Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
Güncelden Tarihsele İsçi Sınıfı/İşçi Sınıfının Güncel Hâli
Tarih: 15-12-2017 01:04:00 Güncelleme: 15-12-2017 01:04:00


II) İŞÇİ SINIFININ GÜNCEL HÂLİ

 

Karl Marx’ın, “Bu açgözlülük ve para hırsı ortamında, bir tek insanca duygu ya da görüşün lekelenmeden kalması olanaksızdır,” biçiminde formüle ettiği ücretli kölelik dünyasında Uluslararası Çalışma Teşkilâtı’nın (ILO) verilerine göre küresel işgücü piyasalarında işsiz sayısı 200 milyonu aşmış durumda. Yoğun işsizliğin baskısı altında 900 milyon emekçi (tüm küresel istihdamın yaklaşık yüzde 30’u) günde 2 dolarlık yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Bu kadar da değil! Dünyada ayrıca 1.1 milyar tarım işçisi var. Bunların 450 milyonu mevsimlik tarım işçisi.. Bu işçilerin yüzde 60’ından fazlası yoksulluk sınırının altında. Yüzde 80’inin sosyal güvencesi yok. Yüzde 70’i tarlalarda çocukları ile birlikte çalışıyor. 15-49 yaş arası mevsimlik kadın tarım işçilerin yüzde 90’ı ilkokulu bitirmemiş. Bu gruptaki kadınların yarısı evde doğum yapıyor. Yine bu gruptaki kadınların yüzde 44’ünün yeterli tetanoz aşısı yok. Mevsimlik tarım işçilerinin üçte ikisi temiz içme suyundan yoksun...[19]

ILO söz konusu yoksulluk ve sömürü tablosunda artan ölçüde kadın istihdamına yönelindiğini vurguluyorken; günümüzde dünya nüfusunun yüzde 75’ini oluşturan 5.1 milyar kişinin sosyal güvenlik güvencesinin olmadığı ve temel sağlık hizmetlerinden de yararlanamadığı tahmin ediyor.[20]

Yine ILO’ya göre, dünyada her yıl 40 milyon genç iş aramaya çıkıyor ve yalnızca 3 milyon genç için yeni istihdam yaratılıyor. 37 milyon açıkta. Türkiye’de de genç işsizlik oranı yüzde 20’nin üzerinde.[21]

Küresel ekonomik krizin de etkisiyle kritik hâle gelen genç işsizlik konusunun altını çizen ILO verilerine göre, dünya genelinde 74.5 milyon genç her sabah işsizlik kâbusuna uyanıyor. Dahası, küresel düzeyde yaklaşık 228 milyon genç çalışıyor olmasına rağmen yoksulluk sorunuyla karşı karşıya. Yani, “çalışan yoksul” konumunda!

Merkez ülkelerinde iş arayan her 3 gençten biri, en az 6 aydır işsiz. Yükseköğretim mezunu gençler, niteliklerinin altındaki işleri kabul ediyor. Avrupa Birliği’nde istihdamdaki her 10 gençten 4’ü geçici iş sözleşmesi ile çalışıyor.

Çevre ülkelerinde ise her 10 gençten 6’sı sürekli olmayan işlerde çalışıyor. Çalışan her 10 gençten 5’i nitelikleriyle uyumsuz bir işte çalışıyor. İstihdamdaki her 10 gençten 6’sı, ortalama ücret düzeyinin altında kazanıyor. Dünya üzerinde her 10 gençten 9’u gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. İstihdamdaki her 10 gençten 8’i kayıtdışı çalışıyor.[22]

ILO verilerine göre, dünyada tam zamanlı çalışan 168 milyon, tam veya yarı zamanlı çalışan 264.5 milyon çocuk işçi bulunuyor. 168 milyon çocuk işçinin 85 milyonu tehlikeli işlerde çalışırken, çoğunun can güvenliği bile yok.[23]

Bunların yanında ILO yetkilisi Corinne Vargha, ‘Dünyadaki Çocuk İşçiler 2015’ başlıklı raporda, çevre ülkelerindeki çocukların yaklaşık yüzde 30’unun 15 yaşında çalışmaya başladığına ve 5 ila 14 yaş grubu arasında dünya genelinde 120 milyon çocuk işçi bulunduğuna dikkati çekti. Yaşları 15 ila 17 arasında değişen 47.5 milyon çocuğun ise tehlikeli işlerde çalıştığını ifade edip, çocuk işçi sayısındaki azalmanın bu yaş grubunu etkilemediğini söyledi.

Bir diğer ILO yetkilisi Azfar Khan de çocuk işçilerin sayısının yaklaşık 78 milyon ile en fazla Asya-Pasifik bölgesinde olduğunu, Asya Pasifik bölgesini, 59 milyon çocuk işçiyle Sahraaltı Afrika bölgesinin izlediğini ve çocuk işçilerin en çok tarım sektöründe çalıştırıldığını ifade etti.[24]

Devamla: Kriz koşullarında Amerikan işgücü piyasalarında reel ücretlerdeki gerileme işsizlik baskısıyla birlikte sürdürülmekteydi. Nitekim elimizdeki veriler Amerika’da işgücüne katılım oranının 1970’lerden bu yana en düşük düzeyine gerilemiş olduğunu; umudu kırılmış ve iş aramaktan vazgeçmiş nüfus ile birlikte gizli işsizlik oranının da yüzde 10.7 ile birlikte hâlâ kriz öncesi oranların üzerinde seyretmekte olduğunu belgelemektedir. Genç ve Hispanik nüfus içerisindeki işsizlik oranı ise yüzde 11’i aşmaktadır.

Japonya, Çin, Rusya ve Yunanistan’ın öncülük ettiği ekonomik buhranın etkisiyle dünya devleri peş peşe kıyıma gidiyor. 2015 yılında 30 bin kişiyi işten çıkaracağını açıklayan HP ilk sırada yer alırken, işten çıkarmalarda petrol şirketleri öndeyken en çok işçi çıkaran 8 şirket şöyle: i) HP: Dünya devi bu yıl 30 bin kişilik kıyım yapacağını açıkladı. ii) SLB: Ucuz petrol her ne kadar araba sahipleri için iyi olsa da, petrol şirketi Schlumberger’de çalışanlar için “işten çıkarılma” demekti. 20 bin kişilik işçi çıkarımında bulunan şirket ikinci oldu. İii) BHI: Petrol şirketlerine araç-gereç sağlayan Baker Hughes, 13 bin kişiyi işten çıkardı. iv) HAL: Petrol yatağı servisi Halliburton, 11 bin 800 işçi kaybetti. v) CAT: Çin’deki ekonomik sıkıntılar ve ucuz petrolden nasibini alan Caterpillar ise bu yıl 10 bin kişiyi işten çıkardı. 2018’e kadar bu sayının daha da artabileceğini söyleyen CAT, yıllık 1.5 milyar dolar da tasarruf etmeyi planlıyor. vi) A&P: Önde gelen süpermarketlerden biri olan A&P de işçi kaybedenler arasında. 8 bin 500 işçisinin işine son verdi. vii) Microsoft: Şubat 2014’ten itibaren 25 bin 800 kişiyi işten çıkaran dünya devi bu yıl 7 bin 800 kişiyi işten çıkardı. viii) RadioShack: 6 bin 500 kişinin üzerinde kayıp verdi.[25]

Yine bir ILO raporuna göre, küresel düzeyde en az 21 milyon işçinin zorla çalıştırıldığını ortaya koydu. Üstelik, bu çalışma biçiminin gizli olması sebebiyle gerçek rakamların çok daha yüksek olabileceği belirtiliyor.[26]

Ayrıca ILO’nun verilerine göre, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri ve Bağımsız Devletler Topluluğu’nun olduğu bölgede zorla çalıştırılanların sayısı yaklaşık 1 milyon 600 bini buluyor. Türkiye’de zorla çalıştırma açısından en çok mağdur olan gruplar, sokakta yaşayan çocuklar, seks işçiliği için Türkiye’ye gelen kadınlar ve iç savaş nedeniyle başta Suriyeli olmak üzere Türkiye’ye sığınan ve çok kötü koşullarda çalışmak zorunda bırakılan göçmenler. Türkiye’de çocuk ve mülteciler de dahil edildiğinde yasa dışı yollarla zorla çalıştırılanların sayısı yaklaşık olarak 100 bine ulaşıyor. Üstelik, bu kişilerin önemli bir bölümünün borç esareti içinde zorla çalıştırıldığı tahmin ediliyor. Türkiye’de en az 42 bin çocuk sokaklarda yaşıyor ya da çalışıyor.[27]

Tüm bunlarla birlikte ‘The Financial Times’ın kıdemli iktisat yazarlarından Martin Wolf’un, 26 Ocak 2016 tarihli, “Ekonominin Mağlupları Seçkinlere Karşı Ayaklanıyor” başlıklı yazısı (buradaki “seçkinler”, aslında Batı kapitalizminin egemen sınıflarıdır) şu soruya odaklanıyor: Yoğunlaşan bölüşüm gerginlikleri Batı siyasetine nasıl yansıyacaktır?

Bölüşüm gerginlikleri nelerdir? Wolf, önce Blanko Milanovic’in ülke verilerini birleştiren dünya gelir dağılımı tablolarını özetliyor. Bunlara göre, 1988 ile 2008 arasında reel gelir düzeyi düşen iki grup vardır. Birinci grup, yoksul ülkelerin en düşük gelir dilimlerinde yoğunlaşmıştır. Bunlara, “azgelişmişlerin sefilleri” diyebiliriz. Bu insanların emperyalist işgal, iç savaş, kuraklık, salgın gibi felaketlerin yoğunlaştığı “Güney” coğrafyasında yer aldığı anlaşılıyor.

Bu yirmi yıl içinde reel gelir düzeyleri düşen ikinci grupta yer alan insanlar, Batı ekonomilerinin alt ve alt-orta gelir dilimlerinde yoğunlaşmıştır. Tüm dünya nüfusunun yüzde 15’ini oluşturuyorlar. ABD ve Avrupa’nın (işsizlerin de dahil olduğu) sıradan emekçileri söz konusudur.

Elbette ki “azgelişmişlerin sefilleri” ile “Batı’nın yoksul emekçileri” arasında gelir düzeyleri bakımından uçurumlar vardır. Ancak, farklı dünyalarda yaşayan bu iki grubu birleştiren ana özellik, 1988-2008 arasında karşılaştıkları mutlak yoksullaşmadır.

Wolf’un vurguladığı ikinci araştırma, 1948 ile 2013 arasında ABD’de ortalama “mavi yakalı” işçilerin saatlik ücretleri ile emek verimi hareketlerini karşılaştırıyor. 1948’i izleyen çeyrek yüzyıl (“kapitalizmin altın çağı”) boyunca, ücretler ile emek verimleri paralel seyretmiştir. Bu, emek ve sermayenin katma değerden elde ettiği payların değişmediği anlamına gelir.

Sonraki kırk yıl, iki büyük krizi ve neo-liberalizmi kapsıyor. Bu uzunca zaman diliminde emek verimi ile ücretler arasındaki makas çarpıcı boyutlarda açılmıştır. Sonuç, katma değer içinde emek payının belirgin oranlarda düşmesidir. Bunlar ABD’ye özgü sonuçlar değildir. ILO bulguları dahil çok sayıda araştırma, tüm metropol ülkeleri için benzer sonuçlara ulaşmaktadır. Bu tür hesaplamalar, “üretken” sektörlere özgüdür. Dolayısıyla, bulgular, Batı kapitalizminde sömürü ve artık değer oranlarında hızlı yükselişler anlamına geliyor.[28]

Washington’daki ‘Ekonomi Politikaları Enstitüsü’nden (EPI) Josh Bivens imzalı bir rapor,[29] Amerika’da ücretli emek gelirleri ile emeğin üretkenliği arasındaki makasın hızla açılmaya devam ettiğini gösteriyor. Raporuna göre, 1973 ile 2014 arasında net emek üretkenliği toplam yüzde 72.2 (yılda ortalama yüzde 1.33) büyüme göstermesine karşın; enflasyondan arındırılmış ortalama reel ücretler toplam sadece yüzde 8.7 artmıştı (yıllık ortalama sadece yüzde 0.2!). Kaldı ki bu artışın büyük bir bölümünün 1995 - 2002 arasında gerçekleştiği izlenmekte, diğer yıllarda reel ücretlerin sürekli azalma içinde olduğu görülmektedir.

Kaynakların reel üretken sektörlerden giderek spekülatif finansal varlıklara aktarılması; sanayisizleşme; işgücü piyasalarında esneklik adı altında güvencesiz enformel istihdam biçimlerinin yaygınlaştırılması; küresel çapta üretim atölyelerinin giderek ucuz işgücü deposu çevre ülkelerine kaydırılması gibi bir dizi nedene dayalı olan bu olgunun sonucu açıktır: emeğin milli gelirden aldığı pay sürekli gerilemekte ve gelir dağılımı bozulmaktadır. Nitekim EPI uzmanlarının hesaplamalarına göre Amerika’da 2000 sonrasında şirketler toplam geliri içinde emeğin gelir payı yüzde 6.5 gerilemiştir. Bu rakam yıllık bazda hesaplandığında, sermayeye 535 milyar dolar net transfer anlamına gelmektedir.[30]

Nihayet ‘Oxfam’ın yayınladığı ‘Yüzde 1 İçin Ekonomi’ başlıklı raporda “yüzde 1”den kastedilen, gezegenimizin en zengin gelire sahip yüzde 1’lik nüfusunun, toplam gelirden aldığı paydır.

Oxfam raporuna göre, söz konusu yüzde 1 süper zengin zümrenin sahip olduğu servet, gezegenimizin geride kalan yüzde 99’unun toplam servetinden daha fazla. Rapor bununla da yetinmiyor ve dünyanın en zengin 62 (altmış iki!) kişisinin toplam servetinin, dünyamızın yoksul ikinci yarısının (yani toplam 3.6 milyar kişinin) tüm servetinden daha yüksek olduğunu belirtiyor. 2010 yılında dünyanın yoksul yarısından daha zengin olan kişi sayısı 388 imiş. Söz konusu 62 kişinin, 53’ünün erkek, 9’unun kadın olduğu da ayrıca not edilmiş.

Daha vahim olan bulgular ise dünyamızda yoksulluğun ve gelir dağılımındaki çarpıklığın uzun dönemli seyrine ilişkin. Bulgular burada vurgulanan en zengin 62 kişinin toplam serveti 5 yılda (küresel kriz döneminde) yüzde 45 arttığını ve 1.76 trilyon dolara ulaştığını gösteriyor. Oysa aynı dönemde dünyanın yoksul ikinci yarısının, 3.6 milyar kişinin, servetleri yüzde 38 gerilemiş. Dünyamızın en yoksul yüzde 10’unun yıllık geliri çeyrek yüzyılda yılda 3 dolardan daha az artış gösterebilmiş. 25 sene içerisinde dünyanın en yoksul yüzde 10’unun günlük gelirindeki artış 1 sentten daha az!

Küresel kriz, genişleyen işsizler ordusunun yanına “güvencesiz istihdam” biçimlerinin de yaygınlaşmasına zemin sağlamakta. ILO, “güvencesiz” istihdamı, “kendi hesabına çalışanlar” ve “ücretsiz aile işçisi” olarak tanımlıyor. 2015 yılında bu tanıma giren emekçilerin sayısının 1 milyar 100 milyon kişiye ulaşmış olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam gelişmekte olan ülkelerde istihdam edilenlerin yarısından fazlasına; aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yükselen piyasa ekonomilerinde ise üçte birine ulaşıyor.

Düşük üretkenlik - güvencesiz istihdam ve enformalleşme tuzağına sıkışmış geniş emekçi kitleleri gerek kendilerinin, gerekse ailelerinin sağlık ve eğitim becerilerine gerekli katkıyı sağlamaktan mahrum olarak, bu sürecin küresel anlamda yeniden üretilmesine seyirci kalmaya itiliyorlar. Böylece, toplam işçi nüfusunun üçte birinin (toplam 457 milyon emekçi) günde 2 dolardan daha az bir gelir ile yoksulluk sınırının altında çalışmak zorunda kaldığını görüyoruz![31]

Tablo üç aşağı, beş yukarı böyleyken; birkaç tane daha somut örneği aktarmadan geçmeyelim:

i) ‘The Guardian’, 2022 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmak için 62 milyar dolar ayıran; yeni stadyumlar, oteller, alışveriş merkezleri ve metrolar inşa eden Katar’da göçmen işçilerin modern kölelik koşullarında çalıştırıldığını yazdı.

Gazeteye göre haftada 12 işçi yaşamını yitiriyor. Katar’da inşaat sektöründe çalışan göçmen işçilerin çalışma koşullarının düzeltilmesi için FIFA ve Katar hükümetini göreve çağıran Belçika merkezli Uluslararası İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ITUC), 1.2 milyon göçmen işçinin mevcut koşullarda çalıştırılması hâlinde, 2022 Dünya Kupası’nın başlama vuruşu yapılana kadar 4 bin işçinin yaşamını yitireceği uyarısında bulundu.[32]

Evet, Katarlı şirketler; Katar Turizm, Emirates ve Etihad... 100 milyonlarca doları... Sponsorluk anlaşması sonucu... İspanya’nın Barcelona takımına akıttı… İtalya’da Milan’a... Fransa’da Paris Saint Germain’e... İngiltere’de Manchster City’ye de sponsorluk sonucu avrolar, sterlinler yağdı… Firmalar bir yana Katar yönetimi, 2022 yılındaki Dünya Kupası’na ev sahipliği yapabilmek için FIFA’ya rüşvet verdi.

Peki, dünyaya para yağdıran Katar’da işçilerin durumu ne? Dünya Kupası öncesi altyapı inşaatlarında göçmen işçiler köle gibi çalıştırılıyor. Bugüne kadar onlarca Nepalli işçi hayatını kaybetti. Bazı işçilerin pasaportlarına ve kimliklerine el konularak kaçak işçi konumuna sokuldukları... Bazı işçilerin 24 saat çalıştırıldığı, işçilere çöl sıcağında su verilmediği... İnsanlık dışı çalışma koşullarının... 45 milyar dolarlık bir projeyle sıfırdan inşa edilen stadın inşaatında bile yaşandığı basına yansımıştı.

Nesren Jake çalışmalarıyla... Büyük organizasyonlarda sponsor olarak gözlerimizi dolduran markaların kirli yüzlerini bize gösteriyor. Katar’da inşaat işlerinde çalışan işçilerin yemek, giyim ve yaşam koşulları sanatçının çalışmalarında sponsoru olan markaların arka planında çıkıyor karşımıza![33]

ii) İnşaatlarda, mezbahalarda, lokantaların mutfaklarında, bahçe ve parklarda, paket servislerinde hatta yaşlıların kaldığı yurtlarda bile karın tokluğuna çalışmak zorunda olan yüz binlerce emekçi için değişen bir şey olmayacak. Çünkü onlar Almanya’nın yeni köleleri...

Doğu Avrupa’dan gelen işçilere “göçmen işçi” denmiyor. Bu işçiler “göçebe” işçiler. Çünkü nerede iş bulurlarsa bu işçiler oraya göçüyor. İş bulamazlarsa ise geldikleri ülkeye geri gönderiliyorlar. Her ne kadar sürekli Romanya ve Bulgaristan’dan gelen işçiler gündeme getirilse de, göçebe işçiler bütün Doğu Avrupa’dan geliyorlar.

‘Der Spiegel’ haberinde de belirtildiği gibi, Doğu Avrupa ülkelerinden gelen işçilerin ezici bir çoğunluğu ya taşeron firma üzerinden çalışıyor ya da “serbest meslek sahibi” olarak herhangi bir işte “kendi hesaplarına” çalışıyor. Her iki modelde de işçiler kelimenin tam anlamıyla karın tokluğuna çalıştırılıyor.

Haberde verilen birçok örnekten biri de Polonyalı bir emekçiyle ilgili olanı. Tek bir firmada çalışmasına karşın 3 ayrı iş sözleşmesi olan işçinin çalışma koşullarına bakıldığında, Doğu Avrupalı emekçilerin hangi şartlarda çalıştıkları biraz olsun anlaşılıyor: Almanya’ya değişik vaatlerle getirilen işçiye önce, “yarım iş”lik bir sözleşme imzalatılıyor. İş Almanya’da olmasına karşın sanki Polonya’da çalışılacakmış gibi hazırlanan sözleşmede, “Polonya’da hafif bahçe işleri için aylık 190 avro karşılığında yarım iş” deniliyor ve ayrıca “ek olarak 10 saat daha fazla çalışmaya hazır olma” ve “Almanya’da bahçe işlerini öğrenmek izin staj yapma” koşulu bulunuyor.

“Yarım iş”in ne anlama geldiği net olarak belirtilmemesine ve “10 saat daha fazla çalışmaya hazır olma” koşulunun neye göre belirleneceği bilinmemesine karşın işçiye sözleşmeyi imzalaması dayatılıyor![34]

iii) Ford Köln’de hastalanıp çalışamayan işçilerin oranı giderek artıyor. Özellikle Fiesta montaj bandında çalışan emekçiler arasında hastalanma oranı yüzde 10 dolayında seyrediyor![35]

iv) ABD’de 1 Şubat 2015’de ‘Birleşik Metal İşçileri Sendikası’na (USW) bağlı ve Shell’e ait dokuz petrol ve kimya fabrikasında başlayan greve çıkan işçiler ise daha iyi ücret, güvenli çalışma koşulları talep ediyor. Sendikanın açıklamasına göre şirketlerin zorunlu konular ile ilgili müzakereyi reddetmesi, bilgilendirme konusunda hassas davranması ve geciktirmesi ile işçilerin greve katılmamaları için tehdit edilmesi kötü niyetlerinin göstergesi sayıldı![36]

v) Teknoloji dünyasının en güçlü ismi Apple’ın merhum kurucusu Steve Jobs ile Google CEO’su Eric Schmidt’in, birbirlerinin çalışanlarını kapmama ve ücretleri düşük tutma konusunda gizlice anlaştıkları ortaya çıktı![37]

vi) Gıda şirketi Nestle satın aldığı kakaoların üretiminde çocuk işçi kullanılmadığından ve başka ihlâller meydana gelmediğinden emin olmak için gereken denetimleri yapmamakla suçlandı![38]

vii) OECD tarafından yayımlanan ‘Yaşam Koşulları Endeksi’ne göre, çalışanların en yüksek iş - yaşam dengesine sahip olduğu ülkeler sıralamasında Danimarka, İspanya ve Hollanda ilk üçte yer alıyor. OECD’de çalışanların yüzde 13’ü haftalık 50 saatin üzerinde çalışıyor. Uzun çalışma saatleri nedeniyle özel hayata ayrılan süre azalıyor. Buna karşılık, Danimarka’daki çalışanların sadece yüzde 2’sinin çalışma süresi haftalık 50 saatin üzerinde, ayrıca doğum izni 52 hafta, doğum izninde ücretin tamamı ödeniyor, kadın istihdam oranı da yüzde 70’in üzerinde. İkinci sırada yer alan İspanya’da çalışanların günlük boş zamanı ortalama 16.1 saat.

Türkiye, Meksika, Güney Kore ve Japonya en uzun çalışma saatlerine sahip ülkeler. Meksika’da ebeveyn izinleri sınırlı. Güney Kore’de doğurganlık yüzde 1’lere inmiş, Japonya’da uzun çalışma ve trafik nedeniyle doğurganlık sürekli azalıyor. Türkiye’de haftalık 50 saatten fazla çalışanların oranı yüzde 40.9. Bu, OECD ortalamasının neredeyse 3 katı.[39]

viii) ‘Uluslararası Özel İstihdam Büroları’ (ÖİB) şirketinin kurduğu CIETT’in verilerine göre, 40 milyon kiralık işçinin sadece 1/4’ü tam zamanlı işlerde çalışmaktadır, üstelik belirli bir süreye bağlı projelerde. Ortada bir güvence varsa, ÖİB tekellerine büyük ve kararlı bir piyasa yaratılmasıdır

Uluslararası 8 (evet sekiz) ÖİB şirketinin kurduğu CIETT’in verilerine göre, 40 milyonu aşan bir işçi kitlesi, dünyanın çeşitli ülkelerindeki 23 milyon şirkete “kirala”nmaktadır.

ÖİB’larının dünya genelindeki cirosu CIETT verilerine göre 415 milyar Euro’yu aşmıştır. Bu gelirin en büyük payı ise yüzde 68 ile işçi kiralamadır. Yani ÖİB’nin “piyasa”dan asıl nemalandığı yer işçi kiralamadır![40]

ix) Bangladeş’te iş bırakan işçiler, Dakka’daki Gazipur ve Savar endüstri havzalarında ana yolları ulaşıma kapattı. Gazipur sanayi bölgesinin emniyet müdürü Abdul Baten’in açıklamalarına göre 200 bine yakın işçi eyleme katıldı. Polis, eylemlere göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiyle saldırırken işçiler de kırık tuğlalarla karşılık verdi. Çatışmalarda en az 50 kişi yaralandı. Bangladeş’te aylık asgari ücret 38 dolar. Sendikaların talebiyse en az 100 dolar![41]

x) Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’de grev yapan tekstil işçilerinin üzerine askeri polis kurşun yağdırdı. İşçilerin kurdukları barikatlarla ve taşlarla kendini savunduğu çatışmada en az 3 işçi ölürken, 2 işçi de yaralandı. Görgü tanıkları, başkent Phnom Penh’in güneyinde yolu trafiğe kapatan yüzlerce tekstil işçisi ile askeri polis arasında çatışma yaşandığını belirtti. Askeri polis, direnen işçilere AK-47 tüfeklerle ateş açtı.

Kamboçya askeri polis sözcüsü ise, “Sadece bize verilen görevi yerine getiriyoruz. Şimdi bölgede güvenliği sağladık” dedi. Gösteriyi izleyen insan hakları örgütü Adhoc yetkilisi Chan Soveth ise, eylemde çok sayıda kişinin öldüğünü ve yaralandığını belirtti.

Kamboçya’da tekstil işçileri, aylık ücretlerinin 160 dolara çıkarılması talebiyle ülke çapında greve gitme kararı aldı. Hükümet, işçilerin talebini geri çevirerek en fazla 100 dolar ödeme yapabileceğini açıkladı. Tekstil çalışanları şu anda ortalama 80 dolar kazanıyor. Gelirinin büyük bir kısmını tekstil ihracatından kazanan Kamboçya’da yaklaşık 650 bin işçi, tekstil sektöründe çalışıyor. 400 bin tekstil işçisi ise, Gap, Nike ve H&M gibi dünya markaları için fason üretimde çalışıyor![42]

 

 

II.1) TÜRKİYE/ ANADOLU İŞÇİ SINIFI

 

Katmerli sömürüye maruz bırakılan Türkiye/ Anadolu işçi sınıfına gelince:[43] Asgari ücretin 300 euronun altına gerilediği Türkiye, asgari ücret sıralamasında Avrupa’da son sıralarda yer alıyor.[44]

Coğrafyamızda, fazla mesaide rekor kırılıyor. ‘Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’ne (OECD) üye ülkeler arasında fazla mesaide birinci sırada bulunan Türkiye’de emekçiler haftada ortalama 47.8 saat çalışıyor.[45]

Türkiye’de erkek çalışanların yüzde 45’i, kadın çalışanların ise yüzde 31’i çok uzun saatler çalışıyor.[46]

OECD’nin ‘Daha İyi Yaşam’ indeksine göre Türkiye iş güvencesi açısından en kötü durumda olan 4’üncü ülke konumunda.[47]

Türkiye’de artan işsizliğe hükümet tarafından çözüm olarak esnek çalışma gösterilirken, rakamlar iş güvencesinin daha az olduğu, iş kazalarının ve işçi ölümlerinin yüksek olduğu sektörlerde kârlılık oranlarının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Sektörlerde kâr kanla geliyor. Çünkü iş cinayetlerinin yoğunlaştığı sektörlerde kârlılık da yüksek ve 2006- 2014 arasında kârlılık oranı en yüksek sektör yüzde 10 ile madencilik oldu. Sekiz yılda madencilik sektörünün kârı tüm sektörler ortalamasının iki katından fazla arttı. Sanayi Bakanlığı’nın Girişimci Bilgi Sistemi verilerine göre 2006-2014 arasında tüm sektörlerde faaliyet kârı yüzde 137 artarken, madencilik sektörünün kârında yüzde 288 artış yaşandı. İnşaat sektörü de yüzde 216 kâr artışı sağladı. Sektörlere göre kârlılık oranlarına bakıldığında 2006-2014 döneminde; i) Ulaştırma ve depolamada faaliyet kârı yüzde 216 arttı. ii) Tarım ve ormancılık sektöründe kâr yüzde 447 arttı. iii) İmalat sanayinin faaliyeti kârı yüzde 158 artış gösterdi.[48]

Her gün ortalama 4 işçinin yaşamını kaybettiği Türkiye’de, her saat 80 iş kazası yaşanıyor.[49]

Neo-liberal saldırganlık ve özelleştirmelerden ötürü işçi sendikalarının hem üye sayılarını hem de güçlerini yitirdiği Türkiye’de 10 işçiden ancak 1’i sendikalara üyedir. Türkiye’deki sendikalı işçi oranı 1980’li yıllarda yüzde 20 iken bugün sadece yüzde 4.5. Çocuk işçilerin toplam nüfus içindeki oranı yüzde 5.9’dur.[50]

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre 12 milyon 200 bin işçiden yalnızca 1 milyon 300 bini sendika üyesi. Buna göre sendikalaşma oranı yüzde 10.6 düzeyinde.[51]

Türkiye sendikalaşma oranı bakımından 29 AB ülkesi içerisinde de 26. sırada yer alırken; baskılar nedeniyle sendikalaşmanın çok düşük olduğu Türkiye’de, toplam 166 işçi sendikasından 111’i işkolu için gerekli olan yüzde 1’lik işkolu barajını bile aşamadı. Sendikalaşmanın en az olduğu yer ise aynı zamanda “iş cinayetlerinin” de yoğun olarak yaşandığı inşaatlar.[52]

Türk Metal Sendikası Araştırma Merkezi’nin analizine göre tüm işkollarında çalışan toplam işçi sayısı 12 milyon 663 bin 783. Sendikalı işçi sayısı ise 1 milyon 514 bin 53. Türk-İş’e üye sendikalarda[53] örgütlü toplam işçi sayısı 877 bin 587. Sendikalı işçilerin yüzde 57.96’sı Türk-İş’te, yüzde 28.82’si Hak-İş’te, yüzde 9.53’ü DİSK’te örgütlü bulunuyor. Türkiye’de toplam 166 işçi sendikası bulunuyor. Bu sendikaların 33’ü Türk-İş’e, 22’si Hak-İş’e, 21’i DİSK’e bağlı… İstatistiklere göre, Türk-İş’e bağlı 33 sendikadan 31’i, Hak-İş’e bağlı 22 sendikadan 18’i, DİSK’e bağlı 21 sendikadan da 5’i yüzde 1 barajını aştı.[54]

Bu tablonun en önemli yanı işçi sınıfının elinden sadece ekmeğinin alınması değil, onuru da gaspıdır!

“Nasıl” mı? İşte birkaç örnek!

i) 16 yaşındaki bir çocuk sıva yaparken 5’inci kattan düşerek, 17 yaşındaki Suriyeli işçi ise yüksek gerilime kapılarak hayatını kaybetti. Mermer işçisi Fikret Kaya ise 7 metreden düşüp yaşamını yitirdi…

Aydın’ın Efeler ilçesinde çalıştığı inşaattan düşen 16 yaşındaki işçi, hayatını kaybetti. Cuma Mahallesi’ndeki inşaatın 5’inci katında alçı sıva yapan Burhan Tultan dengesini kaybederek beton zemine düştü. Ambulansla Aydın Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Tultan, yaşamını yitirdi. Tultan’ın aynı inşaatta çalışan yakınları olay nedeniyle fenalık geçirdi.

1 Eylül 2015’in öğle saatlerinde Şanlıurfa Halfeti ilçesine bağlı Karaotlak Mahallesi’nde bir inşaatta çalışan Suriye uyruklu Sultan El Halil, iddiaya göre elindeki demir çubuğun yüksek gerilim hattına temas etmesi sonucu elektrik akımına kapıldı. Yere düşen Suriyeli El Halil’i gören arkadaşları sağlık görevlilerinden yardım istedi.

Olay yerine gelen sağlık görevlileri tarafından ambulansla Halfeti Devlet Hastanesi’ne götürülen El Halil, acil servisteki müdahaleye rağmen kurtarılamayarak yaşamını yitirdi. Suriyeli El Halil’in cesedi otopsi için morga konulurken, olayla ilgili soruşturma sürdürülüyor.

Bilecik’in Yenipazar ilçesinde yüksekten düşen 50 yaşındaki Fikret Kaya öldü. Kavacık köyünde bir mermer ocağında işçi olarak çalışan Kaya, mermer bloklarının bulunduğu alandaki suyu kapatmaya gittiği sırada dengesini kaybederek, düştü. Mermerlerin üzerine 7 metre yüksekten düşmesi sonucu ağır yaralanan Kaya, arkadaşlarının imkânıyla hastaneye kaldırırken yolda ambulansa aktarıldı. Sağlık ekipleri, yaptığı kontrolde Kaya’nın hayatını kaybettiğini belirledi![55]

ii) Friedrich Engels’in, “Kömür ocağı, dehşet verici felaketin sahnesidir ve felaket doğrudan doğruya burjuvazinin bencilliğinden doğuyor,” betimlemesine uyan Soma maden faciasının[56] hemen ertesinde başbakanlık müşaviri Yusuf Yerkel’in tekmelediği madenci Erdal Kocabıyık, para cezasının ardından şimdi de 10 ay hapse çarpıtıldı… 301 madencinin hayatını kaybettiği faciadan bir gün sonra dönemin başbakanı Erdoğan’ın Müşaviri Yusuf Yerkel’in tekmelediği Erdal Kocabıyık’ın başına gelmeyen kalmadı. Kameraların önünde dövülen Kocabıyık, Başbakanlık koruma aracına hasar verdiği gerekçesiyle faiziyle birlikte 631 lira para cezası ödemişti. Şimde de kamu malına zarar verdiği gerekçesiyle 10 ay hapse mahkûm edildi. Hapis cezasına tepki gösteren maden işçisi Erdal Kocabıyık, hasar miktarını yatırmasına rağmen hapis cezasını anlayamadığını söyledi![57]

iii) Torunlar İnşaat’ın Proje Müdürü Murat Aytimur, “Olay günü asansör arızasına ilişkin mail blok şefi Bünyamin Keskin’den (tutuksuz sanık) geldi. Biz de maili GEDA Major isimli asansör firmasına gönderdik. Olay günü tamir edildiğini telefonla haber vermişlerdi,” dedi![58]

iv) İstanbul’da Tuzla Gemi Tersanesi’nde 2014 yılındaki iş cinayetinde, vinçle malzeme arasında sıkışıp dört buçuk metre yükseklikten düşerek ağır yaralanan ve 20 gün sonra yaşamını yitiren Tamer Şeyhun ile ilgili davada, bilirkişi raporu açıklandı. Bilirkişi, işçi sağlığı ve güvenliği açısından “işverenin sağladığı koşullara itiraz etmediği” gerekçesiyle, ölen işçiyi kusurlu bulurken, işvereni sorumlu tutmadı![59]

v) Antalya Organize Sanayi Bölgesi’nde 2014’te meydana gelen çamaşır yıkama fabrikasında buhar kazanının patlaması sonucu 5 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayla ilgili davanın sanıkları, patlamaya kazandaki imalat hatasının neden olduğunu ileri sürdü![60]

vi) 6 Eylül 2015, 10 işçinin, asansörde, 32. kattan düşerek öldüğü Torunlar Center kazasının yıldönümüydü. Bir yıl boyunca, bu kazanın doğrudan ya da dolayı tarafları açısından ortaya çıkan gelişmelere göz atmak, ülkedeki adalet ve piyasa mekanizmalarının ayrı ayrı ama eşzamanlı olarak nasıl işlediği hakkında fikir verebilir.

* İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davada tutuklu sanık kalmadı.

* Çalışma Bakanlığı ile TOKİ yetkilileri hakkında başlatılan soruşturmalar da takipsizlikle sonuçlandı. Sekiz ailenin şirketten “tatmin edici para” alarak davadan vazgeçtiklerini öğrendik.

* Torunlar GYO, ölen arkadaşlarının parçalanmış cesetlerininin küreklerle çuvala doldurulduğuna tanık olan işçi Ercan Kılaguz hakkında, şirket itibarını zedelediği gerekçesiyle 3 bin TL maddi, 15 bin TL de manevi olmak üzere toplam 18 bin TL tazminat talep ediyor.

Talebin gerekçesi basına şöyle yansımıştı:

“Davalı tarafından aleyhte başlatılan bu karalama kampanyası, Müvekkil şirketlerin ticari itibarının zedelenmesine ve dolayısıyla kişilik haklarının ihlâline sebebiyet vermiştir. Bu durum daire satışlarında da azalmaya neden olmuş ve bu bağlamda şirket maddi zarara uğramıştır.”

Acaba daire satışları gerçekten azaldı mı?

Bu sorunun yanıtı için, halka açık bir şirket olan Torunlar GYO’nun 26 Mayıs 2015 tarihli genel kurul kararı ve sonrasına bakabiliriz.

* Şirket 2014 yılı mali kârından 50 milyon TL temettü dağıttı.

* Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun, Torun Center projesinde bugüne kadar 427 milyon TL ön satış yapıldığını açıklıyor![61]

vii) Mako’da ayetlerden ve hadislerden alıntılarla başlayan ve “Hepimiz Müslüman’ız, hepimiz kardeşiz”le biten sözlerinin ardından Mako işçileri, Genel Müdür Erol Bakan’ı omuzlarına alarak öyle girdiler fabrikaya. Mütedeyyin işçiler, fabrika içinde aynı mescitte beraber saf tuttukları Bakan’ın “Hepimiz arkadaşız, hepimiz kardeşiz. Kendi temsilcinizi seçeceksiniz, istediğiniz sendikayı seçeceksiniz. Renault ve TOFAŞ’ta yapılan iyileştirmeleri size de yapacağız merak etmeyin” sözlerinin her birine inandı. İşler yetişsin diye ilk giren vardiya tam 16 saat çalıştı fabrikada. Ama çok kısa bir sürede bu sözlerin hepsinin yalan olduğu ortaya çıktı. MESS’in sadaka zammına karşı kaşıkları masaya vurma eyleminin hemen ardından, eyleme katılıp katılmadığına bakılmaksızın 53 işçi atıldı. Aralarında Erol Bakan’la aynı safta namaz kılan işçiler de vardı![62]

viii) Mersin Serbest Bölgesi’ndeki tekstil fabrikalarında çok sayıda Suriyeli işçi kölelik koşullarında, güvenceden yoksun çalıştırılıyor. Ülkelerinde başlayan iş savaştan kaçarak Türkiye’ye göç eden 2 milyon Suriyeli yaşam mücadelesi verirken, bu durumu fırsata çeviren patronlar birçok işkolunda Suriyelileri çok düşük ücretlerle kaçak çalıştırıyor. Bu işkollarının başında; sendikal örgütlülüğün az, hak gasplarının ve güvencesiz çalışmanın ise oldukça yaygın olduğu tekstil işkolu geliyor. Gazetecilere konuşan Mersin Serbest Bölge işçileri, çalıştıkları fabrikalarda çok sayıda Suriyeli işçinin kaçak çalıştırıldığını, herhangi bir hak talebinde bulunduklarında “Beğenmiyorsan çık, kapıda yüzlerce Suriyeli var” cevabını aldıklarını dile getirdi. Mersin Serbest Bölge’de çalışan ve ismini vermek istemeyen bir tekstil işçisi, çalıştıkları fabrikada kendileri asgari ücret alırken evli olan iki Suriyeli işçinin toplamda bin 500 TL aldığını söyledi. Çoğu fabrikada Suriyelilerin 750 liradan bile az ücret aldığını belirten işçi, ayrıca çeşitli nedenlerle bu insanların ücretlerinden kolayca kesinti yapılabildiğini ifade etti![63]

ix) Ordu ve Giresun’da fındık hasadı, mevsimlik gezici işçilerin ellerine bakıyor. Evlerini en son baharda gören Kürt işçilerin kaldığı Fatsa’daki kampta hayat tahayyüllerin ötesinde zor.[64]

Mevsimlik gezici işçilerin üçte ikisi Kürt. Karadeniz ve Kürtler zaten ateşle barut muamelesi görürken çatışmasızlığın bitişi fındık hasadına denk geldi. Kürtler tedirgin...[65]

Yevmiyeden dayıbaşının kestiği yüzde 5-10, işçi sayısıyla orantılı, gayet büyük paralar yapıyor. Neticede işveren de kötü niyetli olabilir, dayıbaşı da. Bazen ikisi de. Her durumda kaybeden en zayıf halka, işçiler oluyor.[66]

Fındık bahçesinden yeni dönen Kürt bir işçi etrafımızdaki çocukları gösteriyor. Daha yeni adım atanı var; kimi çıplak, üstü giyinik olan günlerin pasağıyla, kokusuyla geziyor. “Bak abla şunlara. Ben de böyleydim” diyor, “Onlar da benim gibi büyüyecek. Al, 10 seneye benim gibi işçi olacak bu da. Başka şansı yok.”

Ordu’da, Giresun’da ana caddelerde çocuk işçi çalıştırılmamasına yönelik dev billboardlar görüyorsunuz. Mevsimlik işçilikte çocuk emeği kolayca taraf belirleyeceğiniz ama karmaşık bir mevzu. Sadece yetişkinlerin yevmiyesiyle geçimini sağlayamayan yoksul aileler, bahçelerde, tarlalarda –zamanında kendileri yaptıkları gibi çocuklarını çalıştırmayı tuhaf karşılamıyor. Hatta hane nüfusu başka türlü doymadığından mecburlar. Çocuk denilen canlıya, kentli, orta sınıf algısından farklı yaklaşmak için gerekçeleri mevcut.

Öte yandan çocuk çalıştırmak yasak. Hatta ILO tazyikiyle Türkiye, mevsimlik tarımdaki çocuk işçiliğini en kötü üç çocuk işçiliği biçiminden biri olarak belirleyerek, 2015’e kadar ortadan kaldırmayı taahhüt etmişti. Şehirleri donatan billboardlar biraz da bu yüzden. Oralarda duyurulduğu gibi bu maksatla kesilen bir tane ceza var mı diye sorarsanız, işin içinde olanlar duymadıklarını söylüyorlar. Görünür bir hassasiyet söz konusu olsa da, sorunca bahçelerde “18 yaşındayım” diyen belli ki daha küçük çocuklara rastlayabiliyorsunuz. Hatta çocuk kime denir o bile net değil. 14 altı mı, 18 altı mı?[67]

Bu tablo kapitalizmin eseriyken; bunda AKP’nin rolü de “es” geçilmemelidir.

Bilindiği üzere kapitalist üretim sisteminin 1970’lerde yaşadığı krizi savuşturmanın reçetesi, 1980’ler ve sonrasında hemen hemen bütün ülkelerde uygulanmaya başlanan neo-liberal politikalar olmuştur. Bu politikalar, 70’lerde düşen kâr oranlarının, sermaye sınıfına yeniden tahsisi anlamına gelirken, emekçilerin ise o güne kadar kazandığı hakların gaspı yani kuralsız, esnek ve güvencesiz çalış(tırıl)ması anlamına gelmiştir. Türkiye’de de “24 Ocak Kararları” sonrasında IMF ve Dünya Bankası’nın dayatması ile birlikte Kemal Derviş eliyle uygulanmaya başlanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” Türkiye işçi-emekçi sınıfının kayıtdışı, esnek, güvencesiz ve örgütsüz çalışmaya mahkûm edilmesi anlamına gelmiştir.

AKP iktidarı ile birlikte neo-liberal politikalar hızlı bir biçimde uygulanmaya başlanmıştır. Sağlık, eğitim, çalışma yaşamı, ekolojik yaşamda sermaye sınıfı lehine dönüşümler yaşanmış, sosyal politikalar etkisiz kılınmış, özelleştirmeler artmış ve bunun sonucunda sadece çalışma yaşamı değil, ekoloji, eğitim, sağlık vd. yani insan ilişkilerinin varolduğu hemen hemen bütün alanlar ciddi anlamda deforme edilmeye başlamıştı.[68]

Söz konusu güzergâhta AKP’nin emek sömürüsü için gerekli her türlü önlemi almak adına adeta yarışa girmesinin en önemli atağı 2003 yılında yeni İş Kanunu’nu çıkarmasıdır. AKP iktidarı öncesi koalisyon hükümetleri, bu konuda gerekli çalışmaları yapmışlar ancak bir türlü yasa Meclis’ten geçememişti. Yıllardır emek piyasasının daha esnek ve kuralsız hâle getirilmesini isteyen sermaye örgütlerinin (TUSİAD, TİSK vb.) tüm istediklerini yerine getiren bu yasa, AKP tarafından çıkarıldığında, emeğin korunması ilkesinden tamamen koparılmıştı.

AKP 2010 yılında çalışma hayatına yönelik en tehlikeli düzenlemelerden biri olan Ulusal İstihdam Stratejisi’ni gündeme getirdi. OECD tarafından hazırlanan Türkiye’ye ilişkin bir rapora dayanılarak hazırlanan UİS, “yüksek işgücü fiyatı iş yaratma önünde en büyük engeldir” mantığı ile hazırlanmıştır, işgücü piyasasını esnekleştirme nihai hedefine sahiptir.[69]

Bunun için öncelikle kısa süreli çalışmanın yaygınlaştırılması, özel istihdam büroları aracılığı ile geçici iş ilişkilerinin yaratılması, uzaktan çalışma, çağrı ile çalışma, bölgesel asgari ücret, kıdem tazminatının kaldırılması gibi somut konularda adımlar atılması öngörülmektedir.

AKP iktidarının ünlü ‘Torba Yasaları’ ile çalışma hayatını yakından ilgilendiren pek çok konu gündeme gelmiş, yapılan değişikliklerle pek çok konu işin içinden çıkılmaz hâle getirilmiştir. Örneğin nasıl sonuç vereceği bilinmeyen, kısmi çalışanların eksik primlerini kendilerinin ödemesi bir oldu bittiye getirilmiştir. Genç işçilerin stajyer adı altında boğaz tokluğuna çalıştırılmasını sağlanması, kısa çalışma ödeneğinin işverenlere destek hâle getirilmesi, ilk işe girecekler için sigorta primi desteği, grev yasaklarının genişletilmesi, yandaş sendikalara destek verilmesi bir dizi torba yasayı mümkün hâle gelmiştir.

4-C statüsünün kamu çalışanları içinde geçerli hâle getirilmesi, gene kamu çalışanlarının iş güvencesi ve özlük haklarının kısıtlanması, ödünç memurluk adı altında sürgünlerin kolaylaştırılması torba yasalarla sağlanmıştır. İşçi ve emekçilerin birçok kazanılmış hakkını gasp etmeyi amaçlayan bu saldırılara karşı emek örgütlerinin çoğu zaman sessiz kalması, nasıl bir düzen yaratıldığının somut göstergesi olmuştu.[70]

Bunlarla birlikte AKP Hükümeti döneminde çocuk işçiliği azalmak yerine daha da arttı. DİSK/Genel-İş Araştırma Dairesinin hazırladığı rapor Türkiye’de çocuk işçiliğinin acı tablosunu gözler önüne seriyor. Yasalara göre 15 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasak, 15 yaşını doldurmuş ve ilköğretimini tamamlamış çocuklar ise ancak hafif işlerde çalıştırılabilir. Ancak Türkiye’deki çocuk işçiliği gerçeği ise bunun tam tersi.

TÜİK’in hazırladığı İstatistiklerle Çocuk 2014 Bülteni’ne göre Türkiye nüfusunun 22 milyon 838 bin 482’si yani yüzde 29.4’ü çocuk nüfusu. Yine TÜİK’in Çocuk İş Gücü Anketi sonuçlarına göre 2012 yılında çocuk işçi sayısı 893 bin, çocuk işçilerin toplam çocuk nüfus içerisindeki oranı ise yüzde 5.9. Üstelik bu oran 2006 yılından bu yana hiç değişmedi. 6 yıllık süre içerisinde değişen hiçbir şey olmadı hatta 1994 yılından 2006 yılına kadar çocuk işçi oranında kayda değer bir gerileme varken, 2006 yılında 830 bin olan çocuk işçi sayısı, 2012 yılında 893 bine yükseldi.[71]

yazının devamı için



Bu yazı 5684 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI