Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
ÖĞRENCİ HAREKETİNİN TOPLUMSAL MÜCADELEDEKİ YERİ VE ROLÜ/ “İYİ DE NASIL” MI?
Tarih: 21-09-2017 13:55:00 Güncelleme: 21-09-2017 14:23:00


Habitat Derneği’nin 18-29 yaş arasındaki gençlerle gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre: Yüzde 81’i tiyatroya gidip bir oyun seyretmiyor/seyredemiyor… Yüzde 81’i sevdiği veya merak ettiği bir konsere gitmiyor/gidemiyor… Yüzde 66’sı kitap veya müzik satın almıyor/alamıyor… Yüzde 55’i zaten “neredeyse hiç” kitap okumuyor… Yüzde 43’ü için sinemaya gitmek söz konusu değil…[21]

Ayrıca 13-16 yaş grubundaki öğrenciler yılda 900 saatlerini okulda, bin 200 saatlerini ise ekran karşısında geçiriyor…[22]

Bir şey daha ‘Çocuk Ergen Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi’ verilerine göre,[23] bağımlılık yaşı 9’a kadar indi…[24]

 

II.2) BİR ŞEYLER DAHA!

 

İşsizlikte 7 yılın en yüksek artışı gerçekleşti. İşsizlik oranı 1.9 puanlık artışla yüzde 12.7’ye çıktı. Her 4 gençten biri işsizler ordusunda yer alıyor.[25]

TÜİK’in açıkladığı işgücü verilerine göre tarım dışı genç işsizlik yüzde 25’e kadar yükseldi. Genç kadınlarda ise bu oran yüzde 33,9’a kadar ulaşıyor.[26]

2016’nın Kasım ayında işsizlik oranı 2015 yılın aynı dönemine göre 1.6 puan artarak yüzde 12.1’e yükseldi. Böylece işsizlerin sayısı aynı dönemde 590 bin kişi artarak 3 milyon 715 bin kişi oldu.

15-24 yaş arası genç işsizliği 3.5 puan birden yükselerek yüzde 22.6’ya ulaşırken, 15-64 yaş grubunda bu oran 1.6 puanlık artış ile 12.3 olarak gerçekleşti.

İşsizlik ve Türkiye’de yaşanan belirsizlikler insanları bunalıma sokuyor.[27] Türkiye’nin çeşitli illerinde her gün cinnet ve intihar olayları yaşanıyor. İnsanlar depresyona giriyor, cinnet geçirip canına kıymak istiyor. Ailesinin geçimini sağlayamayan babalar, işsizlik sorunuyla boğuşan gençler ölmek istiyor.[28]

Kadir Has Üniversitesi’nin ‘Sosyal-Siyasal Eğilimler 2015 Araştırması’ sonuçlarına göre, ekonomik durumun kötüleştiği, geçim sıkıntısı çektiğini söyleyip, bu nedenle mutsuz olanların oranı yüzde 61.4’e çıktı.[29]

‘BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı’nın 21 Mart 2017’de yayınladığı ‘5. Dünya Mutluluk Raporu’na göre, 155 ülke arasında Türkiye dünya mutluluk endeksinde 69. sırada yer alıyor.[30]

Özetin özeti Leonard Cohen’in, betimlediği gibi her şey: “Herkes biliyor, zarlar hileli./ Herkes biliyor, yeminler bozuk./ Herkes biliyor, iyiler kaybetti./ Herkes biliyor, bu dövüş şikeli./ Fakirler hâlâ fakir, zenginler daha zengin./ Herkes biliyor geminin su aldığını./ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini”…

 

III) BU TABLODA GENÇLİK!

 

Bu tabloda kapitalist sistem yaratmış olduğu toplumsal sorunları artık katlanılmaz boyutlara tırmandırıp, gençliğin geleceğini biraz daha karartarak geleceksizleştirirken; kapitalist düzen(sizlik)den hoşnutsuz genç insanların Marksizme her zamankinden daha çok ihtiyaçları olduğu çok açık.

Hatırlanacağı üzere: Dünya burjuvazisinin ‘80 sonrasında başlattığı neo-liberal saldırı dönemi, toplumsal kurtuluş düşüncesinin artık demode olduğu ve her bireyin kendi kurtuluşu için bencil bir kavgaya tutuşmasının teşvik edildiği bir değerler sistemini egemen kılmaya çalıştı. Genç kuşakların kapitalizmi yıkacak isyancı bir dünya görüşüyle donanmalarının ve bu uğurda mücadeleye atılmalarının önünü kesmek amacıyla, burjuva ideolojisi gençliğin toplumu dönüştürme ideallerini berhava etmeye girişti.

Kapitalist düzenin kitle iletişim araçları, kelimenin olumlu anlamında ideallere sahip bir genç olmayı neredeyse bir akıl hastalığına yakalanmış olmak biçiminde sunmaktaydı. Yeni kuşaklara öğütlenen yaşam tarzıysa, yalnızca kendini kurtarmaya endekslenmiş bir felsefeye sahip olarak günübirlik yaşamak ve bunun dışında kafayı insan toplumunun geçmişi ve geleceğiyle ilgili sorunlara takmaksızın yuvarlanıp gitmeyi başarmaktı. Daha sonra başta Sovyetler Birliği’nin ve genelde reel sosyalist ülkeler topluluğunun likidasyonu, sermaye tarafından sosyalizmin ve Marksizmin öldüğünün sık sık ilan edilmesinin bahanesi olarak kullanıldı.

Art arda gelen şoklar biçiminde yaşanan bu ideolojik saldırı dönemi boyunca devrimci bilinç ve örgütlülük alabildiğine geriye kaydı. Aslında kapitalist düzenden hiç de hoşnut olmaması gereken işçilerin ve gençlerin dünyayı kavrayışları bulandı, adeta bir boşluğa düşmüş gibi oldular ve sersemlediler. Ezilen, sömürülen ve baskı altında inletilen işçiler ve emekçi sınıfların gençleri, sermayenin ideolojik bombardımanı nedeniyle bir akıl tutulması ve korkutucu bir bilinç kayması yaşadılar.

Gerçekte içine girilen dönemin sosyalizm mücadelesinden umut kesme ve kapitalizmin parlak bir yükseliş dönemi olarak algılanmasının hiçbir nesnel temeli yoktu. Fakat ne yazık ki, dünyanın içine sürüklendiği yeni koşullar belli bir süre boyunca o şekilde algılandı. İçinde yaşadıkları köhnemiş toplumsal düzenden artık geleceğe dönük umutlarının kalmadığı, fakat geleceği nasıl kuracaklarına ilişkin bilinç ve örgütlülüğün henüz çok zayıf olması nedeniyle de alabildiğine şaşkınlık içinde sağa sola yalpaladıkları bir alaca karanlık kuşağıdır. Böyle bir karanlık dönemin en şiddetli kesitini artık geride bırakıyor olsak da, genel etkisi ve açtığı yaraların izleri hâlâ devam ediyor. Ancak Friedrich Engels’in deyişiyle, bir ilerlemeyle telafi edilmeyen hiçbir büyük tarihsel yıkım yoktur.

Marksistler için açık olan bir gerçek var ki, o da bugün emperyalist-kapitalist sistemin gerçek yüzünü artık gizlenemez biçimde tüm dünyada geniş kitlelere sergilemeye başladığıdır. Bu sistem, milyonlarca insanı içine çektiği açlık, yoksulluk, işsizlik, cehalet, yozlaşma ve zalim emperyalist savaş koşullarıyla tarihin çöp tenekesini boylamayı çoktan hak etmiş bulunuyor.

Artık yeni bir devrimci kabarışın şafağı sökmeye başlıyor. Marksizm, kapitalist düzenin yarattığı haksızlıklara karşı öfkeyle dolan genç insanları mücadeleye çağırıyor.

Marksizm, mücadele bayrağından yoksun bırakılmış bir gencin, bireysel kurtuluş ne kelime, aslında sermayenin emri altındaki bir ücretli köleden başka hiçbir şey olamayacağı açıktır. “Bireysel kurtuluş” ya da “bireyselleşme” vaazları ancak burjuva unsurların ve onların tuzu kuru çocuklarının dünyasında, çarpık da olsa bir anlam ifade edebilir.

O hâlde, Marksizmin artık demode olduğu yalanının tam tersine, bugün kapitalizmle çelişkisi olan tüm gençlerin kendileri olabilmek için “bireyselleşme” palavrasına değil, Marksizmin toplumcu ve devrimci düşüncelerine dört elle sarılmaya ihtiyaçları var.

Burjuva ideolojisinin bilinçli çarpıtmalarının aksine, birey zaten toplumsal bir varlıktır. Yaşamının kimi eylemleri başka insanlarla işbirliği hâlinde gerçekleştirilen bir toplumsal görünüş arz etmediği durumda bile, bireyin varoluşu aslında toplumsal hayatın bir yansımasıdır. Ne var ki insanla insan ve insanla doğa arasındaki harmoniyi bozan sınıflı toplum düzeni ve buradan doğan çelişkileri doruğa tırmandıran kapitalizm altında, sanki bireyin kurtuluşunun toplumsal kurtuluşla çatıştığı yolunda çarpık bir anlayış oluşmuştur.

Oysa Marx’ın belirttiği gibi, komünizm varoluşla öz, özgürlükle zorunluluk, bireyle tür arasındaki çatışmanın gerçek çözümüdür.

Bu tabloda gençliğin konumuna gelince: İki temel sınıfa bölünmüş kapitalist toplumda, gençliğin sınıf mücadelesindeki konumunu tek bir başlık altında toplamaya çalışmak beyhude bir çaba olurdu. Zira gençlik başlı başına sınıfsal bir konum değildir, tüm sınıfları yaş grubu bakımından bölen bir kesitten ibarettir. Kendi sınıfının tarihsel rolünü benimsemeyip bilinçlice reddeden unsurları bir yana bırakacak olursak, her sınıfın genç kuşakları son tahlilde o sınıfın toplumsal koşulları tarafından şartlandırılıp biçimlendirilir.

Kapitalist toplumda gençliğin sınıfsal yapısına ilişkin gerçekler, genel hatlarıyla öğrenci gençlik için de geçerlidir. Ayrıca öğrenci gençliğin ve özellikle üniversite gençliğinin bileşimi ilerleyen yıllar itibarıyla değişmekte ve bu değişimin yansımaları öğrenci hareketinde açıkça hissedilmektedir.

Tüm kapitalist ülkelerde sermayenin işçi sınıfının kazanılmış sosyal haklarına yönelen saldırısı, sosyal fonlardaki kesintiler, işçi sınıfının azalan ücretleri, işsizlik, gün geçtikçe yükseltilen eğitim harçları hesaba katıldığında, günümüzde üniversite gençliğinin sınıfsal yapısının geçmiş yıllara oranla daha bir burjuvalaştığı açıktır. Bu nesnel değişimin öznel cephedeki yansımaları ise, üniversite gençliğinin eylem düzeyinde, yaygınlığında ve eylem biçimlerinde eski dönemlere kıyasla ortaya çıkan gerilemedir. Bu faktörler aslında gençliğin proleter unsurlarıyla burjuva unsurlarının derinleşen ayrışmasını da yansıtıyor. Bu ayrışmanın henüz bu netliğiyle yaşanmadığı geçmiş dönemlerdeki üniversite gençliğinin durumuyla günümüzdeki durumu arasındaki farklılıklar, toplumsal gerçeklikteki değişimin ifadesi olduğu ölçüde doğaldır.

Burjuvazi genelde gençliğin toplumsal konulara ilgi duymasını engellemek maksadıyla, toplumsal duyarlılık, dayanışma, paylaşımcılık gibi duyguları çağdışı ilan eden sistematik bir propaganda faaliyeti yürütüyor. Gençlik, modern diye yutturulmaya çalışılan yoz ve boş bir yaşam tarzının girdabında öğütülüyor. Kapitalizmin işsizliğe mahkûm ettiği binlerce genç, enerjilerini ve umutlarını devrimci bir mücadele içinde değerlendirecek yerde, burjuva medyanın beyin yıkama operasyonunun esiri durumuna düşüp yaşamlarını köreltiyor. Bu nedenle varoşlar, devrimci patlamaların barutunu biriktirdiği kadar, burjuva yaşam tarzına özenip sınıf kimliğini yitiren veya faşizm gibi gerici ve şoven siyasal akımların kitle tabanını da oluşturabilen bir işsiz gençliği barındırıyor.

Öğrenci gençliğin beyni henüz en körpe olduğu dönemlerden başlanarak, bireysel bir varoluş kavgasının çıkmaz sokaklarında heder edilecek tarzda dumura uğratılmak istenmektedir. Çürüyen kapitalist sistemin özellikle yükselttiği sinsi ve sistematik saldırıların bilincine varıp, kendini onurlu bir biçimde var edebilmenin yegâne yolu olan devrimci mücadele yolunu tutmayan gençleri bekleyen akıbet bellidir. Birbirlerine karşı yarıştırıldıkları acımasız bir maratonda ruhsuzlaştırılacak ve böylece aslında kendi benliklerine de tamamen yabancılaşıp, sermayenin emrindeki uysal bir işgücü yığınına dönüştürüleceklerdir.

Burjuva ideolojisinin öğrenci gençliği devrimci fikirlerden ve politik mücadeleden uzaklaştırabilmek amacıyla, onları daha iyi bir eğitim, daha parlak bir kariyer edinme masallarıyla tuzağa düşürme niyetinin ardında yatan çıplak gerçek budur. Gençliğin daha güzel bir gelecek yaratabilmesi için ihtiyaç duyduğu bilimsel dünya görüşü Marksizmi gözden düşürmeye çalışan burjuvazi, genç insanları adeta bir kutsallık hâlesiyle sarılıp sarmalanmış bir “Bilim”le kendi yanına çekmeye çalışmaktadır.

Ücretli köleliğin egemen olduğu bir toplumda bilim asla tarafsız olamaz. Kapitalist sistem, bilimin ve tekniğin tüm kazanımlarını burjuvazinin hizmetine sunmaktadır. Her yeni buluş, emperyalist-kapitalist güçlerin ezilen sınıfları daha sinsi biçimde baskı ve kontrol altına alabilmesi ve emperyalist savaş makinelerinin daha da yetkinleştirilmesi için kullanılıyor. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyada toplumun hizmetine koşulacak olan bilim ve teknoloji, kapitalizm koşullarında egemen burjuvaların esareti altındadır.

Burjuvazi egemenliğini sürdürdüğü sürece de, bilim ve teknik işçi sınıfının ve emekçilerin ezilmesinin aracı olmayı sürdürecektir. Bilimi ve teknolojiyi de kapitalist kâr düzeninin prangalarından kurtaracak olan yegâne tarihsel eylem, ancak ve ancak proleter devrim olabilir. İşçi iktidarı, yani en tam ve engin demokrasi altında bilim ve teknoloji tüm insanlığın çıkarları doğrultusunda özgürce gelişebilecek, egemen proletarya teknik ve entelektüel donanımını her türlü sömürüyü ortadan kaldırmak ve tüm savaşlara son vermek için kullanacaktır.

Kapitalist toplumun varlığını sürdürmesi için çırpınan burjuva ideolojisi, genç insanları avlamak maksadıyla “iyi bir eğitim, iyi bir gelecek!” benzeri sahte mutluluk vaatlerinde bulunmaktadır. Eğitimli gencin kendi bireysel başarısının peşinde koşması hâlinde, toplumda keyif verici bir pozisyona ulaşabileceği öğütleniyor. Oysa kapitalizmin karakterini bilimsel olarak çözümleyen ve teşhir eden Marksizmin göstermiş olduğu gibi, gerçekler bu tür “parlak” vaatlerle hiç mi hiç uyuşmuyor. Genelde gençlik ve özelde öğrenci gençlik içindeki sınıfsal farklılaşmayı asla unutmamak koşuluyla, toplumun genç unsurlarını büyük ölçüde ilgilendiren önemli bir hususu vurgulayalım.

Aslında kapitalizm insanların etkinliğini kendilerine yabancı nesneler durumuna dönüştürür. İnsanlar arasındaki ilişkileri, meta değişimi üzerine kurulu ticari ilişkiler düzeyine indirgeyerek, insanların genel bir yabancılaşmasına yol açar. İnsan kendi emeğine, emeğinin ürününe ve öbür insanlara yabancılaşarak, gerçekte kendi kendine, kendi doğasına yabancılaşır. Ve böylece bir yabancılaşma küresinde yaşamaya mahkûm olur. Kapitalist toplumun ürünü olan bu durum, genelde genç kuşakların öğrencilik dönemlerinde hissettikleri bir gerçekliktir. Ayrıca kapitalist sistemin sergilediği bariz haksızlıklar, genç insanların henüz düzen tarafından köreltilmemiş duygularını harekete geçirir. Bu nedenle öğrenci gençlik genelde kapitalist toplumsal düzene karşı şu ya da bu ölçüde muhalif duygular taşır. Ancak, kapitalizme karşı gerçekten tutarlı, kararlı ve geçici bir hevesten ibaret olmayan devrimci bir tutum alışın, son tahlilde sınıfsal bir temeli vardır.

Kelimenin gerçek anlamında anti-kapitalist bir gençlik hareketinin gelişebilmesi için, bugün sınıfsal ayrımları yansıtan ideolojik farklılıkların üzerinin örtülmesine değil, tam tersine ideolojik bir netleşmeye ihtiyaç var.[31]

Yani “Gençliğin yolunun işçi sınıfının yolu” olduğunun bir kez daha anımsanması, anımsatılması gerekiyor.

 

“İYİ DE NASIL” MI?

 

Bir Bask atasözündeki, “Egizu beti on, ezjakinarren non/ Takdir edilmesen de doğru bildiğini yap,” ısrarla, heyecanla, yüreklilikle, cesaretle, irade ve bilincin kolektif eylemiyle…

Israrsız ve heyecansız bir mücadele mümkün değildir.

Jean Paul Sartre’ın, “Büyünün ta kendisi” diye betimlediği heyecan kalp çarpıntısıdır; ilk kıvılcım, ilk harekettir.

Vücudun adrenalin salgısı arttığında kişinin hissettiği duygular bütünüdür; hesapsız, kitapsızdır.

Kural tanımayan; ezber bozan organik bir katalizördür.

Nuri Bilge Ceylan’ın, “Bütün nehirler azgın çağlayanlar olarak doğar ama hiçbiri coşup köpürerek denize ulaşamaz. Napalım. Hayat böyle,” edilgenliğinin panzehiridir; yani hareket ettirici ve insanı motive edendir.

İnsana, yaşadığını hissettiren yürek(lilik)le doğrudan ilintilidir.

Henry Miller’in, “Yüreğe inanırım, her zaman doğruyu gösterir sonu keder ve umutsuzluk olsa bile” notunu düştüğü bu sözcük her türlü devinim ve arzu için geçerlidir, ama değişmez kalan yüreğin bir sunma nesnesi olmasıdır.

İnsan(lık)a yürek(lilik)in, daima kocaman olanı lazımdır.

Nâzım Hikmet’in, “yüreğin, kadını erkeği yoktur./ bir mert olanı vardır,/ bir de namert olanı” notunu düştüğü yürek(lilik), kalp kelimesinden daha fazlasını anlatır…

Kolay mı? Dayanır yürek, “En dayanmaz” dediklerine bile!

Gözüpeklikte somutlanan yürek(lilik), tehlikeyi korkusuzca karşılayan, hiçbir şeyden korkusu olmayan, yiğit, cesur, cüretkârlığın kaynağıdır; zor bir işi başarmanın “olmazsa olmaz” koşuludur.

Yürek(lilik)le iç içe olan cesaret, korkusuzluk değil; korkuya rağmenliktir; umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.

“Cesaretin İngilizcesi olan ‘courage’ kelimesinin kökü Latince ‘kalp’ anlamına gelen ‘cor’dur. Cesaret esas anlamıyla ‘kalbindeki her şeyi anlatarak aklından geçeni söylemek’ demekti. Zaman içinde değişti ve bugün cesaret daha çok kahramanlıkla eş anlamlı kullanılır oldu. Kahramanlık önemlidir ve kesinlikle kahramanlara ihtiyacımız var.”[32]

Cesaret, hayal kırıklığını da göze almaktır; bizi korkularınızdan daha kuvvetli hâle getiren şeydir.

Umutla beslenir; başa gelebilecek her şeyi göğüsleme gücü; mukavemetini attırır.

Korkmaktan korkmamak;umutlar için emniyeti feda edebilme sanatıdır.

Tabiri caiz ise, cesaret ruhun oksijenidir. Cesaret korkunun yokluğu değildir, başka bir şeyin korkudan daha önemli olduğu bilincidir.

Ernest Hemingway’in, “Tehlikenin üzerine gitmek değil, tehlike karşısında zarif davranabilmektir,” dediği o, bilgiden geliyorsa cesarettir, bilgisizlikten geliyorsa cehalettir.

Ancak “modern zamanlar”da korkaklık, o kadar sıradanlaştı ki, normal davranışlar cesaret oldu.

Evet, evet korkaklık hayatımızın bir parçası oldu; “normal” (denilen!) hayatı yaşamanın da cesarete muhtaç olduğu gibi…

Oysa Friedrich Schiller’in, “Hiç bir şeye cesaret edemeyen, hiçbir şeye ümit beslemeyendir”; Alexander Graham Bell’in, “Cesaretin içinde zekâ, güç ve sihir vardır”; Konfüçyüs’ün, “Doğru olanı görüp de yapmayan, cesaretten yoksundur”; Lucius Annaeus Seneca’nın, “Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık da ölüme götürür”; Fernard Pouillon’un, “Cesaret, kişinin kendisi olmasında, tam bir bağımsızlık sergilemesinde, neyi seviyorsa onu sevmesinde, duygularının derin köklerini keşfetmesinde yatar”; Bernard Shaw’ın,“Cesaret, cesaret, cesaret. İşte, yaşamın kanını kıpkırmızı, capcanlı yapan o”; Carl von Clausewitz’in, “Harp bir tehlike alanıdır; o hâlde cesaret, savaşçının her şeyden önce gelen ilk niteliğidir,” diye tanımladığı cesaret, insan olmanın (ve kalmanın) “olmazsa olmazı”dır.

Dünyada taklit edilemeyen tek şey olan cesaret, korkunun üzerine gitmekten çekinmemektir; korkuya direnmek, korkuya hükmetmektir.

Çünkü iyi ve doğru olmanın yolu cesaretten geçerken; O, gözünü karartmaktır kimi zaman.

Kolay mı? Taraf olmaktır, seçim yapabilmektir cesaret, seçtiğinin bedelini ödemektir. İş bu nedenle de, “Umutsuzluğun yokluğu değil, umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir,” diye tanımlar “cesareti” Rollo May.

Cesareti olmayan esarete mahkûmken; karanlığa adım atabilme dirayeti olan cesaret dürüstlükle ilintilidir. Dürüstlük de kalbinde ne varsa ortaya koyabilmekle bağıntılıdır.

Cesaret aldığın riskken; bazen sadece doğruları söyleyebilmek ve doğru yaşayabilmek için bile gerekir. Yani hiç bir şeyden çekinmeden görüş/davranış bildirme durumu ve iradenin yoldaşıdır O…

Siz sakın ola, “Nihil obscurius voluntate humanum est/ İnsan iradesinden daha müphem şey yoktur,” genellemelerini abartmayın!

O; erdemin, başarının kaynağıdır; güçlü ve özgür olmanın anahtarı olan irade = (eylemin sonucunu) bilmek + istemektir; kendine sahip olmaktır; cazip gelen yerine doğru olanı yapabilme gücüdür.

İnsan(lık)ı tereddütlerden, kararsızlıklardan, istikrarsızlıktan koruyandır. Çünkü irade, bir şeyi düşünebilme veya düşünmeme ya da bir şeyi yapma veya yapmama gücüdür.

Mecbur kalmadan kendine mecbur kılmaktır; bir şeyi istediği hâlde yapmama, ya da istemediği hâlde yapma istencidir.

Kolay mı? İnsan her türlü dışsal etkilere, baskılara, hakaretlere, tahriklere, dışlanmaya, yalnızlığa rağmen doğru bildiğini yapabiliyorsa; onun adıdır irade…

O irade sayesindedir ki İbrahim Kaypakkaya’ya ölümüne işkence yapılmasına karşın ağzından tek kelime alamamışlardır…

İnsan(lık)ın hayatını yönlendirme gücü, yapıp yapmamaya karar verebilme yeteneği ve gücü, kişisel yön çizebilme özelliğidir.

İdeallere ulaşmadaki en temel kavramdır irade, temeldir; insan(lık)ın, başarılarının arkasındaki yapabilme, tercih edebilme yeteneğidir.

Unutmayın: Bir insanda her şeyden önce olması gereken irade(miz) kadar özgürüz.

 

V) UMUTLA, ÜTOPYA İLE

 

Siz bakmayın Friedrich Nietzsche’nin, “Umut en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır,” sözüne!

Öncelikle, “Umut arzu eden bir bellektir,” Honoré de Balzac’ın işaret ettiği gibi…

Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin, ‘Ölüler Evinden Anılar’[33] başlıklı yapıtında, insanlar için ne kadar vazgeçilmez olduğuna dikkat çektiği umut; Jean-Jacques Rousseau’nun ifadesiyle, “Bizi en son terk edecek dosttur”…

İnsanın içini ısıtan, yaşama bağlayan umut, mücadeleye devam etmemizi sağlayan olgulardan; hem de en önemlilerinden birisidir.

Nâzım Hikmet’in, “Umuda bin kurşun sıksa da ölüm, unutma, umuda kurşun işlemez” betimlemesindeki umut, hayata bakış açınıza göre anlam kazanırken; en karanlık anda parlayan bir kıvılcımdır.

Kolay mı? “Umutsuz yaşanmıyor” der Nâzım Hikmet, ‘Büyük İnsanlık’ şiirinde ve ekler: “büyük insanlığın toprağında gölge yok,/ sokağında fener,/ penceresinde cam./ ama umudu var insanlığın; umutsuz yaşanmıyor.”

“ve güneş doğarken hiç umut yok mu?/ umut umut umut,/ umut insanda.”

“insan;/ denizin olmadığı yerde,/ umut adına,/ martı olmalı...”

“bizim kalbimiz hep kırıktır çocuk;/ ama yine de eksik etmeyiz sol cebimizden umudu.”

Gerçekten de Marcel Proust’un, “En büyük korkularımız da, en büyük umutlarımız da gücümüzü aşan şeyler değildirler; zamanla korkularımızı yenebilir, umutlarımızı gerçekleştirebiliriz”; Lev Tolstoy’un, “Umut, uyanık insanın rüyasıdır” notunu düştüğü umut varlığın kendisidir; hayatta kalma nedenidir. “Bitti” denirken yeniden yeşeren, boy veren aşktır umut ve her insan bir umuttur.

Umut insanın özüdür, çünkü gelecektir. Umut varoluşun tüm sıkıntıları karşısında insanın direnişini olanaklı kılan biricik yetisi; şimdi’den kaçıp kurtulmanın anahtarı, gönlün anahtarı: Yapabilmek demek. Umut istencin diğer adı, salt yaşamayı değil, iyi yaşamayı da istemenin adı. Temenni umudun değil umutsuzluğun eşanlamlısı bu yüzden. Temenni çabasız, emeksiz istenç, bir tür hüsn-ü kuruntu, peki ama umut öyle mi, aksine, umut çaba ve emek demek, kötücül olan ne varsa ona karşı ayak diremek, direnmek, ölümü değil yaşamı, kötüyü değil iyiyi, yokluğu değil varlığı seçiyorum demek. Bilincin en bilinçsiz, en ilkel, en insanî hâli, zaten öğretilmiştir, asla sonradan öğrenilmesi gerekmez, çünkü umut, bir bebeğin dünyaya daha ilk adımını atarken savurduğu çığlık demek, sözün özü: Umut demek yaşam demektir.

Albert Einstein’ın, “İnsanların hayata katlanmasının nedenidir; Gabriel García Márquez’in, “Umut karın doyurmaz ama insanı ayakta tutar”; Ursula K. le Guin’in, “Dünyadaki bütün ümit hiç hesaba katılmayan insanlardadır”; Andy Dufresne’nin, “Unutma red, umut iyi bir şeydir, belki de en iyisi. Ve iyi şeyler asla ölmez”; Özdemir Asaf’ın, “Umut, insana umutsuzluklardan daha çok zarar vermiştir,” diye tarif ettikleri umut umutsuzluğunun içindeyken; tüm zamanlarda ihtiyacımız var ona. Çünkü umuttur devam etmemizi, durmamamızı haykıran. Hasılı umuttur yaşatan; dirençli kılan insanı.

Kolay mı? Tüm dünya “Vazgeç” dediğinde umut fısıldar; “Bir kez daha dene…”

Çünkü kimsenin öldüremeyeceği yaşam ışığıdır o… (Tükendiği an -yürüyen!- ölüsünüzdür!)

“Ummak” fiilinden türetilmiş umut durmadan yol alandır; “Tükendi” denilen yerlerde bile çalıveriyor insanın kapısını.

“Asıl önemli olan şey, bir kaçma olanağı, amansız törenin dışına sıçrayış, alabildiğine umut olanakları veren çılgınca bir koşuştu. Tabii, umut, bir yolun dönemecinde, var hızıyla koşarken, birden yetişen bir kurşunla yere serilivermekti,”[34] riskiyle dayatılanın reddedilmesidir umut.

Sihirli bir kelimedir umut. Etrafında kopan fırtınaya, o şiddetli rüzgârlara rağmen sarsılmadan dik durmanı sağlar...

Nefes almak, yaşamak, başlamak olan umut yoksa yokum, yoksun, yokuz…

Kapitalizm koşullarında “umut”un kendisi de sınıfsaldır. Hemen her toplumsal formasyonda olumlu ve olumsal içeriğe sahip umut, sınıflı toplumların karakterinden bağımsız değildir.

Emekçi sınıfların nesnel “umut”u (asgari veya azami) belirli bir refah seviyesine ulaşmaksa bu da ancak kapitalist üretim tarzının dinamiklerinin ve ideolojik motivasyonlarının sonlandırılması ile gerçekleşecektir. Kapital’in III. cildinde “özgürlük dünyası” olarak nitelenen toplumsal koşulun gerçekleşebilmesi için öncelikli olan, (sömürünün ve tahakküm ilişkisinin hüküm sürdüğü) “zorunluluk dünyası”nın ortadan kaldırılmasıdır. Özgürlük dünyası nasıl ki zorunluluk dünyasının olumsuzlanması ise, komünist toplum da kapitalist toplumsal formasyonun olumsuzlanmasıdır.

Umut, “özgürlük dünyası”nı hedeflediği ölçüde bir rüyadan farklı olabilecektir. Umut sözcüğünün sınıflı bir toplumda çok da masum olmadığı açıktır; ancak sınıf mücadelesinin motivasyon kaynaklarından birisine dönüştürüldüğü oranda “umut”un sonuç vereceği aşikârdır.

Çünkü umut hiç bitmeyen bahar mevsimidir. Umut iyi insanların bir arada saf tutmasındadır. Hayal etmektir, güzeli düşünüp onunla yaşamaktır.

Karanlık bir gecede, buğulu cama güneşi çizen umut, akan bir sudur

Dünyanın en güçlü ilacıdır; dokuz canlıdır; hayatın ta kendisi ve temel elementidir.

Umut kesilmez umuttan. Çünkü hayatın ekmeği, suyudur O. Ayrıca umudun suya düştüğü yerde, yüzmeyi bilmek de beyhudedir!

“İhtimal”ler, “belirsizlik” hâlini aldığında insanı ayakta tutan yani tutunabileceğimiz en etkin şeydir.

Umut: Hep vardı. Hep var. Hep var olacaktır. Asla yenilmeyecektir.

İnsan(lık)ı ayakta tutacak ve tutmaya devam edecektir.

Umut, yarının çok güzel olacağını düşünmektir; sudaki yansımanızdır; silahtır; bitmek, tükenmek bilmeyendir.

►Devamı için



Bu yazı 910 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI