Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
KAPİTALİST İKTİDARIN EĞİTİM(SİZLİĞ)İ VE COĞRAFYAMIZ-GENÇLİĞİN KONUMU
Tarih: 09-12-2017 10:09:00 Güncelleme: 09-12-2017 10:12:00


 

V) GENÇLİĞİN KONUMU VE GELECEK(SİZLİĞ)İ

 

Buraya kadar izaha gayret ettiğimiz tabloda gençliğin bugünkü konumu; geleceksizlikte ifadesini bulmaktadır. İşte bunun somut verileri!

Mesela Hayri Kozanoğlu’nun, “Kadınlar ve gençler iş aramasalar, işsizlik sıfır olacaktı,”[149] ironisiyle betimlendiği işsizlik:[150]

• OECD’nin, ‘Bir Bakışta Eğitim 2017’ raporuna göre, kuruluşa üye 35 ülke içinde Türkiye, işsizlik ve eğitimsizlikte zirvede…[151]

• Türkiye’de yetişkin nüfusun yüzde 5’i ilkokul mezunu bile değil. Genç nüfusun neredeyse üçte biri ne eğitime ne de ekonomiye katılıyor…[152]

• Ekim 2017’de toplam işsiz sayısı 3.5 milyonken; genç işsizliği yüzde 21’e yükseldi…[153]

• Gençliğimiz hakkında dikkatimizi yöneltmemiz gereken bir diğer gerçek, 15-24 yaş nüfusu içinde “ne eğitimde ne de istihdamda olan” kesimin, yüzde 25.8 gibi ciddi bir oran teşkil etmesiyken;[154] araştırmalar, üniversite bitirmiş her üç gençten birinin işsiz olduğunu gösteriyor. Çalışanlarınsa büyük bölümünün aldığı ücret tatmin edici değil…[155]

• Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 20-24 yaş arası gençlerin yüzde 33.7’si, 25-29 yaş arası gençlerin ise yüzde 34.5’i ne eğitim alıyor ne de bir işleri var…[156]

• 2016 yılı ocak-eylül döneminde İŞKUR’a başvuranların sayısı 2 milyon 496 binken bu sayı 2017 yılında yüzde 42 artışla 3 milyon 553 bine dayandı. İş bekleyenler arasında 708 doktora mezunu, 12 bin 366 yüksek lisans ve 329 bin 822 üniversite mezunu yer alıyor. Sadece 2017’nin eylül ayında kuruma başvuran işsiz sayısı 2016 yılına göre yüzde 26 artış göstererek 489 bine çıktı…[157]

Mesela hapishaneler: (Öncelikle, ‘Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği/Türkiye Hapishane Çalışmaları Merkezi’ (CİSST/TCPS), mahpus öğrenci sayısının 70 bin olduğu yönündeki haberlere ilişkin yapılan açıklamada, “Adalet Bakanlığı’nın verdiği rakamların çelişkili olduğunu belirtti. Bakanlık CHP milletvekillerine verdiği cevaplarda Gamze Akkuş İlgezdi’ye mahpus öğrenci sayısını 69 bin 301, Sezgin Tanrıkulu’na 35 bin 647 olarak belirtti,”[158] notunun altını çizerek aktaralım.):

• Adalet Bakanlığı, cezaevlerinde 69 bin 301 öğrencinin olduğunu açıkladı. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, Türkiye’deki cezaevlerinde 2013 Mayıs ayı itibariyle 2 bin 776 tutuklu ve hükümlü öğrenci bulunuyordu. Bu sayı 2016 yılı sonu itibariyle 25 kat artarak, 69 bin 301’ e yükseldi. Bu tarihin en yüksek mahkûm sayısı…[159]

• Adalet Bakanlığı verilerine göre hâlen hapiste 70 bine yakın öğrenci var. Hüküm giydiği için okuldan atılmış, kaydını dondurmuş, tutuksuz yargılanan, zaten cezaevinde kalmış, uzun tutukluluktan serbest bırakılan ama yine her an cezaevine konulma riski bulunan binlerce öğrenciyi de bu sayıya eklediğimizde rakam 100 bini geçiyor. Hapisteki öğrenciler, OHAL nedeniyle ders kitaplarına ulaşamıyor, sınavlara giremiyor, üniversiteyi kazananlar kayıt yaptıramıyor…[160]

• Adalet Bakanlığı verilerine göre, “2016 yılı sonu itibariyle Ceza İnfaz Kurumlarında lise ve dengi okullar ile ön lisans ve lisans programlarına kayıtlı toplam 36 bin 33 hükümlü ve tutuklu, açık öğretim programlarına kayıtlı ise 33 bin 263 hükümlü ve tutuklu bulunuyor.”

Verilere göre 2013 yılının Mayıs ayında 2776 olan tutuklu ve hükümlü öğrenci sayısı, 2016 yılı sonu itibariyle 69 bin 301’e çıkarak 25 kat arttı. “Bakanlık kayıtlarında veri olmadığı” gerekçesiyle paylaşılmayan kayıt dondurarak eğitimleri kısıtlanan öğrenci sayısı ise bilinmiyor.

2016 yılı sonunda 197 bin 297 olan tutuklu ve hükümlü sayısı 15 Haziran 2017 tarihi itibariyle 85 bin 105’i tutuklu, 139 bin 773’ü hükümlü olmak üzere 224 bin 878 kişiye ulaştı. Açık öğretim programlarındaki mahpusları öğrenci kategorisinin dışına çıkardığımız ve 2017 yılı boyunca tutuklanan öğrencileri bu sayıya eklemediğimiz durumda bile, yaklaşık 35 bin sayısıyla, neredeyse her altı mahpustan birinin öğrenci olduğunu görüyoruz! Bu sayının azımsanmayacak bir bölümünü ise AKP’nin tedrisatından geçip “itaatkâr, kanaatkâr ve kindar” bir nesil olmayı reddeden tutsak öğrenciler oluşturuyor. Devletin geleneklerine en iyi şekilde sahip çıkan AKP, bir sindirme aracı olan cezaevleriyle tarihin en yüksek sayısına ulaşarak gençlik üzerindeki baskısını üst noktaya ulaştırmış bulunuyor.

İktidarı boyunca işçi sınıfına yönelik saldırılarda rekor üstüne rekor kıran AKP hükümeti, OHAL sürecinde de performansına ivme kazandırarak yeni rekorlara imza atıyor. Cezaevleri kapasitesini aşıp taşıyor, kimi infaz kurumlarında 7 kişilik koğuşlarda 40 kişi kalıyor. 220 bini aşkın tutuklu ve hükümlüden 22 bini kapasite fazlası! Bir yanda tahtlarına kuruldukları saraylar inşa ederlerken, öte yanda bir telaşla zindan üstüne zindan inşa ediyorlar. Bakanlık verilerine göre Türkiye’deki 381 cezaevinin 139’u son 10 yılda, 38’i ise 2016 yılında kuruldu…[161]

Ve uyuşturucu:[162]

• İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Şevki Sözen, uyuşturucu kullanımının 3-4 kat arttığını ve ilkokul çağına kadar düştüğü vurgusuyla, “9-10 yaş seviyesinde dahi ölümlerle karşılaşıyoruz. Yaş küçüldükçe bedenin de bu tip maddelere karşı olan tepkisi çok daha şiddetli olduğundan ölüm oranları çok daha fazla oluyor,” dedi…[163]

• Sentetik uyuşturucuya bağlı ölümlerde Türkiye birinci sırada.[164]

• Uyuşturucu kullanımı yüzde 17 arttı.[165]

• Yoksul evlerin yüzde 18’inde madde bağımlısı çocuklar yaşıyor. Uyuşturucu kullanım yaşı 9’a kadar geriledi. 2014’te uyuşturucudan ölenlerin 4’te 1’i 15 -19 yaşları arasındaydı…[166]

• Son 5 yılda uyuşturucu kullanma yaşı 10’a indi…[167]

• Resmi verilere göre, Türkiye’de 2013’de uyuşturucuya kurban gidenlerin sayısı 162 iken bu rakam 2014’de 232 kişi doğrudan, 416 kişi dolaylı olmak üzere toplam 648 kişi oldu…[168]

• ‘Uyuşturucu Madde Bağımlılıkları ve Alkolizmle Mücadele Federasyonu’nun (UBAM) raporuna göre Türkiye’deki 100 uyuşturucu bağımlısının 89’u ise “Bonzai” kullanıyor. Bağımlıların yüzde 82’si 20 ile 35 yaş aralığında en iken, küçük bağımlı yaşı 11, en üst yaş ise 51.[169]

• Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı Murat Himoğlu’na göre, günde 60 uyuşturucu bağımlısı AMATEM’e başvuruyor. Yaş ortalaması ise 25…[170]

• 2007 yılında 38 bin 61 olan madde bağımlılığı merkezlerinde tedavi görenlerin sayısı, 2013’te 7 kat artarak 258 bin 441’e çıktı.

TÜİK’in verilerine göre de uyuşturucuyla ilgili suçlardan cezaevlerine girenlerin sayısı 2009-2013 yılları arasında yüzde 355 oranında artış kaydederek 2 bin 605’ten,11 bin 851’e kadar çıktı. Uyuşturucu madde ticareti yaptıkları için cezaevlerine girenlerin sayısı bu dönemde yüzde 482 oranında artarak bin 576’dan 9 bin 177’ye, uyuşturucu kullanma ve satın alma suçlarından girenler ise yüzde 160 oranında artarak bin 9’dan 2 bin 674’e çıktı. 2010’da ortaya çıkan ve Bonzai ismiyle bilinen sentetik uyuşturucunun kullanımında bugüne kadar yüzde 300 artış oldu. Adeta bir Bonzai patlaması yaşanmaktadır.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 3 Şubat 2015 tarihi itibariyle cezaevlerinde bulunan 162 bin 261 tutuklu ve hükümlüden 28 bin 312’sinin uyuşturucuyla ilgili suçlardan cezaevlerinde; bunların 304’ünü ise çocuklar oluşturuyor.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre ise polise yansıyan uyuşturucu olayları 2009-2013 yılları arasında yüzde 111.3 oranında arttı…[171]

• ‘Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’nin (TUBİM) 2013 Türkiye Uyuşturucu Raporu’na göre, madde bağlantılı ölümler 2011 yılına göre yüzde 54.3 artış göstermesine karşın madde bağımlılığı tedavisi veren merkezler kapanıyor. Toplumsal bir mücadele alanına dönüştürülmesi gereken madde bağımlığı tedavisi gören kişilerin yüzde 59’unu işsizler, yüzde 30’unu düzenli bir işi olanlar yüzde 2.5’unu da öğrenciler oluşturuyor. Verilerine göre, madde bağımlılığı yüzde 2.9’la en yüksek 15-24 yaş arasında görülüyor. Ortalama ise yüzde 2.7 civarı. Ancak, uzmanlar bağımlılığa yakalanma oranlarının istatistiklere yansıyan oranlardan daha yüksek olduğunu belirtiyor. [172]

• UBAM verilerine göre, Çukurova Bölgesi’nde uyuşturucu bağımlılığı hızla artıyor. Bağımlılık yaşının 9’dan başladığı bölgede, uyuşturucunun en yoğun olarak kullanıldığı il ise, eroin bağımlılığıyla öne çıkan Adana. Yeni bağımlılık tedavi merkezlerinden biri burada açılacak. Adana’yı bağımlılıkta Mersin, Hatay ve Osmaniye takip ediyor. Çukurova, Marmara ve İç Anadolu’dan sonra uyuşturucu bağımlılığında 3. sırada…[173]

• HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken, Doğu ve Güneydoğu illerinde madde bağımlılığı yaşının 12’ye düştüğünü, her üç çocuktan birinin madde bağımlısı olduğunu söyledi. Baluken açıklamasında, Sağlık Bakanlığı istatistiklerine göre 2004’te uyuşturucu bağımlılığından yatarak tedavi görenlerin sayısının 11 bin 239’u ayakta tedavi görenlerin sayısının 1.517’ye, 2012’de ise ayakta tedavi görenlerin sayısının 218 bin 515’e, yatarak tedavi görenlerin sayısının ise 8 bin 783’e çıktığına dikkati çekti.[174]

Evet gençliğin kapitalizmin bugündeki durumu;[175] geleceksizlikte ifadesini buluyorken; coğrafyamızda gençler yurtdışına gitmenin yollarını arıyor. Yabancı liselerin mezunlarının yaklaşık yarısı yurtdışındaki üniversitelere başvurdu. Eğitim için yurtdışına gitmek isteyen gençlerin oranı 2016 yılına oranla 2017’de yaklaşık yüzde 30 oranında arttı. Yurtdışındaki kimi üniversitelere girebilmek için açılan sınavlara hazırlık kurslarına devam eden öğrenci sayısı üçe katlandı…[176]

Oysa gençlik bu değildir; olmamalıdır!

Gençliğe layık olduğu geleceği kazandıracak olan baş eğmek, kaçmak değil; kapitalizme karşı mücadeledir…

Kimse aksini inkâra kalkışmasın: Gençler, kapitalizm altında manevi ve fiziki niteliklerini geliştiremez!

Bu düzen gençliğe, ruhunu ve vücudunu yıpratıp mahvedeceği koşullardan başka bir şey sunmaz/ sunamaz.

O hâlde, devrimciliğin artık demode olduğu yalanına inat, bugün kapitalizmle çelişkisi olan tüm gençler kendileri olabilmek için “bireyselleşme” palavrasına değil, Marksizm-Leninizm’in toplumcu ve devrimci düşüncelerine dört elle sarılmalıdır.

Gençlik geleceği için modern diye yutturulmaya çalışılan yoz ve boş bir yaşam tarzının girdabında öğütülmeye “Hayır” diyerek; işçi sınıfı yolunda geleceğini inşa etmeli ve bunun mücadelesini eğitim alanında vermelidir.

Ücretli köleliğin egemen olduğu bir toplumda ne bilim ne de eğitim asla tarafsız olamazken; burjuva ideolojisinin, genç insanları avlamak maksadıyla “iyi bir eğitim, iyi bir gelecek!” benzeri sahte mutluluk vaatlerine kanılmamalıdır.

Gençlik heyecan, coşku ve duyarlılıkla yüklüdür. Kapitalizmin tarihi boyunca, dünyanın neresinde olursa olsun, devrimci mücadeleye katılan gençlik bu olumlu özelliklerini kavga alanına taşımıştır ve de taşıyacaktır da. Çünkü gençliğin devrimci romantizmi, gözüpekliği ve fedakârlığı olmasaydı devrimin safları donuk ve kuru olurdu…

 

VI) ALTERNATİF EĞİTİM

 

O hâlde gençliğin kapitalist dayatmalara karşı alternatif bir eğitime gereksinimi var.

Çünkü Mihail Kalinin’in de işaret ettiği gibi, “Burjuva toplumunda emekçi insan, doğumundan ölümüne dek egemen sınıflar için uygun olan düşünce, duygu ve alışkanlıkların sürekli etkisi altında bulunmaktadır. Bu, bazen güç seçilir biçimler alarak, sayısız yollar-yöntemler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Kilise, okul, sanat, basın, sinema, tiyatro, çeşitli örgütler, hepsi birden kitlelerin bilincine burjuva dünya görüşünü, burjuva ahlâkını, alışkanlıklarını vb. aşılamak için birer silah görevini yükümlenmektedir.”

Bu noktada Ivan Pavlov gibi, “Pê bawer ne be ku tu her tiştî dizanî, bi rastî tu pirzana be jî tê her tim bizavdar be ku dikaribî ji xwe re bibêjî; ‘ez nezan im’...”[177] dedirten alternatif eğitimin ilk özelliği yaratıcılığı destekleyen özgürleştirici niteliğidir. (“Benim yaptığım, bildiklerimi söylemek değil; kendimi öğrenmektir,” der Montaigne…)

Söz konusu gereksinimine ilişkin olarak Jean-Paul Satre’ın “Bilinç ile dünya birlikte dururlar” tespiti her şeyi çok net ortaya koyarken; öğretmen ve öğrenci özgürleşmeden yaratıcı ortam sağlanamaz.

New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Selçuk Şirin’in, “İtaat edenden kâşif de olmaz mucit de. Çünkü itiraz etmeden ilerleme olmuyor,”[178] uyarısı eşliğinde böyle bir eğitimin “sırrı”, “İnsan eğitilmez ancak kendini eğitir,” ilkesinden hareketle öğrenciye saygı duyup, onu nesneleştirmekten öte, özneleştirmekten geçer.

Paris Komünü ile Ekim Devrimi, bunu bir yere kadar gerçekleştirdi.

Çünkü alternatif bağlamlı parasız ve zorunlu eğitimin yaygınlaşmasında sınıf mücadelesinin ciddi bir payı vardı. İlk kez Paris Komünü’nde işçi ve emekçi halk kitleleri, sadece ilköğretimi değil eğitimin tüm kademelerini parasız hâle getirdi. Eğitim sistemini merkezileştirip, komünlerde örgütlenmiş halkın (öğretmenlerden, öğrenci velilerinden ve uzmanlardan oluşan komisyonlar eliyle) denetlediler. Eğitime, demokratik, bilimsel, laik ve pedagojik bir içerik kazandırdılar. Bundan sonra alternatif bağlamlı parasız, eşit ve nitelikli eğitim hakkı, işçi-emekçi sınıfların temel ve vazgeçilmez taleplerinden birisi oldu.

1917 Ekim Devrimiyle kurulan işçi devleti ise, pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da muazzam yeniliklere sahne oldu. Devrimden sonra V. İ. Lenin, Nadejda Krupskaya ve Anatoli Lunaçarski önderliğinde eğitim sistemi baştan aşağı yeniden kuruldu.

Tüm Rusya’da politeknik eğitim okulları açılmaya başlandı. Eğitim herkes için vazgeçilmez ve temel bir hak olarak tanımlandı, parasız hâle getirildi. İlköğretim zorunluydu ve belirli bir yaşa kadar çocukların çalıştırılmasına izin verilmiyordu. Lise ve üniversite düzeyinde eğitim görmek isteyen işçi ve emekçilere yardımcı olmak maksadıyla devlet, ya onlara öğrenimleri boyunca maaş vererek barınma dâhil tüm ihtiyaçlarını karşılıyor ya da çalışan işçiler için akşam okulları açıyordu. Temel eğitimini alamamış işçiler içinse, onları yüksek öğretime hazırlayan “işçi fakülteleri” kurulmuştu. İşçiler ve emekçiler bu okullarda, bir yandan temel fen derslerini alıyor, bir yandan mesleki bir eğitim görüyor, diğer yandan da bedensel ve ruhsal gelişimleri için her türlü imkân önlerine sunularak ilgi alanlarının genişlemesi ve yeteneklerinin ortaya çıkması sağlanıyordu. Üstelik tüm bunlar, son derece kıt kaynaklara sahip bir işçi devletinin olanaklarıyla gerçekleştiriliyordu.

Sovyetler Birliği’nde halka sağlanan eğitim olanakları ve uygulanan eğitim yöntemleri, kapitalist dünyayı da önemli ölçüde etkilemiştir. Sovyetler Birliği’nin yarattığı basıncın yükselen sınıf mücadelesiyle birleşmesi, hemen tüm gelişmiş kapitalist ülkelerde burjuvaziyi, daha pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da işçi sınıfına tavizler vermeye zorlayacaktı. Özellikle II. Dünya Savaşından sonra kapitalizmin içine girdiği uzun ekonomik genişleme dönemiyle birlikte, eğitim sistemi pek çok bakımdan bugünkü hâlini aldı ve 8-12 yıllık ilköğretim pek çok ülkede parasız ve zorunlu hâle geldi.

Evet Epictetus’un, “Tenê yên perwerde bûyî azadin”;[179] Lord Brougham’ı, “Eğitim görmüş bir halkı idare etmek kolay, köleleştirmek imkânsızdır,” notunu düştüğü alternatif eğitim Noam Chomsky’nin, “Çocuk kafasının içi bilgiyle doldurulacak bir kap değildir, istediğince açmasına yardım edilecek bir çiçektir”…

Epikuros’un, “Bilginin amacı; insanı bilgisizlik ve boş inançlardan tanrı ve ölüm korkusundan kurtarmaktır. Ve bu olmadan mutlu olmaya imkân yoktur”…

Erich Fromm’un, “Eğitim, bir çocuğa özel yeteneklerinin farkına varması için yardım etmektir. Eğitimin zıddı yönlendirmedir”…

John Davidson’un, “Eğitim ve öğretimin felsefesi, yaşamı güzelleştirmek olmalıdır”…

Özetle alternatif eğitimin asli görevi sürü değil, toplumcu birey yetiştirmektir.

Bu çerçevede alternatif eğitim (ve okul): i) Birlikte çalışmak ve karşılıklı yardım için kendimizi eğitmek; ii) Yapacaklarımız konusunda kararları kendimizin vermesini sağlamak; iii) Toplumculuğu, dayanışmaya, paylaşımcılığa değer vermek ve onu gerçekleştirmeyi öğrenmektir.

Bu yolda;

• Öğrencilerin ilgi ve ihtiyaçları ön plana alınır ve yaşantısal öğrenme önem kazanır (yaşayarak öğrenme).

• Öğrencilere soru(n) çözme becerisi kazandırılır.

• Eğitim bir süreç olarak kavranır.

• Bireyin bilişsel gelişimi yanında, bedensel ve sosyal yönden gelişmesine de önem verilir.

• Eğitim programlarının yapısı disiplinler arası olur.

• Eğitim verilirken demokratik ve etkileşimli bir ortam yaratılır.

• Buluş yoluyla öğretim, soru(n) çözme, araştırma, proje çalışmalarıyla işbirliğine dayalı öğrenme yöntemleri kullanılır.

• Temelinde güçlü bir toplumculuk, demokrasi ve dayanışma olur ve öğretmenler asla otoriter değildirler.

• Öğretmen konu aktarıcısı değil, öğrencilere rehberlik eden ve öğrenmeyi kolaylaştırandır.

• Grup çalışması, dayanışması, paylaşımı özendirilir.

Böylelikle insan(lık) yeniden inşa edilirken;

• Yaşam sürekli değiştiğinden insan her an onu yeniden inşa eder.

• Bireyin ilgi ve ihtiyaçlarını önemserken, aslolanın toplum ve dayanışma olduğunun altı çizilir.

• “Öğrenen merkezli” eğitime, “toplum merkezli” eğitim boyutu eklenir.

• Okullar sadece sorunların analiz edildiği ve yorumlandırıldığı yerler değil, sorunlara çözüm önerilerinin üretildiği, gereğinde öğretmen ve öğrencilerin de eyleme geçtiği yerlerdir.

• Yaşam sürekli değiştiğinden insan her an onu yeniden inşa etmek zorundadır.

• Eğitim programlarında toplumcu demokrasiyi gerçekleştirme ve insanların toplumcu demokratik yaşam biçimini benimsemesini sağlayıp, çözüm üretme ve uygulama, yaşamı yeniden kurma önceliklidir.

• Eğitim programlarında sosyal bilgiler öne çıkartılmakta ve sosyal, ekonomik ve politik sorunlar üzerinde durulmalıdır.

• Ulusal ve uluslararası sorunlarla ilgilenilmelidir (işsizlik, çevre, etnik ve dini sorunlar).

• Demokratik sınıf ortamında tartışma, eleştirel düşünme, problem çözme yöntemleri kullanılırken cezaya asla başvurulmamalıdır.

• Öğretmenin temel görevi, öğrencilerin, insanlığın karşı karşıya olduğu problemlerin farkında olmalarına yardımcı olmaktır.”

Burada güncel önemi nedeniyle, “İslâmcı tahakküme itiraz: Laik eğitim!”[180] saptamasının altını özenle daha çizmekte yarar var.

Vurgulamadan geçmeyelim; Edgar Quinet’in 1846 yılında yazdığı ‘Halk Eğitimi’ başlıklı yapıtta şunlar yazılıdır:

“Birbirinden farklı kiliselerin arasındaki çelişmelere karşın, toplumun varlığını sürdürmesi için genç kuşakların, bu inan ve dogma konusunda çarpıcı farklılıklara karşılık, toplumun tüm üyelerinin tek bir aile olduğunu öğrendikleri bir yer olmalı. Oysa, katı inançlar ve kiliselerin zıtlaştıkları ortamda, birliğin, barış ve uygar uyumun öğrenildiği yer laik okuldur.”[181]

Evet laik eğitim, insan(lık) için aklın özgürleştirilmesidir; Almanya’da bir lise müdürü, her öğretim yılı başında öğretmenlere gönderdiği şu mektubundaki gereklilikleri atlamadan:

“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini çok iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar... Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden istediğim şudur. Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma, yazma, matematik çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”[182]

 

VII) BİR KAÇ ŞEY DAHA

 

V. İ. Lenin’in, vurguladığı gibi, “Gerçek daima devrimcidir” ve biz gerçeklerden hareketle sadece umut etmeyi değil; umudu yaratmayı başarmalıyız.

Tıpkı Aristoteles’in, “Umut insanı uyandıran bir rüyadır… Umut, uyanık insanın rüyasıdır,” saptamasındaki ya da Nâzım Hikmet’in, “gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar./ dinleyin, duyduğunuz çakalların ulumasıdır./ safları sıklaştırın çocuklar,/ bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgasıdır,” dizelerindeki üzere…

Kolay mı? Dünya genelinde kapitalizm karşıtı hareketlenmelerle paralel olarak, kapitalist eğitim(sizlik)e karşı tepkilerin çoğaldığı yerkürede yaşıyoruz.

Unutmayın: ‘Barış İçin Akademisyenler’ bildirisine imza attığı gerekçesiyle KHK ile Ege Üniversitesi’nden ihraç edilen Prof. Dr. Melek Göregenli’nin, “Sosyal psikoloji bize öğretir: Dünyayı değiştirenler, ısrarlı ve tutarlı azınlıklardır, ‘makul ve makbul çoğunluklar’ değil… Bir Yaşar Kemal romanı yazabiliriz, bunu yapabileceğimize inanalım yeter,”[183] derken; yine KHK ile Ege Üniversitesi’nden ihraç edilen Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nilgün Toker Kılınç da ekliyor: “Kötüyü görme ve gösterme inadımızdan, direncimizden vazgeçmemeliyiz. Konuşarak, yazarak, resmederek, şarkı söyleyerek, her biçimde. Herkes sustuğunda, bu herkesi yok eden kötülük, iyiyi gösterenlerin çizeceği sınırdan da kurtulmuş olur. Bu sınırı tutmalı ve mümkün olduğu kadar genişletmeliyiz.

Aristoteles der ki, korku insana aittir; cesaret ise neyin korkmaya değer olduğuna karar vermektir. İnsan artık tarihsel, kültürel bir varlık; onu insan yapan tek şey canlılığını sürdürmek olamaz. Sahip olduğu kimlik kendi insan olmaklığını tanımladığı şeydir… Hâlâ insan kalmanızı sağlamasının tek yolu, odanızdan çıkmanız, kendi olmanın ön koşulunun diğerlerinin varlığı olduğunun bilinciyle eylemenizdir. İyiyi isteme, kendiniz için iyiyi isteme değildir; herkesin iyiyi isteme hak ve gücüne sahip bir iyiye yönelmedir.”[184]

İnsan olmak ve kalmak kadar hiçbir şeyin önemli olmadığı yerkürede; eşkıyanın da dünyaya hükümdar olamayacağı bilinciyle hatırlatalım:

“AKP’nin eğitimi dinselleştirme adımlarının toplumu gerdiği, 81 ilin valisi ile gerçekleştirilen toplantıda itiraf edildi. Jandarma istihbarat görevlileri, valilere, müfredat ve eğitimde dinselleşme tartışmaları üzerinden sol grupların Gezi eylemlerine benzer eylemler yapabileceği uyarısında bulundu.”[185]

Haksız değiller; zulme karşı isyan sadece mümkün değil kaçınılmazdır da.

Kaldı ki toplumsal mücadeleler tarihimizde gençlerin, liselilerin isyancılığı da “es” geçilemeyecek kadar önemli ve kapsamlıdır. Gençlerin, üniversitelilerin, liselilerin arkasında güçlü bir isyancı miras vardır, var olmuştur…

Geçmişimizde, yaşadıkları dönemin liselileri sayılacak medrese öğrencilerinin ayaklanmaları da oldu. Yani liselilerin, gençlerin gericiliğine karşı çıkışlarının bir tarihi var. Osmanlı’da medreseler isyan duygularını dile getirmekten, itirazlarını açığa çıkarmaktan hiç çekinmediler, diğer coğrafyalardaki kardeşleri gibi. Genel olarak da ilerlemeden, aydınlanmadan yana tavır aldılar. Tabii hepsi böyledir denemez, ayaklanan liselilerin bu ayaklanmayı kendi çıkarları için yaptığı, içinde bulundukları topluma zarar verdikleri de olmuştur. Suhte İsyanları örneğin, bunlardan biri, belki de en önemlisidir.

Suhte, lise çağındaki medrese öğrencilerine verilen isim. Suhte İsyanları’nı, Mustafa Akdağ’dan öğrendik.[186]

Anadolu’nun hemen her yerine yayıldıkları gibi başkente yakın Silivri’de bile görüldüler. Kanuni Sultan Süleyman’ın son dönemlerinde iyice büyüyen Suhte İsyanları, İkinci Selim döneminde ayyuka çıktı.

Sonraki isyanları elbette çok daha farklı, öğrencilerin siyasal kararlara etki etme amaçlı kalkışmalarıydı. Konuya ilişkin olarak İlter Turan, “Osmanlı tecrübesinin son yıllarının diğer bir özelliği de, orta öğretim kurumlarındaki öğrencilerin yaşlarından beklenmeyen bir siyasal ilgi ve örgütlenme yeteneği göstermiş olmalarıdır,”[187] der ve örnek olarak da Kuleli Vakası’nı, Talebe-i Ulum İsyanı’nı anımsatır.

Kuleli Vakası 1859’da medrese öğrencilerinin Abdülmecid’i tahttan indirip, Abdülaziz’i çıkarmak isteyen memurlarla, askerlerle birleşerek faaliyette bulunmaları olayıdır. Öğrencilerin ülkenin siyasal tartışmalarının tam olarak içinde olduğunu gösteren bir olaydı bu.

Özetle özgürlüklerine yapılan müdahalelere karşı en duyarlı kesimi oluşturuyor liseliler. Tüm yaşamlarını etkileyecek kararlar alınırken onlara kimse fikirlerini sormuyor çünkü. O nedenle bazen çok basit görünen talepler için büyük, kitlesel eylemler gerçekleştiriyorlar.[188]

Ha… Tam da bu noktada “Siz kimsiniz de bu düzeni değiştireceksiniz diye soran olursa; ‘Fakiriz biz olum! Bir elimizle pantolonumuzu tutmazsak düşüyor. İki elimizi birden kaldıramıyoruz; teslim olmayı da bilmiyoruz o nedenle. Ayrıca Nâzım yazmış şiirimizi, Yılmaz çekmiş filmimizi zaten, halkız biz ulan!’ deyiverin,”[189] Selahattin Demirtaş gibi ve ekleyin:

“Bütün bu sıkıntılı süreçlerin sonu muhteşem olacak. Buna inanmak zor değil, çünkü gerçekten on milyonlarca insan bunu istiyor ve bunun için mücadele ediyor. Mutlaka kazanacağız.”[190]

Çünkü Turgut Uyar’ın, “biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz/ ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını/ işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz,” dizesindeki üzeredir her şey…

Ve Adnan Yücel’in, “saraylar saltanatlar çöker/ kan susar birgün/ zulüm biter./ menekşeler de açılır üstümüzde/ leylaklarda güler./ bugünlerden geriye,/ bir yarına gidenler kalır/ bir de yarınlar için direnenler,” dizelerindeki kesinlikle…

16 Kasım 2017 14:39:22, İstanbul.

yazının devamı için



Bu yazı 3626 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI