Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
AFRİN VE SURİYE, AFRİN İLE SURİYE’NİN ÖTESİDİR!
Tarih: 15-03-2018 00:19:00 Güncelleme: 15-03-2018 00:19:00


AFRİN VE SURİYE, AFRİN İLE SURİYE’NİN ÖTESİDİR! [*]
 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Suçlanması gereken
köleci zihniyettir.” [1]

 
Afrin bir harekât; “operasyon” falan değil! “Neden” mi? Gayet basit: Operasyon, “iyileştirme”
anlamında tıbbi bir terim de ondan…
Afrin Harekâtı, Suriye’yi iyileştirmiyor; tam tersi söz konusu…
Afrin Harekâtı (ve “sonrası”), Suriye’nin parçalanmasına, bölge dışı güçlerin Ortadoğu’ya demir atıp,
emperyalist müdahalenin yoğunlaşmasına ve hatta III. emperyalist paylaşımın savaşına yol açması mümkün
rekabet geriliminin artmasına kapı açabilir.
Ne Afrin Harekâtı ne de Suriye artık sadece Afrin Harekâtı ve Suriye değil; çok daha fazlasıdır. Ne
derseniz deyin: T.“C”nin askeri harekâtıyla Afrin, küçük bir yerleşim birimi olmaktan çıkıp, IŞİD sonrası
Suriye’de yeni kapışma sürecinin odaklarından biri olmaya başladı.
Çünkü Afrin ile Suriye’deki mücadelede, aktörlerin politika (ve saf) değiştirmesiyle her şeyin altüst
olduğu bir karmaşada elimizdeki anlık verilerle sadece birkaç metre ötesini görebiliyoruz.
Kolay mı? Ortadoğu’da “büyük laf(lar)” sahiplerini tekzip ederek utandırırken; bir gün sonra nerede
uyanacağını kimse bilemez.
O hâlde her yerde olduğu gibi Ortadoğu’da pragmatik tutumlar yerine, ilkesel duruşların yol açıcı
olduğu göz ardı edilmeden; Jean-Jacques Rousseau’nun, “Fethetme hakkının hiçbir ciddi temeli yoktur ve
ancak en kuvvetlinin hakkı olarak tanınmıştır”…
Albert Camus’nün, “Resmi tarih oldum olası katillerin tarihidir”…
Arthur Koestler’in, “Yalnızca gelecek on yılı değil, binlerce yılı mikroplarla ve bombalarla birlikte
yaşamamız gerekecek”…
Søren Aabye Kierkegaard’ın, “Tiyatronun kulisinde bir gün yangın çıkmış. Palyaço haber vermek için
sahneye gelmiş. Herkes bunun bir şaka olduğunu sanıp alkışlamaya başlamış. Palyaço uyarmaya devam ettikçe
alkışlar daha da hızlanmış. Sanırım dünyanın sonu, her şeyin bir şaka olduğunu sananların yükselen alkışları
arasında gelecek”…
Richard Overton’un, “Hiç kimsenin benim haklarım ve özgürlüklerim üzerinde; benim de başkalarının
özgürlükleri üzerinde hakkım yoktur”…
Charles-Louis de Secondat Montesquieu’nün, “Eğer ülkeme yararlı olacak, diğer ülkeleri mahvedecek
bir şey biliyorsam Prens’ime önermem; çünkü ben önce bir insanım, sonra bir Fransız’ım. Ben zorunlu olarak
insan doğdum ve tesadüfen Fransız oldum”…
Julian Patrick Barnes’in, “En büyük yurtseverlik ülkeniz onursuzca, aptalca ve alçakça davrandığında
bunu ona söylemektir”…
Ahmet Şık’ın, “Benim bayrağın arkasına gizleyecek bir suçum, dinin arkasına gizleyecek bir günahım
yok!”
Ursula K. Le Guin’in, “Adalet güç kullanılarak elde edilemez!” [2]
Martin Luther King’in, “Her şeyin sonunda düşmanlarımızın sözlerini değil, dostlarımızın sessizliğini
hatırlayacağız”…
Fyodor Dostoyevski’nin, “Hepimizin güvenini bağladığımız şu ‘belki’, hiç de azımsanmayacak bir
umuttur,” uyarıları kulaklara küpe edilmelidir!
Çünkü! İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Kaymakamımız var” dediği Cerablus’ta Kilis Valiliği
cezaevi inşaatına başladı… 28 Ocak 2018’de AKP’nin Ayrıca Denizli Merkezefendi İlçe Kongresi’ndeki
konuşmasında Soylu, “Ben İçişleri Bakanı olarak söylüyorum, Azez’de, Cerablus’ta, Marel’de bugün
kaymakamımız var, emniyet müdürümüz var, jandarma komutanımız var,” diyor… [3]
Çünkü! Suriye’nin kuzeyinde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) militanlarının kontrolüne bırakılan Azez,
Mare, Soran, Aktarin ve Çobanbey bölgelerindeki eğitim faaliyetlerini Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) devraldı.
Yaklaşık 65 bin çocuğa eğitim verilen bölgede yıkılan okulları tamir etmeye ve yenilerini yapmaya uğraşan
bakanlığın, Türkiye’de olduğu gibi İHH, Deniz Feneri, Hayrat Vakfı gibi dini vakıflarla anlaşması dikkat
çekiyordu… [4]
Çünkü! AKP Mardin Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi asil üyesi Orhan
Miroğlu’na göre “Afrin, bu yüzyılın başında olanları hatırlamadan tartışılacak popüler bir mesele değildir.

3

Belki bir ironi ama 1916-1917’de Osmanlı İmparatorluğu bu topraklardan çekiliyor. Şimdi İmparatorluğun
mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti yeniden büyük bir askeri operasyonla o topraklara geri dönüyor. Sayın
Cumhurbaşkanımızın dediği gibi Kuzey Irak’ı kapsayacak bir harekâta da dönüşebilir,” [5]  diyebiliyor…
Çünkü! Kimilerinin harekât için “Afrin’le sınırlı kalın” taleplerine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu,
“Sınırlı olun derken, kastın ‘Sadece Afrin’le sınırlı kalın, Afrin’in dışına girmeyin’ derseniz o da bizim için
geçersizdir. Terör, tehdit ister Afrin’den, ister Sincar’dan, ister Kandil, ister Membiç’ten, isterse Fırat’ın
doğusundan gelsin, nereden gelirse gelsin terör örgütüne müdahale ederiz, onu yok ederiz,” tepkisini
veriyor… [6]
Çünkü! AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, ÖSO için “Suriye’de yerli ve milli bir milis kuvvet”
ifadesini kullanıyor… [7]
Çünkü! Diyanet, “Silahlı mücadele, cihadın en üst seviyesidir,” diyerek Afrin Harekâtı için yayınladığı
hutbede cihat çağrısı yaptı… [8]
Çünkü! Afrin Harekâtına katılan Jandarma Özel Harekât (JÖH) ve Polis Özel Harekât (PÖH) timleri
yüksek sesle ‘Bizimleydi’ şiirini yemin olarak şöyle okudu: “Kapı gibi çağ açıp kapatan cennet mekân Fatih
Sultan Mehmet Han, yeniden kükredi bugün Alparslan, bizimleydi, Surda bizimle. Allah’sız zalimin zulmüne
karşı, Allah’ü Allah diye inlettik arşı. Semayı titretti İstiklal Marşı bizimleydi, Yüksekova’da bizimle. Vallahi
var bize kanat gerenler, bizimleydi, gönül gözü görenler, evliyalar enbiyalar, erenler, bizimleydi, İdil’de
bizimle. Ne kadar savaşsak bitmez yolumuz, gövdemiz hür, lakin esir kolumuz. Tepeden tırnağa Anadolumuz
bizimleydi, Silvan’da bizimle. Kırklar ve yediler açtı kucağı, alevlendi her gün iman ocağı. Resulü ekremin
tevhit sancağı bizimleydi, Nusaybin’de bizimle. Dilde ve gönülde var oldukça Kur’an, olmaz vatan, olmaz Türk
yurdu viran, yaşasın Türk oğlu, yaşasan Turan, bizimleydi Bozkurtlar bizimle. Ne hain PKK itleri, ne kahpe
FETÖ’nün piçleri, ne de bunların emperyalist güçleri yıldıramaz hiç bir kuvvet bizleri. Bu vatan için ölmek
şeref verir bizlere. Bu bayrak için ölmek şeref verir bizlere. Bu dava için ölmek şeref verir bizleri. Tekbir,
Allahu ekber, tekbir Allahu ekber, tekbir Allahu ekber”… [9]
Evet bugün Türk(iye) halkının çoğunluğunun savaşa karşı bir hissiyat sergile(yeme)diği açık bir gerçek.
Örneğin “MAK Araştırma Şirketi’nin 20-26 Ocak 2018 tarihleri arasında 30 büyükşehir ve 23 ilde 5496 kişi ile
yüz yüze yaptığı ankete göre, halkının yüzde 85’i Afrin operasyonunu destekliyor. AKP ve MHP’de bu oran
neredeyse yüzde yüze yakınken; sadece Güneydoğu’da bu oran birkaç puan etkileniyor. CHP’de ise yüzde 75
seviyesine ulaşıyor.” [10]
Totaliter rejimin ağır baskıları nedeniyle durumun böyle göründüğü söylenebilirse de, mesele bunun
biraz ötesindeki neo-Osmanlı yayılmacılık ve ilhakçı şoven histeriyle de alâkâlıdır.
 
I. AYRIM: ORTADOĞU DÜZLEMİ
 
Ortadoğu altüst olurken, (dünya ile birlikte) yeni bir düzenin sancılarını çekiyor; gerilimler
keskinleşiyor. [11]
XX. yüzyılın başında çizilen sınırlar, yine XXI. yüzyılın başında bir emperyalist paylaşım konusu olarak
“yenilenmek” isteniyor; bu da “Büyük Ortadoğu Projesi” (“BOP”) adıyla sunuluyor.
Kavramsal çerçevesini “Arap Baharı” denilen ve hazana dönüşen güzergâh çizerken; yıllarca barışın
sağlanamayıp, taşların yerinden oynadığı Ortadoğu, bir kanlı dönemece daha giriyor.
Bu bağlamda İran Dışişleri Bakanı Yardımcısı Abbas Araqchi, Suriye’deki durumun oldukça “karışık”
olduğu vurgusuyla, Ortadoğu’da daha büyük bölgesel bir savaşın patlayabileceğinin altını çizerek,
“Bölgemizdeki savaş korkusu her yerde,” ifadelerini kullanıyor. [12]
Kolay mı? İsrail’in Suriye’deki İran hedeflerine saldırı düzenlemesi ve bir F-16 uçağının bu saldırılar
sırasında düşürülmesiyle tırmanan gerginlik, iki ülkenin Suriye’de işi ne kadar ileri götürebileceği sorusunu
gündeme getiriyor.
Ayrıca, İsrail ve İran arasındaki büyük gerginlik “tehdit düellosu”na dönüşürken; İran’ı “ateşle
oynamakla” tehdit eden İsrail’e, İran Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı Hüseyin Selami, “Bölgeyi
Siyonistler (İsrail) için cehenneme çevirebiliriz,” yanıtını verdi. [13]
Bunlar yetmezmiş gibi, Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşmasında İsrail Başbakanı Netanyahu
El Kaide’ye açık destek verdi. [14]
Bu kadar da değil; bir şey daha! [15]  Rus haber ajansı RIA Novosti’nin haberine göre, ABD Hava
Kuvvetlerine ait helikopterler, 2017’nin Ağustos’unda Deyrizor kentindeki 20 civarındaki IŞİD saha
komutanını bölgeden tahliye etti. [16]

4

BBC’nin özel araştırması, 250 IŞİD militanı ve ailelerinin, ABD-İngiltere öncülüğündeki koalisyon ile
Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ortak operasyonuyla Rakka’dan güvenli bir şekilde tahliye edildiğini
ortaya koydu. Onlarca yabancı IŞİD savaşçısı da silah ve cephane yüklü 10 kamyonla Rakka’dan ayrıldı. [17]
BBC muhabirleri Quentin Sommerville ve Riam Dalati’nin haberine göre tahliyeler, YPG’nin ana
gövdesini oluşturduğu SDG’nin Rakka’yı IŞİD’in elinden aldığı Ekim 2017’de gerçekleşti. [18]
Nihayet Rusya’nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Vassily Nebenzia, PYD’nin 2018’in
Ocak ayında Suriye’de 400 IŞİD’liyi serbest bıraktığını ve 120 IŞİD’linin SDG saflarına katıldığını açıkladı. [19]
Evet, pragmatik tarz-ı siyaset ekseninde birçok şeyin allak bullak olduğu Ortadoğu tablosunda,
emperyalist devletlerin taraf olduğu ve bölge devletleri ile uzantılarının emperyalist taraflar üzerinden yeniden
kümelendiği, etnik ve dinsel düşmanlıklarla beslenen savaş giderek daha da acımasız bir yıkıma yol açıyor.
“TT gerilimi artırma siyasetini sürdürürse en az 10 yıl sürecek bir savaş dönemine girilebilir,” diyen
‘Suriye Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi’nin lideri Heysem Menna’nın, (“TT” olarak
bahsettiği) ABD Başkanı Donald Trump ile ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın izlediği siyasetin çok
tehlikeli sonuçlara gebe olduğu vurgusuyla, 2018’in Ocak ayı ortasında ABD öncülüğünde Britanya, Fransa,
Suudi Arabistan ve Ürdün arasında yapılan Suriye gündemli toplantının gerilimi artırmaya yönelik yeni bir
strateji ortaya koymasından duyduğu endişeyi ifadesi boşuna değildir. [20]
Ortadoğu’da iki farklı mezhebi temsil eden ve yüzyıllardır büyük bir güç mücadelesi sürdüregelen
Suudi Arabistan ile İran arasındaki gerilimin yükselen tansiyonla, sıcak çatışmaya dönüşebilme ihtimali
kaygıları arttırıyor.
Özetle emperyalistlerin öznesi olduğu savaşın çeşitli biçimlerde uzun zaman süreceği bir “sır” değil.
Kolay mı? Şükran Soner’in, “Amerika’nın sadece Ortadoğu’da en son sattığı silahlara ödenen
paralar [21]  dudak uçuklatıcı” [22]  notunu düştüğü Ortadoğu’da küresel jeopolitiğin tektonik plakaları arasındaki
çatlak derinleşti. “Bir dönemin sonu” bu… IŞİD temizlenince, The Times’ın deyimiyle esas “Büyük Oyun” öne
çıktı. ABD ile Rusya’nın, İsrail ile İran’ın birbirlerinin kapasitelerini, kararlılığını test etme çabaları da, sıcak
temasa dönüşmeye başladı.
ABD ve Suriye (Rusya) güçleri doğrudan çatıştılar. Böylece vekâlet savaşları yerini doğrudan sıcak
temasa bırakmaya başladı. Çatışmanın arkasından Rusya, ABD’yi suçlarken ABD, Suriye’de bir başka ülkenin
toprağına çağrılmadan girdiğini unutup “öz savunmadan”, ‘The Washington Post’taki bir yorum da ABD’nin
Suriye’deki varlığının tırmanma sürecine girdiğinden söz ediyordu. Rusya da, İdlib üzerinde Sukhoi Su-25
uçağını düşüren MANPAD’ı, Cihatçı Al Nusra’ya ABD’nin verdiğine inanıyor.
İsrail, İran’ın Suriye’de, sınırları yakınlarında kalıcı üsler edinmeye başlamasını, Lübnan’da Hizbullah’a
gelişmiş silahlar transfer etmesini önlemek için, bir süredir, Suriye topraklarında kimi hedeflere yönelik hava
saldırıları düzenliyordu. Şimdi İran’ın cevap vermeye başladığı görülüyor. Cumartesi sabahı, İsrail, hava
sahasına giren bir İran İHA’sını vurdu. Ardından Suriye’deki İran hedeflerine bir hava saldırısı düzenledi. İlk
kez bir İsrail F-16 uçağı Suriye’den atılan bir füzeyle düşürüldü. Kimi gözlemciler, örneğin ‘International Crisis
Group’, İsrail’in Hamas’ın zaaflarından dolayı kendini o cephede güvende hissederek, Hizbullah’a (İran’a)
karşı Suriye’de doğrudan savaşa girmeye hazırlandığını düşünüyorlar. Haaretz’de Amos Harel, İsrail’in son
hava saldırılarıyla ilgili olarak, “Ölenler arasında İranlı ‘danışmanlar’ da varsa, yepyeni bir durum oluşuyor
demektir” diyordu. ‘The Jerusalem Post’ta yazan Yaakov Katz’a göre, İsrail ile İran arasındaki “gölgeler savaşı
şimdi yerini açık savaşa bırakıyor”... [23]
Bu hâle ilişkin denilebilir ki, ABD-Rusya kutuplaşması Ortadoğu’da patlayıcı biçimler sergilemeye
başladı. Örneğin, Rus kökenli paralı askerlerden oluşan birkaç yüz kişilik bir birlik Suriye’de bir ABD üssüne
saldırdı; çok şiddetli bir karşı saldırıyla karşılaştı, çok sayıda kayıp verdi. Uluslararası medya ‘tırmanmayı
körüklememek’ için olsa gerek, ilgili haberleri hemen gündemden kaldırdı. Yorumculara göre, ABD kayıp
vermediği için olayı tırmandırmak istemiyor; Putin bu “hibrid savaş” harekâtından zararlı çıktığı için susmayı
tercih ediyor. Ya Rus birliği saldırdığı hedefe nüfuz edebilseydi, çatışmalar uzasaydı, ABD tarafında da benzer
çapta kayıplar oluşsaydı... Bu cümleyi tamamlamak kolay değil... Şimdi, olanlar oldu, taraflar gereken dersleri
çıkarıyorlar. Örneğin Rusya’nın, olaydan sonra Suriye’ye radara yakalanmayan hayalet uçaklar getirdiği
söyleniyor. [24]
Emperyalist rekabetin Suriye üzerinden sürdürüldüğü Ortadoğu’nun “toz-duman” görüntüsü altında
gayet net seçilebilen iki buçuk cephe (kamplaşma) söz konusu: “İlki; Rusya, Suriye, İran ile Lübnan
Hizbullah’ı.
İkincisi; ABD, İsrail, geride duran Körfez hattı ile Ürdün.

5

Ortada iki hasım güç; birinci cephede gibi görünürken, ikinci cephe ile anlaşmak arzusundaki Ankara.
İkincisi de stratejik tercihini ABD’den yana yaparak ikinci cephede bulunsa da birinci cepheyi kollayan Suriyeli
Kürtler-PYD/YPG.” [25]
 
II. AYRIM: AKTÖRLER
 
Aktörlere, ABD emperyalizmiyle başlamakta fayda var.
Siz bakmayın ‘Uluslararası Enerji Ajansı’nın Başkanı Fatih Birol’un, “ABD’nin artık Ortadoğu petrol
ve doğalgazına ihtiyacı kalmadı,” [26]  zırvasına!
Ortadoğu’da emperyalist sömürgecilerin paylaşamadığı meta, XX. yüzyılın başından beri değişmedi:
Doğalgaz, petrol…
Çıkar çatışması sadece metanın coğrafi sahipleriyle ona göz diken emperyalistler arasında değil;
hepsinin birbiriyle dövüştüğü bir mücadelede, çok parçalı ve cepheli: Aramco’su, Exxon’u, BP’si, Rosneft’i,
Total’i, Gazprom’u vb. uzayıp gidiyor rekabet listesi...
Enerji hammaddesi taşıyan tüm topraklarda zulmün altyapısı, bu dev şirketlerin emperyalist kanlı
elleridir.
Emperyalistler aralarında tepişirken dost, düşman birbirine karışır. Örneğin Suriye’deki Esad rejimine
koyu muhalif Türkiye, hâlen Esad rejimini destekleyen Rusya ile İran’la mutabık ve Esad’ı istemeyen ABD’ye
karşı görünürken…
Kimin eli kimin cebinde ve kimin silahını tutmakta, kime karşı kullanıyor, hiç mi hiç belli değil.
Suriye’de taraflar, çatışmacı iki emperyalist güç, ABD ile Rusya’nın arkasında cepheleşmiş
görünüyorken; ‘The Washington Post, “IŞİD ile mücadele için buradayız” diyen ABD yönetiminin, IŞİD terör
örgütü tamamen bitse de Suriye’de kalmaya devam edeceğini yazdı. [27]
ABD, Irak ve Suriye’deki ayakları ile üsleri ve tesisleriyle Ortadoğu’ya pençelerini geçirmiştir. Tıpkı
Rusya gibi; ve bu yıkıcı bir rekabettir… [28]
Ancak bu rekabette Melih Pekdemir’in, “ABD müesses nizamının Ortadoğu konusunda çaresizliği ve
kararsızlığı”na [29]  dikkat çektiği üzere; ‘The Financial Times’ da, ABD’nin Suriye’de sergilediği tutumundaki
çelişkilerin artık sürdürülemez olduğu yorumunu yaparak, “Sahadaki en ufak bir hesaplama hatası, NATO
üyeleri arasında doğrudan savaşa neden olabilir,” diyor. [30]
ABD hâlâ kesin kararını vermedi. İş bu nedenle de karşıtlarla müttefiklerin yer değiştirdiği durumlarla
karşılaşabiliriz.
“Kürtler, ABD’nin Suriye’de kalma gerekçesi. Dolayısıyla Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen
Kürtlerden vazgeçemiyor ABD. Ama aynı şey Rusya için de geçerli. Rusya da Suriye’de PYD/YPG’yi ‘terör
örgütü’ olarak nitelemiyor çünkü ABD’nin varlığının anlamsız hâle gelebilmesi için Kürtlerin saf değiştirmesi
gerekiyor. Ruslar da Şam da Kürtleri kazanmaya ve ABD ile ilişkilerini bitirmeye çalışıyor. Kürtler de fiziksel
varlığının garantisinin ABD olduğunu biliyor. Kürtler için bölgede kurulacak bir federasyon veya benzeri
yapının sınırları ve koşullarıyla alâkâlı talepler, ABD’den elde edilen güç ile masaya getirilebilir. Eğer Kürtler
ABD ile müttefik olmasalardı üç kanton ayakta kalamayabilirdi. Fırat Kalkanı ile sahaya giren Türkiye,
Kobanê’ye de girebilirdi. Türkiye’yi burada engelleyen en önemli güçlerden biri ABD. Dolayısıyla Kürtler bu
ilişkiyi bitirmek istemiyor aynı şekilde ABD de. Çünkü PYD, ABD’nin Suriye’ye müdahil olabilmesinin tek
gerekçesi. Şam ve Rusya ise ABD’nin bu gerekçesini ortadan kaldırmak için Kürtleri kendi safına katmak
istiyor. Kürtler ile ilgili mesele bir sonuca bağlanmadıkça Suriye sorunu da çözülemeyecek kuşkusuz.” [31]
Ömer Ağın’ın, “Tarihin hiçbir aşamasında Kürdistan’ın geleceği, Kürt halkının kendi haklarını
kazanmak için verdiği mücadelesi ile Ortadoğu sorunları bu kadar birbirine girift olmamış ve bu kadar
birbiriyle etkileme içinde olmamıştı,” [32]  notunu düştüğü bu konjonktürde Kürt (kartı) faktörü şimdilik
Ortadoğu’da önemli; ancak dikkat, sadece şimdilik! Bu ilanihaye değil…
Bilindiği gibi Suriye (Rojava) Kürtleri’nin ABD ve Rusya açısından yerel aktöre dönüştüğü sürecin
başlangıcı Kobanê olmuştu. Ancak Kobanê saldırılarının olduğu dönemdeki saha şartları çok değişti; bugün
daha farklı.
“Kobanê, Kürtleri büyüten ve güçlendiren bir eşikken Afrin, ittifakları sınamaya zorlayan bir dönemin
başlangıcı olacak gibi görünüyor. Rusya’nın Afrin operasyonuna yeşil ışık yakması, ABD’nin ‘sessiz kalmak’
şeklinde de yorumlanabilecek duruşu dikkat çekici.” [33]
YPG (Halk Koruma Birlikleri)-PYD (Demokratik Birlik Partisi) eski konumunda görünmüyor.
17 Kürt örgütü/ partisi var Suriye’de. 1957’de kurulan Suriye Kürt Demokrat Partisi (Suriye’de 12 örgüt
bu hareketten doğdu!); Kürtçe ‘Peşveru’ denilen, 1965’ten beri faal Kürt Demokratik İlerici Parti; ‘Azadi’ diye

6

bilinen Kürt Özgürlük Partisi; ‘Velatperez’ denen Kürt Demokratik Yurtsever Partisi; Kürtçe ‘Vekhevi’ diye
bilinen Kürt Demokrat Eşitlik Partisi; Suriye Kürt Sol Partisi; Kürt Demokratik Birlik Partisi; Suriye Kürt
Birlik Partisi; Suriye Kürt Gelecek Partisi; Suriye Kürt Uzlaşı Partisi var.
Ayrıca Suriye’deki Kürtlerin iki ayrı çatı örgütünde toplanıyorlar. i) Kürt Ulusal Meclisi (KUM)… ii)
Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM)… Ki bu yapıda PYD etkin! [34]
Her iki çatı da birbirinden uzak duruyor ve farklı; yani ulusal birlik soru(n)lu bir hâl! [35]  Bu bir
dezavantaj (ya da kanayan yara)…
 
II.1) RUSYA İLE İRAN VE SOÇİ
 
Ve Suriye’deki “baş aktör” Rusya; “Beyaz Saray’ın delisi stratejisi”, Vladimir Putin’e yaradı…
Putin’in bugün Ortadoğu’daki dostları normal koşullarda birbirleriyle kanlı bıçaklı olan Esad, Erdoğan
ve Sisi’den ibaret değil...
Gene birbirlerinin can düşmanı olan İran Devlet Başkanı Ruhani ve Suudi Kralı Selman ile de hayranlık
yaratan bir diplomatik ilişkiler ağı içinde Putin.
Sovyetler’in çöküşünü tetikleyen Afganistan savaşında doğrudan düşman saflarda bulunan Suudi
Arabistan’la Moskova’nın yakınlaşması “tarihi” nitelikte.
2017 Ekim’inde Moskova’yı ziyaret eden Suudi Kral Selman’la 3 milyar dolarlık silah anlaşması
imzalayan Putin, kendi sözleriyle gelişmeyi “dönüm noktası” diye tanımlıyor.
Obama’nın Suriye savaşındaki kararsız, ikircikli politikaları; Trump’ın “deli” çıkışları, Ortadoğu’yu
“altın tepsi”de Putin’e teslim etmeye yetti.
Putin, Soçi ile Ortadoğu’yu kısmi kontrolüne alırken; Rusya’nın PYD’ye ilişkin politikası da şuydu:
Rusya, PYD’yi Esat rejimiyle ilişki kurmaya teşvik ediyordu. İŞİD’le savaşın bitmesinden sonra, Suriye’nin
yeniden şekillenmesi sürecinde, Suriye’nin kuzeyinde, üniter yapı içinde Kürtler için özerk bölge düşünüyordu.
Özerk bölge konusunda, rejimi ve PYD’yi aynı çizgiye getirmeye çalışıyordu.
Bunun için de PYD’nin ABD ile ilişkisini koparmasını istiyordu. Ancak PYD bunu kabul etmedi.
Böylece Rusya, T.“C”nin müdahalesine yeşil ışık yaktı. [36]
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, “ABD’nin Suriye’de sınır güvenliği gücü oluşturulması
konusundaki çelişkili açıklamalarından endişe duyuyoruz. ABD, Suriye’de alternatif bir güç oluşturmaya
çalışıyor,” [37]  açıklamasıyla Rusya harekâta “Evet” dedi. Ama bu Türkiye’nin yaptıklarını koşulsuz desteklediği
anlamına gelmiyor. [38]  Ancak Rusya’nın tek istediği, öncülük ettiği Astana ve Soçi süreçlerinin zarar görmemesi
ve sorunun siyasi çözüm süreci önünde engel çıkmaması.
Moskova Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Kerim Has’ın da dikkat çektiği gibi, Rusya’nın
Ankara’nın Afrin Harekâtına yeşil ışık yakmasında i) ilk neden: ABD-Rusya’nın PYD/YPG rekabeti; ii) İkinci
neden: Suriye sahasındaki dengeler; iii) Üçüncü neden: Moskova’nın şimdilik Ankara’ya olan ihtiyacıydı. [39]
Suriye’de -tıpkı İran’la olduğu gibi- Türkiye ile geçici bir ittifak kuran Moskova, masa devrilmediği ve
kendi belirlediği kırmızı çizgiler aşılmadığı sürece müttefiklerinden gelen talepleri en azından şimdilik sineye
çekecek gibi görünüyor.
Bunun yanında Afrin Harekâtının Rusya’nın işine gelen yanları da yok değil. Örneğin, ABD ile “fazla”
yakınlaşan PYD’nin hizaya çekilmesi gibi.
Söz konusu çerçevede Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’nin Suriyeli Kürtlerle ilgili
politikasını eleştirerek Washington’ın ülkeyi bölmek istediği vurgusuyla, “ABD’nin silahlı güçlerini kullanarak,
Suriye’de sonsuza dek kalmayı içeren bir stratejisi olduğuna inanıyorum. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve
egemenliğini ihlâl ederek, büyük bir parçasını ülkenin kalanından ayırmaya hazırlanıyorlar… Yarı-yerel
otoriteler yaratacaklar, Kürtlere dayalı bir otonomi yaratmaya çalışacaklar,” derken; [40]  Afrin’deki duruma
ilişkin olarak da Lavrov, Rusya’nın Türkiye’nin Suriye’deki durumla ilgili kaygılarını ve Kürtlerin arzusunu
anladığını kaydederek bu konuda spekülasyon yapılmaması gerektiğini belirterek, Türkiye’nin güvenlik
çıkarlarının Şam yönetimiyle doğrudan diyalog yoluyla korunabileceğini söyledi. [41]
Aynı konuda Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov da, Rusya’nın Afrin’deki durumu
normale döndürmek için arabuluculuk yapmaya hazır oldukları vurgusuyla, “Biz, kimseye kendi rolümüzü
dayatmıyoruz ancak gerekli görülürse, akan kanın durması ve ortak payda bulunması için arabuluculuk
yapmaya hazırız,” diye ekledi. [42]
Sonra da ‘Suriye Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi’nin lideri Heysem Menna,
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) öncülüğündeki Afrin Harekâtına ilişkin, “Türkiye’nin diyalog kanallarını

7

kullanmadan tek taraflı bir adım attığı” görüşünü dile getirip; Suriye’de sahada artan gerilimde sivillerin zarar
görmesinden de endişe ettiğini vurguladı.
Gerilimin başında Rusya’nın, Afrin’in Suriye güvenlik güçlerine teslim edilmesi önerisini mantıklı
bulan muhalif lider, buna yanaşmayan PYD/YPG’yi de eleştirdi. “Eşinizden boşanabilirsiniz ancak
komşularınızı değiştiremezsiniz” diyen Menna, Ankara-Şam ilişkilerinin düzelmesi için diyalog kanallarının
açılmasından yana olduğunu da belirtti. [43]
Tüm bunlar Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova’nın, Soçi’de düzenlenecek Suriye
Ulusal Diyalog Kongresi’nin hazırlıklarına odaklandıklarını kaydedip, PYD hariç diğer Kürt temsilcilere Soçi
zirvesi için davetiye gönderildiği açıklamasına uygundu ve Soçi konseptinden hareketle Zaharova ekliyordu:
“ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Standford’daki konuşması ardından ABD’li askeri kaynakların yaptığı,
Suriye’nin kuzeyinde Washington yönetiminde YPG’lilerden oluşan sınır güvenlik gücü kurulmasına ilişkin
açıklamaları göz önünde bulundurulduğunda, ABD’nin yeni Suriye stratejisinin bu ülkenin bölünmesine
yönelik olduğu görülüyor.” [44]
“Ortadoğu bölgesinin en önemli sorunu ABD’dir,” diyen -İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in
başdanışmanı- Ali Ekber Velayeti’nin, “İran, Irak ve Suriye kesintisiz iş birliği ile ABD’nin, Kürt bölgelerine
sızmasına izin vermeyecektir,” [45]  notunu düşüp; ABD’nin Suriye’de Fırat Nehri’nin doğusundan çıkması
gerektiği vurgusuyla, “ABD, Irak’ı bölemediği gibi, Suriye’yi de bölemeyecek. Fırat’ın doğusuna yerleşen
ABD, er geç buradan çıkmalı, ya kendi çıkar veya ensesine aldığı tokatla buradan çıkarırız,” [46]  dediği tabloda;
yine -Ayetullah Ali Hamaney’in Yüksek Askeri Danışmanı- Tümgeneral Yahya Rahim Safevi de, T.“C”nin
Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlâl ettiğini ve Türk askerini “işgalci” olduğunu, Zeytin Dalı Harekâtı’nın bir
an önce durmasını bekledikleri [47]  vurgusuyla, “ABD’nin yeni yıldaki ana stratejisinin bölgedeki çatışma
alanlarını korumak” olduğunu ileri sürüp ekledi:
“ABD, 30 bin kişilik bir güç oluşturup Türkiye’nin güneyiyle Irak’ta Kürtler için otonom bir bölge
kurmak istiyor. Diğer taraftan Kürtler bunun kalıcı olması için Akdeniz’e ulaşmaya ihtiyaçlarının olduğunu
biliyor ve bu yüzden Afrin’i işgal ettiler. Kürtlerin bu hamlesi Suriye’nin milli egemenliğinin ihlâldir. Bize göre
Türkiye ve ABD’nin de Suriye topraklarında bulunması hukuka aykırıdır. [48]  Suriye ordusu ve devleti buna
tahammül etmeyecek.” [49]
Yani İran’ın T.“C”ye ilişkin kuşku ve rezervlerinde bir değişiklik yokken; Soçi “geçici bir ateşkes”e yol
açmışa benzemektedir.
Denilebilir ki Ortadoğu düzeninin yeni şartları bir Karadeniz kenti olan Soçi’de biçimlen(diril)iyor. Bu
defa koşulları ABD Başkanı’na Putin’in adeta dikte ettirdiği havası egemen…
Evet, Soçi ile Putin’in, yürüttüğü etkili diplomasiyle uluslararası politikadaki konumunu daha da
güçlendirdiğini, ülkesinin Ortadoğu’daki ağırlığını iyice pekiştirdiğini baştan vurgulamadan geçemeyiz.
Mevcut verilerle, Suriye’de meselesinde başat aktörü olarak Putin’in konumu asliyken; İran da,
Rusya’nın ardından bir diğer “kazanan” taraftır. Çünkü Suriye’deki barış sürecinin resmi bir paydaşı hâline
gelerek, bölgedeki etki alanını daha da genişletmiştir.
T.“C”nin hâliyse hâlâ tartışmalıdır; netleşmesi ise Afrin Harekâtı ve “ötesi”yle ilintilidir…
 
III. AYRIM: SURİYE HÂLİ
 
Şükran Soner’in, “Suriye, en kanlı, kirli savaşların kördüğümü” [50]  notunu düştüğü savaş, artık
Suriye’nin geleceği için bir mücadele olmaktan çok; Ortadoğu’daki geleceğin haritasını biçimlendirme anlamı
taşıyor.
Kolay mı? Şam’daki Çin Büyükelçisi Şi Tsanzin, ülkesinin Suriye sürecine aktif katılım zamanı
geldiğini ilan ederek, “Suriye’deki yıkıcı ihtilaflar ardından Çin’in bu ülkenin geleceğinde daha aktif rol
oynamasının zamanı geldiğini düşünüyoruz. Suriye’nin yeniden inşa edilmesinde bu ülkenin yasal yönetimiyle
işbirliği yaparak her geçen günle daha ciddi katkıda bulunacağımızı düşünüyorum,” [51]  notunu düştüğü
müdahalelerin orta yerindeki Suriye’de bölünmüşlük tablosu var. Kuzeyde ABD, Halep’te Rusya destekli Esad
güçleri, sınır boyunda T.“C”, doğuda Kürtler, farklı yerlerde rejim ve muhalifler hâkim…
Deniz Zeyrek’in, “Rusya ile ABD, Suriye’de kalıcı” [52]  tespitiyle müsemma yamalı bohça görüntüsüyle
yüz yüzeyiz…
Eğer bu böyleyse yani Suriye’de mevcut siyasi- askeri pozisyonları dikkate alacak olursak, önümüzde
artık parçalanması kaçınılmaz bir ülke gözüküyor. İşin ilginci, bu parçalanmanın geriye döndürülmesinin,
büyük gelişmeler olmadığı takdirde, çok zor olacağıdır. Bu durum bölge ve ülkeler için yakın gelecekte ve orta
vadede daha büyük felaketler, çatışmalar demektir.

8

Özetle Washington’ın Suriye denkleminde şu an tek müttefiki Kürtler. ABD’nin onlar üzerinden yaptığı
hamleler, “arzuladığı düzeni tesis etme, edemezse kaosu sürdürmek” diye özetlenebilecek hâli besliyor…
Ve nihayet “Öyle görünüyor ki, Şam’da rejimi değiştiremeyen Washington, Suriye-Irak hattında tampon
bölge yaratmaya soyunuyor.” [53]
Buna karşın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, “Suriye’de
toprak bütünlüğüne saygı duyulması” gerektiğinin [54]  altını çizerlerken; ABD’nin eski Moskova Büyükelçisi
Michael McFaul’a göre, “ABD askerleri Suriye’de uzun sürede kalacakları için Ruslarla yeni çatışmalar ortaya
çıkabilir”se de; ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ABD’nin, Suriye’de “süresiz olarak” iki bin askerini
yerleştireceğini açıkladı. [55]
Özetlersek: İlkay Meriç’in ifadesiyle, “ABD Suriye’ye yönelik daha aktif müdahale noktasına gelmiş
olsun ya da olmasın, Suriye cephesinde yaşananlar, emperyalist güçlerin bu ülkenin parçalanmışlığını kalıcı
hâle getirmek için attıkları adımları hızlandırdıklarını gösteriyor”ken; [56]  Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy
Gerasimov, Suriye’nin Irak sınırındaki El-Tenef’teki ABD’ye ait üssün Suriye ordusu tarafından tamamen
abluka altına alındığını ve ABD’nin El-Tenef’teki üste cihatçıları eğittiği açıkladı. [57]
Yine Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun ülkede
IŞİD’in dışında her şeyi yok ettiğine dikket çekerken; [58]  Suriyeli çoban Muhammed Avad El Hüseyin, Suriye
ordusunun Mayadin’i kurtarmaya yönelik gerçekleştirdiği operasyonlar sırasında ABD’ye ait helikopterlerle
kentten IŞİD’in komutanlarının götürüldüğünü belirterek, “ABD’nin hava aracı başta Mayadin’in
yakınlarındaki Er Rahba bölgesinde manevra gerçekleştirdi, daha sonra da bir hava saldırısı gerçekleştirdi. O
sırada biz saklandık ve etrafta ABD’ye ait birkaç helikopter gördük. Yerde ise karargâhlarının yakınlarında
helikopterleri bekleyen IŞİD’in yabancı komutanları vardı. Komutanlar, helikopterlerle Mayadin’den
götürüldü,” [59]  açıklaması yapıyordu.
Ve bir şey daha: ‘Los Angeles Times’ta yer alan habere göre, Halep’in kuzeyindeki Mare köyünden
2016 Şubat’ında Suriye Demokratik Güçleri tarafından çıkartılan CIA destekli Fursan el-Hak’ın, YPG
öncülüğündeki ve Pentagon destekli Suriye Demokratik Güçleri ile çatıştığını ABD’li yetkililer de doğruladı.
ABD Kongresi’nin İstihbarat Komitesi üyesi Adam Schiff da, bu gruplar arasındaki çatışmaları “Üç boyutlu
satranca” benzetti. [60]
Suriye’deki ABD bağlamında bu kadarı yeter; daha fazlasına gerek var mı?! [61]
Afrin ve Suriye’ye ilişkin T.“C” tutumuna gelince; öncelikle belirtilmesi gerek şey Ceyda Karan’a göre
şöyle:
“Suriye’de savaş çıkarıp ‘İhvan projesi’ devşireceğini düşünenlerin tasarımlarının hiçbirisi tutmadı.
ABD’nin Ortadoğu’da nüfuzundaki azalma en bariz örnek. Son tahlilde ABD küresel bir güç ve kayıplarını
tersine çevirme kapasitesi baki. Türkiye’nin durumu ise giderek içler acısı hâl almakta… Ankara, Rusya ile
ABD’nin bilek güreşinde kendine hep alan açabildi. Ama stratejik hedefleri mütemadiyen çiğnendi.” [62]
Evet, “U” dönüşleriyle malûl T.“C”nin dış politikasını, Türk(iye) kapitalizminin yeniden üretim ve
genişleme dinamikleri ile gereksinimleri belirlerken; [63]  “Zeytin Dalı operasyon mu, işgal harekâtı
mı?” [64]  sorusunun da yanıtı tam burada; “Kızıl Elma”cı harekâttadır!
Bilinir: Kızıl Elma Ziya Gökalp’in Turan ülküsünde; Türklerin cihan hâkimiyetini ve Türk dünyasının
bütünleştirilmesi hedefini simgeler. Bir vakitler MHP’nin programında da yer almıştır. Ve Erdoğan’ın da, Afrin
operasyonu bağlamında iki kez Kızıl Elma tabirini kullanıp, “Bizim bir kızıl elmamız var” demesi boşuna
değildir.
Evet, bu tastamam bir “Kızıl Elma” harekâtıdır!
“Afrin’e yönelik askeri müdahalede TSK’ye 43 silahlı grup eşlik ediyor. Bunlardan pek çoğu El
Kaide’nin ya türevi ya da müttefiki. Aralarında sivillere yönelik katliamlara imza atan Sultan Murat Tugayı ve
Semerkand Tugayı; Suriye El Kaide’si El Nusra’nın müttefikleri Feylak’uş Şam ve Ahrar’uş Şam ile
propaganda niyetine çocukların kafasını kestikleri video görüntülerini yayımlayan Nureddin Zengi Tugayı da
var.” [65]
Çok açık: “Türk ordusu, Afrin’e cihatçılarla yürüyor. Çeteler Suriye’ye aleni, neredeyse davulla
zurnayla, göstere göstere taşınıyor. ÖSO’nun tüm dünyada meşru sayıldığına vurgu yapılıyor. Demek ki dünya
bileşende yer alan Humus’ta bir Suriyeli askerinin kalbini çıkarıp yiyen El Faruk Tugayı komutanı Halid Abu
Sakar’ın yaptığını da ‘ılımlı’ görüyor. Egemenler, istediklerini alıp alandan ayrıldıklarında ılımlı gençler bize
kalacak. Yani şeriat ordusu da meşrulaşmıştır artık.” [66]
Bunlar kabul edilemez! [67]
Ayrıca “Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Afrin’e askeri müdahalenin ilk günlerinde, ‘sivil ve masum
kişilerin zarar görmemesi için her türlü dikkat ve hassasiyet gösterilecektir’ diye belirtmişti. Başka bir ülkenin

9

topraklarına havadan ve karadan askeri müdahalede bulunan bir ülkenin sivil ve askeri yöneticilerinin her
zaman kullandıkları bu kalıplaşmış cümlelerin savaş gerçeği ile ilişkisi her yerde sorunlu olmuştur. Irak’a ABD
saldırısı sırasında, yeni teknoloji sayesinde hava saldırılarının ‘ameliyat titizliğinde’ olacağı ve sadece
teröristleri hedef alacağı ilan edilmişti. Irak’ta ABD ve müttefiklerinin hava saldırılarında ölen sivillerin tam
sayısı hâlen bilinmiyor ama bunun doğrudan çatışmada ölen Iraklıdan daha yüksek olabileceği iddia ediliyor.
Afganistan’da, Libya’da ve başka askeri müdahalelerde durum farklı değil. Kendini savaş olarak tanımlamayan
müdahalelerin sivil kayıpları, resmen ilan edilmiş savaşların kayıplarından az değil hiçbir yerde.
‘The Independent’in deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, Zeytin Dalı operasyonunun
başlamasından sonra Afrin’e giren ilk Batılı gazeteci olarak, bu askeri operasyonun sivil kayıplarına ışık
tutuyor. Yayımlanan makalesinde, 21-26 Ocak günleri arasında Afrin hastanesi kayıtlarında yer alan ölü
listesinde on çocuk, yedi kadın ve on yedi erkek saydığını aktarıyor. Ölenlerin bir kısmı Suriye’nin başka
bölgelerinden Afrin’e sığınmış ülke içi mülteciler. Hastanede gördüğü, hepsi hava saldırısı veya top ateşi
nedeniyle yaralanmış, aralarında küçük yaşta çocukların ve yaşlıların bulunduğu 49 kişinin tanıklıklarını
aktarıyor. Evlerine bomba düşmesi sonucu yaralananların çoğunun diğer aile üyelerinin bir kısmı ölmüş. Diğer
taraftan, körlemesine yollanan roketlerin Türkiye’de de sivil ölümlere yol açtığı bir fasit daire başlıyor.
Bütün bunlar İsrail-Filistin çatışmasını hatırlatmıyor mu? İsrail yıllarca Filistin Kurtuluş Ordusu’nu
terör örgütü olarak tanımladı. Oslo görüşmeleri sonrasında, bu sefer Gazze Şeridi’nde esas olarak varlığını
güçlendiren Hamas’ı terör örgütü ilan etti. Hâlen Hamas, AB, Mısır, Kanada, ABD ve Japonya tarafından terör
örgütü olarak tanınıyor. Avustralya ve Birleşik Krallık için Hamas’ın yalnız askeri kanadı terör örgütü. İsrail,
Hamas’ın terör örgütü olduğu gerekçesiyle, Gazze Şeridi’ne düzenli olarak askeri müdahalelerde bulunuyor.
2006 yazında bu sefer Hizbullah’ın terör örgütü olduğu ve ülke güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle Lübnan’ın
güneyinde bir ay sürecek İkinci Lübnan Savaşı’nı başlatmıştı. Diğer taraftan İsrail’de Arap kökenli parti ve
milletvekilleri, giderek artan biçimde, ‘terörist yanlısı’ oldukları gerekçesiyle düşman muamelesi görüyor.
2016’da, Knesset tarihinde ilk kez, Ortak Arap Listesi’nden bir milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı ve
gözaltına alındı. İsrail’de aşırı dinci-milliyetçi partiler, Filistinlilere karşı verilen mücadeleyi bir kutsal savaş
olarak tanımlıyorlar. Günümüzde Siyonizm, dincilikle ırkçı bir milliyetçiliğin özel bir izdivacından başka bir
şey değil artık.
Türkiye yönetiminin Afrin’de YPG güçlerine karşı yürüttüğü askeri müdahale, Türkiye ile
Ortadoğu’daki Kürtlerin arasındaki ilişkiyi bir tür İsrail- Filistin ilişkisine dönüştürme riski taşıyor. Hükümet
üyeleri ve yandaş basının savaşçı çığlıklarının yanında, Diyanet İşleri Başkanı’nın ‘Onlar orada (Afrin’de)
çarpışıyorlar, biz burada Kur’an kursu açıyoruz. Onlar orada, biz burada cihada devam ediyoruz’ demesi asıl
düşündürücü olan. İsrail’de hükümet ortağı aşırı dinci partiler de zarfı farklı, içeriği aynı söyleme sahipler.
Türkiye Kürt sorununda, İsrail’in Filistin sorununda temsil ettiğine benzer bir konuma hem bölgede hem
uluslararası siyaset alanında düşmeye doğru gözü kapalı ilerliyor. İleride bu konum benzerliğine uluslararası
planda vurgu yapıldığında, bunlar küfürle, hakaretle, tehditle, hapisle mi susturulacak?” [68]
Bu soru(n) orta yerdeyken; bir diğer soru(n) da, “ABD ve Rusya Arasında yeni-Osmanlı” formülüyle
Fatih Yaşlı’nın altını çizdiği şu noktadır:
“Bir yandan Rusya ve ABD’yi aynı anda idare etmeye çalışan, öte yandan Rusya’yla dost ama
müttefikleriyle hasım, ABD’yle düşman ama uzantısı cihatçılarla dost pozisyonda bulunan bir dış politikanın
sürdürülme şansı var mı? Akıl ve mantık olmadığını söylüyor.” [69]
Suriye’nin geleceğinde, T.“C”ye mündemiç bu paradoksun çözümü belirleyici olacağa benziyor…
“Nasıl” mı? Ortada iki olasılık var!
İlki AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Ankara-Şam arasında daha yakın bir temas, ortak çalışma
ihtimali düşünülebilir mi?” sorusuna, “Siyasetin kapıları, malumunuz, son ana kadar her zaman
açıktır,” [70]  yanıtını verdiği -Esad’la görüşme sinyalli- hâl…
Diğeri de, Türkiye’nin “sadece Suriye ya da bölge için değil, tüm dünya için bir tehlike olduğunu”
vurgusuyla, ‘Suriyelilerin Suriyelilerle barışmasında tek engel Erdoğan hükümetidir,” [71]  diyen Suriye Dışişleri
Bakan Yardımcısı Dr. Faysal Mikdat’ın, “Ordu Suriye’ye saldırı düzenleyen her savaş uçağını düşürecektir”
vurgusuyla, Suriye’nin kuzeyindeki Araplar ile Kürtlere ‘birlik olup Türk güçlerine direnmeleri’ çağrısı
yapmasıdır… [72]
 
IV. AYRIM: AFRİN MESELESİ, ERDOĞAN VE ABD
 
Abraham Lincoln’ün, “Bir ülke, yarı köle yarı özgür insanlardan oluşursa yaşayamaz,” betimlemesiyle
uyumlu coğrafyamızda; Baruch Spinoza’nın, “Zalim bir yönetimin üstünlüğü ve sırrı köleleri aldatmak, onları

10

sindiren korkuyu özel din kılığı altında maskelemekte yatar. Böylece insanlar kölelikleri için sanki
güvenceleriymiş gibi cesurca savaşacak, kan ve canlarını despotun boş gururu için utanma değil yüce bir onur
duyarak riske atacaklardır,” saptamasındaki gerçek bir kez daha yaşanıyor sanki…
Hemen her şey; “Din, ahlâk ve hukuk devlete bağlıdır. Amacı gerçekleştirmek için gerektiğinde devlet
bunları alet olarak kullanmalıdır,” diyen Niccolo Machiavelli’nin işaret ettiği gibiyken; William Bayliss’in, “Ê
ku li kerê siwar bibit hewa biavêje, li hespê siwarbibe heşê xwe wenda dike,” [73]  deyişini anımsamamak
mümkün mü?
Evet, Afrin ile bir kez daha çalan savaş tamtamları, şoven histeriyi depreştirirken; derinleşen siyasi ve
ekonomik krizin dışavurumlarını bastırmaya başladığı coğrafyamızda; iktidarın başlıca amacına ilişkin iki
noktaya dikkat etmek gerekiyor.
Bunlardan ilki iç siyasete yöneliktir. Eskilerdeki Milliyetçi Cephe benzeri bir duruş, ulusalcıları da
yanına alıp, [74]  seçimlere yönelik pozisyonunu güçlendirmeyi amaçlıyor; Taner Timur’un, “Türkiye-ABD
ilişkileri adeta kopma noktasına geldi ve varılan noktada, örneğin bir Suriye sorununda, AKP iktidarı kendi
seçmenlerinin olağan desteğinden çok daha fazlasını arkasına almış görünüyor: ‘Yerli ve milli’ duruşla
‘ulusalcı’ duruşun kesiştiği noktadayız,” [75]  deyişindeki üzere…
Diğer sonuç ise dış siyasete içkindir. Bu savaş ile AKP iktidarın amacı yeniden Ortadoğu denklemine
eklemlenmek ve Kürt hareketinin önünü kesmektir.
Bu değerlendirmeye ilişkin yanıtlanması gereken soru, “AKP iktidarının Afrin müdahalesinde aslî
faktörün dışarıda mı içeride mi aranması gerektiği”dir.
Kanımızca Afrin Harekâtının gerisindeki aslî faktör, iç politikadaki hâldir. AKP için esas mesele 2018-
2019 kesitinde siyaseti için neler yapabileceğine düğümlenmiştir.
Bu durumda AKP iktidarının Afrin macerasının, böyle bir girişime imkân tanıyan dış dengelerin (ve
pazarlıkların) çizdiği üst sınırlar ile iç siyaset açısından getiri sağlamaya yetecek alt sınırlar arasında gelgitler
yaşayacağı sonucunu çıkarabiliriz.
Kolay mı? Afrin Harekâtı AKP’nin iç politikada ciddi bir sıkışmışlık yaşadığı döneme denk getirildi.
Erdoğan ve AKP anketlerde gerileyip; Meral Akşener, MHP’nin altını oyuyorken; Abdullah Gül sahneye
çıkmaya hazırlanıyordu.
Memleketin hâliyse vahimdi ve bir örnek vermek gerekirse: AKP döneminde, devletin borcu 3 kattan
fazla büyüyerek 876.5 milyar TL olmuştu. Özel sektörün dış borcu yüzde 700 artarak 307.8 milyar dolara
çıkmıştı. Kişi başına kamu borcu yüzde 400’den fazla artarak 10 bin 981 TL’ye ulaşmıştı. AKP döneminde cari
açık, önceki 52 yılın toplam açığını 13’e katlayarak 561.6 milyar dolara fırlamıştı. Türkiye’nin 80 yıllık dış
ticaret açığı da 247 milyar dolardan 960.6 milyar dolara çıkmıştı. 16 yılda tüketicinin banka borcu yaklaşık
yüzde 7500 artmıştı.
Dahası, bu dönemde 1 kilogram ekmeğin fiyatı yüzde 400 artmıştı. AKP iktidarının son 6 yılında
milyonerlerin sayısı 32 binden 127 bine çıkmıştır, bu değerlenme ve işbirliği, toplumsal ilişkilerin dokusunu
çözmeye, toplumun değerlerini çürütmeye başlamış boşanmalar yüzde 38, fuhuş yüzde 790, çocukların cinsel
istismarı yüzde 434, kadına yönelik şiddet yüzde 1400, cinayetler yüzde 261, cinsel taciz yüzde 449, tutuklu ve
hükümlü sayısı yüzde 285, uyuşturucu bağımlılığı yüzde 678 artmıştı. [76]
Kürt sorunun çözümü tamamen güvenlikçi politikalara bırakılmış, nihayet artık “bitti” noktasına
gelinmişti.
Ayrıca uluslararası alanda durum ise, giderek bir tecrit hâline dönüşmekteydi.
Erdoğan, çemberini böyle kıracağını hesapladı. Ama bu yanlış bir hesaptı. Çünkü Ankara açısından
Afrin, iki büyük güç ile ilişkileri tehlikeli bölgeye taşıma ve bumeranga dönüştürme riski barındırıyordu.
Özetle Afrin Harekâtı aslında, ülkeyi teslim alma, hizaya çekme girişimidir. Savaş uçaklarının Afrin’e
doğru havalanır havalanmaz Erdoğan’ın, tüm ülkeyi kendi arkasına dizilmeye çağırıp; kendisine biat etmeyen
tüm muhalefet güçlerini, başta Kürt hareketi olmak üzere hedef tahtasına koyması bundandır.
Savaş, Afrin’den Türkiye’ye tehdit yöneldiği bir anda gündeme gelmiş değildir. Afrin-Türkiye sınırı
savaşın başından bu yana büyük ölçüde çatışmasız bir alandır. YPG’nin kontrolündeki diğer sınır bölgeleri de
çatışmasızdır. Güvenlik sorunu cihatçıların kontrol ettiği sınır hatlarında yaşanmıştır. Erdoğan’ın büyük bir
tehdit olarak andığı ABD-YPG işbirliği ise, Rusların etkin olduğu Afrin’de değil, Afrin’le karasal sürekliliği
olmayan Fırat’ın doğu yakasındaki Rojava kantonlarındadır.
Savaş, ülkeyi teslim almakta zorlanan “Tek Adam” için OHAL’in artık yetmediği bir anda gündeme
gelmiştir. OHAL’in yetmediği yerde savaş hâli devreye sokulmuştur.
Yani Afrin Harekâtı, siyasetin yukarı kademelerinde çatlakların büyüdüğü, aşağıda ise bu çatlakları
daha da büyütmeye aday bir toplumsal hoşnutsuzluğun kabardığı yerde gündeme gelmiştir.

11

Siz bakmayın Maraş’taki konuşmasında “Reis bizi Afrin’e götür” tezahüratları üzerine Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın, “Gitme kararını verdiğimiz zaman sizi bırakmayız. İnşallah beraber gideceğiz. Şimdi eğitimli
kadrolarımızı gönderiyoruz. Sefer görev emri olanlar öncelikle hazır olsunlar,” [77]  vurgulu, “Bizi öyle çok
zorladılar ki sonunda uyuyan devi uyandırdılar. Türk milleti üzerinden asırlık rehaveti atıyor, tozları
silkeliyor,” [78]  “anti-emperyalist” tonlu “batı karşıtı” konumlu haykırışına…
Öncelikle emperyalizme karşı olduğunu “iddia eden”lerin, bu karşıtlığının bir anlamının olabilmesi
için, bu karşıtlığın, tek bir emperyalist devletin politikalarına karşı korunmakla sınırlı kalmaması, kapitalist-
emperyalist sistemin dışına çıkmayı da amaçlaması, bu yönde bir projeyi içermesi gerekir. Bu da
Erdoğan’giller için geçerli değildir.
Erdoğan’gillerin bu tutumu bir kamplaştırma/ kutuplaştırma siyasetinin ürünüdür. İktisadi, siyasal bir
anti-emperyalizm değil, “Batı Karşıtlığı”dır.
AKP için Afrin gündemi, “kutuplaştırma” siyasetinin yeni bir imkânıyken; kamplaştırma/
kutuplaştırmanın Afrin gündemiyle yükseltilen dozu, şimdiye kadar “Allah’ın lütfu” sayesinde yaşanmamış
toplumsal çatışmaları güçlendirip/ genişletiyor.
AKP medyasının şu tür palavralara sarıldığı bir kesitten geçtiğimiz ve bunun da şoven histeriyi
güçlendirdiği bir “sır” değil!
Bakın ne diyorlar:
“Azgın muhalefet içleri sızlamadan, ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?’ dedikodularıyla zaman
geçiriyorlar. Irak-Suriye coğrafyasında bu kadar açık veya örtülü savaşın nedeni ‘enerji ve su’. Fırat- Dicle-
Akdeniz’e ulaşacak boru hatları üzerinde uydu kantonlar olduğunu görmüyor. Ortadoğu petrolgazları/ Doğu
Akdeniz’de bulunan petrol kaynaklarının 2150’li (150 yıl) yıllara kadar verimli olacağı, doğalgaz kaynaklarının
ise çok daha uzun süre dünyaya enerji sağlamaya devam edeceği ortada olduğundan, Irak- Suriye-Filistin
üzerinde paylaşım içindeler. Onlar paylaşacak, Türkiye bakacak.
At gözlüğü takılmış bakış açısı bu. Türkiyemiz enerji koridorlarının birleştiği ve pazarlara aktığı
noktada kilit-merkez ülke.
Stratejik gücümüzü kullanıyoruz. Emperyalistler, Türkiye’nin bu güce sahip olmasını istemiyor. Bu
nedenle, Türkiye’ye sahip çıkmak Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’a sahip çıkmak demektir. Ülkemizin her
zaman güçlü ve söz sahibi olmasını istiyorsak, bunun yolu da Erdoğan’ın güçlü olmasından geçer.
Cumhurbaşkanımız’ın ömrüne bereket…” [79]
“Yeni senaryo yazılmakta. ABD bölgede hızla güç kaybederken Türkiye havalanmıştı...
Yeni oyunu doğru okuyan Ankara tam gaz gidiyordu ve gidecekti... Afrika’da da Ortadoğu’da da sürat
yapacaktı... Hâliyle içeride de bu hızın sesinden rahatsız olanların tasfiyesi gündeme gelecekti.
İçeride ve dışarıda düğmeye basıldı. Hem de çok önceden...
Türk dönemi başlamıştı... Afrin bunun dünyaya ilanı oldu... Arkası gelecek.
Herkes bu dönemin uzun süreceğini anlayacak... Kimi güzellikle kimi şamarla…” [80]
Bu atmosferde CHP “muhalefeti”nin, estirilen “savaş” rüzgârına teslim olup; CHP lideri Kemal
Kılıçdaroğlu’nun, “Bu operasyon Türkiye’nin güvenliğini sağlamak için TSK’nın gerçekleştirdiği milli bir
operasyondur. Bu operasyona destek vermek, terörden bıkan herkesin ortak görevidir”; [81]  CHP Milletvekili
Mehmet Bekaroğlu’nun, “Türkiye’nin müdahalesi meşru bir müdahaledir,” [82]  dediği de (AKP değirmenine su
taşımak bağlamında!) bir “sır” değil…
O hâlde tüm bu olup bit(mey)eni yani Afrin’i seçim süreci dışında düşünmemiz mümkün mü? Şüphesiz
hayır!
Erdoğan/ AKP yönetimi, totaliter rejimin inşasında tüm toplumu peşine takacak yeni bir hikâye
ihtiyacını Afrin üzerinden karşılamayı planlıyor. Çünkü artık Erdoğan/ AKP açısından her şey kritik önemde ve
2019’un üçlü seçimleri kendi hedeflerine varabilmek açısından daha yaşamsal. Bir tökezleme olasılığının daha
gerçekleşmeden bertaraf edilmesi de “olmazsa olmaz”.
Zaten tüm baskılar da bundan!
Örneğin İçişleri Bakanlığı, Afrin Harekâtıyla ilgili sosyal medyadan paylaşım yapan 311 kişinin
gözaltına alındığını [83]  açıklarken; [84]  ‘The Economist’ dergisi de, TSK’nin Zeytin Dalı harekâtının Türkiye
medyasında nasıl yer aldığını inceleyen ‘Medyanın Ağzını Bağlamak: Türkiye’de Kimse Suriye’deki Savaşı
Doğru Olarak Haberleştirmeye Cesaret Edemiyor’ başlıklı yazısında, Afrin’deki harekâtın başlangıcında,
Başbakan Binali Yıldırım’ın medya temsilcilerini toplayarak onlara operasyonu nasıl haberleştirmeleri
gerektiğine dair talimatlar verdiği hatırlatıyor.

12

‘The Economist’in, “Bir katılımcının söylediğine göre muhabirlere ‘Türkiye’nin ulusal çıkarlarını
akıllarından çıkarmamaları’ öğütlendi. Uluslararası medyada yayınlanacak olan haberlere, büyük olasılıkla
‘terör propagandasına’ platform oluşturacakları düşünülerek, dikkatli yaklaşılması gerektiği söylendi.”
Dergi, Türkiye medyasının resmi makamlardan yapılan açıklamaları başka kaynaklardan kontrol
etmediğine de dikkat çekti: “Türk ordusu Afrin’de tek bir sivile bile zarar vermeden 2 binden fazla YPG’liyi
‘etkisiz hâle getirdiğini’ savunuyor. Tek bir ana akım medya kuruluşu bile bu sayıları sorgulamadı.”
Yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye yönelik “Hiç Osmanlı tokadı yememiş oldukları belli”
sözlerinin ertesi gün 16 gazetenin manşetinde olduğu hatırlatıp; Türkiye’deki korku iklimi, sürmekte olan
Olağanüstü Hâl ve darbe girişimi ardından dizginlerini koparan milliyetçi fanatizm, Afrin’deki savaşı objektif
olarak haberleştirmeyi imkânsız kılıyor,” yorumuna da yer verdi. 
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu’nun, “Gazetecilerin, vatan
hainliği ile suçlanmadan eleştirel haber yapabilmesi mümkün değil” ifadelerinin de yer aldığı yazı; gazeteci
Kadri Gürsel’in sözleriyle son buluyor: “Sivil ölümleriyle ilgili tüm haberler yalan haber ya da terör
propagandası olarak kabul ediliyor.” [85]
 
IV.1) AFRİN MESELESİ VE İHTİMALLER
 
Şurası çok açıktır ki Kadri Gürsel’in, “TSK Suriye’ye, öngörülebilir bir gelecekte çıkmak üzere
girmedi”; [86]  Kemal Can’ın, “Afrin gündemi kısa vadeli görünmüyor,” [87]  ifadelerindeki Afrin, T.“C” için -
sermayenin kediye yüklenmesine yol açması muhtemel olan- büyük bir “yatırım”!
T.“C”’nin Afrin Harekâtındaki amacın Suriye-Irak sınırından Akdeniz’e ulaşacak bir Kürt koridorunu
engellemek olduğunu söyleyen Lübnanlı akademisyen Muhammed Nureddin, bu planın ilk aşamasının 2016
gerçekleşen ‘Fırat Kalkanı’ olduğunu ve ‘Zeytin Dalı’nın bu planın ikinci ayağı olduğu vurgusuyla, “Türkiye
ile Rusya arasında yapılan gizli anlaşmanın içeriğine göre” ABD ile çatışma olasılığına da dikkat çekiyor. [88]
Bunun yanı başında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın danışmanı Buseyna Şaban’ın, TSK’nın Afrin
Harekâtını “İşgal” olarak nitelediği [89]  tabloda Şam yönetiminin T.“C” ile olası bir çatışmanın NATO’yu
Suriye’ye davet anlamına geldiğini bilerek hareket etmesi muhtemelken; -ne denilirse denilsin!- AKP,
Suriye’nin kuzeyini ABD’yle paylaşmak istiyor.
Evet Zeytin Dalı harekâtı sürecinde ABD yönetimiyle yaşadığı gerilim, AKP’de farklı seslerin öne
çıkmasını devreye soksa da; nihai kertede AKP’nin gözü hep ABD de…
Çünkü AKP’nin, aynı anda hem siyasal İslâmcı özlemlerini/ ittifak ve yönelimlerini (mesela Nursa
gibi), hem de Rusya’yı idare etmesi, bu çelişkili hamlelerin üstesinden gelebilmesi pek de kolay değil.
Sinan Çiftyürek’in, “Türk devleti sadece Efrini değil Qamışlo’dan Efrin’e tüm Rojava’yı işgal etmek
istiyor,” [90]  kaydını düştüğü güzergâhta girmenin de, kalmanın da zor olduğu Afrin Harekâtında atılacak adımlar,
her an sınırlı sunulan uluslararası ve bölgesel desteğin bütünüyle kaybedilmesine yol açabilir.
Kaldı ki Saray’ın başlattığı Afrin Harekâtı, konulan “hedefler” itibariyle Menbic’e ilerleyerek,
Ankara’nın altından kalkamayacağı çapta genişleyerek derinleşecektir. Ya da bu risk göze alınmayıp, Afrin’de
durup, ana akım medya gürültüleriyle 2019 yolunda bir araca dönüştürülecektir.
Ancak hangisi olursa olsun; her iki olasılık da Saray için yıkıcı sonuçlara gebedir. Çünkü ABD-Rusya
rekabetinin yarattığı boşluklardan yararlanarak kendi politik ve askeri zeminini güçlendirmeye çalışan
AKP’nin, Suriye’de askeri hareket alanı son derece sınırlıdır.
Bu sınır da, yıkıcı sonuçların eşiğidir.
Eğer Rusya Afrin Harekâtına göz yumduysa, görüldüğü kadarıyla topu Suriye nezdinde Kürtlere attı.
Ama AKP o topu, başka yöne itti; yani bu savaşla zeytin dalını ABD’ye uzattı. Ve ABD’nin ne yapacağı hâlâ
kesin değil ve ortada!
BM Güvenlik Konseyi (BMGK), Suriye’de bir ay “insani ateşkes” kararı almasına karşın, Türk
yetkililer ateşkes kararının Zeytin Dalı Harekâtı’nı etkilemeyeceğini vurguladığı koordinatlarda; [91]  Fransa
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, BM’nin Suriye çapında ateşkes çağrısının Afrin bölgesini de kapsadığını
söylese de, [92]  T.“C” harekâtını ağır aksak sürdürüyor.
Denilebilir ki Afrin, Zeytin Dalı Harekâtı başlamadan önce arz ettiği riskler konusunda pek sürpriz
yapmadı. Harekât bir ayı aşmışken sahadaki ilerleme, hedefin çok gerisinde kaldı; verilen kayıplar önemli
boyutlara ulaştı.
Özetle: Hiç kimsenin kaybetme lüksünün olmadığı Afrin’den, Erdoğan/ AKP bundan ötürü çok
korkuyor… Aynı şeyin Kürtler içinde geçerli olduğu malum! Çünkü “Afrin’i kaybetmek demek, Kürtlerin
Ortadoğu coğrafyasından siyasal olarak tümden silinmesi demektir.” [93]

13

Bunun içindir ki Erdoğan/ AKP yönetimi, Afrin’de -Diyanet’e, Afrin Harekâtı için yayınladığı hutbede
“Silahlı mücadele, cihadın en üst seviyesidir,” yollu cihat çağrısı yaptırarak!- elinden geleni ardına koymuyor.
Oysa bilindiği üzere -dünya üzerinde bugüne kadar çıkarılan- tüm savaşların en uzun soluklusu, hatta
hiç bitmeyeni dine dayalı savaşlardır. Afrin Harekâtı da bu malzemeyle yürütülüyor.
T.“C”nin, “partner” diye yanına aldığı gruplara göz atmak dahi olup-bit(mey)eni anlamaya yeter de
artar.
T.“C”nin, “partner” leri: Cephet el Şamiyye, Feylak el Şam, Ahrar el Şam, Hamza Bölüğü, Ceyş el
Nasır, Nureddin Zenki Tugayları, Sukur el Cebel, Semerkand Tugayı, Muntasır Billah Tugayı, Sultan Murat
Tümeni, Fatih Sultan Mehmet Tugayı ve diğerleri.
Kim bunlar? Türkiye’nin yakın çalıştığı örgütlerin başında gelen Ahrar el Şam, Usame bin Ladin’in
Suriye’deki adamı Ebu Halid el Suri gibi El Kaide kadroları tarafından kuruldu.
Bu örgütler, Suriye’de 1970 ve 1980’lerde şiddet eylemleriyle zihinlere kazınmış Müslüman Kardeşler
teşkilâtının Suriye kolu olarak bilinir.
Afrin’e yönelik harekâtta Cinderes ve Seman Dağı cephelerinde terör saldırılarında görev alan Nureddin
Zenki CIA’in ürünü. Fakat o da daha sonra Bin Ladin gibi yaradanına baş kaldırıp, El Kaide’nin Suriye uzantısı
Nusra Cephesi ile birlikte Heyet Tahrir el Şam’ın kuruluşunda yer aldı. [94]
Evet, TSK ve MİT’in koordinasyonuyla Zeytin Dalı Harekâtı’na katılan ya da destek olan çok sayıda
örgüt var…
Kim bunlar mı?.. Lafın kısası Zeytin Dalı’nın gölgesinde yürüyen milis güçleri eski El Kaideciler, selefi
cihatçılar, “ılımlı” Selefîler, siyasal İslâmcılar, ılımlı İslâmcılar, kendilerini hâlâ devrimci diyen ÖSO
kalıntıları, savaş ağaları, fırsatçılar, macera arayanlar, paralı askerler ve MİT’in yönlendirdiği çevrelerden
oluşuyor. Birinin adı şeriatçıya, diğerinin adı gaspçıya çıkmış birbiriyle uyumsuz, dağınık ve başıbozuk bir
koalisyon. [95]
 
Devamı için



Bu yazı 6964 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI