Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
1968’İN 50. YILINDA SARI YELEKLİLER-2
Tarih: 13-01-2019 22:35:00 Güncelleme: 13-01-2019 22:35:00


KORKU DA, CESARET DE BULAŞICIDIR

 

“Sarı Yelekliler ya da ‘cepleri delikler’ trafoyu sabote ederek neo-liberalizmin büyülü sirkine gölge düşürdü ve sistemdeki arızaları gösterdi.”[132]

Bu bir umuttu ve bu tabloda korku gibi, panzehiri cesaret de bulaşıcıydı…

Dimitris Konstantakopoulos’un, “Fransa’nın bu yeni ‘yurttaş devrimi’ Avrupa’da dünyayı yöneten ve toplum, savaş ve iklim soykırımlarıyla bizi tehdit eden Batı kapitalizminin merkezinde bir sınıf savaşının başlangıcı olma özelliğini taşıyor. Bu isyan, halkın küreselleşmiş finans oligarşisine ve siyasi, toplumsal müttefiklerine karşı olan savaşının başlangıcı,”[133] notunu düştüğü olgu en alttaki gayrimemnunlar hareketidir.

Krizin etkileriyle gidişattan memnun olmayan büyüyen gayrimemnunlar, giderek büyüyen bir kitleye tekabül ederken; hızla siyaset sahnesine çıkıyorlar…

Kanada’nın Edmonton, Toronto, Winnipeg, Okanagan, Moncton, Calgary, Saskatoon ve Halifax kentlerinde, sarı yelek giyen protestocular eylem düzenledi…[134]

Sarı Yelekliler eylemi İngiltere’ye sıçradı; eylemciler Westminster Köprüsü’nü kapattı…[135]

Sarı Yelekliler hareketinin sınırları aşarak sıçradığı Belçika ve Hollanda’daki protestolar sürüyor. Hollanda’da Sarı Yelekliler yoğunluklu olarak Lahey, Amsterdam ve Rotterdam kentlerinde toplanarak hükümetin istifasını istedi. Amsterdam’da iki kişi gözaltına alındı…[136]

Sarı Yelekliler ile eş zamanlı olarak Brüksel ve Amsterdam’da da sokaklara çıkıldı.[137]

Belçika ve Hollanda’nın ardından İsrail’e de sıçrayan Sarı Yelekliler protestolarında 10 kişi gözaltına alındı.[138]

Belçika’daki üç büyük sendikaya bağlı işçiler, hükümetin emeklilik politikası ve alım gücündeki düşüşü protesto ederek 260 fabrikada iş bıraktı, kırmızı, yeşil ve mavi yeleklerle sokağa çıktı…[139]

Hollanda’nın Lahey kentinde çok sayıda öğrenci ve öğretim görevlisi, üniversitelerin bütçesinde ve eğitim burslarında yapılan kesintiler ve çalışma şartlarını protesto ederek hükümete tepki gösterdi…[140]

Arnavutluk’ta binlerce öğrencinin, harç ücretlerinin yarı yarıya düşürülmesi talebiyle başlattığı eğitim boykotu eylemleri sürüyor…[141]

Viyana’da 50 binin üzerinde gösterici, aşırı sağcı hükümetin Müslüman ve göçmen karşıtı politikaları ile çalışanların sosyal haklarını kısıtlayıcı politikalarına tepki gösterdi…[142]

Yunanistan’da emekliler, maaşlarındaki kesintilerin iade edilmesi talebiyle eylem düzenledi. Atina’da emekliler Sintagma Meydanı’na yürüdü. “Çaldıklarınızı geri verin” sloganları atan emekliler, “Hak ettiklerimizi iade edin” ve “Emekliler boyun eğmeyecek” yazılı pankartlar taşıdı…[143]

Macaristan’da yaklaşık üç bin kişi, Viktor Orban liderliğindeki hükümetin yeni yargı ve çalışma yasalarını protesto için Budapeşte’de eylem yaptı. Kentin merkezinden başlatılan yürüyüşün ardından parlamento binasının önüne giden göstericilerin polise cam şişe ve sis bombası fırlatması üzerine tansiyon yükseldi. Çıkan arbede sonucu iki polis memurunun yaralandığı açıklandı…[144]

Budapeşte’de çalışma koşullarının iyileştirilmesini isteyen binlerce işçi eylem yaptı…[145]

Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç ve hükümet aleyhindeki kitlesel eylemler sürüyor. Sağcı başkanın muhalefete yönelik şiddeti, Belgrad’da on binlerce kişi tarafından protesto edildi. Islıklı protestoların gerçekleştirildiği yürüyüşte, bazı göstericiler Fransa’ya atıf yapmak için sarı yelekler giydi…[146]

9 Aralık 2018’de Karadağ’ın başkenti Podgorica’da, “Diktatör karanlığından korkmuyoruz!” sloganıyla yapılan protesto eylemine yüzlerce kişi sarı yeleklerle katıldı…[147]

Bulgaristan’da artan benzin fiyatlarına itiraz eden binlerce kişi, sarı yerine mavi yelekler Sofya’da sokaklara döküldü. Göstericiler, ülke genelindeki yolları kapatırken, Türkiye sınırında da arabaların geçişine engel oldu…

Yayılan Sarı Yelekliler, Avrupa ile de sınırlı kalmıyor. Sarı Yelekliler, Avrupa gibi Ortadoğu’ya da yayıldı.

Irak’ın Basra eyaletinde halk, bir buçuk yıldır içme suyuna karışan petrol ve kanalizasyondan şikâyetçiydi. Kolera tifüs gibi hastalıklar yayılıyordu. Sadece o da değil, işsizlik, yolsuzluk ve elektrik kesintilerinden de mustariptiler. Sonunda sarı yelekleri giyip sokağa çıktılar. Polisle çatıştılar, olaylarda 1 kişi öldü, 10 kişi yaralandı.

Afrika ülkesi Burkina Faso’da ise sarı yelekler kırmızıya döndü. Başkent Vagadugu’da benzin fiyatlarına getirilen yüzde 12’lik zam, halkın kırmızı yeleklerle sokağa dökülmesine neden oldu.

Krizle sarsılan her coğrafyada korku dağları sardı.

Öte yandan Sarı Yelekliler’in protestoları birçok Arap ülkesinde yakından izleniyor. Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerde hükümetler, Fransa’daki gösterilerden ilham alınmasından endişe ediyor.

DW Türkçe’nin haberine göre, Sarı Yelekliler şu günlerde sadece Fransa’da değil, Mısır’da da gündemde. Sarı yelek giymek Mısır’da yasak. Giyilmesi gibi satılması da yasak. Çünkü sarı, Mısır’da protesto, talep ve başkaldırının rengi. Macron’un vergileri artırma planlarına karşı gösteriler düzenleyen Sarı Yelekliler’in, Mısır’daki protestolara da ilham olmasından endişe ediliyor.

El Cezire’nin haberine göre polis, Kahire ve İskenderiye’de satıcıların sarı yelek satmalarını yasakladı. Satıcılardan biri, “Polise neden diye sorduğumuzda, ‘Emir böyle’ yanıtını verdiler” diye konuştu. Bir başka satıcı ise, “Hükümet 2011’deki protestoların Fransa’daki gösteriler sonrasında canlanmasından endişe ediyor” yorumunu yaptı.

Tunus’taki göstericiler ise Mısır’dan farklı olarak sokaklardaydı. Sarı değil kırmızı ceket giyerek bir gösteri düzenlenmesi çağrısında bulundular. Bu gösteri Tunus’taki hoşnutsuzluk da artan fiyatlara yönelikti. Ancak sadece bununla sınırlı kalmadı. Göstericiler işsizlik, yolsuzluk ve yetkili makamların efektif çalışmamasını da protesto etti.[148] 

Irak’ın güneyindeki Basra da aylardır sürekli yeniden alevlenen sosyal protestolara sahne oluyor. Ve buradaki göstericiler sarı yelek giyiyor. Tunuslular gibi onlar da yolsuzluğu ve belediyenin hizmetlerindeki kötüleşmeyi eleştiriyor, daha fazla istihdam talep ediyor. Ürdün’de de protesto gösterileri düzenlendi.[149]

Amman’da vergi yasasına karşı düzenlenen gösteriye yüzlerce kişi katıldı. Başbakanlık binasına yakın alanda gerçekleştirilen gösteri sırasında güvenlik güçleri ile binaya yaklaşmaya çalışan bazı eylemciler arasında arbede yaşandı.

Göstericiler Başbakan Ömer er-Rezzaz hükümetinin istifasını istedi. Yağmura rağmen düzenlenen gösteride Başbakanlığa çıkan yol eylemciler tarafından trafiğe kapatıldı. Rezzaz’ın ve hükümetin istifasını talep eden eylemciler, “Rezzaz defol”, “Meşru talebimiz, siyasi reform” şeklinde sloganlar attı.[150]

Beyrut’ta Sarı Yelek giyenlerin de aralarında bulunduğu yüzlerce gösterici, ülkedeki ekonomik durumu ve hayat pahalılığını protesto etti.[151] “Köle kalmaya devam etmeyeceğiz”, “Yoksulluktan dolayı gurbete giden babalarımızın geri gelmesini istiyoruz”, “Yoksul yaşamak istemiyoruz”, “Kamu mallarına yönelik yolsuzlukların önüne geçilmesini istiyoruz”, “Mezhepçi partilerin düşürülmesi için referandum istiyoruz” yazılı pankartlar taşıyan göstericiler, sık sık “Halk rejimin düşmesini istiyor” şeklinde sloganlar attı. Eyleme katılan vatandaşlardan Rabi Cafer, ülkedeki yolsuzlukları ve hayat pahalılığını protesto için bir araya geldiklerini ifade etti.[152]

Özetle dünyanın dört bir tarafında halk, iktidarların muhalefete yönelik politikalarını şiddet iklimi yarattığı gerekçesiyle eleştirip, yönetenlerin kibirli ve şımarık açıklamalarına öfke duyuyorken; cesaretle korku eş zamanlı kesitte çoğalıyor…

“Nasıl” mı?

İçişleri Bakanlığı yetkilileri, sosyal medya üzerinden “Sarı Yelekliler Türkiye’de de ortaya çıkacak” iddialarının ardından sarı yelek üretiminin ve satışının artıp artmadığına yönelik bir araştırma yaptı. İstanbul Mahmutpaşa ile birçok noktada araştırma yapan Bakanlık yetkililerinin sarı yeleklerin üretiminin ve satışının artmadığına yönelik bir değerlendirme raporu hazırladı. Bu raporu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile paylaştığı öğrenildi…[153]

Ankara Valiliği, ODTÜ’de Sarı Yelekliler’in ve 19 Aralık Maraş Katliamı’nın tartışılacağı paneli yasaklarken, bölümler öğrencilere “güvenlik” sebebi ile dersleri ve sınavları iptal ettiğini duyurdu, kampüse polis girdi…[154]

Sarı Yelekliler protestolarına yönelik açıklamalar yapan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Sarı rüyalar görenler karşılarında bizi bulacak. Yeni bir Gezi düşü kuran, yeni bir sokak hareketi düşleyen varsa kuşku yok ki buna pişman olacaktır,” dedi…[155]

“Böyle ne kadar gider? Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ne kadar gider. İşte gördük Fransa’da gitmediğini. Üç gün sonra bizim burada görür müyüz görmez miyiz? Bize bağlı,” diyen Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, AKP medyası tarafından hedef gösterildi…[156]

Eskişehir’de faaliyet gösteren zirai ilaç üreticisi Gürsoy Tarım’ın sahibi AKP’li Neşet Gürsoy, Paris’te sarı yelekli eylemcilerin öncülüğünde yaşanan kitlesel protestoların Türkiye’de de yaşanması hâlinde o yeleklerin “kırmızıya boyanacağını” belirterek katliam iması yapıp; Twitter hesabında, “Eğer bu ÜLKEde sarı yelek ayaklanması çıkarsa, o yelekler 2 saatte kırmızıya boyanır. Geziyi valla mumla ararsınız…!” ifadelerini kullandı…[157]

Fransa’daki Sarı Yelekliler eylemini Gezi direnişine benzeten eski AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “Biz bu filmi görmüştük diyoruz. Aynı kareler, kıyafetler, su püskürtmeleri, aynı kargaşa. Demek ki birileri bu stratejiyi çok iyi kurguluyor,” dedi...[158]

‘Takvim’deki  yazısında Erkan Tan, “Bu saatten sonra, Türkiye’de Sarı Yelek hayali kuranların sonu Sarı Etek olur” diyerek tehditlerini sıraladı...[159]

Fransa’daki Sarı Yelekliler eylemlerinde PKK üyelerinin de yer aldığını öne süren[160] BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, “Hiç kimse Gezi ve benzeri bir eylemi aklından geçirmemeli. Sarı Yeleklilere özenmemeli. Milletimiz, devletimiz Gezi ve 15 Temmuz’da hangi cevabı vermişse, Gezi veya 15 Temmuz özentisi içine girenlere misliyle cevap verecek güçtedir,” dedi…[161]

Daha fazlası olsa da; bu kadarı bile yetmez mi?

 

ÇÖZÜM = ÖNCÜ

 

“İyi de çözüm” mü?

Önce bir saptamanın altını çizmek gerek: “Sol solluğunu yapamayınca kriz sağa yarıyor”![162]

Sarı Yelekliler’den tutun da her yere dek, böyle bu!

Bir öndersizlik kriziyle yüz yüzeyiz; soru(n) bu…

Yeniden ve bir kere daha Sarı Yelekli bir kadın tarafından duvara yazılan, “Une minorité à la ligne révolutionnaire correcte n’est plus une minorité/ Doğru devrimci hatta sahip bir azınlık, artık bir azınlık değildir,” gerçeğinin kavranması gerek.

Hayır; “Belirtmem gerekir ki Sarı Yelekliler’in bildiğini biz eski bildirici, kuşlamacı araçlarla mücadele edenler bilmiyoruz. Belki onlar iktidarı nasıl alaşağı edip, yerine hangi yöntemlerle yenisini getireceklerini de biliyorlardır. Eskiden bütün bunlar örgütsüz, lidersiz olmazdı. Ama Sarı Yelekliler lidersiz, örgütsüz bir şekilde toplanıyor, hiç dağılmadan da mücadele ediyor ve direniyorlar,”[163] türünden Mesiyanik agnostisiszme de; “Fransa’daki Sarı Yelekliler, klasik anlamıyla partiler, kitle örgütleri ve sendikaların dikey çağrısının sonucu olan bir öfkelenme değildir. Tabandan, aşağıdan, yatay, gelen, oluşan öfkelenmedir. XIX. XX. yüzyılların dikey örgütlü öfkelenmeye çağrı pratiği gerilerde kalmıştır. ‘Avangardist’, ‘öncü’lü halk hareketleri günümüzde olmayacaktır. Bir merkezden dikey yönetilen, bir çeşit Temsili Demokrasi halk öfkelenmeleri, başkaldırıları tarihe karışmıştır. Partilerin merkez komitesinin aldığı kararlar doğrultusunda, Doğrudan Demokrasi olmayan, bir sokağa çıkan örgütlenme olmayacaktır,”[164] biçimindeki maksadını aşan “kehanetler”e de prim verilemez!

“Neden” mi?

“Sarı Yelek isyanının çapı, şiddeti, yönetilenlerin artık eskisi gibi yönetilmek istemediğini gösteriyor. Fransa devlet başkanı Macron’un televizyona çıkarak, ‘kimilerinizin canını yaktığımın ayırdına vardım’ diye başlayan konuşmasında verdiği, tavizlere bakılırsa, yönetenler de artık eskisi gibi yönetemiyorlar. Öyleyse, Fransa bir milli krizden içeri ilk adımını atmış.

Ancak, yönetenlerle ve yönetilenler arasındaki ilişkiyi çözebilecek bir üçüncü ‘şeyin’ yokluğu hemen kendini gösteriyor…

Yönetenler, yalnızca Fransa’da değil, birçok ülkede Sarı Yelek olayından, verilen tavizlerden hoşnut değil; hareketin yapısı geleceği, yaratabileceği yeni sorunlara ilişkin ciddi bir korku var. Dünya ekonomisinin yeniden yavaşlamaya, ‘pastanın’ yeniden küçülmeye başladığı bir dönemde egemen sınıflar ‘yeni bir paylaşım’ talebine cevap vermeye niyetli görünmüyorlar.

Tarih bize, böyle denklemlerin içinden, genelde daha baskıcı önlemlerin çıktığını, korkunun, sermaye sınıflarını aşırı sağ, faşist hareketleri desteklemeye doğru ittiğini gösteriyor. 

Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesine gelince, Sarı Yelek hareketi çok karmaşık bir olguya işaret ediyor. Bu karmaşıklığın, yöneten/ yönetilen ilişkisini değiştirebilecek bir yönde sadeleşerek tarihsel bir anlam kazanmasıysa, yukarda sözünü ettiğim üçüncü ‘şeyin’ varlığına bağlı.

Sarı Yelekliler hareketi ‘biz halkız’ diyor. Ancak henüz bir öfkeli ‘çokluk’olmayı aşabilmiş değil. Çokluk hem ‘prolos’ (proleter) hem de ‘bobos’(burjuva ve entelijansiya) özellikleri sergiliyor. İçinde, beyaz işçi sınıfının, ırkçı, homofobik özellikler sergileyen, Marine Le Pen’i destekleyen kesiminin yanı sıra, Jean-Luc Mélenchon’un ‘baş eğmeyenler’ hareketi, diğer sosyalist, antikapitalist, anarşist akımlar var. Bu ‘çokluğun’ içinde kırsal alandan, taşradan gelen bir üretici ve küçük mülk sahibi (kamyon-mazot kullananlar) kesimlerin yanı sıra, kentlerdeki işçi sınıfı, işsizler, (otomobil - benzin kullanan) orta sınıflar, hatta, lise öğrencileri hareketi de var. Aşırı sağın açıkça faşist ideolojiyi benimsemiş kesimleri de hareketin içinde. Hareket hem sağın taleplerini öne sürüyor, hem de solcu antikapitalist talepleri... Ancak bu hareket kendini bu taleplerin biriyle değil, David Broder’in Conretemps’da işaret ettiği gibi[165] aslında siyasi bir anlamı olmayan Sarı Yelekler kavramıyla, ‘bir boş göstergeyle’ tanımlıyor. 

Bu çokluk, ‘bir halk’ olarak siyasi ifade (proje-program) üretmeye başladığında nasıl bir tanıma sahip olacak? Hâlen bu çokluğu bir arada tutan bir ‘boş gösterge’ olarak işleyen sarı yeleklerin anlamını belirleyecek ve sabitleyecek hegemonya mücadelesini kim kazanacak? Marine Le Pen hareketi kazanırsa üçüncü ‘şey’ doğamayacak. Sol/sosyalistler kazanırsa, üçüncü ‘şey’in yerine geçmeyi başarabilirse, yalnızca Fransa’da değil, genelde insanlığın ‘yaşam dünyalarında’ (Türkiye’de bile olsak) bir değişiklik olasılığı doğacak! Gezi’de de karşımıza gelen olasılık bu değil miydi?”[166]

Bu tabloda Sarı Yelekliler hareketi açısından, kim ne derse desin; nasıl sunarsa sunsun “Lidersiz olması isyanı sosyolojik anlamda yenilikçi kılmakla birlikte; büyüyüp gelişme olasılığını zayıflatıyor.”[167]

Bu kavranmalıdır. Üzüntüyü aşıp, öfkeye; kendiliğindenliği devrimci praksise tahvil etmeden, ne yapılırsa yapılsın kalıcı hiçbir çözüm mümkün değildir.

Durmadan “Üzülüyoruz, çok üzülüyoruz. Çoğunluk, kendi hâlimize de değil, dünyaya üzülüyoruz…

Dünyanın hâline üzülüyoruz, hayvanlara üzülüyoruz, göçmenlere üzülüyoruz, çocuklara ve doğaya üzülüyoruz, fütursuzluğa, haksızlıklara, bedelini masumların ödediği savaşlara, toplu kıyımlara üzülüyoruz. Ve bazen üzüntünün canımıza tak ettiği yerde, böyle bir dünyada yaşıyor olmaktan utanç duyuyoruz. Üzüntü ve utanç, bir çok kesimle ortaklaştığımız yegâne zemin hâline geliyor adeta…

Peki bu kadar üzüntü ne işe yarıyor? Şayet yaramıyorsa, ‘boşuna’ üzülüp kahrolmaktan vaz mı geçmeli? Üzüntüyü yenmek üzere kendimizi mutluluk endüstrisinin tekniklerine mi teslim etmeli Yoksa başka bir şeye mi dönüştürmeli bu pasif duygu selini?

Godard’ın 2018 yılında Cannes’da gösterilen son filmi ‘İmge Kitabı/ Le Livre d’Image’da şöyle bir cümle geçiyor: ‘Dünya için, hiç bir zaman onu değiştirmeye yetecek kadar üzülmüyoruz’…

Bizim de en çok öfkeye ihtiyacımız var. Kendi kuyusunu kazan bir ırk olarak, hayvanlardan öğreneceğimiz sayısız şeyden biri öfke olmalı. Çivisi çıkmış dünyaya müdahele etmenin yolu üzüntüden değil, öfkeden geçiyor çünkü…

Hatırlanırsa 2011 Mayıs’ında İspanya’da kemer sıkma politikalarına karşı halkı sokağa döken hareketin ismi ‘Los Indignados/ Öfkeliler’ idi. Hareketin sonradan ülkeyi yönetmeye talip olacak kadar iddialı Podemos gibi -sonuçları tartışılır- bir siyasi örgütlülüğe evrilmesi, öfkenin potansiyel gücüne iyi bir örnek. Gezi direnişinin en popüler sloganlarından biri de öfkeye güzelleme yapmıyor muydu: ‘Sinirlenince çok güzel oluyorsun Türkiye!’

‘Direniş, öfkeden doğar’ diyordu, toplama kampından sağ kurtulmayı başarmış, hayatı direnişlerle geçmiş sosyalist Stéphane Hessel, 2010’da 92 yaşındayken yazdığı ‘Öfkelenin/ Indignez-Vous!’ başlıklı kitabında: ‘Sizlere empoze edilen bir dünya bakışından tiksindiğinizi, kızdığınızı gösterecek, insana has en basit tepkileri verin! Öfkelenin!’…”[168]

Kuşku yok: Sarı Yelekliler biz(ler)e yeniden (üzüntü yerine) öfkelenmenin ne kadar gerekli ve değerli olduğunu hatırlattılar; bunun altını özenle çizdiler…

Tıpkı Aydın Selcen’in, “Tarihin sonundan söz ederken, bildiğimiz anlamda siyasetin sonuna gelmiş olabilir miyiz?”[169] sorusundaki üzere!

Düzeniçi, burjuva siyasetin sonlanacağı bir sınırda, isterseniz ufuktayız artık…

Bize yeniden, devrimin güncelliğini gündem maddesi kılan, sosyalist bir uygarlık düşü gerek.

Sürdürülemez kapitalist çürümüşlüğü aşacak uygarlık düşü.

Böylesi bir düşün gerçekleştirilebilmesi için elimizde işçi sınıfından başka kaldıraç yok.

Sınıflı toplumlara son verecek tarihsel atılımın öznesi olarak işçi sınıfı, yeni bir uygarlığın omurgası ve tarihi yeniden biçimlendirecek aslî eksendir.

Bu noktada Marksist-Leninist gelecek tahayyülü açısından, yeniden, “öncü/ parti”[170] ile “kurucu özne/ işçi sınıfı” diyalektiğine müracaat etmek “olmazsa olmaz”dır.

“İyi de işçi sınıfının hâli” mi?

Herkesin malumu: İşçi sınıfı mücadele ettikçe bilinçlenip, örgütlenerek devrimcileşir.

O hâlde, siyasal iktidarın fethi için olması gereken stratejiden ile programatik/örgütsel bütünlük açısından, yeniden V. İ. Lenin’i anımsama zamanıdır.

Perry Anderson’un belirttiği gibi, V. İ. Lenin, Karl Marx’ın bilinçli olarak boş bıraktığı bu alanı doldurmaya yöneldi.

Leninist Parti, sınıf bilinci, ittifaklar, hegemonya gibi başlıkların her birinin stratejisini oluşturan devrimci bütünlüğün odağıydı.

Amin Maalouf’un, “Geçmişin geçmiş olması için, zamanın geçmesi yetmez,” uyarısını kavrayamayan kimileri buna “basit tekrar” demeye kalkışmasın!

XXI. yüzyılın devrimci kuramı; doğası gereği XIX. yüzyılınkine de “benzeyecektir”; XX. yüzyılınkine de… Hatta XVIII. yüzyılınkine bile… Evet, evet başkaldırı tarihindekilerin hepsine benzeyecek, hepsinden dem alacaktır; yani süreklilik içinde yenilenmiş bir kuram olacaktır.

Ancak bu kuram V. İ. Lenin’in şu uyarısından asla vazgeçmeyecektir:

“Parti’nin, işçi sınıfının en iyi unsurlarını, bu unsurların deneyimini, devrimci ruhunu proletarya davası uğruna sonsuz fedakârlığını emmesi gerekir. Ama gerçekten bir öncü müfreze olması için, partinin devrimci teori ile hareketin yasalarının bilgisiyle, devrimin yasalarının bilgisiyle silahlanmış olması gerekir. Yoksa parti, proletaryanın mücadelesini yönetemez, proletaryaya önderlik edemez. Eğer parti, işçi sınıfının kitlesinin duygularını ve düşündüklerini kaydetmekle yetinirse, kendiliğinden hareketin kuyruğunda sürüklenirse, kendiliğinden hareketin ataletinin ve politikaya karşı ilgisizliğin üstesinden gelemezse; eğer parti, proletaryanın geçici çıkarlarının üstüne çıkamazsa, kitleleri proletaryanın sınıf çıkarlarını anlama bilinç düzeyine yükseltemezse, gerçek bir parti olamaz.

Parti, işçi sınıfından ilerde olmak zorundadır; parti, işçi sınıfından daha uzakları görebilmelidir; parti, kendiliğinden hareketin kuyruğunda sürüklenmemeli, proletaryaya önderlik etmelidir. “Kuyrukçuluk” siyasetini vaaz eden II. Enternasyonal partileri, proletaryayı burjuvazinin elinde bir alet olmaya mahkûm eden burjuva politikasının bir aracıdırlar. Ancak proletaryanın öncü müfrezesi olan ve kitleleri proletaryanın sınıf çıkarlarını anlama bilinç düzeyine yükseltebilen bir parti, ancak böyle bir parti, işçi sınıfım trade-union’culuk yolundan vazgeçmeye ve bu sınıfı bağımsız bir siyasi güç hâline getirmeye muktedirdir. Parti, işçi sınıfının siyasi önderidir...”

Evet, evet “Ne Yapmalı”nın yeniden tarihteki güncelliğine iade edilerek, mücadelenin merkezine oturtulması gerekiyor.

“Ne Yapmalı” sadece devrimci bir örgüt modeli değil; ekonomizme teslim olmadan, iradenin rolünü vurgulayarak tarihin önünü açan kolektif kaldıraçtır.

Bernsteincılık ve Legal Marksizm ile bağlarımn kopartılmasıdır.

“İşçi sınıfına siyasal bilincin ancak ‘dışarıdan’ verilebileceği, Ne Yapmalı’nın temel vurgularından biridir. Ne var ki buradaki ‘dışardan’ ifadesi daha sonra ‘işçi sınıfından olmayan’ unsurlara indirgenmiş, böyle anlaşılmıştır. Oysa asıl kastedilen, sınıfın özellikle ekonomik alandaki gündelik sorunlarının dışında kalan, ülkede siyasetin seyrettiği genel mecradır. Başka bir deyişle, işçi sınıfının siyasal bilince kendisiyle doğrudan ilgili görünmeyen alanlarda da söyleyecek sözü olmasıyla ve bu alanlara da müdahale ederek ulaşabileceği söylenmektedir. 

Lenin kimilerinin iddia ettiği gibi Ne Yapmalı’da kendiliğinden hareketi küçümsememekte, onu gerçek devrimci hareketin önünde bir engel olarak görmemektedir; kendiliğinden hareketin kendi başına ileriye gidemeyeceğini, siyasal bilinci kendiliğinden getirmeyeceğini, bu hareketin kendisi için harekete taşınmak durumunda olduğunu söylemektedir.

Ne Yapmalı’daki önemli noktalardan biri de hareket ile örgüt arasındaki diyalektik ilişkidir. ‘Hareket’, işçi sınıfının olsun başka toplumsal kesimlerin olsun mevcut düzene karşı tepkilerinin tetiklediği dinamizmdir. Bu anlamda hareket örgütü gereksiz kılmayacağı gibi örgüt de ne kadar gelişkin ve mükemmel olursa olsun hareketi ikame edemez. Sonuçta, teorik düzlemde ayrı ayrı değerlendirilmesi mümkün olan hareket ve örgüt pratikte mutlaka birlikte yürümeli, birbirini beslemelidir…

Lenin’in örgüt modelinin temelinde, kalıcı öz olarak, dışardan bilinç, öncülük ve devrim perspektifi vardır.”[171]

Bu çerçevede toparlarsak: XXI. yüzyılın büyük toplumsal patlamalar yüzyılı olacağı ve bunların kendini küresel düzeyde zincirleme olaylar olarak gösterebileceği artık hemen herkesin kabul ettiği bir olgudur. Dolayısıyla yeni bir büyük tarihsel çalkantılar dönemine girmiş bulunuyoruz. İnsanlık, kapitalist sistemin kudurganlığına, emperyalist barbarlığa karşı çıkış yolunu bir kez daha devrimlerde arayacaktır. Devrimci süreçlere ve giderek devrimlere varabilecek ilk öncü sarsıntılar şu veya bu biçimde dünyanın dört bir tarafında şimdiden yaşanmaktadır.

Fransa bunun bir örneğiyken; Sarı Yelekliler akaryakıt zamlarının ertelenmesi gibi olumlu bir sonuç almış görünseler de, çok zaman bu tür kendiliğinden isyan hareketlerinden bir sonuç almak mümkün olmaz ve hareket zaman içinde sönümlenip gider. Bu nedenle, emek gibi toplumsal güçler ile sol partiler gibi siyasal güçlerin örgütlü ve süreklilik taşıyan direnişine dönüşmedikçe bu toplumsal hareket ve protestoların amacına ulaşmasının mümkün olmadığı söylenir ki, yanlış değil.

Ulaşılan ufukta kitleler kapitalizmin sonuçlarına karşı büyük çaplı eylemli tepkiler vermektedir. Ama bu tepkilere bilinç ve örgütlülük planında yön vermeyi, onu doğru hedeflere yöneltebilmeyi ancak devrimci bir siyasal örgütlenme başarabilir. Dünyanın çeşitli yerlerinde patlak veren sınıf ve kitle hareketleri, öncü partinin ne denli yakıcı bir ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.

Devamı için



Bu yazı 6440 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI