Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
EKİM DEVRİMİ İLE TARTIŞMALI “TARTIŞMALAR”I
Tarih: 02-01-2018 23:04:00 Güncelleme: 02-01-2018 23:04:00


EKİM DEVRİMİ

İLE TARTIŞMALI “TARTIŞMALAR”I

 

 

TEMEL DEMİRER

 

 

DEVRİM NOTLARI

 

 

EKİM’DE V. İ. LENİN ETKİSİ

 

 

EKİM “AŞILDI” MI?

 

 

V. İ. LENİN=DEVRİMCİ BİLİNÇ, TUTKU VE İRADE

 

 

ASLOLAN

 

 

100. YIL HEZEYANLARI

 

 

YENİ(LENMİŞ) EKİM’LER İÇİN

 

 

 

 

EKİM DEVRİMİ İLE TARTIŞMALI “TARTIŞMALAR”I[1]

 

TEMEL DEMİRER

 

“Belli ki dağların, denizlerin

ve göllerin üzerinden 

sıyrılıp gelmektedir seher 

Belli ki yakındır 

doğayı ve hayatı sarsacak saat.”[2]

 

G. R. Elton’un, “Tarih, imtiyaz sahibi olmayanların duygu ve özlemlerini sıklıkla kaydetmez,” saptamasını ezilenler lehine tashih eden Ekim Devrimi şahsında Devrimler Çağı’nın 100. yılındayız.

Ekim Devrimi’nin yolunu açtığı Devrimler Çağı’na, yani devrimin güncelliğine büyük değer biçen birisi olarak; 100. yıl vesilesiyle açıklanan çeşitli düşüncelerin, yeni bir tartışma zemini olmaktan çok tartışmalı “tartışmalar”ın değerlendirilip, deşifrasyonuna yol açtığını düşünüyorum.

Kimileri için 100. yılında Ekim Devrimi, bir “hamaset”tir; bizim için değil…

Çünkü sürdürülemez kapitalizm, günümüzde kendi işleyiş yasalarından kaynaklanan derin bir tarihsel krizin içinde kıvranırken; bu gerçeklik, Marksizm-Leninizm’in kapitalist sisteme ilişkin görüş ve analizlerinin doğruluğunu da çarpıcı biçimde kanıtlıyor.

Dünya kapitalizminin içinde debelendiği III. Büyük Buhran; sınıf odaklı Marksist-Leninist teoriyi bir kez daha tarihin acil gündem maddesi kılarken anımsatmadan geçmeyelim: 1905 Devrimi yenilip de gericilik yılları başladığında, devrimci yükselişin yeniden geleceğini, bu ana kadar devrimin deneyimlerinin elden geçirilerek geleceğe aktarılması gerektiğini söyleyen V. İ. Lenin’e göre temel görev, “Devrimci mücadelenin geleneklerine bekçilik etmek, bu gelenekleri geliştirmek ve kuvvetlendirmek, geniş halk kitlelerinin belleğine yerleştirmekti.”[3]

Bugün, Ekim Devrimi’nin 100. yılında bizim yapmak zorunda olduğumuz da tamı tamına budur; tartışmalı “tartışmalar”ı değerlendirip, deşifre ederek…

 

DEVRİM NOTLARI

 

Bir “darbe olduğu”ndan da söz edilen Ekim Devrimi, Marksist-Leninist tahayyül ve tasavvurun somutlandığı bir devrimci praksistir.

Devrimin toplumu köklü bir dönüşüme uğrattığını, kitlelerin bilincinde sıçramalı bir değişim yaşandığını vurgulayan Friedrich Engels’e göre, devrimler, yirmi yıla yayılan olayların tek bir güne sığdığı olağanüstü süreçlerdir. Toplumsal değişim kopuşlar ve sıçramalarla ilerler. Bunun içinde gelgitler, dönüşler, imkân dahilindedir.

Her yönden bastırılan, tutucu bir yaşamın içine itilen, sanat, edebiyat, felsefe, bilim ve politikadan uzaklaştırılan emekçi yığınlar, devrim fırtınası esmeye başladığında müthiş bir hızla öğrenmeye koyulurlar. Toplumsal ilişkiler, alışkanlıklar, sınıflar arası hiyerarşi ve bunun sonucu olarak gelişen tutumlar kökten bir değişime uğrar ve devrimin alevleri içinden yepyeni ilişki ve alışkanlıklar fışkırır.

1917 Ekim Devrimi de budur; böyledir.

Ancak bu gerçek, “Devrim Şubat’ta oldu ve Ekim’de (1917) Bolşevik Parti devleti ele geçirdi. Zira devrimi halk yapar, örgüt yapmaz,”[4] türünde sunulamaz; bu yapılırsa, Kışlık Saray’ın fethinden 1922’lere dek uzanan iç savaş, devrimin zaferi süreci yani Ekim sonrası “es” geçilmiş olur ki, Fikret Başkaya’nın düştüğü hata da budur.

Örneğin China Mieville’nin, “Her tramvay vagonu, her kuyruk, her köy toplantısı, politik tartışmalara ev sahipliği yapıyordu. Kaotik yeni festivaller yapılıyordu, Şubat olaylarının yarattığı büyülü hava yayılıyordu. Çarın heykelleri devriliyor, bazen, bu amaç için tekrar dikiliyordu. (…) Çara ait semboller, portreler, heykeller, kartallar tahrip edildi. Devrimci ateş, beklenmedik hastalara bulaştı. Ortodoks rahibe ve keşişler ‘reaksiyoner’ üstlerini dışlayarak radikal dili benimsediler. Kilisede, hiyerarşinin tepesinde yer alanlar, devrimci ruh hâlinden şikâyet ediyorlardı,”[5] diye tarif ettiği 1917 Ekim Devrimi, 1905’in aksine geleneksel değerlerin de karşıya alındığı, politik bilincin radikal bir dönüşüme uğradığı, her şeyin sorgulandığı bir devrimdir ve tarihi gerçekler Fikret Başkaya’nınki benzeri yanılgıları tashih etmektedir.

Yerkürenin değiştirildiği en önemli kopuşlardan birisi olarak tarihe geçen 1917; Çarlık rejimine son verip, dünyanın ilk sosyalist iktidarını kurdu.

Aslı sorulursa Çarlık Rusya’sında sosyalist devrimin gerçekleşmesini bekleyen yok gibiydi. 1917 başında İsviçre’nin Zürih kentinde V. İ. Lenin bile, “Biz yaşlılar, gelecekteki devrimin tayin edici savaşlarını göremeyeceğiz,” diyordu.

Yani tarih devrimcileri sarsarak uyandırmıştı.

1917’nin Şubat günlerinde sokaklarda ekmek kuyrukları ve huzursuzluk paralel bir şekilde artarken o dönemde Bolşevik Merkez Komitesi’nin başındaki Aleksander Şlyapnikov, ekmek isyanından bir devrim çıkabileceğine inanmıyor ve “Bunlara biraz ekmek verin, bütün hareket bitecektir,” diyebiliyordu…

Büyük çalkantılar içinde 27 Şubat’ta askerler arasında ilk itaatsizlikler başladı. Bazı erler halka ateş açmak istemiyordu, bir asker ise kendisine ateş emri veren üstünü silahıyla öldürdü.

O güne kadarki en büyük eylemlerden biri 3 Mart 1917’de, kentin büyük endüstri tesislerinden biri olan Putilov’un işçileri tarafından örgütlendi. Hükümete karşı yapılan bu eylem ve grevler, sonraki günlerde artışa geçti. Eylemcilerin talepleri arasında “barış ve ekmek” yer alıyordu.

16 Nisan 1917’de Rusya’ya dönen V. İ. Lenin, tezlerini üretip, özetle şunları dedi:

“Yeni hükümet kapitalisttir, sermaye ile savaş arasında çözülmez bir bağ vardır, bu yüzden sermayeyi devirmeden savaşı sonlandırmak mümkün olmayacak.

Geçici hükümetin vaatleri yalandır. Kapitalistlerden emperyalistliği bırakmasını talep etmek kitlelerin boş hayal kurmasına yol açar, bu yüzden iktidarın maskesini düşürmeliyiz.

Partimizin küçük burjuva fırsatçılara karşı azınlıkta olduğu bilinmeli.

Rusya’daki devrimin ilk aşamasında iktidar burjuvaziye geçti, ikinci aşamasında işçilere ve köylülere geçmeli. Parlamenter cumhuriyet değil, iktidarın işçi ve köylü sovyetlerine geçtiği bir cumhuriyet olmalı.”

Bu iktidar ikiliydi; bir yanda Geçici Hükümet ve öteki yanda Petrograd Sovyeti…

12 Mart 1917’de kurulan Petrograd Sovyeti, kentteki işçi ve askerlerin üye olduğu bir konseydi.

Nisan ayında bu ikili iktidar gerçeğinin altını çizen V. İ. Lenin, bu durumu şöyle açıklamıştı:

“Devrimimizin bir ikili iktidar yaratmış bulunmak gibi büyük bir özgünlüğü var. Bir ikili iktidarı eskiden kimse ne düşünmüştü, ne de düşünebilirdi.

İkili iktidar neye dayanıyor? Geçici hükümetin, burjuvazi hükümetinin yanında, henüz güçsüz, tohum durumunda, ama gene de gerçek, söz götürmez ve büyüyen bir varlığı olan bir başka hükümetin: işçi ve asker vekilleri sovyetlerinin kurulmuş bulunmasına.

Bu iktidar, 1871 Paris Komünü ile aynı tipte bir iktidardır ve başlıca belirtici özellikleri de şunlardır:

i) İktidar kaynağı, bir parlamento tarafından daha önce tartışılmış ve onaylanmış bir yasa değildir. Fakat, kitlelerin bulundukları yerde aşağıdan yukarı doğrudan inisiyatifidir. Bugünlerdeki bir ifadeyi kullanmak gerekirse dolaysız ele geçirmesidir;

ii) Halktan kopuk ve halka karşı kurumlar olan polis ve ordunun yerine, tüm halkın doğrudan silahlanmasıdır. Bu iktidar altında, kamu düzeninin korunması, silahlı işçi ve köylüler, silahlı halk tarafından sağlanır;

iii) Görevliler ve bürokratlar ya halkın doğrudan iktidarıyla kaldırılırlar ya da özel bir denetim alınırlar. Seçimle göreve gelirler. Bunun da ötesinde halkın ilk talebinde geri çağrılabilirler ve böylece burjuva kıstaslarına göre yüksek maaş alan, ayrıcalık sahibi, bir kesim olmaktan çıkartılır, işinin ehli bir işçinin ortalama maaşından daha fazla kazanmayan, özel işleri olan işçilere dönüştürülürler.”

İşçilerin, askerler ve köylülerin sınıfsal eylemlerini, öfkelerini yönlendirmeyi başaran Bolşevikler ileri adımlar atarak, kitleleri kazandılar.

V. İ. Lenin 21 Ekim’de yazdığı mektupta ayaklanmanın taktiksel ayrıntılarını şöyle açıklıyordu:

“Bütün iktidarın sovyetlere devredilmesi gerektiği artık açıktır. Ancak şu anda irdelenmesi gereken şey birçok yoldaşımızın muhtemelen net olarak farkında olmadığı, yani gücün sovyetlere devrinin pratikte silahlı bir ayaklanmayla yapılması gerekliliğidir. Silahlı ayaklanmayı reddetmek artık Bolşevizmin sloganını da reddetmek anlamına gelmektedir.”

“Karl Marx’ın görüşleri Rusya ve Ekim 1917’ye uyarlandığında, Petrograd’a ani ve en hızlı şekilde eşzamanlı taarruza geçmek gerekmektedir. Üç ana gücümüz donanma filosu, işçiler ve ordu birimleri bir araya gelmeli ve hiçbir şekilde başarısızlığa uğramadan, bedeli ne olursa olsun telefon santrali, telgrafhane, garlar ve hepsinin ötesinde köprüleri işgal etmelidir.”

Sonunda Geçici Hükümet’in devrilmesi için 6 Kasım’ı 7 Kasım’a bağlayan gece düğmeye basıldı.

7 Kasım akşamı Kışlık Saray’a top atışları yapan Aurora savaş gemisi ayaklanmanın başladığını haber veriyordu.

8 Kasım gününün ilk saatlerinde Geçici Hükümet’in elindeki son nokta olan Kışlık Saray da Bolşevik güçleri tarafından ele geçirildi. Bazı isyan girişimleri de Bolşeviklere bağlı Kızıl Muhafızlar tarafından hızlıca bastırıldı ve kısa süre içerisinde Bakû, Moskova ve Vladivostok gibi yerlerde sovyet yönetimleri kuruldu.

V. İ. Lenin, 18 Kasım’da yaptığı konuşmayla devrimin zaferini ilan etti:

“Artık devletin yönetimini kendi ellerinize aldığınızı hatırlayın. Eğer birlik olmaz ve devletin tüm işlerini elinize almazsanız bundan sonra kimse size yardım edemez. Bundan sonra devlet otoritesinin birimleri ve tüm güce sahip yasama organları kurduğunuz sovyetler olacaktır.”

Burada durup, Fikret Başkaya’nın yukarıda değindiğimiz saptamasını anımsatarak ekleyelim:

Geçici Hükümet 25 Ekim günü akşam 9’da, “Bolşeviklerin nihai ve kararlı bir şekilde tasfiye edilmesine dönük yöntemleri belirlemek” üzere Kışlık Saray’da toplanmıştı.

Ertesi gün gece 2’de işçiler sarayı bastı ve yöneticilerinin kararlı ve nihai tasfiyesini gerçekleştirdiler.

Kışlık Saray’ın basılması, 1917 Ekim Devrimi’nin zirve noktası oldu. Sosyalist gazeteci John Reed, ‘Dünyayı Sarsan On Gün’ başlıklı yapıtında tanık olduklarını şöyle tarif etmişti:[6]

“Siyah bir nehir gibi, sokakları doldurup, şarkısız ve slogansız Kızıl Arktan içeriye aktık…”

O anda sarayı sadece sayıları azalmış birkaç sadık birlik koruduğundan çok az direniş olmuştu. İşçiler yaklaşınca Kazaklar ve atlı birlikler ortadan kayboldular.

“İlk iki-üç yüz adamın Kızıl Muhafızlardan olduklarını, aralarında birkaç dağınık askerin olduğunu görebiliyordum,” diye yazmıştı Reed.

“Ana geçidin her iki tarafında da kapılar ardına kadar açılmıştı. Dışarıya ışık sızıyor ve o dev kalabalıktan en ufak ses bile gelmiyordu.”

Sembolik olsa da isyan Kışlık Saray’dan çok daha fazlasını aldı.

Silahlı işçiler demiryolu istasyonlarını, telgraf ofislerini ve diğer önemli iletişim noktalarını ele geçirmişlerdi. Bu yolla Rusya’nın tüm işçilerine isyana katılma çağrısını yayabildiler.

Söz söyleyemeyecek kadar budala insanlar olarak görülüp kenara atılan işçiler, şimdi iktidarın koridorlarında yürüyorlardı.

Şubat 1917’de Çarlık diktatörlüğünün yerini alan Geçici Hükümet’in yaşattığı derin hayal kırıklıkları en üst noktaya çıkmıştı.

Petrograd isyan dalgasının yükseldiği günlerde devrimci bir mayalanma içindeydi. Seçim basitti: Sosyalist devrim ya da ölümcül bir gericilik.

“Bir tarafta Monarşi yanlısı basın isyanın kanla bastırılması için kışkırtıcılık yapıyor,” diye yazmıştı Reed.

“Diğer taraftaysa Lenin müthiş sesiyle “İsyan! Artık bekleyemeyiz” diye kükrüyordu.”

Otoritelerin arkasından çekilen destek Petrograd Sovyeti’nin arkasında toplanıyordu.

Kerensky ve Geçici Hükümet Kazakları işçilerin üzerine salmaya çalıştı. Sözde Napolyon’un yenilmesine katkı yapmış Haç Törenini tekrarlamayı planlıyorlardı.

Törenin çağrısı, Petrograd Sovyetinin kent genelinde kitlesel mitingler planladığı gün yapılmıştı.

Sovyetler doğrudan Kazaklara, generallerinin karşısına dikilme çağrısı yaptı. Çağrıda şöyle deniliyordu: “Bizden nefret edenler yiyicilerin tamamı, zenginler, soylular, generaller ve sizin Kazak generalleriniz.”

“Petrograd Sovyetini yok edip Devrimi ezmeye her an hazırlar.”

Kazak liderleri töreni iptal etmek zorunda kaldı.

Bolşevik merkez komitesi ve önderliği 23 Ekim’de toplanmış ve 10’a 2 silahlı isyandan yana karar almışlardı.

Çıkan kararda “silahlı isyanın kaçınılmaz” olduğu ve “zamanın tamamen olgunlaştığı” söyleniyordu.

Tek tek fabrikalarda, kışlalarda ve mahallelerde Bolşevik partisi “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganıyla hareket ettiler.

Bolşevikler isyan kararının alınmasını sağladı ancak çağrı Petrograd Sovyeti’nin Askeri Devrimci Komitesi’nden geldi.

Ekim Devrimi işçilerin kitlesel katılımıyla gerçekleşti. Diğer Sovyetlere isyanı desteklemeleri talimatı verildi.

Aurora Kruvazörü Kışlık Saraya kuru sıkı toplar attığında, Petrograd’ın büyük kısmı işçilerin elindeydi.

Sarayın zaptı tamamen sembolikti. Ancak işçiler sadece sarayı basmakla kalmamış, devletin en yüksek katına çıkmışlardı.

Sovyetler veya işçi konseyleri, 1917 devriminin ve yeni işçi devletinin motorlarıydı. Gerçek işçi iktidarının neye benzeyebileceğine dair bir ipucu sunmuşlardı.

Sovyetler çoğunlukla işçi ve askerlerden oluşan konseylerdi.

Doğrudan devrimi örgütleme ihtiyacıyla ortaya çıkmışlardı.

İşçiler, köylüler ve askerler devasa Tüm-Rusya Kongrelerinde devrime ilişkin deneyimlerini paylaşıyorlar ve tartışıyorlardı.

Devrimin tanıklarından Sukhanov, ziyaret eden köylülerin “gür, kahramanca marşlarını devrime adadıklarını” yazmıştı.

“Dinleyenleri heyecana gark ediyorlar, onları ele geçiriyorlar ve bir şekilde aydınlatıyorlardı. Onları devrimin o kahramanca duyguları içinde tek vücut kılıyorlardı.”

Sovyetlerin gücü, işçileri en güçlü oldukları yerde örgütlemelerinden ileri gelmişti.

Petrograd’taki sovyetler, kentte Rus kapitalizminin omurgası olan devasa fabrikalarda temellenmişti.

Dolayısıyla işçiler toplumun nasıl yönetileceğine dair sözlerini söyler olmuşlardı.

Öyle güçlendiler ki, en sonunda Rusya’nın kapitalist Geçici Hükümeti’nin yerini aldılar.

Bundan ötürü sovyetler aynı zamanda demokrasinin de en üst noktasıydı.

Her Sovyet, bugünkü yöneticilerin aksine doğrudan kendilerini seçen işçilere hesap veren delegelerden oluşuyordu.

İşçiler karar aldığında delegeler hemen geri çağrılabiliyorlardı - ve çok defa geri çağrılmışlardı da.

Her büyük ayaklanmada, sovyet tipi yapılar örgütlenmişlerdi ancak Rusya’da gerçek güce sahiptiler.

Sovyetler bir toplumu örgütlemenin en demokratik yollarından biri olmakla kalmayıp, geleceğin olanaklarına da işaret etmektedir.[7]

Bunlara bir de Kızıl Süvariler ile iç savaş tarihi eklenmelidir…

 

EKİM’DE V. İ. LENİN ETKİSİ

 

Devrimler nadir olaylardır; tarih sahnesine her zaman çıkmamakla birlikte, tarihi hızlandıran büyük alt üst oluşlar ve en önemlisi insan(lık) iradesini öne çıkartan kopuşlardır.

Bu bağlamda Ekim Devrimi -ancak 72 gün yaşayabilmiş Paris Komünü ile-, tarihte ilk kez ezilen ve sömürülenlerin, sömürücü sınıflardan herhangi birisinin peşine takılmaksızın bağımsız çıkarları doğrultusunda sahneye çıkıp, sınıf iktidarlarını kurdukları bir gerçeklikti.

Kimilerince “milli” olmakla “suçlanan” Ekim Devrimi dünya devriminin başlangıcıdır. “Rus” değildir tüm dünya işçi sınıfının devrimidir. Kurduğu işçi devletinin adında “Rus” geçmez, bayrağında “çift başlı kartal” veya “Slavların kırmızı, mavi, beyaz renkleri” yoktur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) adı, hiçbir “ulusal”lığı çağrıştırmaz; hatta bir coğrafyayı da… Bayrağında işçinin çekici, köylünün orağı vardır. Devrimin rengi ise tüm dünyada kızıldır. “Barış, ekmek ve toprak” için kurulan bir düzendir SSCB…

Kaldı ki “Barış, ekmek ve toprak” talebi sadece Bolşevikleri iktidara getirmekle kalmadı. Sovyet iktidar kitlelerin kendi talepleri için mücadelesinin önünü açtı ve en ileriye kadar taşıdı. Böylece yoksul halk kitleleri en temel yaşamsal ihtiyaçları için mücadele ederken yeni tipte bir devletin, yani proletarya diktatörlüğünün temellerini attı.

Ekim Devrimi, XX. yüzyılın kaderini belirlemiş, iki dünya savaşını bitirmiş, kapitalizmin barbarlığının yükselişinin ifadesi olan faşizmi yenilgiye uğratmış, yeni bir devrimler çağını, proleter devrimleri çağını açmış, kendinden sonra yaşanan devrimlerin anası olmuştur.

Abartmasızca diyebiliriz ki, Ekim Devrimi tarihin şimdiye dek gördüğü en köklü toplumsal devrimdir ve hâlâ aşılamamıştır.

İnsan(lık)ın temel soru(n)ların çözümü yolundaki emsalsiz bir atılım olan Ekim Devrimi, bu müstesna niteliğine karşın hâlâ yeterince kavranabilmiş değildir.

Evet insan(lık) tarihinin en heyecan verici hadiselerinden biri olan Ekim Devrimi’ni, engin deneyimleri pek çok yönden ele alıp incelemek zorundadır.

Çünkü sosyalistlerin büyük bölümü 100. yılında Ekim Devrimi’ne hararetle sahip çıktığı hâlde, bunların çoğu Ekim Devrimi deneyimini derinlemesine irdelemekten yani, onu Ekim Devrimi yapan asli unsurlara (proletarya diktatörlüğü gibi) sahip çıkmaktan ısrarla kaçınmaktadır.

Bu yaygın bir durumdur. Çünkü Ekim Devrimi hakkında konuşmak kolay, ama onun gereklerini yerine getirmek zordur.

 

EKİM “AŞILDI” MI?

 

Kim ne derse desin, Ekim 1917 dünyayı sarsan kızıl bir fırtınadır…

SSCB’nin tarih sahnesini terk etmesiyle birlikte burjuvazi, işçi hareketi saflarında yaşanan kargaşadan yararlanmak ve sosyalizme karalar çalmak üzere pervasız bir şekilde harekete geçildi.

“Post”cu burjuva ideologları hep bir ağızdan “Komünizm öldü” söylencelerine sarıldı. Bu yalancılar şürekasına göre, “Sınıf mücadelesi bitmiş” ve “Tarihin sonu gelmişti”!

Onlara göre sosyalizm baskıcı ve totaliter bir rejimdi, eşitliği sağlamadığı gibi, tersine, bireyi ezmiş ve eşitsizlikler üretmişti. İnsanlık yeni devrimlerin peşinden koşmayacaktı artık. Zaten Marksizm yanlış bir doktrindi ve yanlışlığı pratikte ispatlanmıştı. Kuşkusuz bu zırvalar hâlâ sürüp gidiyor; ancak bilcümle egemen sınıf, yaktığı tütsülere ve okuttuğu onca dualara karşın öldü ilan ettiği Marksizm-Leninizm’in ruhunu kovabilmiş değil.

Marksizm-Leninizm’e dönük ideolojik saldırılar her zaman yaşanmaktadır. Fakat işçi hareketinin ağır darbeler aldığı ve devrimci öncüden yoksun olduğu gericilik koşullarında burjuva ideolojisi emekçi kitleler üzerinde daha bir etkili olur. Böyle dönemlerde öylesine bir atmosfer yaratılır ki, sanki kapitalizm ezelden beri mevcuttur ve hep böyle sürüp gidecektir! Devrim ve sosyalizm beyhude şeylerdir ve beyhude bir çaba içinde olmak ahmaklıktır!

Burjuva ideologları tarihi sınıflar üstü bir süreç olarak sunarlar. Elbette bunu maksatlı yaparlar; amaçları tarihin itici gücü olan sınıf mücadelelerini yok saymak, bu temel faktörü unutturmak ve burjuvazinin geçici zaferini kitlelerin bilincinde ebedi kılmaktır. Fakat bu nafile bir çabadır.

Kapitalizmin yenilmez olduğu, devrim ve sosyalizmin beyhude bir çaba olduğu görüşü bellek kaybına tutulmuşların zırvalamalarından öte bir anlam ifade etmiyor.

Çünkü işçi sınıfı giriştiği her savaşımda sayısız üyesini ve devrimci öncüsünü yitirmesine rağmen, şöyle haykırmaktan geri durmamıştır: “devrimciler öldü, yaşasın devrim!”

Tarihi inceleyen herkes görecektir ki, işçi sınıfı devrim yapmaya muktedirdir. Bu devrimlerin en meşhuru ve muzaffer olanı bilindiği üzere 1917 Ekim Devrimi’dir. Tarihin hiçbir döneminde, Ekim Devrimi’nin yarattığı boyutta toplumsal bir altüst oluş yaşanmamıştır. Ekim Devrimi’yle işçi sınıfı, tarih nehrinin yatağını değiştirmiştir.

Devrim kavramı eninde sonunda asıl olarak Ekim Devrimi’ni akla getirmektedir. Ekim -birilerinin zannettiği gibi- “ölmemiş”tir, “aşılmamış”tır…

Hâl buyken işçi sınıfı açısından Ekim Devrimi’ni hatırlamak her zamankinden daha çok önem kazanmaktadır. Ekim devrimi sadece XX. yüzyılın değil, belki de sınıflı toplumlar tarihinin en büyük olayıydı. Devrimler tarihine bakıldığında, tüm devrimler içinde en büyüğü, en etkileyicisiydi.

Binlerce yıldır süren sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen ve ezilen kitleler sayısız kez isyan etmiş olmalarına rağmen, Ekim Devrimi tarihte ezilenler ve sömürülenlerin ilk başarılı isyanıydı. Bu yüzden de egemenler için asla kabul edilebilen, sindirilen bir şey olmadı. Sömürülenler ve ezilenler “problem” çıkarırlardı, hatta isyan bile ederlerdi, o nedenle onların sırtından sopa, akıllarından da uyutucu, oyalayıcı, itaat ettirici fikirler, önyargılar eksik edilmemeliydi ve zaten yönetim denen sanatın esası buydu. Ama bunların isyanının başarılı olması ve egemenleri alaşağı etmeleri… İşte bu anlaşılır ve kabul edilir bir şey değildi.

İşte bu temel niteliği nedeniyle Ekim Devrimi tüm dünyada olağanüstü yankı uyandırdı. Yeryüzündeki ezilenler ve sömürülenler onda kendi özlemlerinin halis bir ifadesini, temsilini gördüler.

John Reed ünlü Dünyayı Sarsan On Gün adlı eserinin önsözünde, Ekim Devrimi’nden “serüven” olarak söz edilmesi üzerine şunları söyleme ihtiyacını hissetmişti: “Sovyet Hükümeti bir yıldan beri dayandığı hâlde Bolşevik İhtilalinden hâlâ bir ‘serüven’ olarak söz edenler var. Evet, bu bir serüvendir ve insanlığın bugüne kadar giriştiği serüvenlerin en büyüğüdür; bu, emekçi yığınların önünde tarihe geçen, geniş ve basit istekleriyle her şeyi sarsan bir serüvendir.”[8]

Bu milyarlarca emekçinin en büyük ve köklü ortak özlemleri yolunda bir serüven olduğu için emekçi kitlelerin gönlünde büyük bir yankı bulmuştur. Ekim Devrimi’nin tutuşturduğu umut ışığı ve ilham sayesinde benzer nice dayanışma ve kardeşlik sahneleri birçok ülkede yaşandı.

İşçi kitleleri doğru bir önderlikle mucizeler yaratmaya yetenekli olduklarını Ekim Devrimi’yle parlak biçimde göstermişlerdir. Ekonomiden tutun, eğitim ve kültüre kadar toplumsal yaşamın her alanında kolektif zekânın parlak örneklerini sergilemişlerdir. Böylesi dönemler aynı zamanda bilgiye, kültüre olan talebin de patladığı dönemlerdir. Kitleleri siyasal yaşamın odağına çeken büyük toplumsal altüst oluşlar, onların, başta bu süreçlerin kendisi olmak üzere tüm bir insanlık mirasını anlama ve öğrenme hevesini kamçılar. John Reed devrim günlerini anlatırken bu bakımdan da bir kesit verir: “Siperlerde ayaklarında ayakkabı olmayan sıska insanlar gördük. Onlar bizi görünce ayağa kalktılar. Istıraplı yüzleri, yırtık pırtık elbiselerinin içinde mavileşen derileriyle, sabırsızlıkla üzerimize atıldılar: Okuyacak bir şey getirdiniz mi? Rusya her okunacak şeyi kızgın toprağın suyu emmesi gibi emiyor, bir türlü suya doymuyordu. Dağıtılan bu şeyler masal, yalan yanlış tarih, halk için din ya da insanları dejenere eden ucuz cinsten romanlar değildi. Bunlar sosyal, ekonomik kuramlar üzerine, felsefe üzerine yazılmış kitaplardı. Tolstoy’un, Gogol’un ve Gorki’nin eserleriydi.”

Ekim’in sırrı tam da buydu…

Yani tarihin ilk tek başarılı proleter devrimi olan Ekim Devrimi’nde bilinç unsurunun olağanüstü bir rolünü görürüz. Ekim Devrimi’ne öncülük eden Bolşevikler işçi sınıfının en bilinçli öncü unsurlarını içeriyordu ve bu hâliyle dünya işçi sınıfının tüm tarihsel deneyimini bağrında kristalize ediyordu. Bolşevik kadrolar yıllar süren kahırlı çabalar ve mücadeleler sonucu bu olağanüstü sonucun elde edilmesini sağlamışlardı.

Ekim Devrimi öylesine inanılmaz bir şeydi ki, V. İ. Lenin bile Çarlığın yıkıldığı Şubat devriminin birkaç hafta öncesinde kendisinin devrimi muhtemelen göremeyeceğini söylüyordu. Aynı Lenin Rusya’da işçi iktidarı 72 günü tamamladığında karlar içinde çocuklar gibi sevinçle zıplıyordu. Zira Rusya’da işçi iktidarı Paris Komününün 72 günlük ömrünü geçmişti.

Karl Marx’ı, V. İ. Lenin’den sıyırıp basit bir hümanist hâline getirenlerin, postmodernizmin ve sol liberalizmin ağır etkisi altında olanların anlayamadığı; işçi sınıfı mücadele ettiği ölçüde tarihsel hafızası Ekim Devrimi bilincine kavuşacağıdır.

yazının devamı



Bu yazı 3872 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI