ta İzmir’de Tariş ve Çiğli İplik Fabrikası’nın yanı sıra işçilerin oturduğu Gültepe, Çimentepe ve Çiğli’de 2 gün boyunca dişe diş bir mücadele verilir. Yaralıları doktorlar fabrikada tedavi ederler. Fabrika duvarları tanklarla yıkılır. 10 bin polis ve asker, özel komandolar, panzerler tarafından direniş zor yoluyla kırılır. Ancak muazzam bir destan ve deneyim bırakmıştır. 17 yaşındaki Cemil Oral polis tarafından sırtından vurularak öldürülürken, yüzlerce yaralı ve tutuklu işçi vardır.

Türkiye’de sendikal mücadelenin gelişmeye başladığı dönem aynı zamanda militan sınıf sendikacılığının ilk örneklerini sergileyecek olan DİSK’in de mayalanma ve doğum yılları olmuştur. Bu dönemde yaşanan, pek çok yönden olumluluk içeren örnekler ve sonrasındaki gelişmeler bugünün öncü işçilerinin mücadelelerine ışık tutacak niteliktedir.

Hatırlanacağı gibi Saraçhane mitingi ile başlayan ve 15-16 Haziran direnişi ile zirveye ulaşan süreçte öne çıkan sendikalar, bugünkü sendikal örgütlere göre oldukça militan bir karaktere sahiptir.

III. AYRIM: UYARI(LAR) VE NE YAPMALI?

Önce uyarılarla başlayalım:

• Sendikal haklar kolektif haklardır.

• Sendikal haklar bölünmez. Sendikal haklardan birisi yoksa diğerlerinin varlığından söz edilemez. Örneğin sendika kurma hakkı var, grev hakkı veya toplu iş sözleşmesi yapma hakkı yoksa artık sendika hakkının varlığından da söz etmek hukuken olanaklı değildir. Bu duruma kısaca sendikal hakların bölünmezliği ilkesi denilir.

• Sendikal hakların güvencesi anayasa değildir; sınıfın mücadele yeteneği ve kapasitesidir.

• Sendika hakkı, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı sosyal haktır gasp ettirilemez.

• İşçilerin sendika haklarının temel bir hak olduğunu kabul etmek istemeyen patronlar, sendikasızlaştırmayı bir işletme politikası hâline getirmişken; bir işçi sendikasının sendika olarak kabul edilmesi için adının sendika olması yetmez.

• Sendikanın sendika olabilmesi için işverenden siyasi iktidardan bağımsız olması zorunludur.

• Yürürlükteki yasal çerçevede devletin icazetini almadan bir işyerinde sendikanın başarılı bir örgütlenme yapması neredeyse “olanaksız” gibidir.

• Özetle coğrafyamızda sendikal haklar varmış gibi bir oyun sergilenmektedir.[94]

Bunlarla bağıntılı olarak “Ne yapmalı” konusuna gelince:[95]

• Sendikal özgürlüğün olmazsa olmaz koşulu sendika çokluğu ilkesidir. Sendika özgürlüğü ve çokluğu, çalışanların hiçbir karışma ve ayrım olmaksızın istedikleri sendikayı kurabilmesi, istedikleri sendikaya üye olabilmesi ve istemedikleri sendikadan ayrılabilmesi demek. Sadece sendikaya üye olma hakkı yetmez, istediği sendikayı seçmek ve istemediği sendikadan ayrılmak da sendika özgürlüğünün olmazsa olmazıdır.[96]

• Tek tip, merkezi, hantal, işkolu sendikacılığından vazgeçip, sendikal örgütlenmenin biçimi, işçinin iradesine bırakılmalı, işçiler istedikleri sendikal modelde özgürce örgütlenebilmelidir.

• Üretim birimlerinde işçilerin temsilini sağlayacak işçi/işyeri temsilciliği uygulaması geçilmelidir.

• Sendika içi -doğrudan- demokrasinin güçlendirilmesi için işyeri işçi ve sendika temsilcileri gizli oy açık sayıma dayalı seçimlerle belirlenmelidir.

• Toplu pazarlığın hazırlık ve imza aşamasında işçinin onayına başvurulmalı. İşçinin onaylamadığı toplusözleşmeler imzalanmamalıdır.

• Sendika şubelerine ve işyeri temsilciliklerine daha fazla olanak ve özerklik tanınmalı; otoriter, bürokratik, merkeziyetçi uygulamalardan vazgeçilmeli. Şubelerin ve temsilciliklerin kendi bütçesi olmalıdır.

• Sendikaların mali yapısı şeffaf hâle gelmeli. İşçinin parası ile israf ve saltanat sona ermeli. Sendikacıların özlük hakları mutlaka işkolundaki işçi ücretleri ile ilişkilendirilmelidir.

• Sendikaların hesapları üyeler için erişilebilir olmalı. Sendika yöneticilerinin malvarlığı ve ücretleri üyeler tarafından görülebilir olmalıdır.[97] Sendika yöneticileri işçiler tarafından geri çağrılabilmelidir.

• Sendikal mücadele bir hukuk meselesi olmaktan çıkarılıp, sınıfsal hak mücadelesine tahvil edilmelidir.

 

III.1) BİR KAÇ NOT DAHA

 

Birleşik Metal-İş Sendikası’nın, 2017 yılı üye kimlik araştırmasına göre, “İşçilerin kendilerini hangi toplumsal-siyasal kimliğe göre tanımlıyor?” sorusunun yanıtı: Milliyetçi yüzde 56.8, İslâmcı yüzde 19.5, Ülkücü yüzde 16.5, Muhafazakâr yüzde 14.9, Kendimi Bir Yerde Tanımlamıyorum yüzde 13.1. Sosyal Demokrat yüzde 10.9, Sosyalist yüzde 9.7, Komünist yüzde 4.5, Liberal yüzde 1.1, Merkez yüzde 0.8’dir…[98]

Bu da işçi sınıfının “Milliyetçi, İslâmcı, Ülkücü, Muhafazakâr” kuşatma altında olduğunu işaret etmektedir.

O hâlde “Milliyetçi, İslâmcı, Ülkücü, Muhafazakâr” kuşatmayla hesaplaşarak yeniden sınıfa gitmek gerekiyor.

Kapitalizmin derinleşen tarihsel krizinin yarattığı yıkıcı sonuçların tetiklemesiyle, işçi sınıfının öfkesinin büyüyerek, patlamalı isyanların önünü açtığı bir süreçteyiz; bu süreci lehimize çeviremezsek; bir çürüme eşiktedir; bu arada faşizmin çürümenin karşı devrimci örgütlenmesi olduğu da unutulmamalıdır!

Evet Karl Marx’ın, “Bir kimsenin özgür olarak gelişmesi, herkesin özgür olarak gelişmesinin şartıdır,” uyarısının anımsanması gereken nesnel durumda, sınıf devrimcilerinin öznel faktörü güçlendirmeleri açısından çok büyük bir önem taşıyor.

İşçi sınıfının mücadele tarihi, sınıftan kaçış, devrimci mücadeleyi inkâr ve tasfiyecilik dalgalarının çeşitli örnekleriyle doluyken; sınıfın mücadelesi saf proleter temellerde yol almaz, öteki sınıfların ideolojik etkisine açıktır ve o yüzden de bozulma ve çarpılmalara uğrayabilir ve uğramıştır da.

Unutulmamalı: Öznel faktör (işçi sınıfının devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyi), işçi sınıfındaki nesnel gelişmeyi hiçbir zaman kendiliğinden ve doğrusal biçimde izlemez.

İşçi sınıfının devrimci mücadelesi XX. yüzyıl boyunca ulaştığı mevzilerin çok gerilerine püskürtüldü. XXI. yüzyıla girerken, Marksizm-Leninizm demode olmuş gibi sunuldu. Sınıftan kaçış eğilimi körüklendi.

İşçi sınıfını yok saymak, tarih sahnesinden kovmak veya kimliği belirsiz bir “orta sınıf” tanımlaması içinde eritmek isteyenlere inat, sınıfın kapitalizme karşı devrimci mücadele potansiyeli ortadan kalkmamıştır. Kapitalizm var oldukça kendi mezar kazıcısını üretmekten, kapitalist sömürü düzenine son verecek sınıfı var etmekten kaçamayacaktır.

“İşçi sınıfına veda etme” modasından muzdarip olanlara inat böyledir bu!

Çünkü Kapitalizmin tarihsel tıkanıklığı ve çıkışsızlığı tüm dünyada toplumları, istikrarlı bir şekilde yıkıma ve felâkete sürüklüyorken; kitleler “Artık yeter” diyerek ayağa kalkmanın eşiğindedir.

Kapitalizm geldiği evrede, mülkiyeti çok daha az elde toplamış, işçi sınıfının ve yoksulların sayısını arttırmış, sömüren ile sömürülenler arasındaki nesnel çelişkileri alabildiğine keskinleştirmiştir.

Toplumun yüzde 1’lik kesiminin dünyadaki toplam servetin yüzde 99’una el koymasından daha çarpıcı ne olabilir?

Peki, nasıl oluyor da tüm toplumsal zenginliği üreten, ama en sefil koşullarda yaşayan işçi sınıfı, bu aşağılık sistemi yerle yeksan etmesi gerektiğini kavrayamıyor?

Çünkü işçi sınıfının nesnel konumu, yani kapitalist üretim süreci içinde tuttuğu yer, onda, kendiliğinden devrimci bir sınıf bilincine, kapitalizmin yıkılması gerektiği bilincine yol açmaz, açmıyor. Sınıf bilinci, sınıf mücadelesi içinde gelişir.

İşçi sınıfının kendiliğinden iktisadi mücadelesi ancak ilksel düzeyde bir sınıf bilinci yaratır. Devrimci örgütlenmeler, emek-sermaye çelişkisinin çeşitli biçimler altında patlak vermesiyle gelişen mücadeleleri kapitalizmin temellerine yöneltmedikleri ve işçi kitlelerini bu temelde ileriye çekmedikleri sürece, sömürü düzeninden kurtulmayı esas alan bir sınıf bilinci gelişmez. Bu Marksizmin en temel yaklaşımıdır.

Ancak kapitalizm işçinin bilinçlenmesinin önüne dünya kadar nesnel engel yığmıştır. Bu nedenle Karl Marx, kendinde sınıf ile kendisi için sınıf tanımlaması yaparak; sınıfın nesnel varlığıyla, onun örgütlenip sınıf bilinciyle donanmasını ifade eden öznel varlığını birbirinden ayırıp; ‘Felsefenin Sefaleti’nde şöyle yazar: “Ekonomik koşullar ülkenin halk yığınlarını ilkin işçi hâline getirir. Sermayenin dayanışması, bu yığın için ortak bir durum, ortak çıkarlar yaratmıştır. Bu yığın, böylece, daha şimdiden sermaye karşısında bir sınıftır, ama henüz kendisi için değil. Ancak birkaç evresini belirtmiş bulunduğumuz bu savaşım içinde, bu yığın birleşir ve kendisini kendisi için bir sınıf olarak oluşturur. Savunduğu çıkarlar, sınıf çıkarları olur. Ama sınıfın sınıfa karşı savaşımı, politik bir savaşımdır.”[99]

Kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri bir sınıf mücadelesine yol açar ve bu mücadele içindeki işçi sınıfı, pasif toplumsal varlık olmaktan çıkarak aktif siyasal özne hâline gelme olanağını yakalar. Sınıf mücadelesi, sermaye karşısında işçileri tek tek kişiler olmaktan çıkartarak kolektif bir sınıfa dönüştürür. Meselenin bu boyutu gerçekten de çok kritiktir. Aslında emek ile sermaye arasındaki çelişki, günlük hayat içinde işçilerle patronları sürekli karşı karşıya getirir; sürtüşme ve çatışma, örtülü ya da açık değişik biçimler altında sürüp gider. Ancak bu mücadeleler kolektif bir mücadeleye dönüşmediği müddetçe tekil işçilerin tepkisi olarak kalır; deneyime ve bilince dönüşmez. Karl Marx ve Friedrich Engels’in ‘Alman İdeolojisi’nde ifade ettiği gibi; “Tek tek bireyler, ancak başka bir sınıfa karşı ortak mücadele yürütmek zorunda oldukça bir sınıf meydana getirirler; bunun dışında rekabet içinde birbirlerine düşmandırlar.”[100] Sınıf mücadelesi, gündelik hayatta şu ya da bu görüşle kendisini ifade eden işçileri, onların o anda ne düşündüklerinden bağımsız olarak, burjuvazi karşısına kolektif bir güç olarak çıkartır.

Proletarya şahsında “Kapitalizm kendi mezar kazıcısını yaratmıştır” saptamasının altını çizen Karl Marx ile Friedrich Engels, sınıfın kolektif bir güç olarak sermaye karşısına dikilmesi zorunluluğuna ve gelişen mücadelenin kapitalizmin temellerine yönelme potansiyeline işaret etmekteydiler.

Ekleyelim; sınıf bilinci kalıcı ve durağan bir durumu ifade etmez. Sınıf bilinci mücadele içinde oluşur, örgütlü bir faaliyet temelinde korunur ve geliştirilir. Bilinçlenme bir süreç hâlidir ve ileriye ya da geriye doğru hareketi içerir. Sınıf mücadelesinin nesnel ve öznel koşullarına bağlı olarak, sınıf bilincinde ileriye doğru sıçramalar olacağı gibi, geriye savrulmalar da olabilir. Kuşkusuz bir ülkede işçi kitlelerinin sınıf bilincine ne ölçüde sahip oldukları, o ülkenin kapitalist gelişim çizgisiyle, sınıf mücadelesi geleneğiyle, sendikaların gücüyle, sınıfın siyasal örgütlenme düzeyiyle ve toplumun kültürel dönüşümüyle doğrudan ilgilidir.

Ekonomik-sendikal mücadele içindeki bir işçinin kendisini işçi sınıfının bir parçası olarak görmesi, sınıf kimliğini ifade etmesi, sermaye ile işçi sınıfının çıkarlarının farklı olduğunu kavrayarak tutum alması bir sınıf bilincidir.

İşçi sınıfının devrimci siyasal örgütleri olmadan, bunlar güçlenmeden ve kitlelere öncülük etmeden, ekonomik mücadelenin araçları olan sendikalar, kapitalizme karşı mücadele yürütemezler. İşçi sınıfını, giriştiği ekonomik haklar mücadelesinden ileriye çekecek ve onu burjuvaziye karşı devrimci sınıf bilinciyle donatacak olan, ‘Komünist Manifesto’nun, “Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var!” şiarını haykıran devrimci siyasal örgütlenmedir.

 

N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:205, Ağustos 2018…
[1] Bertolt Brecht.
[2] Vatan kavramı özü itibariyle burjuva bir kavramdır. Ulus-devleti anlatır. Dünyanın burjuvaları, şurası senin burası benim, şuradaki işçileri sen sömür buradaki işçileri ben sömüreceğim diyerek yeryüzünü kendi aralarında parsellemişlerdir. İşte onların vatan dedikleri şey, çitlerle çevirip kendi çöplükleri ilan ettikleri topraklarda oluşturdukları düzendir. İşin esası düşünülecek olursa bu ulusal çitlerin işçi sınıfı için bir anlamı yoktur. İşçi sınıfının havaya, suya, toprağa, ekmeğe, barınmaya, giyinmeye, sağlığa, eğitime vb. sayısız şeye ihtiyacı vardır, ancak ulusal çitlerle birbirinden yalıtılmaya, birbirine yabancılaştırılmaya ve düşmanlaştırılmaya hiç ihtiyacı yoktur. Aksine ona gereken tüm yeryüzünde el ele verip birlikte üretmek ve nimetleri kardeşçe paylaşmaktır. Ulusal egoizm işçi sınıfının doğasına aykırıdır. Bu nedenle ‘Komünist Manifesto’da dendiği gibi işçilerin vatanı yoktur. Ya da bir “vatanı” varsa eğer, bu ayrımsız tüm dünyadır.
[3] Friedrich Engels, Anti-Dühring: Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor, Çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1966.
[4] Şehriban Kıraç, “Küresel Sanayi İşçileri Sendikaları Endişeli: Hak Gaspında En Kötü Ülke”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2017, s.9.
[5] “Türkiye İşçiler İçin Dünyadaki En Kötü 10 Ülkeden Biri!”… http://www.halkinbirligi.net/turkiye-isciler-icin-dunyadaki-en-kotu-10-ulkeden-biri/
[6] Mustafa Çakır, “Türkiye’de Emekçiye İş de Yok Hak da”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2017, s.9.
[7] Aziz Çelik, “Sendikaların Ortak Kaygısı”, Birgün, 7 Kasım 2016, s.10.
[8] “Kadro Lütuf Oldu”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2017, s.5.
[9] Şehriban Kıraç, “Devlet 106 Bin Emekçiyi İşinden Etti”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2017, s.9.
[10] İklim Öngel, “44 Bin Kişi Ultra Yoksul”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2017, s.4.
[11] “3 Yılda 99 İşçi İntihara Sürüklendi”, Gündem, 9 Nisan 2016, s.4.
[12] Mustafa Çakır, “Madende Dört Yerine İki Kişi Çalışıyor”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2017, s.8.
[13] DİSK Genel-İş Sendikası’nın araştırması, taşeron çalıştırmanın belediyelerde ulaştığı boyutu gözler önüne seriyor: Belediyelerde taşeron şirketlerde çalışan işçilerin sayısı 309 bin. Belediyelerde doğrudan sürekli işçi kadrosunda çalıştırılanların sayısı ise 113 bin 934 kişi. Belediyelerdeki toplam istihdamın yüzde 73’ünü taşeron şirketlerde çalışan işçiler oluşturuyor. Belediye çalışanlarının sadece yüzde 19.2’si sürekli işçi kadrosunda… Mahalli İdareler Genel Faaliyet Raporu’nda 2014 yılında belediyelerdeki taşeron şirketlerde çalışan işçi sayısı 221 bin 522 iken, bir yılda yüzde 39.5 artarak 308 bin 998 oldu. (“Kadro Lütuf Oldu”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2017, s.5.)
[14] İklim Öngel, “Taşeron Yüzde 500 Arttı”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2017, s.9.
[15] Özlem Yüzak, “Adalet... İşçiye de...”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2017, s.8.
[16] Erinç Yeldan, “Küresel Yedek İşçi Ordusu: Güvencesiz Göçmenler”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2017, s.9.
[17] Mustafa Çakır, “Hekim Yok, Ölüm Var”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2017, s.8.
[18] “Emekçiler Ölüme Mahkûm Edildi”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2017, s.8.
[19] “İş Cinayetlerinde Rekor: Türkiye Avrupa’yı 6’ya Katladı!”, Birgün, 29 Nisan 2016, s.13.
[20] Erinç Yeldan, “Soma Cinayeti Kapitalizmin Kendisidir”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2016, s.9.
[21] Hakan Sönmez, “AKP’nin Saldırıları ve İşçi Sınıfının Durumu”, 27 Mayıs 2017… http://marksist.net/hakan-sonmez/akpnin-saldirilari-ve-isci-sinifinin-durumu.htm
[22] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[23] “Çocuk İşçiliğine Son!”, Cumhuriyet, 3 Temmuz 2017, s.8.
[24] Türkiye’nin Çalışan Çocuk Nüfusu Arttı”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2017, s.2.
[25] “Ufacık Çocuklar İş Cinayetlerinde Ölüyor!”, Birgün, 13 Haziran 2017, s.15.
[26] Gülseven Özkan, “Düşler Tarlası”, Hürriyet, 17 Eylül 2017, s.20.
[27] “Kadın 17 Saat Tarlada”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2017, s.9.
[28] “Her 4 Kadından 3’ü Ücretsiz Çalışıyor!”, Birgün, 8 Mart 2017, s.11
[29] Gila Benmayor, “Kadın-Erkek Eşitliğinde Yine Sondayız”, Hürriyet, 26 Ekim 2012, s.9.
[30] “Cinsiyet Eşitliğinde Uçurum”, Cumhuriyet, 20 Mart 2012, s.11.
[31] Dilara Zengin, “Dört Kadının Maaşı Bir Erkeğin Maaşına Denk”, Milliyet, 30 Nisan 2015, s.30.
[32] Erinç Yeldan, “Türkiye’de Kadın Olmak”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2016, s.9.
[33] Mustafa Çakır, “ILO’dan Kötü Haber”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2017, s.5.
[34] Olcay Büyüktaş, “OHAL Masumları Cezalandırmasın”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2017, s.8.
[35] “OHAL Kıyımı”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2017, s.8.
[36] Olcay Büyüktaş, “OHAL’e Karşı Küresel Boykot”, Cumhuriyet, 10 Eylül 2017, s.9.
[37] “KESK: Bir Yılda 150 Bin Emekçi İhraç Edildi”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 2017, s.10.
[38] Mustafa Çakır, “İşçinin Hafta Tatili Patronun İnsafında”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2017, s.8.
[39] Sebahat Karakoyun, “Meclis, DİSK Başkanı’nı ‘Kara Liste’ye Almış!”, Birgün, 26 Mayıs 2016, s.6.
[40] Olcay Büyüktaş, “14 Yılda 128 Hak İhlâli”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2016, s.9.
[41] Mustafa Çakır, “AKP İşçinin 323 Lirasını ‘Torbaya’ Attı”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2017, s.9.
[42] “Kani Beko: İşsize Cimri”, Cumhuriyet, 2 Kasım 2017, s.8.
[43] Çağlar Ballıktaş, “Bakanlık Usulsüzlüğü Yine İnkâr Etti: İşsizin 996 Milyonu Seçimlere mi Gitti?”, Birgün, 24 Haziran 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/bakanlik-usulsuzlugu-yine-inkâr-etti-issizin-996-milyonu-secimlere-mi-gitti-166507.html
[44] “Jandarma Gözetiminde Grev Kırıcılığı”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2017, s.8.
[45] “Cama Can Verenlerin Yürüyüşüne Barikat”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2017, s.9.
[46] Esra Alus, “Yargıtay Onadı Mahkeme Bozdu”, Milliyet, 15 Mayıs 2015, s.16.
[47] “Türkiye tarihinin en büyük faciasının yaşandığı Soma’da katliamın izini sürmeye çalışırken, her girdiğimiz köy ve ilçede aynı cümleyi duyuyoruz: ‘Verilen sözler tutulmadı’...” (Yavuz Özden-Meriç Tafolar, “Soma Faciasından Bir Yıl Sonra-Verilen 15 Vaatten Sadece 5’i Tutuldu”, Milliyet, 14 Mayıs 2015, s.18.)
[48] “Soma’da 9 Maden İşçisine Dava Açıldı”, Milliyet, 2 Haziran 2015, s.16.
[49] “Madenci Ailelerinden Soma’nın Patronu Alp Gürkan’a Tepki: 301 Kişinin Katilisin!”, Cumhuriyet, 27 Aralık 2016, s.3.
[50] “Alp Gürkan Soruşturmasına 8 Ayda Üçüncü Savcı Atandı”, Milliyet, 2 Nisan 2016, s.22.
[51] Taylan Yıldırım, “Soma’da Büyük Skandal, Sanık Sandalyesinde Terfi Ettiler”, Hürriyet, 31 Ağustos 2015, s.9.
[52] “Soma da Roboskî Gibi Olacak!”, Gündem, 21 Ağustos 2015, s.4.
[53] “Maden Güvenliğiyle İlgili Güncelleme Süresi Uzatıldı”, Hürriyet, 6 Ağustos 2015, s.13.
[54] “Soma katliamı bireysel olarak işlenmiş sadece teknik tedbirsizliklere dayalı bir suç değil. Yurttaşlarının hayatını korumakla yükümlü devletin ve işçilerin hayatını korumakla yükümlü işverenin, işçilerin haklarını korumakla yükümlü olan ama işverenle kol kola olan sendikacıların işbirliği hâlinde ve organize bir katliamdı.” (Aziz Çelik, “Unutma, Hepsi Oradaydı”, Birgün, 14 Mayıs 2015, s.4.)
[55] “Soma Tazminatı 24 Taksitte Ödenecek”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2015, s.9.
[56] Mustafa Çakır, “Madenciyi Bir Kez Daha Katlettiler”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2016, s.9.
[57] Mustafa Çakır, “Soma Hâlâ Yanıyor”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2015, s.7.
[58] “Soma Davasında Dinlenen Madenci: Ödünç Parayla Duruşmaya Geldim, Şikâyetten Vazgeçiyorum”, Hürriyet, 17 Aralık 2015… http://www.hurriyet.com.tr/soma-davasinda-dinlenen-madenci-odunc-parayla-durusmaya-geldim-sikayetten-vazgeciyorum-40028514
[59] Mustafa Çakır, “Madenciye Haraç Düzeni”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2016, s.9.
[60] Doğu Eroğlu, “Soma Madenci Yakınları İçin Toplanan 6 Milyon Lira Nerede?”, Birgün, 13 Mayıs 2015, s.4.
[61] “Tekmelenen Madenciye İş Vermek de Yasak”, Hürriyet, 19 Mayıs 2015... http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29044108.asp
[62] Yusuf Özkan, “9 Köyden Kovulan Somalı İşçi: Keşke Ben de Ölseydim”, Cumhuriyet, 11 Şubat 2016, s.13.
[63] “3 İşçinin Öldüğü Kazada Savcı 1 Kişinin Ölümü İçin Ceza İstedi”, Cumhuriyet, 7 Eylül 2016, s.3.
[64] “Helal Lokmayı Boğazlarına Dizdiler”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2017, s.8.
[65] “Facebook’ta Dedikodu Yaptı, İşinden Oldu”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2017, s.2.
[66] Socar şirketinin verdiği bilgilere göre, Petkim’de 1.881’i mavi yaka, 547’ü beyaz yaka olmak üzere 2428 kişi çalışıyor. 2016 yılı üretimi 3 milyon 129 bin ton olan şirketin net satışı 4.352.591.000 TL. Net dönem kârı: 732 milyon TL. (Olcay Büyüktaş, “TOMA Gölgesinde Toplu İş Sözleşmesi”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2017, s.8.)
[67] Olcay Büyüktaş, “Emekçiler Kazandı”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2017, s.9.
[68] Birleşik Metal-İş, Elektromekanik Metal İşverenleri Sendikası’na (EMİS) bağlı fabrikalarda Bakanlar Kurulu kararı ile uygulanan grev yasağını tanımadıklarını ilan etti. (“Birleşik Metal-İş: Grev Yasağını Tanımıyoruz”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2017, s.8.)
[69] “Metal İşçisinin Grevine Bakanlar Kurulu Engeli...”, Cumhuriyet, 21 Ocak 2017, s.8.
[70] Aziz Çelik, “Grev Hakkı Aldatmacası”, Birgün, 23 Ocak 2017, s.11.
[71] Karl Marx-Friedrich Engels-V. İ. Lenin, Sendikalar Üzerine, çev: Engin Karaoğlu, Bilim Yay., 1975, s.12.
[72] yage, s.117.
[73] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1997, s.292-293.
[74] Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yay., 1992, s.171.
[75] Karl Marx-Friedrich Engels-V. İ. Lenin, Sendikalar Üzerine, çev: Engin Karaoğlu, Bilim Yay., 1975, s.79.
[76] yage, s.91.
[77] Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1999, s.80-81.
[78] yage, s.83-84.
[79] Karl Marx-Friedrich Engels-V. İ. Lenin, Sendikalar Üzerine, çev: Engin Karaoğlu, Bilim Yay., 1975, s.79.
[80] Karl Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1999, s.81.
[81] Erkan Aydoğanoğlu, Sınıf Örgütleri Olarak Sendikaların Doğuşu ve Sınıf Sendikacılığı”… https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/120-sayi-216/394-sinif-orgutleri-olarak-sendikalarin-dogusu-ve-sinif-sendikaciligi
[82] “Devrimciler gerici sendikalarda çalışmalı mı?” sorusunu V. İ. Lenin şöyle yanıtlar: “Gerici sendikalarda çalışmamak demek, gerektiği kadar gelişmemiş olan ya da henüz geri olan işçi yığınlarını, gerici liderlerin etkisine, burjuvazi ajanlarının, aristokrat işçilerin ya da ‘burjuvalaşmış işçilerin’ etkisine terk etmek demektir. 
Komünistlerin gerici sendikalara katılmamasını savunan gülünç ‘teori’, ‘sol’ komünistlerin ‘yığınlar’ üzerinde etki sorununu nasıl hafiflikle ele aldıklarını ve bu yüzden ‘yığınlar’ kelimesini nasıl kötüye kullandıklarını gösterir. ‘Yığınlara’ yardımcı olabilmek için, onların sevgisini kazanabilmek için, davaya katılmalarını ve desteklerini sağlayabilmek için, oportünist ve sosyal-şoven olarak, çoğunlukla -doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak- burjuvaziyle ve polisle bağlantıları olan ‘liderlerin’ önümüze çıkaracakları güçlüklerden, başvuracakları hilelerden, kuracakları tuzaklardan, hakaretlerden, baskılardan yılmamak gerekir. Ve mutlaka yığınların olduğu yerde çalışmak gerekir.
Asıl, kurumlarda, derneklerde, örgütlerde, proleter ya da yarı-proleter yığınların bulunduğu her yerde (bunlar en gerici eğilimde olsalar bile) yöntemli, azimli, inatçı ve sabırlı bir bilinçlendirme çalışmasıyla bütün fedakârlıkları göze almak, en büyük engelleri göğüslemeyi bilmek gerekir. Sendikalar ve (bazı durumlarda) işçi kooperatifleri ise, yığınların bulunduğu örgütlerin ta kendileridirler. (…) Çünkü komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onların arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan başka bir şey olmayan ‘sol’ sloganlar ileri sürerek onlardan ayrılmak değildir.”
[83] Karl Marx, Ücret Fiyat ve Kâr, Çev: Süleyman Ege, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2013.
[84] Aydın Engin, “Emeğin Cehennemi”, Cumhuriyet, 13 Ağustos 2017, s.10.
[85] “Sendika da Yok Toplu Sözleşme de”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2017, s.9.
[86] Mustafa Çakır, “Yeni İşçi Sendikasız”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2017, s.8.
[87] Hakan Sönmez, “AKP’nin Saldırıları ve İşçi Sınıfının Durumu”, 27 Mayıs 2017… http://marksist.net/hakan-sonmez/akpnin-saldirilari-ve-isci-sinifinin-durumu.htm
[88] “Katliamda Sendikanın Payı Büyük”, Özgürlükçü Demokrasi, 24 Ağustos 2016, s.10.
[89] Hilal Köse, “Sendikanın İşçileri Sattığının Belgesi”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2016, s.8.
[90] Tamer Arda Erşin, “Türk-İş Genel Kurulunu Değerlendiren Prof. Dr. Özdemir: İliştirilmiş Sendikacılık’ Modeli Sergiliyor”, Evrensel, 22 Aralık 2015, s.4.
[91] DİSK 15. Genel Kurulu’nun ilk gününe, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’ya yönelik protesto damgasını vurdu. “Hırsız var”, “Kıdeme dokunan eller kırılsın” sloganlarıyla protesto edilen Bakan Soylu salonu terk etti. Ruhi Su Korosu’nun müzik dinletisinin ardından Çalışma Bakanı Süleyman Soylu salona geldi. Soylu, salona girdiği sırada işçiler “Hırsız var” sloganını attı. Korumalarıyla gelen Soylu protokoldeki yerine oturduğu sırada da protesto devam etti. “Hırsız katil Erdoğan”, “Kıdeme uzanan eller kırılsın”, “Gün gelecek devran dönecek, AKP halka hesap verecek” sloganları atıldı. Protesto üzerine Bakan Soylu salonu terk etmek zorunda kaldı. (Sevgim Denizaltı, “Soylu Protesto”, Birgün, 13 Şubat 2016, s.4.)
DİSK Kongresi’nin ardından açıklanan sonuç bildirgesinde, ‘Şiddete ve baskıya karşı çıkılarak; Kürt sorununun eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelinde ve barış içerisinde çözülmesi için mücadele edilecektir’ denildi. (“DİSK’ten Mücadele Kararlılığı”, Gündem, 26 Şubat 2016, s.4.)
[92] Fikret Başkaya, “İşçiler, Sendikalar, Kıdem Tazminatı...”, 5 Haziran 2017… http://www.abcgazetesi.com/isciler-sendikalar-kidem-tazminati-55147h.htm
[93] Evrim Erdoğdu, “Türkiye İşçi Sınıfının İşgal ve Direniş Geleneği”, Kızıl Bayrak, No:2017/23, 16 Haziran 2017, s.12-13.
[94] Murat Özveri, “Gerçekten Sendika Hakkı Var mı?”, Evrensel, 7 Aralık 2016, s.6.
[95] “Sendikasız kadınlar, kadınsız sendikalar” gerçeğine dikkat çeken Necla Akgökçe ekliyor: “Sendikalar cinsiyetçi örgütlerdir” (Necla Akgökçe, “Sendikasız Kadınlar, Kadınsız Sendikalar”, Birgün, 24 Nisan 2015, s.4.)
[96] Aziz Çelik, “Singer’den Reno’ya Sendika Seçme Özgürlüğü”, Birgün, 17 Mart 2016, s.4.
[97] Aziz Çelik, “Şimdi Başka Bir Sendikacılık Zamanı”, Birgün, 28 Mayıs 2015, s.4.
[98] “Bir İşçi Araştırmasının Gösterdikleri: Referandum, Borçlar, Emek, Din, Milliyet…”, 26 Nisan 2017… http://devrimciproletarya.net/bir-isci-arastirmasinin-gosterdikleri-referandum-borclar-emek-din-milliyet/
[99] Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yay., 7. Baskı, 2011.
[100] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, [Feuerbach], Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976.


Bu yazı 7954 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI