Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
AFRİN VE SURİYE, AFRİN İLE SURİYE’NİN ÖTESİDİR!-1
Tarih: 15-03-2018 00:14:00 Güncelleme: 15-03-2018 00:25:00


IV.2) T.“C” VE ABD İLİŞKİLERİ
 
Tamam, T.“C” ile ABD’nin ilişkileri soru(n)lu; ancak meseleyi bir kesit yerine süreç olarak irdelemek
bizi; aceleci yanılgılardan koruyabilecektir.
Öncelikle şunun bilinmesi gerek: ABD’nin T.“C” tavrı düalist özellikler taşıyor.
İlki, “olumsuz”luğu öne çıkaran, şu tür vurgular:
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın, “Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz ama Suriye’nin kuzeyindeki
durumdan endişeliyiz.” [96]  “ABD YPG’ye hiçbir ağır silah vermemiştir, dolayısıyla geri alacağı hiçbir şey
yoktur. Türkiye ile hedefimiz ortak,” [97]  deyişindeki üzere…
Ya da ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Eric Pahon’un, “Türklerin Afrin’den Menbic’e
geçmeyeceğini umuyoruz. Menbic’ten çekilme planımız yok,” [98]  türünden…
Veya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Şubat 2018 tarihinde Menbic’teki ABD askerlerine hitaben “Hadi
çıkın, Menbic’e geleceğiz” sözlerine karşı, Suriye’deki ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun en üst
düzey komutanı Korgeneral Paul E. Funk ve koalisyonun özel operasyonlar komutanı Tümgeneral Jamie
Jarrard, ABD basınını yanlarına alarak Menbic’teki ABD askerleri ve YPG mevzilerini denetlemesi gibi... [99]
Suriye’de yeni bir vekalet savaşı süreci yaşanırken “olumsuz” ihtimalin gerçekleşmesi hâlinde,
T.“C”nin Menbic’e olası bir harekâtının, ABD ile derin bir siyasi krize ve NATO’da sarsıntıya yol açacağı
açıktır.
Ancak T.“C” için “olumlu” bir ihtimalin sinyalleri de görmezden gelinemez!
ABD Başkanı Donald Trump, 24 Kasım 2017’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla arayarak,
“Suriye’de PYD/YPG’ye bundan sonra silah verilmeyeceği, bu konuda generallere ve ulusal güvenlik
danışmanına talimat verdiğini” söylemişti. [100]
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump arasındaki görüşmeye ilişkin açıklamalarda
bulunan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Sayın Trump da net bir şekilde talimat verdiğini bundan sonra
YPG’ye silah verilmeyeceğini esasen bu saçmalığa daha önceden son verilmesi gerektiğini net bir şekilde
söylemiştir,” demişti. [101]
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun çevirmenliğinde 15 Şubat 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’la
yaptığı üç saati aşan görüşmenin ardından ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, varılan mutabakatı şu sözlerle
aktardı: “Artık bu konuda (Suriye) yalnız hareket etmeyeceğiz. Amerika bir şey yapıp, Türkiye başka bir şey
yapmayacak bu noktadan sonra. Birlikte hareket edecek ve ilerleyeceğiz.” [102]

14

 “Türkiye ile ilişkimiz stratejik ve kalıcı” diyen ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya’dan
Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Jonathan Cohen, Washington yönetiminin YPG ile ilişkisi için 6 ay önce yaptığı
“geçici, taktiksel ve al-vere dayalı” tarifinin hâlâ geçerli olduğunu vurgulamıştı. [103]
‘The Washington Post’ gazetesi, Washington yönetiminin YPG’ye silah sevkiyatını bitirerek
Türkiye’nin bu konudaki rahatsızlığını sonlandırmayı hedeflediğini yazdı. Gazeteye göre, bununla amaçlanan
IŞİD sonrası dönemde ABD’nin, artan İran ve Rusya etkisine karşı Türkiye’nin desteğini aramasıydı. [104]
ABD istihbarat kurumlarının Senato İstihbarat Komitesi’nde 2018 yılına dair tehdit değerlendirme
oturumuna sunulan ‘Dünya Genelinde Tehditler’ başlıklı raporda, YPG için “PKK’nın Suriye’deki milisleri”
ifadesi yer almıştı. [105]
‘The Wall Street Journal’a konuşan Beyaz Saray kaynakları, Trump yönetiminin, Türkiye’yle ilişkileri
onarmak ve Ankara’yı Moskova-Tahran’la kurduğu ittifaktan koparmak için yeni bir çalışma başlattığını
söyledi. Habere göre, Türkiye’ye İran ile sahadaki milis grupların Suriye’den çıkarılması için yardım teklif
edilecekti. [106]
Reuters haber ajansı, Türkiye’nin Ankara’yı ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’a, YPG’nin
Menbic’ten ayrılarak Fırat’ın doğusuna çekilmesini ve ABD ile Türk birliklerinin Menbic’te birlikte
konuşlanmasını önerdiğini yazmıştı. [107]
Üst düzey bir Amerikalı yetkili, iki ülke arasındaki soru(n)lara dair Türkiyeli gazetecilere verdiği
bilgide, “Menbic’in güvenliğinin YPG tarafından sağlanmasının şart olmadığını” söyledi. ABD ile Türkiye
arasında Suriye’deki en büyük gerilim konularından biri olan Menbic konusunda uzlaşma sağlandığı
vurgusuyla, IŞİD’in Irak ve Suriye’de tehdit olmaktan çıkması sonrasında, “ABD’nin PYD ile siyasi işbirliğini,
YPG ile de askeri işbirliğini bitireceğinin güvencesini Ankara’ya resmen verdiğini” ifade etmişti. [108]
“Olumlu” sinyaller şahsında Taha Akyol’a, “ABD ile 2011’e kadar çok iyi olan ilişkiler niye yeniden
iyileşmesin?” [109]  sorusunu telaffuz ettirirken; “Türk-ABD ilişkileri hakkında Washington’da dile getirilen
hassas noktaların da bilinmesi lazım,” vurgusuyla Serdar Turgut da ekliyor:
“1) Amerikan yönetimi, Türkiye’de gittikçe tırmanan Amerika karşıtı duygulardan anti-Amerikan
hissiyatın tırmanmasından çok rahatsız.
2) NATO’nun iki önemli üyesinin sahada askeri olarak karşı karşıya gelmesi olasılığı da Washington’da
büyük sıkıntı yaratıyor. [110]  Buna bağlı olarak Washington, Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerini iyice koparıp
Rusya’yla bağlantılarını daha da sağlamlaştırma ihtimalinden çok rahatsız.” [111]
“ABD ile görüşmelerde Türkiye, önce ‘Bu konuda işbirliği için önce YPG Menbic’i boşaltsın’ şartını
ortaya koydu ve ardından ekledi: ‘ABD ordusu unsurları kalsın, TSK ve ÖSO yerleşsin. Göçmenler geri
dönsün’...” [112]
Böylelikledir ki ABD ile sarsıcı bir krizin eşiğinden dönüldüğünden bahsedilen Cumhurbaşkanı
Başdanışmanı Cemil Ertem, ABD ile görüşmeler konusunda “Çok verimli geçti, Türkiye’nin Afrin ve diğer
tezleri konusunda olumlu gelişmeler olacak,” dedi. [113]
“Tabii ki, Türkiye’nin ABD’den uzaklaşırken, Rusya ve İran’la artan ölçüde bir yakınlaşma içine
girmeye başlamasının da Washington’daki karar vericileri harekete geçirdiğini düşünmek mümkün”dü. [114]
Abdulkadir Selvi’nin ifadesiyle, -şunun görülmesi, kavranması gerek-: “Ankara, ABD ile ipleri
koparmanın peşinde değil. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’nün de dediği gibi, ‘İplerin
kopmasının ne Amerika’ya ne bize faydası var. Amerika’da farklı merkezler var diye düşünüyorum.
Pentagon’un bir görüşü var. CIA’in bir görüşü var. Dışişleri’nin bir görüşü var.4-5 Amerika var’ 
Hangi Amerika? Beyaz Saray mı, Dışişleri mi, CIA mı, Pentagon mu, Centcom mu? 
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Tillerson’ın Kanada’daki görüşmeleri sırasında ilginç bir diyalog
yaşanıyor. Tillerson, Türkiye’nin öneminden söz edince Çavuşoğlu, ‘2 gün önce Türkiye’ye seyahat uyarısında
bulundunuz. Bu iş nasıl olacak?’ diye soruyor. Tillerson, ‘Haberim yok’ karşılığını veriyor. Bu sırada yanındaki
görevli Dışişleri’nin sayfasından açıklamayı buluyor, ‘Doğruymuş’ diyor. Tillerson bir süre sessiz kalıyor.
Benzer bir durumu Cumhurbaşkanı Erdoğan paylaşmıştı: ‘ABD Başkanı Trump’la yaptığım son
görüşmede, kendisine ‘Bize söz verdiğiniz hâlde hâlâ bu gruplara silah sevkiyatı yapılıyor’ dedim. Kendisi
bana, ‘Benim bundan haberim yok’ dedi ve yanındaki güvenlik danışmanı ve generaline dönerek ‘Doğru mu?’
diye sordu. Yanındakiler sessiz kaldılar.” [115]
Bunun yanında meselenin, içerideki siyaset pazarına yansımasına gelince
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye konusunda Batı’dan gelen mesajlara, “Türkiye’nin Afrin operasyonu
herhangi bir geri adım atılmadan devam edecek… Afrin şehir merkezine girilip girilmemesi konusunda bir
tereddüt de yok...” [116]  yanıtını verdi… 

15

TSK’nın Zeytin Dalı harekâtını değerlendiren eski Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker
Başbuğ, Fırat Kalkanı harekâtından önce TSK’nın Afrin’e girmeyi planladığını, sonradan Menbic’e gitme
ihtimalinin de olduğunu ancak ABD ve Rusya’nın bunu engellediğinden söz etti… [117]
Başbakan Binali Yıldırım, “Amerika terör örgütleriyle el ele kol kola... Menbic’te PYD/YPG’yi tutmak
Türkiye’ye karşı düşmanlıktır… İster Fırat’ın batısında Menbic’te (Menbic), ister Fırat’ın doğusunda diğer
bölgelerde bize yönelik bir terör tehdidi olursa, bunun üzerine tereddütsüz gideriz. Bizim hedefimiz Amerika
değil ama Amerika terör örgütlerinin önüne geçip, onları bize karşı korumaya daha fazla kalkarsa o zaman işler
değişir. Türkiye ile ilişkilerin bozulmasından Türkiye zarar görmez tek başına. Amerika da görür. NATO
ortağına bir anlamda dirsek çeviriyorsun. NATO ortağına düşmanlık eden, bölmeye parçalamaya çalışan
çapulcularla haşır neşir oluyorsun,” [118]  derken; Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da ekliyor:
“Artık Türkiye’yi sınamaktan ve sabrını test etmekten vazgeçin. Türkiye’yi iknaya gelmeyin. Gidin
eğittiğiniz, donattığınız, silah verdiğiniz, lojistik destek sağladığınız terör örgütleri ile ilgilenin, onlara
verdiğinizi silahları toplayın, bir daha vermeyin, ‘Türkiye’ye karşı terörist eylem yapmayın’ deyin. Bazı ABD
askerleri PYD’li teröristlerle foto paylaşıp açıklama yapıyor. Bunlar bizi tanımıyor, aba altından sopa
gösteriyor. Türkiye aba altından da üstünden de sopa gösterilecek bir ülke değildir. Dün de değildi, bugün de
değildir, yarın da olmayacaktır. Artık Türkiye’yi oyalamaktan vazgeçin.” [119]
“Olumlu” ve “olumsuz” faktörleri, içerideki siyaset pazarına yönelik haykırışlardan arındırarak, tartıya
vurursak: ABD’nin Erdoğan rejimiyle daha yakın ilişki kurmaya dönük arayışlarının, yeniden devreye
sokulduğunu görürüz.
“Uluslararası medyada yer alan değerlendirmeler ve bazı yetkililer üzerinden yapılan açıklamalara
bakıldığı zaman, bu arayışın temel taşları diye adlandırabileceğimiz bazı başlıklar karşımıza çıkıyor:
1) Kürtlerle yeniden bir barış sürecinin başlatılması, ABD’nin buna aracılık yapması, bu kapsamda
PKK’nin askeri yöntemlerle tasfiye edilmesi, saldırılar için Erdoğan rejimine destek.
2) Yeniden düşman tanımlaması yapılarak, Esad yönetimi, İran ve Rusya’ya karşı Erdoğan rejimiyle
birlikte harekete geçilmesi. Nitekim Suriye yönetimine dönük sarin gazı kullanıldığı suçlamalarının paralelinde
yeniden saldırı ihtimali Amerikan yönetimince dile getirilmeye başlandı.
3) ABD yönetiminin YPG ile ilişkisini kesmesi, [120]  Rusya’nın Erdoğan için bir tehdit olduğunun
anlatılması, buna karşılık Erdoğan rejiminin Rusya ile olan yakınlaşmayı sonlandırarak ‘demokrasiye dönmesi’,
NATO’ya olan bağlılığını taahhüt etmesi de beklentiler arasında.
4) Erdoğan rejiminin ‘tampon bölge’ gibi tasarılarının yukarıdaki başlıklar çerçevesinde tartışma konusu
yapılması.” [121]
Denilebilir ki, hâlâ her şeyin ucu açık…
 
V. AYRIM: YPG, ABD VE ÖTESİ
 
T.“C” için ABD ile ilişkilerinde önemli bir soru(n) olan YPG/ PYD, IŞİD’le mücadelede, Batı ve ABD
nezdinde itibar sağladı.
PYD, Ortadoğu’nun seküler gücü olarak Batı’nın sempatisini kazanırken, ABD’nin askeri desteğini
arkasına aldı…
T.“C” ile PYD arasındaki gerilim tırmandıkça, ABD’nin PYD’ye desteği de, paralel olarak yükselişe
geçti. Böylelikle Washington-Ankara ilişkileri, yakın tarihin en soru(n)lu kesitine tanık olundu…
ABD’nin bu tutumu; Ankara’yı, Rusya’ya yakınlaştırdı. Yeni/ girift bir denklem ortaya çıktı.
Hiçbir şeyin ABD için daha netleşmediği güzergâhta, Suriye’de savaşın “yeni” aşamasına girilirken;
Rusya zımnen ve ABD’nin de susarak destekledikleri Afrin Harekâtı da önemli bir kilometre taşıdır.
ABD, Kürtlerle askeri sahada işbirliği ve ortaklık ilişkisi geliştirirken, siyasal alanda tanımama
politikası güdüyor. Savaş sahasında YPG/YPJ, SDG ile işbirliği içinde, bu güçlere silah yardımı yapmakta,
bundan sonra da ilişkileri sürdüreceğini dile getirmektedir. Ama aynı ABD, PYD’nin ismini ağzına almadığı
gibi, siyasi görüşmelere çağrı ve katılım noktasında, yok sayan bir tutum izlemektedir.
ABD, başından beri meşru siyasal temsilcileri ile görüşmeme politikası izlerken; uluslararası
konferanslara PYD temsilcileri ve kanton yönetimlerinin yerine, sahada hiçbir etkisi ve halk desteği olmayan,
Avrupa’da “PYD terör listesine alınsın” mitingleri yapan ENKS’yi çağırdı.
Bu basit ve sıradan bir tercih değil, ABD’nin “iyi Kürtler” arayışının parçasıdır.
Rusya ise Kürtlerle ilişkiyi en alt düzeyde tutuyor ve Soçi’nin bütünlüğünü gözetiyor.
Suriye ise T.“C”nin Afrin işgali ile Kürtlerin hizaya getirilmesi arasındaki dengeleri kolluyorken;
‘Şarku’l Avsat’ gazetesine konuşan YPG Genel Komutanı Sipan Hemo, Suriye yönetiminden sınırları

16

korumasını beklediklerini; ancak Şam’ın şimdiye kadar sadece Afrin’e tıbbi ve insani yardım yaptığını
açıkladı. [122]
Bu tabloda “PYD ile Şam’ın Rusya’nın [123]  gözetiminde yaptıkları görüşmede, ‘SDG’nin Suriye
toprakları içinde kalmak istedikleri, ayrı bir devlet kurmayı ve ayrılmayı düşünmedikleri’ böylelikle ‘bir
federasyon içerisinde politik sorunların çözüleceği ilkesi’ üzerinde anlaşıldı”ğı [124]  iddia edilirken; Suriye
Cephesi Başkanı ve Suriye’deki Uluslararası İnsan Hakları Platformu Başkan Yardımcısı Lema El Etasi, Kuzey
Suriye’de Demokratik Federasyon sisteminin Suriye sorunlarında kalıcı çözüm için esas alınması gerektiğini
açıkladı. [125]
Ama bunların, elbette bir öncesi var…
 
V.1) ABD İLE YPG/ PYD
 
Emperyalist ABD ile YPG/ PYD arasındaki ilişki de, öncelikle ve özellikle Amin Maalouf’un,
“Arkadaşının suçları seni de kirletir ve aşağılar. Onları acımasızca yargılamak senin görevindir,” [126]  saptamasını
anımsa(t)makta büyük bir yarar vardır.
Emperyalizmin “demokratik” ya da “cici” olabileceğine dair her şey ve beklenti, en hafif deyimiyle
pragmatik/ milliyetçi bir yalakalıktır! [127]
‘Russia Today’in, Rusya Güvenlik Konseyi, ABD’nin Suriye’de YPG’nin kontrol ettiği bölgede şimdiye
kadar 20’ye yakın askeri üs kurduğu açıklaması “Doğruysa eğer”, [128]  ABD bunu Kürtperverlikten yapmıyor,
yapmaz da!
Bu bağlamda PYD Eşbaşkanı Şahoz Hasan’ın, Reuters’a gönderdiği 15 Kasım 2017 tarihli yazılı
mesajda, ABD’nin Suriye’deki varlığının devamı etmesi yönünde yaptığı açıklama, [129]  hangi “gerekçe”yle
olursa olsun, kabul edilemezdir, edilmemelidir de!
Emperyalist “enternasyonalizm” olmaz; olsa olsa kozmopolitizm olur ki, bunun da kaçınamayacağı
fatura ve sonuçları hepimizin/ herkesin, malumudur!
Murat Çakır’ın, “Emperyalistlerin ve işbirlikçi rejimlerin aralarındaki çelişkilere aldanmayın; söz
konusu olan devrim, özyönetim, baldırı çıplakların iktidarı ise, hepsi aynı cephede birleşir ve savaş
koalisyonunda toplanır. Bakmayın emperyalizmin timsah gözyaşlarına!”; [130]  Hizbullah lideri Hasan
Nasrallah’ın, ABD’nin Kürtleri yarı yolda bırakacağı vurgusuyla, “Suriyeli Kürtleri Şam yönetimi ve
müttefiklerine karşı maşa olarak kullandığı” uyarıları [131]  “es” geçilmemelidir.
Kaldı ki ‘The Independent’den Robert Fisk 25 Kasım 2017 tarihli makalesinde, ABD’nin Ortadoğu’da
tamamen etkisizleştiğine; bölgede yolsuzluk ve eşitsizliği ortadan kaldırılamadığına; artık kimsenin insan
haklarından söz etmediğine dikkat çekerken; ABD’nin Kürtleri terk edeceğini belirterek şunları dedi:
“Bugün eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları boyunca kararları kim veriyor? Putin, Esad, Erdoğan,
Sisi, Macron ve Ruhani’ye bakmanız yeterli. Bugün manşetlerde yer tutanlar, bu adamlar.”
“Önümüzdeki aylarda terk edilecek, ihanet edilecek veya unutulacak olan Kürtleri ve hepsi üç harfli
kısaltmalardan oluşan tuhaf isimli milisleri destekleyen az sayıdaki Amerikan özel güçleri haricinde, ABD
gerçekten de bir Cheshire kedisine dönüştü; bazen gözümüzün önünden tamamen kayboluyor.” [132]
Kaldı ki tarihte, Fisk’in öngörüsünü doğrulayan onlarca veri söz konusu.
Evet, Amerika’nın Kürtlerle ilişki tarihi, aynı zamanda bir ihanetin de tarihidir. Bu büyük acımasız
ihanet 1975 yılında yaşandı.
Bugün Başkan Trump’ın gayri resmi danışmanı olan ve ABD için gizli görevler üstlenen Henry
Kissinger’ın planlayıp uyguladığı o ihanetin ortaya çıkmaması için, o dönemde işin peşinden giden
gazeteci Daniel Schorr hapse atılmaya bile çalışıldı.
Gazeteci Schorr, bu ihaneti 7 Nisan 1991 tarihinde Washington Post Gazetesi’nde ‘Background to
Betrayal/ İhanetin Perde Arkası’ başlığıyla yazdı.
Olan biteni anlatalım:
- O tarihlerde Başkan Nixon ile Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger, iyi ilişki içinde oldukları
İran Şahı’na yardımcı olmak için Irak’ta rejim aleyhine bir Kürt ayaklanması başlattılar.
- Amerika, İsrail aracılığıyla silah yardımı yaptığı Kürtlerin tamamen güçlenip yönetimi ele geçirmesini
değil, sadece Irak yönetimini zor duruma sokmak ve istikrarı bozmak istiyordu. Bu nedenle Kürtlerin defalarca
yalvarmalarına rağmen onlara sadece ABD’nin amacına uygun düzeyde silah göndermekle yetinmiş.
- Bu operasyon o kadar gizliymiş ki bunu yönetimde sadece CIA Başkanı olan ve daha sonra İran’a
büyükelçi atanan Richard Helms ile bu konuda özel olarak görevlendirilen Hazine Bakanı John
Connally biliyormuş.

17

- Yönetim, Irak operasyonu hakkında bilgi vermesi için John Connally’yi Tahran’a yollamış. Sonra
1975’in 5 Mart’ında İran ile Irak aniden anlaşınca Amerika’ya güvenerek yola çıkan Kürtler ortada
kalıvermişler. Irak yönetimi, Kürtlerden ayaklanmalarının öcünü almaya başladığında binlerce Kürt ölmüş. 200
bini İran’a kaçmak zorunda kalmış.
- Kissinger, “Bu bir ulusal güvenlik operasyonu, bir hayırseverin yaptığı yardım değil” diyerek
Kürtlerden gelen yardım çağrılarını reddetmiş.
- Mustafa Barzani, kanser tedavisi olması için CIA tarafından getirildiği Cleveland’daki Mayo
Kliniği’nde bu ihanet hakkında konuşmamaya ikna edildi.
- “Eğer mümkün olsaydı 51’inci eyaleti olmak isterdim” diyecek kadar Amerika’yı
seven Mustafa Barzani o günlerde neler hissetti, bunu belki sadece Mesud Barzani biliyor olabilir. [133]
Ve CIA, Mustafa Barzani’yi merkezine çok yakın bir evde ölünceye kadar tuttu! [134]
Yakın tarihte yaşananlar, yaşanacaklar için birçok ipucu içeriyorken; YPG/ PYD’nin ABD’ye desteği,
kendinin geleceği için [135]  müthiş bir risk alanı oluşturuyor. [136]
Siz bakmayın ABD’nin IŞİD’le mücadele koalisyonundaki en üst rütbeli asker olan Korgeneral Paul E.
Funk’un, Menbic’te gazetecilere açıklamasında, Amerikan askerlerinin IŞİD’ın yenilgisinin kalıcı hâle
getirilmesini sağlamak için burada bulunduğunu ve bölgeden çekilmeyeceğini söylemesine…
Ya da Amerikan Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel’un, ABD
askerlerinin Menbic bölgesinden çekilmeyeceklerini açıklamasına… [137]
Kuzey Suriye Federasyonu’nu dünyaya duyuran Kobanê Kantonu’nun Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı
İdris Nassan’ın, “Suriye eskisi gibi merkezi bir hükümetle yönetilemez. Uluslararası güçler de federasyon
istiyor,” [138]  demesine rağmen tüm bunların “getiri”si kadar, “götürdü”ğü şeyler de vardır elbette! [139]
 
VI. AYRIM: NE (Mİ) OLACAK? HAKSIZ SAVAŞ ‘HAYIR’!
 
Ezilenler açısından dünya, Ortadoğu ve coğrafyamızda Bernard Shaw’ın “Ê bê te û girîngiyê didin te,
tenê; dema tenêbin te dibihîzin/ Seni sessizken, sadece önemseyenler duyabilir,” sözüyle betimlenebilecek bir
kesitten geçtiğimiz; bu soru(n)lu evreyi aşmak için de “tarihin şaşmaz yasaları”ndan medet ummamızın
mümkün olmadığı açıktır.
Öncelikle Samir Amin’in deyimiyle “tarihin kendisini önceleyen ‘tarih yasaları’nın mevcut
olmadığı” [140]  gerçeğiyle yüz yüzeyiz.
Kendi tarihini yaratan “İnsan bu gelişmenin nesnesi değil öznesi, aktörü olabilir, yabancılaşma denilen
ayak bağından kurtulabilir,” Amin’in ifadesiyle.
Bunu için de geleceğin her zaman açık uçlu olduğunu, tarihin kendisini belirleyen yasalarının olmadığı,
“geleceğin henüz yaşanmamış olduğu” unutmadan; “Herhangi bir anda farklı alternatifler mevcuttur ve
gerçekleşen alternatifin, zorunlu olanın başarıldığı yanılsamasını dayatması, yalnızca sonuçlardan nedene
gidildiği anlamına gelir,” diyen Samir Amin’e kulak verip; “Si vis pacem, para bellum/ Barış istiyorsan,
savaşa hazır olmalısın,” diyerek yüzümüzü en alttakilere, onların birlik ve dayanışma imkânlarına
çevirmeliyiz. [141]
 
VI.1) GELECEK(SİZLİK) Mİ?
 
Ortadoğu’nun geleceğini, çeşitli emperyal kurgular değil; sadece ve sadece, mücadele ya da
mücadelesizlik seçeneklerinden hangisinin hayata geçirileceği belirleyecektir. Tam da bunun için Ortadoğu,
bugün gelecek(sizlik)inin nasıl biçimleneceği sorusuna yanıt arıyorken; “Kürt coğrafyasında bir savaş var,
belki bu savaş üçüncü dünya savaşının fitilini de ateşleyebilir. Bu savaşın akıbeti belli olmadan ne Kürtlerin
kazanımlarını korumak kolay olacak ne de Kürtlerin ‘ulusal demokratik birliği’nin üzerindeki baskı
kalkacaktır,” [142]  diyen Ömer Ağın’ın da işaret ettiği gibi, süreçte Kürtlerin önemli bir rolü vardır; elbette
abartmamak/ mutlaklaştırmamak kaydıyla! [143]
Hiçbir şey hâlâ kesin ve karara bağlanmış değilken; Sedat Ergin’in, “Washington, kendisine stratejik
müttefik ve yol arkadaşı olarak Kürtleri seçmiş oluyor. Böylelikle, bir taşla birden çok kuş vurmayı
hedeflediğini söylemek mümkün. ABD, Rusya ve İran’ın Suriye’de ve bölgede artan ağırlıklarını Kürtlere
dayanarak, bir Kürt bölgesi üzerinden dengelemek isteyecektir”; [144]  Oral Çalışlar’ın, “ABD ve Rusya’nın YPG
konusunda ısrarlı tutumlarının stratejik bir karar olduğuna dikkat çekmiştik,” [145]  türünden toptancılıkları
açıklayıcı olmaktan uzaktır.

18

Doğrudur ABD çıkarları için Ortadoğu’ya büyük yatırımlar yapıyor; [146]  ama tekrarlayalım: Bunu
Kürtler için falan değil, kendi için yapıyor!
Ve Ortadoğu’daki yatırımlarıyla ABD, “kaybeden olmayacak”!
Verili durumda “Sıkça söylendiği gibi bu politikanın kaybedeni hiçbir koşulda ABD değil. ABD başarılı
olsa da olmasa da son aşamada kaybeden bölge halkları oldu. Reel siyaset açısından bakıldığında ise
Ortadoğu’daki bütün çatışma dinamiği dikkat edilirse ABD müttefiklerinde değil, Rusya’ya yakın ve küresel
sisteme eklemlenememiş ülkelerde yaşanıyor. Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, Ürdün, Körfez ülkeleri
Ortadoğu’daki bu kaostan etkilenmekle beraber yıkıma uğramadılar, istikrarsızlaşmadılar.
Ama bu politikanın ABD için belli kayıpları da oldu. Suriye ve Irak’ı yıkmanın bedeli İran ve Rusya’nın
etkisinin artması oldu. Ama her politikanın bir bedeli olur ve ABD’nin bundan sonraki politikası bu kayıpları
gidermeye yönelecek.” [147]
ABD’nin yönelimine mündemiç olasılık için Sungur Savran’ın, “Türkiye ile ABD, Esad ile PYD
birbirine zeytin dalı uzatırken,” [148]  notunu düşmesi hiç de haksız değildir.

Devamı için



Bu yazı 6727 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI