Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
24 Haziran Seçim(ler)i Ve Tavır(ımız)-1
Tarih: 15-06-2018 10:14:00 Güncelleme: 15-06-2018 22:21:00


II.5) UYARI!

Tam da burada bazı uyarılara kulak vererek, önlem(ler)ini almak kaçınılmaz oluyor…

24 Haziran seçimin neden yapıldığı herkesin malûmu!

Ekonomik kriz geliyor değil, geldi bile. Şimdi pek çoğu bu ekonomik şartlarda ‘Hayır Cephesi’nin şaha kalkacağını düşünüyor. Gerçekten “mış gibi yapılmayan” demokrasilerde bu iktidarı düşürmek için ekonomik kriz başlı başına bir nedendir. Ama ne yazık ki, coğrafyamızda bu böyle değil.

Benzinin 6.16 kuruş olduğu bir ülkede hâlâ herkes tuvalete gitmek için bile araba kullanıyorsa, insanlar üç kuruş kazançlarını bir iktidar değişikliğinde hepten yitireceklerini düşünüyorlarsa, binlerce kişi ev kredilerini ödemek için insanüstü çalışıyorsa, kazın ayağı öyle beklenen gibi olmuyor.

Üstelik bir de -yukarıda detaylıca değindiğimiz OHAL var. Dünyanın neresinde OHAL’li bir ülkede seçim yapılır!

OHAL ne demek? İktidar aleyhine herhangi bir yürüyüş, herhangi bir direniş polis gücüyle dağıtılacak demek! 70 bin öğrenci sırf iktidarın politikalarına karşı oldukları için içerdeler. Ve biz seçime gidiyoruz. İkinci büyük muhalefet partisinin il başkanları, eş genel başkanları, milletvekilleri içerde biz seçime gidiyoruz. Doğu’da pek çok kentin belediyelerine kayyım atandı, biz seçime gidiyoruz.

Üstelik bu kadar kısa bir zamanda ön seçimler yapılamayacağından, milletvekilliği başkanların ağzından çıkacak sözle belirlenecek. Onların büyük çoğunluğunu göremiyoruz bile. Her şeye yetişmek için çabalayanlar var elbette; ama polisin onlara da silah doğrulttuğunu fotoğraflarda gördük. Yani artık milletvekili dokunulmazlığı sadece işlevi çoktan biten Meclis’te söz konusu. Meclis’te çoğunluk hiç bilmediği kanun metinlerine elini kaldır denildiği için kaldırıyor ve yurttaş demokrasi varmış gibi “kanun kanundur” diyor.

Ayrıca bir şey daha: Yıllar öncesinde bir konuşmasında Erdoğan 20 milyon yurttaşa dokunduğunu söylemişti. Ben de bu kadar kesin bir rakamın ne olduğunu merak etmiştim. Araştırdım, ülkemizde 12 milyon engelli yurttaş yaşıyor ve AKP iktidarı, her sosyal devletin yapması gereken engelli yardımını onlara yapıyor ama bu devletin değil, AKP’nin bir lütfû olarak sunuluyor. 12 çarpı iki eşittir 22 milyon insan eder. Şimdi bu yirmi iki milyon yurttaş iktidar değişikliğinde yardımın kesileceğini düşünüyor. Ayrıca kocası çalışamayan, iş bulamayan ev kadınlarına nakdi yardım yapılıyor. Yani AKP’ye oy verenler korkuyorlar, verilmiş bir hakkın ellerinden gideceğinden korkuyorlar. Bunlar az değil! [29]

Özetle Kadri Gürsel’in, “Korkutan iktidar korkutarak oy istiyor,”[30] diye tarif ettiği güzergâhta Siyasal İslâm, seçimlere giderken, direncini kıramadığı, susturamadığı kesimi siyaset yapılan alanın dışına itme, iradesinin sandığa yansımasını önleme çabalarını çeşitlendirerek hızlandırıyor. OHAL uygulamalarına, YSK’ye ek olarak, yeni seçim yasası kurumsal anlamda, savaş iklimi de konuşulabilir olanın sınırlarını Cihatçı-milliyetçi değerlerin parantezine alarak daraltıyor…

Siyasal İslâmın “öteki”nin sesini kısma, adalete ilişkin kaygılarını konuşma olanaklarını elinden alarak siyaset alanının dışına atma süreci, yalnızca yukarıdan aşağı (devlet politikaları ve medya kontrolü) ilerlemiyor. Karşımızda en azından 16 yıldır sürmekte olan bir toplumsal mühendislik süreci de var. Bu süreç içinde siyasal İslâm, toplumsal ilişkileri aşağıdan yukarıya doğru şekillendiriyor, kendi “hakikât rejimine” uygun insanlar, iktidar noktaları üretiyor; “öteki”nin adalete ilişkin kaygılarının anlam kazanarak siyasi sonuçlar yaratabileceği alanı kişisel ilişkiler düzeyinde de yeniden yapılandırarak daraltıyor.

Geçen yıllarda siyasal İslâmın elindeki vakıfların, camilerin, Kur’an kurslarının sayısındaki baş döndüren artış, eğitim sisteminin imam hatipleştirilmesi, Diyanet’in bu alana doğrudan nüfuz etme süreci çok tartışıldı. Türkiye’de AKP iktidara geldiğinde 60 bin olan imam hatip öğrencisi sayısı 1.5 milyona tırmanırken, yüz binlerce öğrencinin, tarikat okullarının ve yurtlarının eline terk edildiği vurgulandı.

Prof. Dr. Esergül’ün, medyaya yansıyan ‘Eğitimde Tarikatların Etkisi’ başlıklı araştırması siyasal İslâmın en önemli taban örgütleri, tarikatlara ilişkin çarpıcı veriler vardı: Türkiye’de belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunların 400 kolu var. Çoğunluğu İstanbul, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri, Şırnak, Muş, Bitlis, G.Antep ve Ş.Urfa olmak üzere 800’ü aşkın medrese bulunuyor. Türkiye’de 2.6 milyon kişinin bir tarikatla organik bağı bulunuyor. Sadece İstanbul’da 445 tarikat ve kolunun tekke, medrese ya da Kur’an kursu adı altında binlerce çocuğa eğitim verdiği tespit edildi.

Siyasal İslâmın bu yapılanması, muhalefet güçleri açısından çok karanlık bir görüntü sunuyorken;[31] hemen hemen hiçbir şeyin de seçim sonuçlarıyla biçimlenemeyeceğini ortaya koyuyor değil mi?

Yanıt şu bir kaç örnekte!

• Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın karşısındaki Gazi Orduevi alanında sığınak ve radarın da yer aldığı bir güvenlik yerleşkesi yapılacak![32]

• Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı bünyesinde Özel Harekât Şube Müdürlüğü kurulmasına ilişkin Bakanlar Kurulu’nun 24 Mayıs 2018’de Resmi Gazete’de yayımlanan kararına göre, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün merkez teşkilâtında Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanlığı bünyesinde Özel Harekât Şube Müdürlüğü kurulması kararlaştırıldı![33]

• Meclis’ten çıkarılacak yetki yasasıyla KHK’ler yoluyla uyum yasalarını düzenlemeyi planlayan AKP’de, seçim sonrasında bakanlıkların kuruluşuyla ilgili Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin çıkarılmasında boşluk doğmaması ve yetki tartışması yaşanmaması için uyum KHK’sine tüm bakanlıkların yasalarının kaldırılmasına ilişkin bir madde konulması tartışılıyor. AKP’nin bu düşüncesinde, Erdoğan’ın seçimi kazanıp, Meclis’te çoğunluğu sağlayamama olasılığına karşı “saray kararnameleri”ni güvence altına alma kaygısının yattığı belirtiliyor![34]

Tam bu noktada, “Bizim ‘Reis’imiz de ‘topal ördek’liğe asla rıza göstermez,”[35] demeden edemiyor Ali Sirmen!

 

III. AYRIM: 24 HAZİRAN’IN ÖNEM(SİZLİĞ)İ

 

Buraya kadar izaha gayret ettiğim(iz) çerçevede 24 Haziran’ın önem(sizliğ)ine gelince…

2016 Ekim’inde MHP lideri Devlet Bahçeli’nin birdenbire, “Getirin Meclis’e” deyiverdiği hamleyle bugün Erdoğan’ın fiilen uyguladığı “Başkanlık Sistemi”nin yolunun açılması ardından; yine Devlet Bahçeli’nin himayesinde AKP’nin baskın seçimi karşımıza dikildi.

Ortalık toz dumandı…

Kolay mı? Memleketin hâli, hâl değildi. Huzursuzluk toplumsallaşıyordu. Mutsuz insanların sayısı artıp; açlık büyürken; ne tadın ne de tuzun kaldığı coğrafyamızda; ekonomiden, sosyal politikalara, eğitimden sağlığa, toplumsal huzurdan, toplumsal refaha ve hukuka dair ne varsa her şey kötü gidiyordu.

“Çocuklar ölmesin” diyen Ayşe Öğretmen Deran bebesi ile cezaevine sokulurken; zindanlarda yer, memleket de adalet kalmadı. Atanamayan gençlerin intihar ettiği; öğrencilerin tutuklandığı, okulların medreseye çevrildiği ve AKP’nin cami ve cezaevi yapmakla meşgul olduğu coğrafyamız toplumsal kaosa sürükleniyordu.

Tüm bunlar da AKP’nin verili hâli yönetememesini ve 24 Haziran’ı devreye soktu. Coğrafyamızda bir yönetememe krizi olduğunu belirten Gülseren Onanç’ın, baskın seçim kararının “yönetememe hâlinden” kaynaklandığını söylemesi de bundandı.[36]

Kritik 24 Haziran seçiminde iktidar bloğunun en önemli avantajı da dezavantajı da toplumu kutuplaştıran Erdoğan iken; olup bitmeyeni: Bir erken seçim olmaktan çok, bir hedefe yöneltilmiş, bu doğrultuda yapılandırılmış pragmatik, köklü değişim hamlesi olarak görmekte yarar var.

Böylesi bir dönemin ruhunu sergilemesi açısından söz konusu “ultra baskın seçim”, bir erken seçim değil, inşa edilmekte olanı dayatarak ne yapıp edip onaylatma girişimidir.

Seçimi değil “tek adam rejimi”nin inşasını esas alıp “yol haritası”nı bu stratejik hedef üzerinden belirlemiş olanların, yeni(lenen) toplumsal ayar girişimidir. Yani onlar için aslolan seçim değil; fiili durumu “onaylatma” manevrasıdır sadece!

Erdoğan-Bahçeli koalisyonu, seçimi varlık-yokluk sorunu olarak görüyorlarken; OHAL koşullarında bir “erken seçim”, olsa olsa, böyle olabilirdi ve oldu da!

Evet, evet bu “Erken” değil, “Baskın” da değil, tas tamam bir OHAL seçimidir ve nihai kertede rejimin tahkimini hedeflemektedir!

24 Haziran “baskın” seçimlerinin ülke tarihinin kritik seçimlerinden biri olacağı tartışma götürmezken; ülkeyi kimin/ kimlerin yöneteceğinden çok, ülkenin nasıl yönetileceğinin belirlenmesine içkindir.[37]

Bu seçimlerle, darbe girişimi ardından fiilen uygulamaya konulan “tek adam rejimi”nin kalıcılaştırılıp/ kurumsallaştırılması dayatılırken; bir yerde 24 Haziran bir seçimden fazlası olacak gibi.

Kazananla kaybeden herkesin kendi yoluna gideceği olağan bir seçim yaşamayacağız. Erdoğan AKP’si, yedeğindeki MHP ile, elde avuçta ne cephanesi varsa tümünü kullanmadan “Eh ne yapalım, kaybettik, haydi eyvallah” deyip normalini yaparak seçimin sonucuna rıza göstermeyecek. Sonuçlarını beğenmeyip iptal ettiği 7 Haziran örneği ortada duruyor. Ama hepsi bu da değil!

Çıkan seçim yasasına bakın: Hile-hurda her şey serbest! Ne mühür ne sandık. Başında jandarma polisle sandık istenen yere taşınabiliyor ve zaten oy kullanan belli olmasın diye bir apartman seçmeninin bazısı şu bazısı bu sandıkta. Zarfta mühür olsa da oluyor olmasa da. Ve sözde serbest seçim: OHAL altında serbestlik olmadığı herkesin malûmu!

Bu işin “içeri”yle ilgili kısmı; bir de dışarısı, bölge var: Malum coğrafyamızın dikkatlerin 24 Haziran “baskın” seçimlerine çevrildiği bugünlerde bölgede (Ortadoğu) önümüzdeki dönem bakımından ciddi tehditler yaratan gelişmeler yaşanıyor.

ABD’nin İran’a karşı yeni yaptırım kararı aldığı bugünlerde İsrail, İran’ın askeri varlığını gerekçe göstererek Suriye’ye füze saldırıları düzenliyor. İsrail’in artan saldırıları daha önce kimyasal silah kullanıldığı bahanesiyle ABD, Fransa ve İngiltere’nin düzenlediği saldırılar ile birlikte düşünüldüğünde ABD ve müttefiklerinin Suriye’de kazananı Esad ve müttefikleri olan bir siyasi çözüme razı olmayacaklarını ve böylesi bir çözümü engellemek için gerilim ve çatışmaları tırmandırmaktan geri durmayacaklarını gösteriyor. Lübnan’da Hizbullah ve müttefiklerinin güçlerini arttırarak çıktıkları seçimlerden sonra İsrail’in sadece Hizbullah’ı değil, bütün Lübnan’ı tehdit eden açıklamalarını ve yine Filistin’e yönelik artan saldırganlığını da bu gelişmeler zincirinin halkaları olarak ele almak gerekiyor.

Suud’un Veliaht Prensi Muhammed bin Salman ise, tıpkı zamanında AKP-Erdoğan’ın Gülencilerle iktidarı paylaştıkları günlerde kapıldıkları hayale kapılmış görünüyor. Bin Salman “ılımlı İslâm” adını verdiği politika ile bölgenin (Müslüman Arap dünyasının) liderliğine soyunmuş durumda ve İran’ı bu hayalin önündeki en büyük engel olarak görüyor.

Daha yakından bakıldığında bu gelişmelere birçok yeni gelişme eklemek mümkün. Ancak genel tablo, bölgede gerilim ve çatışmaların tırmandırılacağı bir sürece doğru gidildiğini görmek/anlamak için fazlasıyla veri sunuyor.

Bu noktada sorulması gereken soru, Türkiye’nin bu gelişmelerin neresinde yer aldığı ya da alacağıdır?

Elbette bu sorunun yanıtı bakımından 24 Haziran seçimleri büyük önem taşıyor. Çünkü bu seçimler büyük oranda iç politika ile de iç içe geçmiş bulunan dış politikada Erdoğan iktidarının bugüne kadar sürdürdüğü politikaların devam edip etmeyeceğini de belirleyici sonuçlar doğuracak…[38]

Kontrolü ne pahasına olursa olsun elinden bırakmamak yanlısı AKP’nin elindeki tek politik araç; Deniz Yıldırım’ın, “AKP karşısındakileri rakip değil, iç düşman olarak kodluyor,”[39] diye tarif ettiği “sopa”dır, sertliktir.

“Nasıl” mı?

Daha seçim startı verilmeden; İYİ Parti’nin standına MHP’liler, Saadet Partisinin standına da AKP’liler saldırdı.

MHP saldırısında biri ağır 9 İYİ Parti’linin bıçakla yaralandığı belirtiliyor. Buna karşın MHP; saldırganların MHP’li olmadığı ve İYİ Parti’lilerin kendi kendilerine saldırdığını iddia ediyor![40]

Bütün bunlar için “Sokaktaki parti kabadayılarının işidir” denip geçilebilir belki ama AKP ve MHP’nin kendilerine oy vermeyen herkesi “hain”, “FETÖ’cü”, “fitneci” diye suçladığı göz önüne alındığında durumun çehresi değişmektedir.

Kaldı ki iktidar cephesinden yapılan açıklamalar, seçim stratejisinin muhalefetin “15 Temmuz’un siyasi ayağı olduğu” suçlaması üzerine kurulduğunu/ kurulacağını gösteriyor. AKP İstanbul Milletvekili Metin Külünk; CHP, İYİ Parti, Saadet ve DP ittifakını “15 Temmuz’da silahlı kanadın yapamadığını siyaseten yapmak için kurulmuş bir ittifak” olmakla suçluyor.[41]

Ve nihayetinde erken seçim sonrasında coğrafyamızı gerçekten de son derece zor bir dönemin beklediğini herkes biliyor.

Durum şimdi zaten büyük ölçüde bir felaketken; iktisadi alanda giderek daha fazla tökezleyen, nakavt olmaya yaklaşmış boksörün sağa sola savurduğu yumruklara benzeyen çırpınış önlemleri alan bir yönetimi, AKP’nin aklı başında iktisat sorumluları bile savunmakta zorlanıyor. Muhalefetin seçim öncesi kalan kısa zaman içinde gerçekçi ve detaylı bir durum değerlendirmesi tablosu çıkarması elzem. 

Kaldı ki Erdoğan ve AKP iktidarı kaybetse de, kolay kolay bırakmayacaktır; 24 Haziran’ın önem(sizliğ)i de tam buradadır…

III.1) ADİL OL(A)MAYAN SEÇİM

Yani 24 Haziran’ın adil ol(a)mayan bir seçim(sizlik) olmasıdır!

İzmir Milletvekili Zeynep Altıok’un, seçimlere OHAL koşulları altında eşit, özgür ve adil olmayan şartlarda gidildiğini kaydedip;[42] Selahattin Demirtaş’ın, “Böyle bir atmosferde adil seçim olmaz,”[43] diye haykırdığı tabloda; olağanüstü hâl, olağanüstü seçim ve olağanüstü seçim yarışıyla devam ediyorken; olağanüstü seçim sonuçlarıyla da biçimlen(diril)ecek gibi!

“Nasıl” mı?

Mesela Meral Akşener, “26 Mayıs 2018’de Kayseri yıkıldı, orada TRT beni tam 38 saniye gösterdi,”[44] derken; halkın vergileri ile yayım yapan TRT ekranlarında muhalefete çok az yer verirken, AKP-MHP ittifakına 37 saat 40 dakika 2 saniye ayırdı. TRT’nin 17 Nisan ile 6 Mayıs 2018 tarihleri arasında Saadet Partisi ve HDP’ye yayın akışında hiç yer vermediği, İYİ Parti’ye 9.5 dakika, AKP-MHP ittifakına ise 37 saat 40 dakika 2 saniye yer verdiği ortaya çıktı.[45]

Özel televizyon kuruluşlarının yayıncılığı da TRT’den farklı değildi. Hükümete yakın 5 TV kanalı, CHP, İYİ Parti, HDP ve Saadet Partisi’nin seçim çalışmalarına bir saniye bile yer vermedi. NTV ve CNN Türk de İnce dışındaki muhalefeti hemen hiç görmedi.[46]

24 Haziran’a giden yol kısalırken; iktidar cenahı, imar affı, “varlık barışı”, ulûfelerle ileri adımlar atmayı, şaibeli önlemleriyle birlikte hedefliyor.

Kimse görmezden gelemez: 16 Nisan 2017 Referandumu’nda “Evet” kampının devlet imkânlarını sonuna kadar kullandığı hâlâ hatırlardadır.

Devlet kurumlarına “Evet” pankartlarının asılmasından, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı sıfatıyla seçim kampanyası yürütmesine kadar sayısız örnek var. Bunların altı AGİT’in referandumdan sonra hazırladığı raporda da çizilmişti.

Mesele sadece referandumla sınırlı değil. 7 Haziran seçiminden sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamasını hatırlayalım:

“AKP 7 Haziran seçimlerinde devletin tüm imkânlarını pervasızca kullanmıştır. TRT, yandaş medya AKP için seferber edilmiştir. Hazine kaynakları AKP’nin elinde ahlâksızca kullanılmıştır. Haksızlık, usulsüzlük hiçbir dönemde olmadığı kadar yaşanmıştır. Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğunu inkâr edercesine meydanlara çıkmıştır. Erdoğan’ın Başkanlık hayali gerçek olamamıştır. AKP’deki ciddi erimenin en büyük müsebbibi Erdoğan’ın seviyesiz üslubu olmuştur. Mitingler düzenleyip AKP’ye oy dilenen Erdoğan kaybetmiş, miadını doldurmuştur. Artık Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturması telafi edilemeyecek hasarlara neden olabilecektir.”

Örneğin AKP İzmir VI. Olağan Kongresi, Cumhurbaşkanlığı’nın resmi Twitter hesabından canlı olarak yayımlandığı tabloda; muhalefet partileri, cumhurbaşkanlığı seçimi için hazine yardımını dahi kullanamazken, adaylardan biri olan Erdoğan’ın seçim kampanyasını devlet imkânlarıyla sürdüreceği açık ve nettir…

Oysa YSK kararına göre, seçime bir hafta kala başbakan ve bakanlar seçim gezilerinde makam arabalarını ve resmi araçları kullanamıyor! Ancak bu yasak, cumhurbaşkanı için geçerli değil. Yani halkın parasıyla alınmış uçak ve araçları Erdoğan kendi adaylığının propagandası için yapacağı gezilerde kullanabilecek ve kullanıyor da.

Üstüne üstlük adaylardan biri, yani Erdoğan “cumhurbaşkanına hakaret” maddesiyle özel bir korumaya da sahip. Öteki adaylar Erdoğan’a bir şey söylese, hapsi boylayabilir. Erdoğan aynı sözü ona söylese hiçbir şey olmaz.[47]

III.2) ŞAİBE TEHDİDİ

Sedat Ergin’in, “Olağanüstü hâl’in olağanlaşması”na[48] dikkat çektiği; “Bitmeyen tehdit algısı”nın[49] coğrafyasında; iktidarın seçimlere müdahale edip, şaibeli bir konuma mahkûm etmemesi mümkün müdür?

Elbette “Hayır”! İş bu nedenle 24 Haziran seçimleri şahsında güvenlik tartışmalarının yoğunlaşması da doğaldı.

Kaldı ki AKP’nin, bu konudaki sicili de yurttaşları endişelendiriyordu. Üstelik ülkede yalan ve hilenin istisna değil kural olduğu tabloda en huzur verici(!) açıklamayı YSK Başkanı Şadi Güven yaptı: “Seçim olmadan seçim güvenliğini tartışmak doğru değil!”[50]

Bunlar böyle olunca YSK’nin 24 Haziran seçimlerinde 19 ilde sandıkların taşınması yönünde aldığı kararı eleştiren Sezai Temelli, 16 Nisan Referandumu’nda yaşananları anımsatarak, “Hayır oyları kazanmışken, hile ve şaibe ile 800 bin oy yer değiştirildi. Evet kazandırıldı. Yine hile ve şike ile seçimi yüzde 51-52 ile kazandırmanın yolları aranıyor. HDP’nin 80 milletvekiline el konulmak isteniyor. Ne 400 vekil vereceği, ne de Erdoğan’ı başkan yapacağız,”[51] diye uyarırken; Pervin Buldan da devam ediyor:

“Seçim güvenliği konusunda partilerle görüşmelerimiz var. Özellikle CHP ve bölgedeki diğer partilerle görüşmelerimiz devam ediyor. Seçim güvenliği yalnızca HDP’yi değil, tüm Türkiye’yi ilgilendiriyor. Seçim güvenliği adı altında çıkarılan yasaların polise ve askere çok büyük yetki verdiğini biliyoruz. Muhtemelen bu yetkileri kullanmaya çalışacaklar. Herkese hem sandığına hem de oyuna sahip çıkması çağrısı yapacağız.”[52]

Hepsini üst üste koyunca Selahattin Demirtaş’ın, “İhlâl ve usulsüzlüklerin had safhada olduğu, meşru olmayan bir seçimde baraj altında kalmamız söz konusu olabilir. Şimdiden bunun hazırlıklarının yapıldığını da görüyoruz,”[53] uyarısı da deja vu olup çıkıyor.

Kolay mı? KHK, YSK vesayeti; yeni ittifaklar ve seçim sandığı, “güvenliğine” ilişkin yeni yasalar.

Yeni seçmen kütükleri, ölmüş insanların seçmen yazılma olasılığı, seçmen sayısının çok üstünde basılan oy pusulaları.

“Terörizme” (tanımının, iktidar karşıtı her şeyi kapsamaya başladığını da unutmayalım!) karşı mücadele ettiğini iddia eden sivillere getirilen yasal güvence.

İleri derecede siyasileşmiş, adeta partizan bir polis örgütü. Özel güvenlik şirketleri. Bunlara ek olarak 15 Temmuz’da dağıtılan silahlar, kayıp silahlar.

İktidar yanlısı lümpenlerin sosyal medyada yaygın biçimde paylaştıkları, ellerinde uzun namlulu silahlarla çekilmiş fotoğraflar. Muhtarlara Kalaşnikoflu eğitim.

Tüm bu konuları konuşmaya olanak veren medya alanının, Doğan Grubu’nun da el değiştirmesiyle neredeyse tamamen kapanması. AKP liderliğinin muhalefete kapanan bu medya alanını kullanarak toplumu kutuplaştırma taktiğiyle[54] birlikte; “Şikeli bir maça daha çıkar gibiyiz. Hakem YSK, iktidar aşılı. İktidar ittifakı, YSK dopingli. Yeni düzenlemeyle mühürsüz oy pusulasından tutun, aynı apartmandaki seçmenlerin değişik sandıklara dağıtılması ve seçmen kütüklerine ‘yaşayan ölüler’in yazılmasına, her şey ayarlı,” diyen Mine G. Kırıkkanat ekliyor: “Türkiye artık ne demokrasi, ne de hukuk devleti…”[55]

O hâlde; seçimlerdeki şaibe tehdidiyle maruf coğrafyamızda,[56] 24 Haziran’ın da bundan muaf olmadığı bir “sır” değildir vurgusuyla birkaç örneği sıralayalım!

• “Yüksek Seçim Kurulunca (YSK), 24 Haziran’da yapılacak Cumhurbaşkanı ve 27. Dönem Milletvekili Genel Seçimi’nde uygulanacak ‘seyyar sandık’ uygulaması istismarlarla başladı. Hastalığı veya engeli nedeniyle yatağa bağımlı yurttaşlar için seyyar sandık kurulması uygulaması istismarı da beraberinde getirdi. Yatağa bağımlı olmayan görme ve işitme engellilere seyyar sandıkta oy kullanması için rapor verilirken, raporunu bizzat ilçe seçim kurullarına getirenler de oldu.”[57]

• YSK 26 Mayıs 2018 akşamı yaptığı toplantıda valiliklerin ve il seçim kurullarının talebi doğrultusunda sandık taşıma ve birleştirme kararı aldı. 25 Mayıs 2018’de YSK’yi ziyaret eden HDP’li Mithat Sancar ve HDP YSK temsilcisi Mehmet Tiryaki’nin endişe ve itirazları dikkate alınmadı.[58]

• “Mühürsüz oylara onayla ‘şaibe’ iddialarını güçlendiren YSK, 19 ilde 144 bin kişinin oy kullanacağı sandıkların taşınacağını açıkladı. Üç YSK üyesi karara karşı oy kullandı.”[59]

• YSK, yayımladığı bir kararla bütün adayların uyacakları yasakları belirtiyor ve kendisi de cumhurbaşkanı adayı olarak bu seçimlere katılacak olan Erdoğan’ı yasakların dışında tutuyor! Böylece Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini daha baştan, bir kez daha şaibe altına sokuyor![60]

• Erdoğan tarafından 2014’te avukatlar arasında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine atanan, anayasa değişikliğinin ardından da yeni Hâkimler ve Savcılar Kurulu ataması ile Danıştay üyeliğine getirilen Aysel Demirel, Twitter hesabından, İnce’nin, 2013, 2014 ve 2018 tarihli türban konulu açıklamalarını paylaşarak, 2013’te “Başörtüsü özgürlük değildir. Özgürlükten vazgeçmektir. Başını açma özgürlüğünden vazgeçmektir. Evet çok şükür başörtüsü mesele olmaktan çıkmıştır bugün gizlemeye çalıştığınız gerçek niyet ve çabalarınıza rağmen. Muharrem İnce zihniyetindekilerin yaşattıklarını unutmadık unutmayacağız,” değerlendirmesini yaptı.[61]

• AKP ve MHP’nin TBMM’den geçirdiği ittifak yasasına göre, Vali veya İlçe Seçim Kurulu Başkanı isterse seçim sandıklarını bulundukları yerlerden başka yerlere taşıyabilecek. Kolluk kuvvetlerinin sandık etrafında bulunmasına da imkân tanıyan düzenlemeye göre, Valiler veya İlçe Seçim Kurulu Başkanı’nın istediği her sandık, uygun görülen başka bir yere taşındıktan sonra bu karara itiraz edilemeyecek.[62]

• Seçim yayınlarının tarafsızlığından sorumlu olan YSK, RTÜK’teki CHP’li üyelerinin adaletsizliğin tespiti ve cezalandırılması talebini OHAL KHK’sine sığınarak reddetti.[63]

• Milletvekili Genel Seçimi ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi için Paris’teki konsolosluk binasına oy kullanmaya giden bir kişiye, sandık görevlileri tarafından pusula ve zarf kapalı bir şekilde teslim edildi. İddiaya göre; oy kullanmak için kabine giren vatandaş, oy pusulasında AKP’nin bulunduğu yere mühür basılı olduğunu gördü ve hemen duruma itiraz etti. İtirazının ardından video çekip olayı anlatan vatandaş, “Cumhurbaşkanlığı için hazırlanan pusulada herhangi bir sorun yoktu. Ama partilerin yer aldığı oy pusulasında AKP’ye mühür vurulmuştu. Ben hiçbir seçimde AKP’ye oy vermedim. Gerekli itirazlarımı da gerçekleştirdim,” dedi.[64]

• İstanbul Bağcılar’da sandık kurulları için okullardan ilçe seçim kuruluna gönderilen listeden Eğitim-Sen’li öğretmenlerin isimleri çizildi. 113 birimde yüzlerce sandık başkanının tamamı hükümete yakınlığıyla bilinen Eğitim Bir-Sen’li öğretmenlerden oluştu.[65]

• AP’nin ‘Demokrasi Destek ve Seçim Koordinasyonu Grubu’ Eş Başkanları David McAllister ve Linda McAvan’ın ortak açıklamasında, “AP, Türkiye’de yapılacak (24 Haziran) seçim sürecini denetlemeyecek, süreç ve seçim sonuçları hakkında yorum yapmayacak” ifadelerine yer verildi.[66]

• AGİT heyetinden muhalefete manidar soru: “Seçim günü sahtecilik bekliyor musunuz?”[67]

• AB Komisyonu’nun ardından ‘Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’ de, Türkiye’ye olağanüstü hâle son verme çağrısı yapıp, mevcut koşullarda seçimlerin Avrupa kriterlerine uygun olmayacağını açıkladı.[68]

• Ankara’da CHP, HDP, İYİ Parti ve Saadet Partisi temsilcilerinin katılımıyla sandık güvenliği platformunun kurulduğu açıklandı.[69]

• HDP’den Meral Danış Beştaş ile Saadet Partisi’nden Mehmet Karaman sandıkları savunmanın yurttaşlık görevi olduğuna işaret ediyor.[70]

• ‘Sandık Gücü’ çalışmasının yürütücülerinden Mehmet Ali Çelebi, “Trafo kedilerine küçük sürprizler hazırlıyoruz, Doğu ve Güneydoğu’ya diğer bölgelerden takviye yapacağız. Seçim günü her türlü senaryoya hazırlıklıyız,” dedi.[71]

Veriler bu merkezdeyken sandık şaibeleri, sosyalistler, devrimci-demokratlarca yeterince öne çıkartılamadı. Ş.Urfa’da konuşan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, halkın dikkatini sandık şaibelerine çekerken;[72] Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ’ın, “Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin kurallar yasalaşmadan, yasa ile belirlenmeden Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılmasının yasal olanağı bulunmamaktadır. Buna rağmen seçimin yapılması ise yasa tanımazlıktır”;[73] eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’in, “OHAL’de seçim yapılamaz. Zaten pek çok demokratik devletin anayasasında da OHAL döneminde seçim yapılamayacağı açık bir hüküm olarak vardır,”[74] uyarıları da “es” geçilemez ve geçilmemelidir!

Ayrıca bir şey daha: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Kürt illerindeki toplantı ve açıklamalarına da dikkat etmek gerekiyor. Söz konusu toplantılardan en dikkat çekici olanı 12 Mayıs 2018’de Mardin’de 13 ilin (Adıyaman, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Muş, Siirt, Ş. Urfa, Şırnak, Tunceli ve Mardin) valileri, il jandarma komutanları ve emniyet müdürlerinin katılımıyla yapılan ‘Seçim Bölge Güvenlik Toplantısı’ydı.

16 Nisan 2017 referandumu ülke tarihinin en şaibeli ve en çok tartışılan seçimlerinden biri iken Soylu bu toplantıda “Türkiye de iki seçim vardır tartışılan. 1946 ve 1982 referandumu. Bu iki seçimin dışında Türkiye’nin tartıştığı seçim yok,” diyebilmiştir![75]

III.3) KEYFİLİK, BASKILAR VE ÖTESİ

►(Tıklayınız)24 Haziran'dan 6 Haziran’a 48 SaldırıI Ve Engelleme[76]

Keyfilik, baskılar ve ötesine ilişkin “Ne demeli” mi?

En iyisi somut örneklerin kesin diline müracaat etmek!

• 24 Haziran seçimleri öncesinde Akit TV ekranlarında Prof. Dr. Maranki, seçimleri beklediklerini, eğer başarısız olurlarsa Belgrad Ormanı’na gömdüklerini çıkararak savaşacaklarını söyledi.[77]

• Cumhurbaşkanı Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın aracılığı ile eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, “Adaylıktan vazgeç!”[78] mesajı verdi.[79]

• Erdoğan, rakiplerini istihbarata izlettiğini itiraf ederek; İnce’nin Diyarbakır mitingiyle ilgili, “Bu mitinge katılanların tamamına yakını HDP’li,” dedi.[80]

• Van’ın Başkale ilçesinde asılan HDP flamaları zırhlı bir aracın içerisinden çıkan özel harekât polisleri tarafından söküldü. Kullandıkları zırhlı aracın üzerine çıkan polis, yol boyunca asılan HDP flamalarını tek tek indirerek çöpe attı.[81]

• Valilik, 9 Haziran 2018’de AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 19 Mayıs Stadyumu’nda yapılacak Ankara mitingi dolayısıyla HDP’nin halk buluşması etkinliğine izin vermedi. Gerekçe olarak her iki mitingin aynı gün olmasının güvenlik sıkıntısı yaratabileceğini öne sürdü.[82]

• Yurtdışında başlayan oy verme işlemi sırasında Kopenhag’daki Türkiye konsolosluğu önüne gelen HDP üyelerine AKP ve MHP’liler hakaret edip, saldırdı.[83]

• Konya Kulu’da polisler, Sezai Temelli ile HDP’lilere gaz sıktı.[84]

• HDP yöneticileri seçim çalışmaları yürüttükleri Gürpınar ilçesinde 7 Haziran 2018’de Savacık Mahallesi’nde yurttaşlara bildiri dağıttığı için polisler tarafından gözaltına alındı.[85]

• Güvenpark’taki seçim standına saldıran polis, HDP Ankara Milletvekili adayı Emine Kaya’ya yumruk attı.[88]

• HDP Bolu İl Başkanlığı binasının kapısı 5 Haziran 2018 gecesi yanıcı madde dökülerek yakılmak istendi. 3 günde 3. kez saldırıya uğradıklarını ifade eden İl Başkanı İbrahim Yolci, “Bu olaylar AKP ve MHP’nin teşvikiyle yapıldı.. Vali ve Vali yardımcıları art niyetli. Bayrak, flama asmamızı istemiyorlar. Her partiye serbest size gelince hukuku dinlemiyorlar. Bu geceyi nasıl geçireceğimizi bilmiyoruz,” dedi.[89]

• Gazi Mahallesi’nde oturan 18 yaşındaki Birol T. ve 19 yaşındaki lise öğrenicisi Saadettin K. 4 Haziran 2018’de mahallelerindeki bir duvara, “Ketıldan gelen 1 mesaj vardır. HDP” yazıp, kettle resmi çizdikleri sırada polis tarafından gözaltına alındı.[90]

• HDP’nin seçim çalışmalarına başladığı 28 Nisan’dan 3 Haziran tarihine kadar yaklaşık 35 günlük dönem içerisinde kampanya yürüten parti yöneticisi ve görevlilerin çoğunlukta olduğu 136 kişi gözaltına alındı, 14 kişi de tutuklandı. Başta büyük kentler olmak üzere, kurulan stantlar ve açılan bürolar da saldırılardan nasibini aldı. Ankara’da seçim büroları, halk buluşmaları ve seçim stantlarına 3 Haziran’a kadar 10 kere, İstanbul’da seçim büroları ve stantlarına 6 kere, İzmir’de seçim çalışmalarına 2 kere, Antalya’da seçim çalışmalarına 2 kere, Hatay’da ve Edirne’de 1’er defa saldırı düzenlendi. Ayrıca Temelli’nin 28 Nisan’da Siirt’i ziyaretinde oluşturulan konvoya katılan araçların tamamına ceza kesildi. Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması talebiyle başlatılan imza kampanyası için Kadıköy’de kurulan stantta partililerin halay çekmesinin polis tarafından yasaklandı.[91]

• MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, siyasetçileri ve gazetecileri kapsayan af çağrılarına tepki olarak, “ülkü ve ülke sevdalısı, davalarının gözü kara yiğitleri” olarak nitelendirdiği organize suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı,[92] HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’ye küfre varan ağır hakaretler ve tehditlerde bulunup, “Devlet Bahçeli’yi ağzına alacak adam mısın? Bak beni dinle, ben bu ülkede çok adam bayılttım seni de bayıltırım. Senin gibi ulusal basında teröristlere hizmet edenlere buradan sesleniyorum, vatana ihanet eden Can Dündar gibi bayılmak mı istiyorlar? Devlet Bahçeli’ye bir kelime konuşursan seni bayıltırım ve bu Türkiye’nin her yerinde yurtdışına gittiğin zamanda seni mutlaka üç, beş kişi karşılar… Evet kriminal suçluyum ama vatan haini değilim” diyen Çakıcı, HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın da adını anıp, talimat vermesi hâlinde cezaevinde koridora dahi çıkamayacağını öne sürdü.[93]

• Ş.Urfa’nın Ceylanpınar İlçesi’nin AKP’li Belediye Başkanı Menderes Atilla, işçileri, “Eğer oy vermezlerse onları kadrodan çıkarıp, eskisi gibi işsiz yapmak benim namus borcumdur,” sözleriyle tehdit etti.[94]

• Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Alaattin Duran, Muharrem İnce Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni ziyaret ettiği için YÖK’ün talimatıyla rektörlük tarafından görevden aldı.[95]

• 24 Haziran seçimlerine 18 gün kala yandaş basının imzasız olarak “İnce’nin Barbarları” başlığı ile yayınladığı, Muharrem İnce’nin afişlerini asan partililerin bir kadına saldırdığı iddialarının “yalan” olduğu ortaya çıktı.[96]

• İYİ Parti Genel Merkezi önündeki polis koruması, partinin kuruluşundan sonra çekildi. İYİ Parti tekrar koruma verilmesi için başvuru yaptı, valilikten aylardır cevap bekleniyor. İYİ Parti’li Aytun Çıray, partisinin farklı kentlerde saldırıya uğradığını belirterek “Bunlar kraldan çok kralcılar. Devletin valisi olmayanlar bedelini öder,” dedi.[97]

IV. AYRIM: BURJUVA “MUHALEFETİ”

 

24 Haziran öncesinde, kimilerin heyecanlandıran burjuva “muhalefeti”nin bir yanı Sivas’ta Madımak ateşine, öte yanda da Kürt illerindeki faili (belli) “meçhul”lere dayanırken; demokrat olmak,” o kadar kolay ve mesnetsiz değildir.

Siz bakmayın; “SP önemli bir siyasi kimlik kazandı Saadet Partisi Karamollaoğlu ile bir parti kimliği kazandı… SP her durumda Meclis’te temsil edilecek ve resmen bir seçenek olarak siyasi bir kimlik kazanacak. Seçmen bunu görüyor ve istiyor olacak,”[98] diyerek üst perdeden ahkâm kesmeye kalkışıp; ardından da, “Muharrem İnce, pozitif mesaj, iyimserlik, umut önemli ilgi doğuruyor,”[99] diye ekleyen Orhan Bursalı’ya!

Onlar tarihsel bellekten yoksun; olmasını istediklerini (halisünasyonlarını) gerçekmiş gibi sunan ve “Dün dündür, bugün de bugün” diyen eyyamcılardır.

Hatırlayın burjuva “muhalefet”, Erdoğan’a karşı, Erdoğan’ın eski dava arkadaşının arkasında birleşmeye kalktı. Olmadı olmasına da; onlar için her şeyin sorumlusu Erdoğan’dır. Ondan kurtulmak için ne taviz varsa verilmelidir.

Oysa böylesi bir tarz-ı siyasetten malûl “muhalefet”in, karşı çıktığı şeyi, “süper kahraman” düzeyine yükselttiği, Erdoğan’ın gücüne güç kattığı aşikârdır. Bunların böyle olmasında liberal yalanlara da sarılmış[100] aymazlık yanında, ABD ve AB’nin konuya müdahalesini de anımsamamak mümkün değildir!

Bu eyyamcılar tayfası için dün Ekmeleddin İhsanoğlu, bugün Abdullah Gül. Yarın da kim olursa olsun? Onlar için mesele AKP tabanından oy kapmak, böylelikle de Erdoğan’ı devirmektir.

Bunun içinde sağcılardan daha sağcı olmanın hiçbir “sakıncası” yoktur. Bu plan, hep “O her şeydir, o giderse hepsi gider” saplantısının ürünüdür.

Oysa, nasıl “faşizmden söz etmek isteyenlerin, kapitalizmden de söz etmeleri gerekiyorsa”, Erdoğan’dan kurtulmak isteyenlerin de siyasal İslâmdan, diğer bir deyişle özgün bir toplumsal hareketten, onun liderliğini yapan bir tabakanın iktidarından, bu iktidarın inşa ettiği “tarihsel blok”un ekonomi politiğinden söz etmeleri gerekiyor.[101]

Çünkü Siyasal İslâmın partisi AKP, “bir pasif devrim” süreci içinde devleti ve toplumu dönüştürürken yalnızca liberal entelijansiyanın desteğinden yararlanmadı. Ana muhalefet partisi CHP’nin, kritik dönemeçlerde benimsediği taktikler “pasif devrim” sürecinin ilerlemesini kolaylaştırdı.

Anımsayalım: Mustafa Sarıgül, Ekmeleddin İhsanoğlu, dokunulmazlıkların kalkması, Gezi Olayındaki kararsızlık, Haziran Seçimleri’nin arkasından başlayan koalisyon kurma çabaları sürecindeki teslimiyet, kasım seçimlerine giden süreçte yaşanan anormallikleri sorgulamaktaki isteksizlik, 15 Temmuz’dan sonra Yenikapı mitingi, OHAL karşısında teslimiyet, referanduma gidiş koşullarını, sonuçlarının çalınmasını kabullenmedeki kolaylık, HDP liderliğinin tutuklanması karşısında suskunluk...[102]

Bu noktada[103] Mustafa Kemal Coşkun’un şu tespitini paylaşmamak mümkün mü?

“Seçimler yaklaşmışken burjuva sınıfının farklı fraksiyonlarının savunucusu partilerin adına ‘cumhur’ (halk) ve ‘demokrasi’ dedikleri ittifakları yaparken; anlaşılan o ki, bu ittifakların hiçbirinden liberal bir demokrasi bile çıkmayacaktır”![104]

Sakın ola kimse, Meral Akşener’in, HDP’nin tutuklu Cumhurbaşkanı Adayı Selahattin Demirtaş’ın seçim kampanyasını diğer adaylarla eşit koşullarda yapmasını arzu ettiğini belirtmesinden;[105] “demokrat”lık çıkarmaya kalkışmasın. Demokrasi, burjuva demokrasisi bile o kadar ucuz değildir. Olmamalıdır da!

Tıpkı seçim faaliyetlerinde “demokratlığı” kimseye kaptırmayan Muharrem İnce gibi!

Ergin Yıldızoğlu’nun, “CHP bu kez, ortaya, ‘yapışkan statüko’ dışına taşan bir cumhurbaşkanı adayı koydu. Muharrem İnce, öncelikle CHP tabanının Laik Cumhuriyetçi duyarlıklarına hitap ediyor; ‘Hayır’ oylarını konsolide etmeyi amaçlayan bir hat izleyecek gibi görünüyor. Ancak, İnce’nin burada durmak istemediği, kapsayıcı olmayı arzuladığı da anlaşılıyor. İnce, kampanya boyunca kendisine yönelecek simgesel şiddete, fazlasıyla cevap vermeye kararlı olduğunu da hemen gösterdi. Bu duruş, güçlü bir iradenin varlığına işaret ediyor.”[106] “Çok uzun zamandır ilk kez muhalefetin, İnce gibi mücadeleci, kapsayıcı olmaya niyetli, demokratik eğilimleri güçlü, dolayısıyla ‘yapışkan statükonun’ dışına taşabilen bir adayı var,”[107] saptamasına katılmak mümkün değildir!

“Nasıl” mı?

‘The Economist’de, “Güneydoğu’da Kürt seçmenler nezdinde mesafe kaydedebilecek laik bir politikacı varsa, o da ‘içten tavırlı’ diye tanımladığı İnce…Nusaybin’de konuşan HDP yetkilisi Ferhat Kut da ‘Burada insanlar, Erdoğan ve İnce arasında, İnce’ye daha yakın hissediyor,”[108] notu düşülen Muharrem İnce’yi “ehven-i şer” bulabilirsiniz; böyle hissediyorsanız, lütfen, adını dağa taşa yazan solcuları iktidara gelir gelmez “sırtımızdaki keneler” ilan eden “Umudumuz Ecevit”i hatırlayın. Tarihin tekerrür etmemesi, ancak ondan ders çıkartmakla mümkündür!

Geçerken konuyla ilgili bir hatırlatma daha: Muharrem İnce “iyi”, “güzel” konuşuyor da, hep aynı şeyleri söylüyor. Örneğin iş güvencesinden, işçi sağlığından, işçi cinayetlerinden, kamusal eğitimden, kamusal sağlıktan, barınma hakkından, sendikal örgütlenme, toplu pazarlık ve grev hakkından hiç söz etmiyor. Neden ki?” Bilim, teknoloji, ilerleme, üretim” odaklı dili, Kürtlere, “anadillerini öğrenmek”ten ötesini vaad etmeyen ufku, bırakın bir devrimciyi, bir burjuva reformist için dahi fazla “ılımlı” ve zamanın neoliberal ruhuyla fazla uyumlu…

V. AYRIM: AKP CENAHI

Seçimleri bir “rüşvet dağıtımı” kampanyası olarak yürütmeye alışmış AKP cenahına gelince; Başbakan Binali Yıldırım’ın açıkladığı seçim paketinin verdiği ilk mesaj, AKP’nin 24 Haziran seçimleri konusunda endişeli olduğudur…

Açıklanan ekonomik vaatler, vatandaşın derdine kalıcı çare olma kaygısıyla değil, Saray iktidarı için oy devşirmek kaygısıyla ortaya konulmuş maddelerden ibaretken; “Erdoğan ve Yıldırım’ın günlük harcaması 6 milyon TL”[109] civarındadır.

Bu böyle olunca AKP Hükümeti’nin yandaşlara dağıttığı ve seçim için savurduğu paralar merkezi bütçeyi sarsarken, Erdoğan ile Yıldırım’ın örtülü ödenek harcamaları 2018 yılının ilk dört ayında 747.2 milyon liraya ulaşarak, 1.1 milyarlık Başbakanlık bütçesini zorlamaya başladı.[110]

Başbakan Yıldırım, emekliden esnafa, çiftçiden üniversite öğrencisine dek milyonlarca “seçmen”in cüzdanına doğrudan etki eden paketin, bütçeye maliyetinin 24 milyar TL olduğunu söyledi. Ne var ki, paketin af, yapılandırma, indirim, borç silme, aylık artışı gibi birbirinden farklı unsurlarını toplu olarak dikkate aldığımızda, bu rakam gerçek durumu yansıtmıyor.

Upuzun liste bir yanda dursun. Sadece “Emeklilere her yıl Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı öncesi olmak üzere biner TL ikramiye” vaadi bile bizi paketin açıklanan toplam maliyetine epeyce yaklaştırıyor.

Şöyle: Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine göre, Türkiye’de emekli aylığı alan kişi sayısı: 11 milyon 473 bin 735. (Dağılım ise şöyle: SSK: 7 milyon 70 bin 162, Bağ-Kur 2 milyon 430 bin 880, memur: 1 milyon 972 bin 693)

Toplam 11 milyon 473 bin 735 kişiye biner TL ikramiye verilmesi, 11 milyar 473 milyon 735 bin TL’dir. Bu ikramiyeyi iki bayram ödediğinizde bütçeye 22.9 milyar TL olarak yansır.

Yani Başbakan Yıldırım’ın 24 milyar TL açıklamasını veri aldığınızda, emekliye iki bayramda biner TL verildiğinde, geriye 1.1 milyar TL kalıyor.

Kalan bu tutara üstelik paketin diğer bütün unsurlarının sığması gerekiyor. Sayın Başbakan, stok affı, ceza yapılandırması, emekli borcu, sağlık imkânı, gençlere prim desteğini “maliyet” saymıyorsa bir diyecek yok. Ama bu paket kapsamında devletin vazgeçtiği cezalar, vergi ve prim alacaklarının en az 20 milyar TL’ye ulaşacağı konuşuluyor. Bu durumda paketin, mali sisteme yansıyacak toplam büyüklüğünün en az 40 milyar TL civarında olması bekleniyor.

Maliye Bakanı Naci Ağbal, 2017 yıl sonunda Meclis’teki bir yasa görüşmeleri sırasında bir daha vergi affı olmayacağını söylemiş, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de CHP’nin seçim dönemi emekliye ikramiye vaadine “Kaynağını göstersinler CHP’ye oy veririm” demişti.[111]

Artık rıza üretmekte zorlanan, kişiselliğe dayanan, ortak akıldan yoksun AKP’nin kliyantalist politikalarla kesenin ağzını açıp; manipülasyon ve baskıyı yoğunlaştırmaktan başka açarı kalmamış gibidir.

Erzurum mitinginde, “Biz bugüne kadar hiçbir zaman ne aldatan olduk ne aldanan olduk”;[112] Diyarbakır’daki mitingde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ret ve inkâr politikasına kendilerinin son verdiği vurgusuyla, “Kürt yoktur demiyoruz, Kürtlerin bizzat kendileri sorun gören anlayışa nazire olarak Kürt sorunu yoktur diyoruz”;[113] sözleriyle daha önce dedikleriyle çelişmesi…[114]

Ya da daha önce “Laiklik Anayasa’da olmamalıdır” diyen AKP’li Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın, 24 Haziran seçimlerinin öncesinde, “Cumhuriyetçiyim, Cumhuriyetin temel ilkelerinden yanayım,”[115] açıklamasında bulunması…

Veya AKP’nin seçim beyannamesinde, OHAL’in sürdürüleceği kaydedilirken, ülkenin AKP döneminde oluşmuş ya da katmerlenmiş birçok sorununun çözüleceği iddia edilmesi[116] gibi!

AKP’nin kimyası bozuldu bozulmasına ama bu bir “son” falan da değildir…

VI. AYRIM: ADAYLAR, LİSTELER, İTTİFAKLAR

24 Haziran’ın adaylar, listeler, ittifaklar meselesi girift, anlaşılması mümkün olmayan bir sağcılık ve anti-demokratik merkezi müdahaleden malûldür.

Bu konuda Selahattin Demirtaş, muhalefetin aday belirleme ve ittifak politikaları için amaç, ilke, aday belirleme sürecini eleştirdi, tam demokrasi hedefleyenlerin pratiğine de bu anlamı katması gerektiğinin altını çizdi.

Ayrıca muhalefet bloğunun seçimin önemini bilerek hareket ettiğini ancak demokrasi mücadelesinin pratikte de verilmesi gerektiğini belirtip, manipülatif müdahalelere kapalı tutmak amacıyla gizli yürütülen görüşmelerin halkın katılımına da kapı kapadığını, hangi amaç ve ilkelerin belirlendiğinin halka anlatılamadığını ifade etti.[117]

Bu(nlar) yerinde bir uyarıydı; ancak, benzer eleştiriler HDP için de geçerli değil miydi?

Örneğin, “HDP yönetiminin, adayları antidemokratik bir tutumla belirlediği”ne[118] dikkat çeken İsmail Beşikçi ile şunları diyen Bülent Tekin haksız mı?

“Yaşananlara bakınca parti içi siyaset açısından en antidemokratik siyasi parti HDP’dir. Bu benim kanaatimdir. MHP dahil tüm siyasi partilerin ağızlarından düşürmediği ‘parti içi demokrasi’ en fazla HDP’de yoktur. 24 Haziran seçimlerinde belirlediği adaylar daha önce adeta kararlaştırılmıştır. Burada en büyük maharet, parti yöneticilerinin aday seçilme sonuçlarının, bu işi yapan komisyon tarafından belirlendiğini, seçmenine diğer seçimlerde olduğu gibi, bu seçimde de inandırma becerisidir.”[119]

Bugün tek adam rejimi diyor ya HDP, işte eğer böyle bir rejim varsa bunun sorumlusu sadece iktidar partisi değildir, en büyük sorumlu HDP ve diğer siyasi partilerdir...

Bu dönemde HDP tıpkı diğer partiler gibi milletvekili olmak istiyor ve bu makamlara daha önceden kararlaştırdığı kişileri getirmek istiyor. Önceden aday yapılacakların dışındaki aday adayı başvuruların hiçbir belirleyici yönü yoktur. Boş başvurulardır, adeta sadece başvuru yapanlar olarak vardırlar. Acaba illerde toplanan başvuru dosyaları Ankara’da komisyon önüne gitmiş midir?..

Adaylar adeta bir HDP yöneticileri ve şöhretler (!) karmasından oluşuyor…

HDP bileşeni olarak rol alan Devrimci İslâm Komitesi için de birkaç söz söylemek gerekir: Bu komitede bulunanlar ya da İslâmi hassasiyeti bulunanlar HDP misyonunda milletvekili oldular ya da olmak için aday gösteriliyorlar. İslâm’ı siyasete alet etmenin daniskasını yapmaktalar. AKP’de ya da Saadet Partisi’nde bulunan din adamlarını siyasete alet ediyorlar şeklinde suçlayanların bu suçlamayı kendileri için yapmamaları ne kadar doğrudur?”[120]

Elbette bu saptamalardan, “Parlamento mücadelesi her şey değil, bir şeydir. Esas kazanımlarımızı sokakta elde ederiz. Ben sokağı önemseyen bir vekil olmayı tercih ederim,” vurgusuyla, “Tek adam diktatörlüğüne karşı bir taraf belirtmeyi doğru buldum. Neticede insanların evlerinin duvarına ‘Kurdun dişine kan değdi’ yazanlara karşı bir tepki vermek gerekiyordu… Seçildiğim takdirde geleneksel anlamda deri koltuklarda oturup kürsülerde konuşan değil, grevden greve direnişten direnişe koşan halkın sorunlarıyla iç içe olan bir pratiğin içinde olacağım,”[121] deyip; seçilmesi hâlinde yapacağı ilk şeyin “Sokaktaki duruşunu Meclis’teki duruşuyla birleştirmek” olduğunu ve “Adaylığım milletvekili koltuğuna değil, Demirtaş’ın hücre arkadaşlığınadır,”[122] diye konuşan Veli Saçılık ile benzerlerini muaf tutuyoruz.

Ancak bunların yanında HDP’nin İzmir milletvekili adayı ilahiyatçı Nurettin Turgay, “İslâm âleminin can simidi farklılıkların bir arada yaşama modelidir. Bu mücadele İslâm’a Kur’an’a eşit düştüğü için buradayım,”[123] zırvasını hatırlatmadan geçmiyoruz, geçemiyoruz! Ne de olsa İslam simsarlarından fazlasıyla çektik!

Bu noktada müthiş bir sağcılık örneği olan CHP milletvekili listelerinin üstünü çizdiğim(iz) gibi, HDP milletvekili listelerindeki adayların tümünün (geçmişteki Altan Tan, Dengir Mir Mehmet Fırat vd’leri gibi!) bizim vekilimiz olmadığını; Mahmut Konuk gibi bağımsız adayların da desteği ve saygıyı sonuna kadar hak ettiğini ifade etmeliyiz![124]

Tamda da burada liberal Aydın Engin’in, söz konusu gerçekleri ört bas etmek için “Gevezelik” diyerek kesip atma çabası da, şu “izahatlar”ı da nafiledir:

“Listeleri beğenmeyenler, listelerdeki sıralamayı beğenmeyenler, listelerde yer alan kimilerini beğenmeyenler, listelerde kimilerinin yer almamasını beğenmeyenler yağıp gürlediler.

Kimileri CHP listesini didikliyorlardı. ‘Faşist İttihat Terakki geleneğine döndü’ diyenlerle biraz daha insaflı davranıp ‘Sağa kayıp sağdan oy alacağını sanan aymazlar’la yetinenler yarışıyordu. Kim ağır bastı çıkaramadım. Ama anladığım zaten CHP’ye oy vermeye niyeti olmayanlar -sanırım içlerini serinletmek için-CHP’ye yükleniyorlardı. (..Ancak listeler, listelerdeki sıralamalar vereceğim tek oyu hiç ama hiç etkilemedi).

Klavye silahşörlerinin yazıp çizdiklerinden HDP de nasibini en az CHP kadar aldı. ‘Kürt milliyetçiliği ağır bastı’dan başlayıp, ‘Listeler Kandil’den geldi, sonuç da bu oldu’ bilgiçliğine savrulanlar da vardı, ‘Kerameti kendinden menkul, üye sayısı bir elin parmaklarından ibaret solcu partiler listede baş köşelere yerleşti’ deyip ‘HDP kendini inkâr etti’ye varanlar da… Bundan ötesi bence gevezelik…”[125]

VI.1) İTTİFAKLAR (MI)?

“Ona aldırma, buna boş ver,” liberal söylem ve illüzyonlarının tesir ve tehdidi altındaki seçim faaliyetleri tarz-ı siyasetinin 24 Haziran’daki ilk icraatı “Kurtarıcı Abdullah Gül” çığırtkanlığıydı; buna kapılanlar çok oldu; mesela Ufuk Uras gibi…

Niye inkâr edelim? Kameralar karşısına bizzat geçip “Aday olmayacağım” diyene kadar, “Abdullah Gül” formülüyle yatılıp kalkıldı.

Gül ile Erdoğan arasındaki soğukluğun ortaya çıktığı günden itibaren “Acaba Gül, Erdoğan’ın karşısına çıksa ne olur?” diye papatya falları açıldı.

O günlerde Gül’e bel bağlamanın bir sefalet olduğuna aldıran olmadı.

Tıpkı -yukarıda ifade ettiğim(iz) üzere şimdi de Muharrem İnce’ye alkışlar düzen!- Orhan Bursalı gibi: “Muhalefet bloğunda şöyle bir inanış var: ‘RTE’yi Gül’e tercih ederim, çünkü RTE gizli değil açık seçiktir; Gül ise sinsidir, kendisini saklar.’ Bunu yanlış bulurum: RTE’yi kararında asla etkileyemezsiniz. Ama Gül’ü etkileyebilirsiniz.. RTE, düşündüğünü hiçbir engel tanımadan tepeden hâlleder.. Eğitim, imam hatip.. artık ne varsa... Unutmayın, Gül, Gezi Direnişi’nde de RTE’den farklı ve yumuşak bir tutum almıştı.”[126]

“Ehven-i şer”cilik omurgasızların âlâmet-i farikasıdır!

Mesela “Gül’ün aday olma ihtimali üzerinden çıldırmış gibi konuşuyor Bahçeli…Oyunları bozuldu; kazansalar da kaybettiler,”[127] diyen Ayşe Yıldırım’ın Abdullah Gül hikâyesini görmezden gelip, “es” geçmesi gibi!

►(Tıklayınız) 24 Haziran seçimleri nedeniyle “çatı adayı” olarak Abdullah Gül(128)

Şimdi birileri, “Tamam, Gül olmadı, bitti gitti” diyebilir… Ama “Hayır”!

Gül, aday olmadıysa da; Gül’ü aday yapmak isteyen zihniyet hâlâ HDP içinde bile canlı.

HDP Diyarbakır Milletvekili Ziya Pir, “Seçimlerde Abdullah Gül’ün aday olması durumda onu destekler misiniz?” sorusuna, “Tabanımızda Abdullah Gül’ün desteklenmesi için bir talep var. Dolayısıyla Erdoğan’a karşı onu destekleriz,”[131] yanıtını vermesi veya “İlk turda herkes kendi adayını çıkarmalı. Güçlü adaylarla ikinci turun kapısı açılır. Muhalefet kanadında bir adayda uzlaşılabilir,” diyen HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’nin de, “Abdullah Gül’e oy verir misiniz?” sorusunu, “Bizim gündemimize düşmüyor. Ama saygın bir siyasetçi, değerlendirilebilir,”[132] diye yanıtlaması gibi! Bellek yitimi kötü şey!

Soru(n)ları aşmak için çözüm(süzlük)ü sağda/ sağcılaşmakta arama formülü düne kadar Gül ise, bugün de maalesef “reel politika” adına CHP ve İnce’dir.

Örneğin CHP PM Üyesi, Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan’ın, “CHP, İYİ Parti, SP ittifakı yarar getirmez,”[133] notunu düştüğü ‘Millet İttifakı’nda, İyi Parti ve Saadet Partisi’yle ortaklaşmış bir CHP’nin kendi rolünü bile -o “rol” ne ise?- oynaması olanaksızdır!

HDP’nin ‘Cumhur İttifakı’nda yer alması gibi, ‘Millet İttifakı’nda yer alması eşyanın tabiatına aykırıdır. İçinde İYİ Parti’nin (ya da MHP’nin) olduğu bir seçim ittifakı HDP’yi doğal olarak dışarıda bırakır ve karşısına alırken; tersi de geçerlidir: HDP’yi içeren bir ittifakta da İYİ Parti (ya da MHP) olamaz…

Bundan ötürü eski AKP’i Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın, “HDP’yi dışlayan ittifak anlayışının demokratlığı tartışmalıdır,”[134] demesi; boş ve günahlarını başkalarına ciro etmeye kalkışmaktan başka anlam taşımaz!

Ayrıca CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, “HDP ile de ittifak olabilir mi?” sorusuna “En geniş mutabakatın sağlanması lazım. HDP içinde, dışında olsun diye ayırma lüksümüz yok,” yanıtını verip,[135]

Devamı için(Tıjkayınız)



Bu yazı 7424 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI