Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
Güncelden Tarihsele İsçi Sınıfı(“Şimdi İsyan Zamanıdır!”)
Tarih: 15-12-2017 01:36:00 Güncelleme: 12-12-2017 00:07:00


IV) ŞİMDİ İSYAN ZAMANIDIR!

 

Evet şimdi Oscar Wilde’ın, “Tarih okuyanlar bilir ki, itaatsizlik insana özgü bir erdemdir! Toplumsal ilerleme ancak itaatsizlik ve isyan sayesinde gerçekleşir,” sözünü unutmadan başkaldırı zamanıdır!

Karl Marx, “İleriye doğru atılmış her devrimci adımın/girişimin onlarca devrimci programdan daha önemli olduğunun” altını çizmiş, fikirlerin ancak geniş kitleleri kavradığı zaman maddi bir güce dönüşeceğini çok net biçimde ifade etmişti.

Öncelikle anımsanması/ anımsatılması gereken budur. Ne yapılacaksa, bu doğrultuda atılan adımlarla gerçekleştirilecektir.[140]

Gündemimizi işçi sınıf çizgisinin devrimci teorik derinliği ile dik duran pratik netliğinin bütünlüğü belirleyecektir. Çünkü III. Büyük Bunalım koşullarındaki “YDD” çılgınlığı tablosunda işçilerin emekçilerin ve baskı altındaki halkların mücadelesi yeni bir düzeye sıçramanın eşiğindedir. Küresel zemin bununla çok uyumludur.

Bir kez daha tekrarlayalım: 2013 IMF zirvesinin... 2014’te Birleşmiş Milletler’in... 2015 yılında G-20 Zirvesi’nin ana konusuydu. Şimdi de, dünyanın en zenginleri listesi açıklanınca yeniden ekonominin baş gündemlerin biri oldu: Mevzu gelir eşitsizliği!

ABD’de en fazla geliri olan (egemen sınıfların temsilcileri) yüzde 1 ile... En dipteki (yoksul emekçi sınıfların temsilcileri) yüzde 20’nin... 1980’lerden bu yana gelirlerindeki artış karşılaştırılmış. 1980’de bu üç grubun da geliri “0” seviyesinde varsayılmış ve 2015’te görülmüş ki... En düşük gelirli grubun seviyesi 50’ye çıkmış. En üstte yüzde 1’in gelir seviyesi ise 200’e fırlamış. 

Başka bir araştırma İngiltere için diyor ki... Hane halkının en yoksul yüzde 60’ının ortalama yıllık geliri 1980’den günümüze 50 bin sterlinin altında kalırken... En zengin yüzde 1’inki aynı dönemde 300 binden, 1.5 milyon sterline çıkmış. 

Sadece ABD ve İngiltere’nin değil, bütün dünyanın sorunu bu! Dünyanın en zenginleri listesi açıklandı. 2015 yılı sonu itibarıyla dünya üzerinde 1 bin 810 “milyarder” var. 31’i Türkiye’den.

68 ülkeden bu listeye girenlerin toplam servetleri İngiltere ve Almanya’nın milli gelirinden daha büyük!

‘Bunda ne sorun var?’ diye düşünebilirsiniz! Fakat büyük bir sorun var ve artık duvara dayandı. Şöyle ki... Dünya Ticaret Örgütü’nün verilerine göre ticaret yerinde sayıyor. Kişi başına düşen gelir artmıyor ancak zenginlerin servetleri artmaya devam ediyor.

35 yıldır gözümüzün önünde dönen bir çark var. Düşük ücretli, güvencesiz, örgütsüz bir işgücü yarat! Sonra da bu köle işgücünü örgütlü işçilerin ücretleri üzerinde baskı yaratmak için kullan. Bu çarktan yukarıdakilerin payına, on yılardır, servet üstünü servet düştü! 

İşçilerin payına ise... Düşük ücretler, işsizlik ve bol borçlanma! Bahsettiğimiz bu çark 15 yıldır Türkiye’deki metal sektöründe (tüm sektörlerde olduğu gibi) acımasızca dönüyor. Örneğin 2000 yılından önce... Bursa’daki otomotiv sektörüne ilişkin araştırma yaparken şu sözle sıkça karşılaşmıştık: Renault’ta işçi olmak Almanya’ya gidip işçi olmakla eş değer! Zira o yıllarda ‘gurbetçi işçi olmak’ öykünülen bir şeydi. 

2000’li yıllarda ise hem ücretler düştü. Hem de çalışma koşulları oldukça ağırlaştı. Şimdi ise hepten beter. Robotlar bile işçinin hızına yetişemiyor. Meslek hastalığı sonucu ıskartaya çıkmak sıradanlaştı. Hastalanmak yasak! Hatta sıkıştığında çişe gitmek bile... İşçinin sosyal hayatı bile kalmadı!

Ya ücretler? Kıyaslayarak cevaplayalım: Batı Avrupa’nın otomotiv üretimi yapan çeşitli ülkelerinde, bir işçi yılda 55 ila 75 bin avro arasında ücret alıyor. Türkiye’de ise 2000 yılından önce 15 bin avro civarında ücret alınıyordu. Şimdi ortalama ücretler yalnızca 7 bin avro. Yani aylık 1800 lira.

Otomotiv Sanayicileri Derneği diyor ki: Sektörde 2015 yılında 2014 yılına göre, toplam üretim yüzde 16 arttı. Bu dönemde, toplam üretim rekor kırdı.

Renault Grubu diyor ki: Dünya genelinde 2015 yılında 2 milyar 960 milyon avroluk net kâr elde ettik. Grup otomobil faaliyet kârını yüzde 74.4 artırdı. Türkiye’de de kârlarına kâr kattı. 

Lakin büyük bir sorun var! Türkiye’de enflasyon çift hane. Emekçilerin enflasyonu yüzde 20’lerde. Yani hayat pahalı. Üstelik borç var! Bu koşullarda 1800 liraya köle gibi çalışmak olacak iş değil!

Bursa Kent Meydanı’nda 6 Mart 2016’da eylem yapan TOFAŞ işçileri dedi ki... “Bursa’daki emeğin hak mücadelesi ateşini Renault ve TOFAŞ işçileri yakmaya devam edecektir.”

Patronları Ali Koç ise 2016’nın Ocak’ında yapılan G20’nin emek zirvesinde şöyle demişti: “Gelir adaletsizliği büyüdü. Daha adaletli bir sistem şart oldu.” 

Bu sözleri söylüyor ama yıllık 850 milyon kâr elde ettiği TOFAŞ’ta... Kişi başına aylık 300 TL zam yapıp kârından 24 milyon azalmasına izin vermiyor.[141]

Kolay mı?

Küreselleşme, neo-liberalizm, finansallaşma deyince akla öncelikle gelen ABD ve İngiltere’de, 35 yıldır yukarıdakiler (egemen sınıflar ve temsilcileri), “aşağıdakiler” yokmuş, ya da “yukarıdakileri” memnun etmek için yaşayan ruhsuz bedenlermiş gibi dünyanın keyfini çıkardılar, servetlerine servet kattılar; şimdi panik içindeler. Çünkü aşağıdakiler öfkeli.

Amerika’da 1970’lerden bu yana medyan işçi ücreti hiç artamazken en zengin yüzde 1’in ve binde 1’in gelirleri, sırasıyla yüzde 156 ve yüzde 362 artmış.[142] İngiltere’de en üst yüzde 1’in toplam gelir içindeki payı 1970’lerde yüzde 6 iken 2010’da yüzde 15-16 aralığına yükselmiş. Hane halkının en yoksul yüzde 60’ının ortalama yıllık geliri 1980- 2012 arasında, 50 bin sterlinin altında kalırken, en zengin yüzde 1’inki aynı dönemde 300 binden, 1.5 milyon Sterlin’e çıkmış.[143]

Evet, aşağıdakiler öfkeli![144]

“Yönetilenler artık eskisi gibi yönetilmek istemiyor.” Böyle durumlarda hava isyan kokmaya başlar.

Şimdi havada isyan kokusu ve korkusu var. ‘The Financial Times’, The New York Times’ gazetelerindeki yorumlarda, işçi sınıflarının, seçkinlerin yönetme kapasitesine (egemen sınıfların temsilcilerine) olan güvenlerini kaybettiklerini yazıyordu. İngiltere’de Muhafazakâr Parti’nin eski başkanı W. Hague’un ‘Daily Telegraph’daki uyarısına göre, “Aşırı akımlar iktidardan bir mali kriz uzakta”…

Martin Wolf’a göre yerel işçi sınıfı, göçmenlerin ekonomiye (sermayeye-y.n) yaptıkları katkıdan yararlanamadı, küreselleşmeden de payına daha düşük ücretler, daha yüksek işsizlik düştü

Bu sırada, ‘The Financial Times’da Münchau, “Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinin mali krizlerin oluşmasına katkıda bulunduğunu artık söyleyebiliriz” derken, bir başka yorumda da yazarlar “sermaye hareketlerinin denetlenmesi düşüncesinin artık bir tabu olmadığına” dikkat çekiyordu.

İşçi sınıfı, egemen sınıfların temsilcilerine olan güvenini kaybederken, Wolf, solun da bir seçenek sunamadığına dikkat çekiyor. Wolf’a göre sol, kimlik siyasetini, göçmen haklarına, laiklik ve cinsel tercihlere ilişkin özgürlüklerin genişletilmesi taleplerini benimserken, yerli işçi sınıfının sorunlarına, kaygılarına cevap veremeyerek, yerli işçi sınıfına giderek yabancılaştı; libertarian (sol liberal) entelektüeller de “her iki tarafı da desteklemeye kalktıkları için bugün bu kadar dışlandılar”.

Şimdi, sermaye sınıfının organik entelektüelleri arasında, yerel işçi sınıflarının, “popülist” akımlara yönelmeye başladığına, bir isyan havasının oluştuğuna ilişkin korkular artıyor. Donald Trump ve diğer faşizan partiler güçlenirken, merkez sağ ve sol zayıflıyor. Sosyalist hareketin geleneksel politikaları da sonuç vermiyor. Neo-liberal hegemonyaya da geri dönülemez. Öyleyse...[145]

Evet, yeni bir çatışmalı sıçrama momentine doğru ilerleniyor!

 

IV.1) “BİR HESABI VARDIR BUNUN, SORULUR”

 

Bu ufukta yapılması gerek ilk şey başkaldırıyı sadece pratik planda değil, teori alanını da içeren devrimci praksis olarak algılamak ve uygulamaktır.

Örneğin Jean Baudrillard, “Proletarya sınıf olarak kendini yadsımayı ve böylelikle sınıflı toplumu yıkmayı başaramadı. Bu başarısızlığın nedeni belki de iddia edildiği gibi, proletaryanın bir sınıf olmamasıdır; sadece burjuvazi hakiki bir sınıftı ve dolayısıyla yalnızca burjuvazi kendini yadsıyabiliyordu. Gerçekten de bunu yaptı: burjuvazi ve burjuvaziyle birlikte sermaye, sınıfsız bir toplum doğurdu; ama bunun proletaryanın kendini yadsımasıyla ve devrimin sonucunda ortaya çıkacak sınıfsız toplumla hiçbir ilişkisi yoktu. Proletarya ise yalnızca yok oldu. Sınıf çatışmasıyla aynı anda ortadan kayboldu. Hiç kuşku yok ki sermaye kendi çelişkili mantığı uyarınca gelişmiş olsaydı proletarya tarafından bozguna uğratılmış olurdu. Marx’ın analizi ideal anlamda eksiksiz olmayı sürdürüyor. Ama Marx, bu yaklaşan tehdit karşısında sermayenin bir biçimde trans-politikleşme, yani üretim ilişkilerinin ve politik çelişkilerin ötesinde yörüngeye yerleşme, yüzergezer, esrik ve raslantısal bir biçimde özerkleşme ve böylece dünyayı kendi imgesinde toplama olasılığını öngörmemişti. Sermaye (hâlâ sermaye denebilirse) ekonomi politiği ve değer yasasını çıkmaza soktu: kendi sonundan çıkmayı da bu anlamda başardı. Bundan böyle kendi erekliliklerinin ötesinde ve tamamen göndermesiz bir biçimde işlemektedir. Bu değişimi başlatan olay 1929 krizi oldu kuşkusuz. 1987’deki bunalım aynı sürecin devamıdır olsa olsa,”[146] türünden zırvalara -asla- prim vermeden reddederek sınıf mücadelesine, işçi sınıfına sarılmaktır.

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali, Marksizm de doğduğu tarihten günümüze dek burjuva ideolojisinin çeşitli saldırılarına hedef oldu. Kaba saldırıların başarısız olduğu noktalarda, burjuva ideologlar Marksizme yönelik ataklarını bilimsel görünümlü soslara bulayarak akılları çelmeye çalıştılar. Bu bağlamda dikkat çeken örneklerden biri de, Marksizmin tanımladığı işçi sınıfının kapitalist gelişme neticesinde ortadan kalkmakta olduğu iddiasıydı. Bu tarz fikirler aslında uzun yıllardan bu yana çeşitli kereler yeniymiş gibi piyasaya sürülüp duruldu. Ve her seferinde de -özellikle yenilgi ya da gericilik dönemlerinde- sol kesimlere musallat olan inkârcılık, döneklik, hafıza kaybı gibi olgulardan beslendi.

İşçi sınıfının yok olduğu iddiaları 1980’lerde de André Gorz’un ‘Elveda Proletarya’ başlıklı yapıtı vesilesiyle gündeme getirilmişti. Bu ve benzeri kitaplar bilimsel açıdan bir değer taşımasalar da, işçi sınıfının nesnel ve öznel varlığını inkâr etmeye yönelik sinsi ideolojik kampanyalara temel oluşturdular. Oysa kapitalizmin gerçekleri, Gorz gibilerin iddialarının tam tersine, işçi sınıfının geçirdiği iç değişime rağmen büyümekte olduğunu kanıtlıyordu. Bu nesnel hakikâtın yanı sıra, tarih bize işçi sınıfı hareketindeki gerilemenin de geçici olduğunu öğretmişti. Kısacası, kendi ikircikli sınıfsal tutumları ve entelektüel hoppalıkları nedeniyle aslında işçi sınıfından da, onun devrimci misyonundan da ve disiplininden de hazzetmeyen aydınların “elveda proletarya” diyerek oluşturdukları düşünsel fanteziler koca bir vehimden ibaretti.

Hayatta her şey karşıtıyla vardır. Sermaye ve ücretli-emek de çelişkileri içinde diyalektik bir bütündür. Sermayenin üretimi aynı zamanda ücretli-emeğin de üretimi demektir. İşçi sınıfı olmadan burjuvazi var olamaz. Kapitalizm ilerleyiş çizgisi boyunca kırı çözerek, geçmiş dönemlere özgü emekçileri proleterleştirerek, eski üretim tarzlarını-ilişkilerini tarihe gömerek ve de ulusal sınırları aşıp evrenselleşerek kapitalist bir dünya sistemi yaratmıştır. Kapitalizmin kaçınılmaz küresel gelişimi, modern toplumun iki temel sınıfını oluşturan burjuvazi ve proletaryaya da dünyasal bir karakter kazandırmıştır. Böyle bir dünyada işçi sınıfının gücünü yok saymaya, bu gücü görmezden gelmeye çalışan yaklaşımlar kendilerini beyhude yere kandırmaktadırlar. Gerçekte bugün tüm dünya nüfusu içinde ağırlığını hissettiren sınıf proletaryadır. Bu durum Marksizmin kurucularının daha yıllar öncesinden kapitalizmin genel gelişme eğilimlerini çözümleyerek işaret ettikleri temel gerçeklerden birisidir. Dünya nüfusu giderek daha büyük oranlarda proleterleşmektedir.

İşçi sınıfı gerçeğinin bilimsel olarak iki farklı açıdan ele alınması gerekir. Kendiliğinden sınıf ve kendisi için sınıf olarak ifade edebileceğimiz bu iki farklı pozisyon, kapitalist gelişme süreci boyunca işçi sınıfının oluşup olgunlaşma sürecinin de farklı uğraklarıdır. Birincisi sınıfın nesnel varlığına işaret ederken, ikincisi sınıfın bilinç ve örgütlülük düzeyini dile getiren öznel sınıf konumunu anlatır. Kapitalist gelişme süreci aynı zamanda işçi sınıfının nesnel bir varlık kazanma sürecidir. Bu sürecin giderek daha çok sayıda işçiyi sermayenin sömürüsü altında bir araya getirmesiyle birlikte bir öznel sınıf pozisyonu da gelişmeye başlar. İşçiler arasında kaçınılmaz olarak birleşme ve mücadele etme çabaları filizlenir. İktisadi talepleri çerçevesinde patronlara karşı örgütlenmeye geçen işçiler arasında ilksel sınıf bilincinin kıvılcımları çakar. İşçi sendikalarında birleşen işçiler, sömüren ve sömürülen arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın bilincine varmaya başlarlar.

İşçi sınıfının kapitalizme karşı devrimci bir mücadele yürütebilmesi için bu bilinç ve örgütlülük eşiğinin aşılması zorunludur. Devrimci işçi sınıfı, devrimci siyasal bilinçle donanan ve bu temelde örgütlenen işçilerin oluşturduğu bir toplumsal-siyasal varlıktır. Kapitalizme karşı sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumu, yani sosyalizmi amaçlayan bir mücadeleden söz edebilmek için öncü işçilerin devrimci siyasal bilinç ve örgütlülük düzeyine yükselmiş olmaları gerekir. İşte Marksizmin dünyayı değiştirme bağlamında asıl üzerinde yoğunlaştığı sorunlar da zaten sınıfın bu öznel konumuna ilişkindir.[147]

Unutulmasın: Marksistler işçi sınıfına bakarken sadece kalabalık bir yığın görmezler. Devrimi özel mülkiyetin ve sınıfların ortadan kaldırılmasına kadar ilerletebilecek yegâne devrimci sınıftır işçi sınıfı. İşçi sınıfının gücü tek tek işçilerin güçlü kişiliğe sahip erdemli insanlar olmasından kaynaklanmaz.

İşçi sınıfına birlik olma ve kolektif davranma yeteneğinin zeminini bizzat kapitalizm döşer. Modern sanayi toplumunda üretimin sürdürülmesi için işçilerin organize olması zorunludur. İşçiler organize olmayı ve üretimi kolektif olarak gerçekleştirmeyi öğrenirler. Sınıf temelinde devrimci çalışma yürüten Marksistler, özellikle uzun yıllar boyunca büyük işletmelerde çalışan işçilerin örgütlü davranmaya daha eğilimli olduğunu gözlemlemiştir.

İşçi sınıfının devrimci potansiyeli, örgütlenme yeteneğiyle ve sermaye sınıfıyla çıkarlarının uzlaşmamasıyla da sınırlı değildir. İşçi sınıfının üretimden gelen gücü, sermaye egemenliğine karşı mücadelede kilit bir rol oynar. İşçi sınıfı üretimi durdurma, hatta onu kendi kontrolü altında sürdürebilme potansiyeline sahiptir. Bugüne kadar dünya işçi sınıfı, giriştiği mücadelelerde sermaye sınıfı olmadan da üretimi kendi eline alarak sürdürebileceğini defalarca ispat etmiştir. İşçi sınıfının üretim sürecindeki konumu, zaferle sonuçlanacak bir devrim kavgasının sonunda yeni bir toplumu inşa etmeye girişebileceğini de göstermiştir. Kapitalist toplumda küçük-burjuvazi ayağındaki mülkiyet prangasından ötürü tutarlı ve bağımsız bir devrimci rol oynayamaz. Bu nedenle de tek tutarlı devrimci sınıf, işçi sınıfıdır.[148]

Ve de kapitalizmin derinleşen tarihsel krizinin yarattığı yıkıcı sonuçların tetiklemesiyle, işçi sınıfının öfkesinin büyüdüğü ve bu haklı öfkenin dünyanın çeşitli noktalarında patlamalı isyanlara dönüştüğü yeni bir süreci yaşıyoruz. Bu anlamda işçi hareketindeki gerileme dönemi artık sona erdi. Evet, henüz sınıfın devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyini yükseltmek bakımından dünya genelinde yolun başında bulunuluyor. Ancak nesnel durumdaki değişim, sınıf devrimcilerinin öznel faktörü güçlendirmek üzere azimle atılıma geçmeleri bakımından çok büyük bir önem taşıyor.

Marksizmin temellerinin atıldığı günlerden bugüne uzun yıllar geçti. Tüm bu yıllar boyunca kapitalizm bir dünya sistemi oluşturma doğrultusunda yol aldı ve kaçınılmaz olarak işçi sınıfını da dünya genelinde devasa büyüttü.

İşçi sınıfını yok saymaya, tarih sahnesinden kovmaya veya kimliği belirsiz bir “orta sınıf” tanımlaması içinde eritmek isteyenlere inat, sınıfın kapitalist gelişme ve yeni teknolojiler temelinde değişen yapısı ne proletaryanın büyümesini durdurmuş ne de onun devrimci mücadele potansiyelini ortadan kaldırmıştır. Dünyayı devrimci yönde değiştirme potansiyeline sahip sınıf, tıpkı geçmiş dönemlerde olduğu gibi, yine işçi sınıfıdır. Proletaryanın devrimci mücadele potansiyelinin nesnel bir temeli bulunmakta ve bu da onun kapitalist üretim süreci içindeki konumundan kaynaklanmaktadır. Kapitalizm var oldukça kendi mezar kazıcısını üretmekten, kapitalist sömürü düzenine son verecek sınıfı var etmekten kaçamayacaktır.

Günümüzde ise, kapitalizmin derinleşen tarihsel krizinin yarattığı yıkıcı sonuçların tetiklemesiyle, işçi sınıfının öfkesinin büyüdüğü ve bu haklı öfkenin dünyanın çeşitli noktalarında patlamalı isyanlara dönüştüğü yeni bir süreci yaşıyoruz. Bu anlamda işçi hareketindeki gerileme dönemi artık sona erdi. Evet, henüz sınıfın devrimci bilinç ve örgütlülük düzeyini yükseltmek bakımından dünya genelinde yolun başında bulunuluyor. Ancak nesnel durumdaki değişim, sınıf devrimcilerinin öznel faktörü güçlendirmek üzere azimle atılıma geçmeleri bakımından çok büyük bir önem taşıyor. Bugün işçi sınıfının devrimci misyonunun öneminin kat be kat arttığı, insanlık tarihinin kaderini belirleyecek ölçüde yakıcı bir önem kazandığı aşikârdır. Tarih, insafsız sömürüsüyle, dayanılmaz eşitsizlik ilişkileriyle, kanlı emperyalist savaşlarıyla insanlığı yıkıma sürükleyen kapitalist sömürü düzenini sona erdirmek üzere işçi sınıfını büyük göreve çağırıyor![149]

Böylesi bir eşikte V. İ. Lenin’in, “Eğer işçiler, somut ve güncel politik olaylar ve olgular temelinde diğer toplumsal sınıfların her birini entelektüel, moral ve politik yaşamlarının bütün tezahürleri içinde gözlemlemeyi öğrenmezlerse; nüfusun bütün sınıf, katman ve gruplarının yaşam ve faaliyetlerinin bütün yönlerinin materyalist tahlil ve materyalist değerlendirmesini pratikte uygulamayı öğrenmezlerse, işçi kitlelerinin bilinci gerçek bir sınıf bilinci olmaz. (…) Çünkü işçi sınıfının kendisini tanıması, onun modern toplumun bütün sınıfları arasındaki karşılıklı ilişkilere dair yalnızca teorik düşüncelerle değil, daha doğrusu teorik olmaktan çok, politik yaşamın deneyimleri temelinde edinilmiş düşüncelerle kopmaz biçimde bağlıdır,”[150] uyarısını (ve devrimci praksisini) kulak ardı etmemeli ve Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dizeleri her daim yüksek sesle telaffuz etmeliyiz

“vatan topraksa eğer/ ormansa nehirse madense vatan/ işçiyse köylüyse aydınsa vatan/ yani yapıp yaratmaksa herşeyi yenibaştan/ sevmeyi yenibaştan/ alkışı yenibaştan/ bir hesabı vardır bunun sorulur/ bu hesabı soracaklar bulunur”!

 

25 Mart 2016 17:36:26, Ankara.

 

N O T L A R

[1] 1 Nisan 2016 tarihinde İstanbul Eğitim-Sen 5 Nolu Şube’de düzenlenen etkinlikte yapılan konuşma… SAV, Almanak 2015 Analizleri, SAV Yay., 2016…

[2] Friedrich Wilhelm Nietzsche.

[3] Ellen Meiksins Wood, “İlişki ve Süreç Olarak Sınıf”, Praksis, No:1, Kış 2001, s.92-119.

[4] “Sınırları içinde emek-gücü alım satımının gerçekleştiği dolaşım veya meta mübadelesi alanı, gerçekten de, insanın doğuştan sahip bulunduğu hakların tam bir cennetiydi. Burada tek sözü geçen, özgürlük, eşitlik, mülkiyet ve Bentham’dır. Özgürlük! Çünkü, bir metanın, örneğin emek-gücünün, alıcıları da satıcıları da yalnızca kendi özgür iradelerine bağlıdır. Aralarındaki sözleşmeyi özgür ve hukukça eşit kişiler olarak yaparlar. Sözleşme, içinde iradelerine ortak bir hukuki ifade verdikleri bir sonuçtur. Eşitlik! Çünkü, birbirleriyle yalnızca meta sahipleri olarak ilişki kurarlar ve aralarında eş değerde olan şeyleri değiştirirler. Mülkiyet! Çünkü, her biri yalnızca kendisinin olan şey üzerinde tasarrufta bulunur. Bentham! Çünkü, her ikisi de yalnızca kendi gemisini kurtarmaya çalışır. Bunları bir araya getiren ve aralarında ilişki kuran biricik güç, onların bencillikleri, özel kazançları ve kişisel çıkarlarıdır. Ve böylece, herkes kendi çıkarını kolladığından ve kimse başkaları için bir şey yapmadığından, şeylerin önceden kurulmuş uyumunun sonucu olarak ya da her şeye gücü yeten bir tanrı inayetinin himayesi altında, herkes, yalnızca, onlara karşılıklı avantaj sağlayan, herkes için yararlı, ortak çıkarlara uygun işler yapar.

Bayağı serbest ticaretçinin sermaye ve ücretli emek toplumu hakkındaki yargılarını oluştururken kullandığı görüşleri, kavramları ve ölçeği ödünç aldığı bu basit dolaşım veya meta mübadelesi alanını terk ederken, görüldüğü kadarıyla, dramatis personae’mizin (oyun kişilerimizin) yüzlerinde daha şimdiden bir şeyler değişiyor. Bir zamanların para sahibi, şimdi kapitalist olarak önden gidiyor, emek gücü sahibi de onun işçisi olarak arkasından yürüyor; birinde anlam yüklü bir bıyık altından gülümseme ve iş yapma hevesi, diğerinde, kendi derisini pazara getirip de yüzdürmekten başka bir şey beklemesine imkân olmayan bir kimsenin çekingenlik ve tutukluğu.” (Karl Marx, Kapital, Cilt:1, (Emek-Gücünün Satın Alınması ve Satılması) Yordam Kitap, 7. Baskı, s.177-178.)

[5] “Sınıf mücadelesi teorisi Marx tarafından değil, aksine Marx’tan önce burjuvazi tarafından geliştirilmiştir ve genel anlamda konuşacak olursak, bu teori burjuvazi adına kabul edilebilir bir şeydir. Yalnızca sınıf mücadelesini kabul eden biri henüz Marksist değildir, zira henüz burjuva düşünce dünyasının ve burjuva siyasetinin sınırları dışına çıkmamıştır. Marksizmi sınıf mücadelesi teorisiyle sınırlı tutmak Marksizmin kolunu kanadını kırmak, çarpıtmak, burjuvazi açısından kabul edilebilir bir şey derekesine düşürmektir. O yüzden, ancak sınıf mücadelesinin kabulünü ‘proletarya diktatörlüğünün’ kabulüne kadar ilerleten kişi Marksisttir. Bir Marksist ile sıradan bir küçük burjuva arasındaki en büyük ayrım budur. Marksizmin gerçekten anlaşılıp anlaşılmadığını ya da kabul edilip edilmediğini sınama noktasında mihenktaşı budur.” (V. İ. Lenin, Devlet ve Devrim, Çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 9. Baskı, 1995.)

[6] Terry Eagleton, Marx Neden Haklıydı?, Çev:Oya Köymen, Yordam Kitap., 2011, s.190.

[7] Gencer Çakır, “… ‘Prekarya’ Ne Anlatmaktadır?”, DİSK AR, Yıl:2015, No:4, s.157.

[8] Temel Demirer, “Sanatın Sınıfı veya Sanat Siyasal ve Sınıfsaldır”, İnsancıl, Yıl:26, No:306, Ocak 2016.)

[9] “Sermaye açısından artı-değer olarak beliren şey, işçi açısından kendi ihtiyaçlarını karşılamak için, yani geçimini temin etmek için gereken emeğin ötesinde kalan fazladan emektir. Sermayenin büyük tarihsel rolü, işte bu artı-emeği, sırf kullanım değerleri ve sırf geçim maddelerinin bakış açısından fazlalık olan bu emeği yaratmaktır…

Ne zaman ki, ihtiyaçlar, tüm yönleriyle gelişerek, gerekli olanın ötesindeki fazladan emeği bizzat bireysel ihtiyaçlardan doğan genel toplumsal bir ihtiyaç hâline getirir; ne zaman ki, sermayenin katı disiplini, kuşaklar boyu etkisini sürdürerek, genel çalışkanlığı yeni kuşakların ortak özelliği hâline getirir; ne zaman ki, sermayenin sınırsız zenginlik hırsıyla ancak sermayenin sağlayabileceği koşullarda sürekli kamçıladığı emeğin üretici güçleri, bir yandan, genel zenginliğin elde edilmesi ve korunmasının toplumun daha az emek zamanını gerektireceği, bir yandan da çalışan toplumun zenginliğin giderek artan yeniden üretimine, giderek daha da artan bolluk içindeki yeniden üretimine karşı bilimsel bir tutum takınacağı noktaya varır, dolayısıyla, insanın nesnelere yaptırabileceği şeyleri kendi emeğiyle yapma zorunluluğu sona erer; işte o zaman sermayenin tarihsel misyonu tamamlanmış olur…

Sermaye ile emek arasındaki ilişki, o hâlde, para ile meta arasındaki ilişki gibidir. Para zenginliğin genelleşmiş biçimini, meta ise doğrudan tüketime yönelik içeriğini temsil eder. Ama sermayenin zenginliğin genel biçimi uğruna durmaksızın uğraşması, emeği doğal darlığının sınırları ötesine sürerek, zengin bireyliğin gelişmesi için gereken maddi unsurları yaratır. Zengin bireylik, hem üretiminde ve hem de tüketiminde çok yönlüdür, evrenseldir. Zengin bireyliğin emeği, artık bu nedenle, emek olarak değil, fakat faaliyetin dopdolu gelişmesi olarak görünür. Tarihsel süreç içinde yaratılmış ihtiyaçlar doğal ihtiyaçların yerini aldıkları için, faaliyetin dopdolu gelişmesinde doğal ihtiyaçlar dolaysız biçimleriyle görünmez. Sermaye bu nedenle üretkendir, bu nedenle toplumun üretici güçlerinin gelişiminde zorunlu bir ilişkidir. Sermaye bu niteliğini, ancak sermayenin kendisi üretici güçlerin gelişmesinin önünde bir engel olarak durmaya başladığında kaybeder.” (Karl Marx, Grundrisse, Ekonomi-Politiğin Eleştirisinin Temelleri, Çev: Arif Gelen, Sol Yay., 1999.)

[10] Karl Marx 1844 Felsefe El Yazmaları, Çev: Murat Belge, Birikim Yay., 2014.

[11] “İtiraf etmek gerekir ki, işçimiz, üretim sürecinden, ona girdiği sırada olduğundan farklı bir şekilde çıkar. Piyasada, diğer meta sahiplerinin karşısına, ‘emek gücü’ metasının sahibi olarak çıkmıştı. Meta sahibinin karşısında meta sahibi. Emek gücünü kapitaliste satarken iki taraf arasında yapılan sözleşme, işçinin kendisi üzerinde serbestçe tasarrufta bulunduğunun deyim yerindeyse yazılı kanıtıydı. Alışveriş işlemi tamamlandıktan sonra keşfedilir ki, işçi, ‘başına buyruk kimse’ değildir; emek gücünü satmakta serbest olduğu süre, onu satmak zorunda olduğu süredir; gerçekte, onun kan emicisi, ‘henüz sömürülebilecek bir kas, bir sinir, bir damla kan kaldığı sürece’ kendisini bırakmaz.” (Karl Marx, Kapital, cilt I, Yordam Kitap, Yedinci Basım, s.293.)

[12] Latince “proles” çocuk anlamına gelmektedir. Çocuklarından başka servetleri olmayan yoksulları belirtmek için “proletarii” kullanılmaktadır. (Elif Kanca, Oyunun Antropolojisi, Genesis Yay., 2011, s.47.)

[13] F. Engels, Marx-Engels Eserler, Cilt:4, s.462, Almanca baskı.

[14] Murat Belge, “Bugünkü Ortamda İşçi Sınıfı”, Taraf, 25 Eylül 2011, s.3.

[15] Friedrich Engels, İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1997.

[16] “Ne kadar az yer, içer, kitap okursan; tiyatroya, dansa, meyhaneye ne kadar az gidersen; ne kadar az düşünür, sever, kuram yaratır, şarkı söyler, resim ve eskrim yaparsan, o kadar fazla sermaye biriktirirsin. Hazinen öyle büyür ki ne böcekler ne de toprak onu yok edemez. Ne kadar az kendin olursan, o kadar çoğa sahip olursun; kendi hayatını daha az yaşadıkça, yabancılaşmış hayatını uzaklaşmış varlığını o kadar çok yaşarsın.” (Karl Marx 1844 Felsefe El Yazmaları, Çev: Murat Belge, Birikim Yay., 2014.)

[17] Ergin Yıldızoğlu, “Dünya Ekonomisinde Sınıf Dengeleri Değişecek mi?”, Cumhuriyet, 6 Ekim 2015, s.8.

[18] Karl Marx, Kapital, C:1, çev: Alaatttin Bilgi, Sol Yay., 1997, s.316-322.

[19] Özlem Yüzak, “Modern Köleler...”, Cumhuriyet, 15 Temmuz 2015, s.9.

[20] Erinç Yeldan, “Emek20”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2015, s.9.

[21] Özlem Yüzak, “Eşitsizlik, Adaletsizlik, Terör...”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2015, s.7.

[22] Cem Kılıç, “Kaybedenler Kulübü: Gençler”, Milliyet, 20 Ağustos 2015, s.12.

[23] “Çocuk Hakları Günü’nde Ağır Tablo: Çocuklara Sömürü, Ölüm, Hapis Düşüyor”, Evrensel, 20 Kasım 2015, s.4.

[24] Mustafa Çakır, “Hükümet ILO’yu ‘Boşverdi’…”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2015, s.8.

[25] “Devler Binlerce Kişiyi İşten Çıkarıyor!”, Milliyet, 3 Ekim 2015… http://uzmanpara.milliyet.com.tr/haber-detay/gundem2/devler-binlerce-kisiyi-isten-cikariyor/28000/28451/

[26] ILO’nun, ‘Temel İşgücü Piyasası Göstergeleri’ (KILM) başlıklı çalışmasındaki mevcut verilere göre: i) Dünya genelinde çalışanların yüzde 72’si orta gelirli, yüzde 20’si yüksek gelirli ve yüzde 8’i de düşük gelirli ülkelerde istihdam ediliyor. İi) İmalat sanayinde istihdam edilenlerin sayısı, yüksek gelirli ülkelerde 2000 yılından bu yana 5.2 milyon kişi azalırken; orta gelirli ülkelerde 195 milyon kişi arttı. (Cem Kılıç, “Eğitimli İşsizlerin Sayısı Giderek Artıyor”, Milliyet, 22 Kasım 2015, s.12.)

[27] Cem Kılıç, “150 Milyar Dolarlık Modern Köleler”, Milliyet, 30 Haziran 2015, s.8.

[28] Korkut Boratav, “Batı Siyasetinde Yol Ayrımı mı?”, Birgün, 4 Mart 2016, s.5.

[29] Economic Policy Institute, (EPI) “Raising America’s Pay: Why It’s Our Central Economic Policy Cahllenge”, Eylül. www.epi.org

[30] Erinç Yeldan, “FED’i Beklerken”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2015, s.9.

[31] Erinç Yeldan, “Küresel Kapitalizmin Yüzde 1’i”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2016, s.11.

[32] “Başlama Vuruşuna Kadar 4 Bin İşçi Ölecek”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2013, s.10.

[33] Bülent Falakaoğlu, “Patronlar Çıldırdı”, Evrensel, 7 Aralık 2015, s.5.

[34] Serdar Derventli, “Almanya’nın Köleleri”, Evrensel, 9 Aralık 2014, s.10.

[35] “Almanya Ford da İşçileri Hasta Ediyor!”, Evrensel, 27 Temmuz 2015, s.6.

[36] “ABD’li Petrol İşçileri Güvenli Çalışma İstiyor”, Evrensel, 12 Şubat 2015, s.11.

[37] “Apple-Google Emekçiye Karşı”, Taraf, 26 Ocak 2014, s.3.

[38] Rahmi Yağmur, “Tadı Afrikalı Çocukların Alınterinden mi?”, Gündem, 1 Temmuz 2012, s.5.

[39] Cem Kılıç, “Kadınların Ömrü İşyerinde Geçiyor”, Milliyet, 8 Mart 2016, s.8.

[40] Ergün İşeri, “Özel İstihdam Büroları: İşçiyi Köleleştirme Bürosu”, 17 Mart 2016… http://sendika10.org/2016/03/ozel-istihdam-burolari-isciyi-kolelestirme-burosu-ergun-iseri/

[41] “Bangladeş’te İşçiler Köleliğe İsyan Ediyor”, Evrensel, 25 Eylül 2013, s.11.

[42] “Kamboçya’da Polis Katliam Yaptı”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2014, s.12.

[43] Renault’da 2005 yılında saatte 41 araç üretiliyordu. O zaman Renault, örneğin işçisine bir yılda 100 bin lira veriyorduysa, 100 bin lira da kâr elde ediyordu. Yani 1 işçiye veriyorduysa 1 de kâr elde ediyordu. Sömürü oranı yüzde 100’dü yani...

Sonra patron teknolojiyi geliştirdi. 2005’te saatte 41 araç üretilen Renault’da rakam 63’e çıktı. Kârların işçi maliyetini ikiye katlamaya başladı. 100 işçiye veriyorsa 200 cebe atmaya başladı. Sömürü oranı yüzde 200’e çıktı.

Teknoloji değer yaratmadı sadece aynı işçinin daha çok üretmesinin önünü açtı. Sonra teknolojiyi değiştirmeden, adına ‘verimlilik’ denilen yöntemle sömürüyü artırdı Renault. İki yıl önce bir UET’de (üretim birimi) 36 işçi çalışırken şimdi bu rakam 19.

İşçi sayısı düşerken üretilen araba sayısı düşmedi. İşçinin ortalama saat ücreti 8.1 lira olsa... Eskiden bir saate 36 işçiye 292 lira (36x8.1) ödemesi gerekirken şimdi ödediği para sadece 153 lira (19x8.1). Neredeyse yarı yarıya.

Aynı teknoloji ile aynı sayıda araç üretilmeye devam edildiğine göre sömürü neredeyse iki kat artmış demektir. Şimdi patron 100 işçiye veriyorsa, 280 cebe indiriyor. Teknoloji sayesinde değil bu kâr! Muazzam bir canlı emek sömürüsüyle... (Bülent Falakaoğlu, “Metal Direnişinde Das Kapital’i Okumak -2”, Evrensel, 8 Haziran 2015, s.5.)

[44] “Asgari Ücrette Utanç Tablosu”, Birgün, 8 Ekim 2015, s.5.

[45] Şükrü Karaman, “Fazla Mesaide Rekor”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2015, s.16.

[46] Cem Kılıç, “Kadınların Ömrü İşyerinde Geçiyor”, Milliyet, 8 Mart 2016, s.8.

[47] Serkan Öngel, “Kâbuslar Çoğalırken Kiralık İşçilik”, Birgün, 12 Şubat 2016, s.4.

[48] Pelin Ünker, “Kanlı Kâr”, Cumhuriyet, 21 Mart 2016, s.6.

[49] Erdal Sağlam, “Soma’yı Yaratan Anlayışla Ekonomi Tuzaktan Çıkamaz”, Hürriyet, 14 Mayıs 2015, s.19.

[50] Özlem Yüzak, “BM’den Ürküten Rapor: Eşitsizlik Artıyor”, Cumhuriyet, 10 Şubat 2016, s.8.

[51] Oysa bu oran OECD ülkelerinde yüzde 17, AB’de ise 23 seviyesinde. İşçi sendikalarında üyelik oranı bu denli düşük, dipte iken memur sendikalarında üyelik oranı yüzde 70’ler gibi yüksek düzeyde. Her 4 memurdan 3’ü sendika üyesidir. Memur sendikacılığındaki bu yüksek oranda, sendikalı memura ödenen toplu iş sözleşmesi yardımı önemli rol oynamaktadır. (Şükrü Karaman, “Dipteki Sendikalaşma”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2015, s.16.)

[52] Geçerken V. İ. Lenin’in, “İşçiler daha yüksek ücret için greve çıkarlarsa sendikacılık yapıyorlardır. Yahudilerin dövülmesine karşı greve çıktıklarında ise gerçek sosyalisttirler,” uyarısını anımsatayım.

[53] “İster devletçi refleksin gönüllü eylemi olsun, ister bir tür rehine olmanın bedeli olsun, ister faydacı yaklaşımla gündeme getirilmiş olsun, bu açıklama ile fabrikalarda patronun sopası olan Türk-İş bütün topluma karşı devletin sopası olma rolüne soyunmuştur.” (Zafer Aydın, “Kendilerini Sendikacı Sanan ‘Zavallılar’…”, Birgün, 24 Ocak 2016, s.9.)

[54] Mustafa Çakır, “166 Sendikadan 111’i Barajı Aşamadı”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2016, s.8.

[55] “Emekçinin Değeri Yok”, Milliyet, 2 Eylül 2015, s.3.

[56] Soma’da 13 Mayıs 2014’de meydana gelen faciaya ilişkin açılan davada tanıklardan şalterci olarak çalışan Ramazan Akkoç, dinlendi. “Bize daha önce madende tehlike anında neler yapmamız gerektiğini söyleyen olmadı,” diyen Akkoç’a sanık avukatlarından Yusuf Koçyiğit’in soru sorarken “sen” diye hitap etmesine mağdur ailelerin avukatlarından ÇHD Genel başkanı Selçuk Kozağaçlı, tepki gösterip, “Patrona ‘siz’, işçiye ‘sen’ mi oluyor?” dedi. Bu sırada mağdur ve sanık avukatları arasında sözlü tartışma yaşandı! (“İşçiye Sen, Patrona Siz Hitabı Tartışması”, Milliyet, 16 Ekim 2015, s.14.)

[57] “Yusuf Yerkel’in Tekmelediği Madenciye 10 Ay Hapis Cezası!”, Birgün, 14 Mart 2016, s.4.

[58] “Müdür Asansör Cinayetini İtiraf Etti”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2014, s.3.

[59] Elçin Yıldıral, “Ölen İşçi Suçlandı, Patron İse Aklandı”, Birgün, 29 Mayıs 2015, s.5.

[60] “5 İşçi Öldü, Suçlu Buhar Kazanı Oldu”, Milliyet, 18 Nisan 2015, s.4.

[61] Çiğdem Toker, “Torunlar’dan 5 Milyon TL Bağış Kararı”, Cumhuriyet, 7 Eylül 2015, s.10.

[62] Muzaffer Özkurt, “Mako’da Dini İstismar: Ayet ve Hadisle Direniş Kırıldı”, Evrensel, 1 Temmuz 2015, s.6.

[63] Anıl Yurdakul, “Suriyeli İşçileri Köle Yaptılar!”, Birgün, 5 Kasım 2015, s.4.

[64] Pınar Öğünç, “Fakirlik Sinir Hastası Yapar mı? Beni Yaptı”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2015, s.6.

[65] Pınar Öğünç, “Anadilim Kürtçe, Ne Yapayım?”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2015, s.6.

[66] Pınar Öğünç, “Benim Fındığım Var Onların Yok, O Kadar”, Cumhuriyet, 20 Ağustos 2015, s.6.

[67] Pınar Öğünç, “10 Seneye Benim Gibi İşçi Olacak Bu da”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2015, s.6.

[68] Erhan Acar, “İşçiden Köle Nasıl Yaratılır?”, Gündem, 2 Mart 2016, s.4.

[69] Taşeron işçi uygulaması AKP’nin iktidar olduğu 12 yılda 4 kat artarak 1.5 milyona ulaştı. Resmi verilere göre 2014 yılının sonunda, Türkiye genelinde çalışan taşeron işçi sayısı 1 milyon 482 bin. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında taşeron sayısı 387 bindi. 12,5 yıllık süreçte bu sayı yaklaşık 4 kat arttı. Taşeron işçilerin yüzde 20’den fazlası yani 330 bini İstanbul’da çalışıyor. Ankara’da 150 bin, İzmir’de ise 76 bin taşeron işçi vardı. Taşeron firmalar, daha çok kâr elde edebilmek için örneğin 10 işçi ile yapılması gereken işi 7 işçi ile yapıyor. Birçok kurumda işçiler 8 saatten fazla çalıştırılıyor. Kimi zaman haftalık izin kullandırılmıyor. Mesai ücreti ödenmiyor. Yer yer maaşlar bile verilmiyor. (Mehmet Akyol, “Hormonlu Büyüme Vahşi Sömürü”, Gündem, 28 Ekim 2015, s.4.)

[70] Mehmet Akyol, “AKP’li Yıllarda Emek ve Ekonomi: Emek Sömürüsü İçin Yasal Değişiklikler”, Gündem, 29 Ekim 2015, s.4.

[71] “Çocuk İşçi Sömürüsü Artıyor”, Evrensel, 15 Aralık 2015, s.3.

[72] “Ölüm, İşkence, Cezaevi, İşçilik...”, Gündem, 20 Kasım 2015, s.4.

[73] “Çocuk Hakları Günü’nde Ağır Tablo: Çocuklara Sömürü, Ölüm, Hapis Düşüyor”, Evrensel, 20 Kasım 2015, s.4.

[74] Orhan Özkaya, “Çocuk İşçi Ayıbımız!”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2015, s.14.

[75] Şehriban Kıraç, “Suriyeli Minik Ellerden Dünya Devlerine Üretim”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2016, s.9.

[76] “Köle Düzeni”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2015, s.7.

[77] “Bu Markaları Türkiye’de Çocuk İşçiler Üretiyor!”, Evrensel, 2 Şubat 2016, s.11.

[78] Aslı Aydın, “Dr. Denizcan Kutlu: AKP Çalışma Yaşamını Muhafazakârlaştırıyor”, Birgün, 1 Şubat 2016, s.11.

[79] “Ücrette Kadınlara Negatif Ayrımcılık!”, Milliyet, 8 Mart 2016, s.8.

[80] İnşaatlar sektörü AKP Hükümeti döneminde hızla büyürken, şantiyeler de işçi öğütme merkezleri hâline geldi. Kentsel dönüşüm projeleri hayata geçirilip ardı ardına toplu konutlar, AVM’ler, rezidanslar ve villalar dikilirken, artan taşeronlaştırma, kuralsızlık ve denetimsizlik nedeniyle inşaat sektörü iş cinayetlerinde birinci sıradaki yerini perçinledi.

Bu durum İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporlarına da yansıdı. Meclisin raporuna göre 2013 yılında en az 1235 iş cinayeti yaşandı ve bu ölümlerin 294’ü inşaat sektöründeydi. 2014 yılının ilk dört ayında ise 396 işçi can verdi. 108’i inşaat sektöründendi.

Raporlara göre AKP Hükümetleri döneminde iş cinayetlerinde can veren 14 bine yakın işçinin ağırlıklı kısmını yine inşaat işçileri oluşturuyor. Kayıtdışılığın hâkim olduğu inşaatlarda yaşanan iş cinayetlerinin resmi rakamların kat kat üzerinde olduğu belirtiliyor.

Bu sektörde çok tartışılan ölümler de şunlardı:

i) Üniversitede okuyan ablasının eğitimi için lise eğitimini yarıda bırakıp inşaata çalışmaya giden 16 yaşındaki Yılmaz İdareci 6 gün önce çalıştığı inşaatın sekizinci katından düşerek feci şekilde can verdi.

ii) 29 Mart 2012 yılında Esenyurt’ta Güzelyurt Mahallesi 6. Cadde üzerindeki Marmara Park alışveriş merkezinin inşaat şantiyesinde, gece 21.10 sıralarında yaklaşık 200 işçinin yatakhane olarak kullandığı çadırlardan 3’ünde meydana gelen yangında 11 işçi yanarak ve dumandan zehirlenerek hayatını kaybetti, 4 işçi de yaralandı.

iii) İstanbul’da ‘Yavuz Sultan Selim’ adı verilen 3. köprünün Beykoz Çavuşbaşı mevkii bağlantı yolu çalışmaları kapsamında inşası süren viyadükte akşam beton dökülürken kalıp açıldı ve göçük yaşandı. Beton kalıpların üzerinde çalışan 5 işçiden 3’ü aşağı düşerek hayatını kaybetti. (Vedat Yalvaç, “Türkiye’nin Gizli Soma’sı”, Evrensel, 29 Mayıs 2014, s.5.)

[81] “2015’in İş Cinayeti Bilançosu: 1730 Can”, Cumhuriyet, 7 Ocak 2016, s.8.

[82] “1 Yılda 1730 İş Cinayeti!”, Birgün, 6 Ocak 2016, s.4.

[83] “6 Saatte Bir İşçi Ölüyor”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2016, s.9.

[84] Gamze Yücesan Özdemir, “AKP’nin İstikrarı Emeğin Sefaletidir”, Birgün Pazar, Yıl:12, No:466, 14 Şubat 2016, s.4-5

[85] Şükran Soner, “Demokrasilerde İşçi Hakları da Vardır...”, Cumhuriyet, 5 Mart 2016, s.9.

[86] Mustafa Çakır, “553 Milyon Lira Uçtu”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2015, s.8.

[87] “İşsizlik Fonunda Yağma”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2015, s.8.

[88] Tamer Arda Erşin, “… ‘Koç’ Gibi Vergi Kıyağı…”, Evrensel, 23 Haziran 2015, s.5.

[89] Mustafa Çakır, “AKP ‘Köle Pazarı’nı Yasalaştırıyor”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2016, s.8.

[90] Erinç Yeldan, “… ‘Yeni’ Türkiye’de Ekonomik Şiddet: Kiralık İşçilik”, Cumhuriyet, 16 Mart 2016, s.7.

[91] Sebahat Karakoyun, “Kölelik Tasarısı Komisyondan Geçti”, Birgün, 25 Şubat 2016, s.4.

[92] Mustafa Çakır, “İşçi İşsizlik Fonundan Yararlanamayacak”, Cumhuriyet, 18 Mart 2016, s.8.

[93] Mustafa Durmuş, “12 Eylül 1980 Darbesinin Ekonomi Politiği”, http://sbfder.org/ayinKonugu008.asp in. T. 14.09.2015

[94] Fatih Yar, Türkiye’de Gelir Dağılımı ve Yoksulluk Global Politika ve Strateji Analiz 2, 2015.

[95] http://www.guvenlicalisma.org/index.php?option=com_content&view=article&id=15416:ulkemizde

[96] Murat Özveri, “Kaos Var, Kardeş Kanı Akıyor, Sırası mı İşçi Hakkının”, Evrensel, 16 Eylül 2015, s.6.

[97] “İşçilerin kendi aralarındaki ilk birleşme çabaları, her zaman dayanışmalar biçiminde olur. Büyük sanayi, birbirlerini tanımayan insan kalabalıklarını bir yerde yoğunlaştırır. Rekabet, bunların çıkarlarını böler. Ama ücretlerin korunması, patronlarına karşı sahip oldukları bu ortak çıkar, onları ortak bir direnme düşüncesinde birleştirir dayanışma. Demek ki, dayanışmanın her zaman ikili bir amacı vardır, işçiler arasındaki rekabeti durdurmak; ki böylelikle, kapitalistlerle olan genel rekabetlerini sürdürebilsinler.

Direnmenin ilk amacı, yalnızca ücretleri korumaktan ibaretse de, ilk önceleri birbirlerinden kopuk olan dayanışmalar, kapitalistler de kendi paylarına bunları bastırma amacıyla birleştikçe, kendilerini gruplar biçiminde oluştururlar ve her zaman birlik olan sermaye karşısında birliğin korunması, ücretlerin korunmasından daha gerekli hâle gelir. Bu o denli doğrudur ki, işçilerin birlik uğruna ücretlerinin büyük bir kısmını feda etmeleri karşısında İngiliz iktisatçılar şaşırıp kalmaktadırlar, çünkü bu iktisatçıların gözünde, bu birlikler yalnızca ücretler için kurulmuşlardır. Bu savaşımda -gerçek bir iç savaş- yaklaşmakta olan bir savaş için gerekli bütün öğeler birleşir ve gelişirler. Savaşımda bir kez bu noktaya ulaştı mı, birlik, politik bir nitelik alır.

Ekonomik koşullar ülkenin halk yığınlarını ilkin işçi hâline getirir. Sermayenin dayanışması, bu yığın için ortak bir durum, ortak çıkarlar yaratmıştır. Bu yığın, böylece, daha şimdiden sermaye karşısında bir sınıftır, ama henüz kendisi için değil. Ancak birkaç evresini belirtmiş bulunduğumuz bu savaşım içinde bu yığın birleşir ve kendisini kendisi için bir sınıf olarak oluşturur. Savunduğu çıkarlar, sınıf çıkarları olur. Ama sınıfın sınıfa karşı savaşımı, politik bir savaşımdır.” (Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev:Ahmet Kardam, Sol Yay., 7. Baskı, 2011.)

[98] “Devrimci bir partinin ancak devrimci sınıfın hareketine fiilen rehberlik ettiği zaman adına layık olabileceğini akıldan çıkarmamak gerek,” der V.İ. Lenin.

[99] Levent Toprak, “Neden İşçi Sınıfı?”, Marksist Tutum Dergisi, No.1, Nisan 2005… http://marksist.net/MT/Neden_Isci_Sinifi.htm

[100] Karl Marx, Kapital, Cilt:3, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1978, s.241-242.

[101] Mustafa Sönmez, “Belirsizlikler Dünyası…”, Birgün, 14 Temmuz 2015, s.5.

[102] Ergin Yıldızoğlu, “Fırtına Geçti mi?”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2015, s.9.

[103] Ergin Yıldızoğlu, “Çok Büyük Çok Kırılgan”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2015, s.9.

[104] Robert Gordon, Princeton University Pres, Ocak 2016

[105] Ahmet İnsel, “Yüzyılda Bir Olan Durgunluk Dönemi”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2016, s.11.

[106] Osman Ulagay, “Küresel Resesyon Riski Arttı”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2015, s.8.

[107] Ergin Yıldızoğlu, “Bir Yılan Hikâyesi…”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2015, s.9.

[108] Ergin Yıldızoğlu, “Gelecek Büyük Çatışma”, Cumhuriyet, 7 Eylül 2015, s.11.

[109] Ergin Yıldızoğlu, “Çöküyor, Çöküş Giderek Hızlanıyor”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2015, s.8.

[110] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Kapitalizm Bu Krizden Çıkamaz (II)”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2015, s.8.

[111] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Öngörülemez İstikrarsızlıkların’ Zamanı”, Birgün Pazar, Yıl:12, No:466, 14 Şubat 2016, s.2-3.

[112] Murat Çakır, “Krizden Somut Kazanımlara”, Gündem, 20 Haziran 2015, s.13.

[113] Ergin Yıldızoğlu, “Bu ‘Kriz’, Aslında Neyin Krizi?”, Cumhuriyet, 14 Mart 2016, s.9.

[114] Allister Heath, The Daily Telegraph, 10 Şubat 2016.

[115] Ergin Yıldızoğlu, “Uçurumun Kenarından Notlar...”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2016, s.9.

[116] Ergin Yıldızoğlu, “‘… Katı Olan Her Şey…’ 60 Milyon Can”, Cumhuriyet, 3 Eylül 2015, s.8.

[117] “Ortadoğu’da Silah İthalatı Patladı”, Milliyet 23 Şubat 2016, s.16.

[118] “Global Firepower Index: Dünyanın En Güçlü Orduları”, Milliyet, 27 Kasım 2015… http://www.milliyet.com.tr/fotogaleri/53669--dunyanin-en-guclu-35-ordusu

[119] Ergin Yıldızoğlu, “Büyük Resmin Parçaları Yerine Oturuyor”, Cumhuriyet, 25 Şubat 2016, s.9.

[120] Güray Öz, “Kapitalizmin Büyük Krizi”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2015, s.6.

[121] Oxfam, zenginlerin artan servetine ve gelir dağılımı eşitsizliğine dikkat çektiği raporda, “Herkesin refahı için işleyecek bir ekonomi yerine, gelecek kuşaklar ve gezegen için, yalnızca yüzde 1’lik kesim için bir ekonomi oluşturduk” ifadelerini kullandı. Oxfam Avustralya Başkanı Szoke ise, Al Jazeera’ye yaptığı açıklamada, offshore bankacılık yapılan ülkeler üzerinden zengin kişi veya şirketlerin vergi kaçırmaları sayesinde servetlerine servet kattıklarına dikkat çekiyor.

Büyük burjuvaların çeşitli yollarla kaçırdıkları verginin tutarı 190 miyar dolara ulaşıyor. Tabii Szoke, bu gerçekleri ortaya koyarken “servetin ‘uygun bir şekilde’ paylaşılması için gerekli mekanizmaların kurulması gerektiğini” ifade ediyor. Kapitalizme son vermeden bu paylaşımın nasıl olacağını ise açıklamıyor.

Vergi cennetleri olarak adlandırılan ülkelerdeki offshore bankalarda biriken servetin miktarı 7.6 trilyon dolara ulaştı. Raporda vergi cenneti ülkelerdeki offshore bankacılığın bu eşitsizliğin artmasındaki rolüne de dikkat çekiliyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun stratejik ortaklarının da aralarında bulunduğu 200 şirketi inceleyen Oxfam, bu şirketlerin 10’da 9’unun bu vergi cennetlerinde varlıklarının bulunduğunu tespit etti.

[122] “Zenginler ve Yoksullar Arasındaki Uçurum Büyüyor”… http://uidder.org/zenginler_ve_yoksullar_arasindaki_ucurum_buyuyor.htm

[123] Deniz Bağrıaçık, “Aç Kalmasın Çocuklar”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2015, s.16.

[124] Deniz Moralı, “Kapitalizmin Kıyamet Alâmetleri”, 2 Şubat 2016… http://marksist.net/den…/kapitalizmin-kiyamet-alametleri.htm

[125] Ergin Yıldızoğlu, “Kriz Ama, Herkes İçin Değil!”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2015, s.9.

[126] İsmail Kılınç, “Dünya’da Gıda Kaybı ve Savurganlığı: Çöpe Atılan Gıdalar”, 7 Aralık 2015… http://sendika7.org/2015/12/dunyada-gida-kaybi-ve-savurganligi-cope-atilan-gidalar-ismail-kilic/

[127] “Fakir Semt Obez Ediyor”, Milliyet, 12 Mayıs 2015, s.7.

[128] “Facebook’tan 1.5 Milyar Dolar Kâr”, Milliyet, 29 Ocak 2016, s.12.

[129] “Zenginliğin Sırrı Mühendislikte”, Milliyet, 27 Mart 2015, s.7.

[130] “Milyarderlerin Listesi Kabardı”, Milliyet 26 Şubat 2016, s.9.

[131] Koray Çalışkan, “Adam Smith Sosyalist Olurdu”, Radikal, 3 Ağustos 2012, s.11.

[132] Hayri Kozanoğlu, “Vurun Kapitalizme!”, Birgün, 24 Kasım 2015, s.5.

[133] Murat Birdal, “Kapitalizm Vicdan Meselesi Değildir”, Evrensel, 20 Kasım 2015, s.5.

[134] Gila Benmayor, “Ali Koç Haklı, Sorun Kapitalizmde”, Hürriyet, 17 Kasım 2015, s.10.

[135] Işıl Özgentürk, “Kapitalizm Kâğıttan Kaplan Değildir!”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2015, s.14.

[136] Cumhuriyet, 14 Kasım 2015.

[137] Cansu Çamlıbel, “Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç: Devletle Kavga Etmeyiz 90 Yıllık İtibarımızı Çiğnetmeyiz”, Hürriyet, 2 Mart 2014, s.16-17.

[138] Bülent Falakaoğlu, “Metal Hocanın Siyaset Derslerini Kaçırma”, Evrensel, 29 Haziran 2015, s.5.

[139] Nuray Sancar, “Divan Ne Yana Düşer Usta, 1 Mayıs Ne Yana”, Evrensel, 29 Nisan 2015, s.2.

[140] “Bugün dünyanın durumu bugünkü dünyaya almaşık politik, ideolojik ve stratejik düzeyde yeniden bir inşayı gerektiriyor. Acele etmek gerek. Çünkü özgür kalmış, karşılığı, almaşığı olmayan kapitalizm savaşı getirir. Bir şekilde, komünizm bugün Phedre (Phedre Jean Racine’in beş bölümlük bir trajesidir. 1677 yılında yazmıştır. Esas başlığı Phedre ve Hippolyte’dir.) aşkı gibi incelenir. Yaşlı Thésée sevimli bir kişi değildir. Phedre’in onunla mutlu olmak gibi iyi nedenleri yoktur. Hippolyte ile tanışır ama aşkı suçlulukla cezalandırılır. Bugünde komünizm genel bir suçlulukla cezalandırılır. Hemen hemen bir suçla özdeşleştirilir. Egemen içsel yasasında dünya komünizmi sona ermiş, köhne, kullanımdan düşmüş bir şey olarak ele alır ve ikinci olarak da, kanıtlanmış bir şey olarak ele alır yani kaynakları kolektif hâle getirmiş her girişim, şeylerin ortak kullanımı, her düzeyde özel mülkiyetin zincirinden kopmuş yasası olmayan girişim kan ve suçla sonuçlanır. Ben aksini destekliyorum. Gerçek sosyalizmin bir bilançosunun yapılması gerekir. Bir şeylerin iyi gitmediği ciddi ve önemli şekilde saptandı. Ama komünist varsayımın terk edilmesi, başka bir dünya düzeni düşüncesinin terk edilmesinin önemli sonuçları olmuştur. İşte bu sonuçlar bugün tehlikelidir ve suç belirtileri taşımaktadır. Komünizm çöktü ama onun yerine gelen istikrarsız, tehdit edici, suç belirtileri taşıyan bir dünyadır ve bu dünyada insanlığın büyük bir kısmı yok sayılmaktadır. Durum böyle.

Önemli olarak, komünizmin yeniden icat edilmesi gerçek modern bir demokrasinin de icat edilmesi olması konusunda inançlıyım. Ama yine de esaslara dönmek gerekir. Eğer özel mülkiyete ciddi kısıtlamalar getirilmezse bir şeye sahip olamayacağımızı bilmemiz gerekir. Özel mülkiyeti sessize almak ve demokrasinin gerçekleşmesini öne çıkarmak iktidara gelindiğinde önemli sıkıntılar yaratır. Bu açıdan SYRIZA örneği bizi aydınlatabilir. Yunanlıları sıkıntıya sokmak için söylemiyorum. Çok öğreticidir, çünkü sonuçta, iktidarın gerçeklerinin iktidarın gerçekleri olduğunu gösterir ve eğer bunlara temelinde dokunmazsanız çok sınırlı bir manevra alanıyla karşı karşıya kalacaksınız demektir. Kurtuluş döneminde CNR’in (15 Mart 1944 yılında Fransa’da Direniş Ulusal Konseyi tarafından kabul edilen Direniş Ulusal Konseyi programı. İki bölüm içerir: Birinci bölüm tasfiye ile ilgili önlemleri, ikinci bölüm ise uzun vadeli programları (seçme ve seçilme haklarının yeniden oluşturulması, millileştirme, sağlık sigortası gibi) içerir. Çok reformist olan ve özlemle anılan bir başvuru programı olarak gösterilen toplumsal programı bile önemli millileştirmeler ve Fransız ekonomisinin ve bankaların önemli ölçüde kolektif olarak ele geçirilmesini içermekteydi. Bugün kimse bu tür şeyler önermiyor. Mitterand’ın denemeleri acı anılar bıraktı çünkü geri çekilme çok hızlı şekilde gerçekleşti. Dünyanın bugünkü dağılımının, düzeninin liberal bir dünya olduğunu görmemiz gerekir diye düşünüyorum. Eğer bunlara dokunmazsanız, sonuçta, dünya görüşünüzü gerçek bir almaşık dünyaya kalıcı şekilde dönüştüremezsiniz.” (Alain Badiou, “Dünyadaki Mevcut Durum, Gerçek Bir Alternatif Yeniden İnşaayı Zorunlu Kılıyor”, 18 Mart 2016… http://sendika10.org/2016/03/alain-badiou-dunyadaki-mevcut-durum-gercek-bir-alternatif-yeniden-insaayi-zorunlu-kiliyor/)

[141] Bülent Falakaoğlu, “Dünyanın Sorununa Çare Drogba Değil, Metal!”, Evrensel, 7 Mart 2016, s.5.

[142] HarvardGazette, Şubat 2016.

[143] Good Society, Mayıs 2015.

[144] Ergin Yıldızoğlu, “Yukarı Katta Panik”, Cumhuriyet, 3 Mart 2016, s.9.

[145] Ergin Yıldızoğlu, “Havada İsyan Kokusu...”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2016, s.9.

[146] Jean Baudrillard aktaran: https://ismailhakkialtuntas.com/2014/08/19/orji-bitti-simdi-ne-yapacagiz/

[147] Elif Çağlı, “İşçi Sınıfına Selam!”, Marksist Tutum Dergisi, 26 Nisan 2008… http://marksist.net/elif_cagli/isci_sinifina_selam.htm

[148] Zehra Aras, “15-16 Haziran ve İşçi Sınıfının Tarihsel Misyonu”, Marksist Tutum Dergisi, No: 87, Haziran 2012… http://marksist.net/zehra_aras/15_16_haziran_ve_isci_sinifinin_tarihsel_misyonu.htm

[149] Elif Çağlı, “Tarih İşçi Sınıfını Göreve Çağırıyor”, Marksist Tutum, 2 Ocak 2015… http://marksist.net/elif-cagli/tarih-isci-sinifini-goreve-cagiriyor.htm

[150] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı?, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 4. Baskı, 1992, s.77-78.



Bu yazı 4122 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI