Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
MARKSİZM + V. İ. LENİN = EKİM DEVRİMİ (NOTLARI)[*]
Tarih: 22-11-2017 02:32:00 Güncelleme: 22-11-2017 02:32:00


SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

Sıçrama olmaksızın aşamalılık
hiç bir şey izah etmez!”[1]

 

Ekim Devrimi üzerine çok şey söylendi, söyleniyor ve söylenecek de…

Söylenenler arasında Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un, 1917 Bolşevik Devrimi lideri ve SSCB kurucusu “Lenin’e saygı duyduğu, fakat Lenin’in insanları öldürmeye gönderdiği, bu yüzden de eleştirdiği”[2] türünden ucuzluklar da var, kuşkusuz.

Bunlarla uğraşıp, onları hak ettiklerinden fazla ilgiyle “taltif” edecek değiliz.

Çünkü “Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji. İkisi arasında bir orta yol yoktur. Öyleyse herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek, ona birazcık olsun yan çizmek, burjuva ideolojisini güçlendirmek demektir,”[3] diyor ve “Marksizm-Leninizm öldü!” nakaratlarını ciddiye almıyoruz…

Malumun ilanı üzere: 1970’lerden 2000’li yıllar hep aynı “Marksizm-Leninizm öldü...” nakaratı; ancak son durum: “Marksizm-Leninizm öldü” diyenler öldü...

Kim ne derse desin 1848 yılında ‘Komünist Manifesto’nun yazılmasını milat kabul edersek, o hâlâ dünyayı açıklayandır; Jean Paul Sartre’ın, “Marksizm çağımızın aşılmaz ufkudur,” sözleriyle dile getirdiği üzere…

 

MARKSİZM

 

“Başkalarının çözüm gördüğü yerde Marx sorun gördü,” vurgusuyla Friedrich Engels’in işaret ettiği üzere:

“Marx, her şeyden önce bir devrimciydi. Kapitalist toplum ile onun yaratmış olduğu devlet kurumlarının yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmak, kendi durumu ve gereksinmelerinin bilincini, kurtuluş koşullarının bilincini kendisine ilk onun vermiş bulunduğu modern proletaryanın kurtuluşuna yardımda bulunmak, onun gerçek yönelimi işte buydu.”

Bu kadar da değil. V. İ. Lenin’in de eklediği gibi, “Karl Marx’ın teorisini tamamlanmış, değişmez bir bütün olarak görmüyoruz. Aksine, düşünüyoruz ki, bu teori sadece bilimin köşe taşlarını yerleştirmiştir; eğer sosyalistler hayatın kendilerini aşmasını istemiyorlarsa bu bilimi her yönden derinleştirmelidirler.”

Evet bir dogma değildir Marksizm.

Alman felsefesi, Fransız sosyalizmi ve İngiliz siyasal iktisadı, Marksizm’in tarihsel kökenlerini oluşturur. Marksizm, bunların her birinden bir şeyler almıştır.

Ama Marksizm, yeni bir felsefe, yeni bir Fransız sosyalizmi ya da yeni bir siyasal iktisat değil, işçi sınıfı devriminin teorisidir.

Bu teorinin gücü de güncelliği de işçi sınıfı devriminin teorisi olmasından kaynaklanır.

Bu çerçevede Karl Marx, düşünce dünyasının sıra dışı ya da sarsıcı tezler ileri sürmeye çalışan bir filozofu değil, gerçek dünyanın değiştirilmesi için mücadele eden bir devrimcidir.

Dünya tarihini sınıf savaşımlarının tarihi olarak görür; bu sınıf savaşımında proletaryadan yana tavır sergiler.

Marksizm bir eylem kılavuzdur, pusuladır; işçi sınıfına yol gösterir...

Marksizm her zaman yaşamla bağ içindedir ve kendini yaşamla beraber geliştirir. 

Onun başarılarının sırlarından biri de, önceden kotarılmış formüllerle ve dar görüşlerle, çıkmaza götüren yollardan gerçeğe yaklaşarak kendisinin gerçeğe değil de, gerçeğin kendisine uymasını bekleyen bir öğreti olmayışından ileri gelir.

Marksizm, hiçbir zaman bitmiş, tamamlanmış olmayıp her zaman yaratıcı gelişmeye açıktır. 

Bu yüzden Marksistler onu bir bağnazlık olarak değil, bir eylem kılavuzu olarak görürler.

Skolastik değildir; hayata müdahale etmektir; politik bir kolektivite gerektirir ki, bu nedenle de devrimci bir politikadır.

Yöntemi diyalektik, teorisi materyalist olup, köklerini İngiliz ekonomi politiği, Alman felsefesi ve Fransız sosyalizminden alan, teori ve pratik birlikteliğine dayalı, felsefenin salt “var olanı açıklaması”na değil dönüştürücü gücüne inanan, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafında teorize edilmiş, yıllarca tahrif ve tasfiye edilmeye çalışılmış, ama hâlâ dimdik ayakta duran felsefedir.

Başat öznesi salt ekonomik kavrayışla tanımlanmaması gereken topyekûn eşit ve özgür bir gelecek projeksiyonu olduğu zaman gerçek anlamını kazanan kuramdır.

Karl Marx’ın, “Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yok edilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; var olan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak,” notunu düştüğü Marksizm, inşa hâlindeki bir tarihtir ve gelişmesinin sonu yoktur.

Marksizm maddeci, diyalektik ve devrimci bir dünya görüşüdür; hareketin hareket hâlindeki doktrini.

Bu nedenledir ki, “Bizim öğretimiz” demiştir Friedrich Engels, “Bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur.”

Bu tümce, Marksizmin çok sık gözden kaçırılan bu yönünü, dikkat çekici bir güç ve anlatımla vurgulamaktadır.

V. İ. Lenin’e göre Marksizm, “Sınıf ilişkilerinin kesin ve nesnel olarak doğrulanabilir bir çözümlemesini ve her tarihsel anın somut özelliklerini” belirlemeye çalışır... Bu da verili “tarihsel anın” niteliğinin tanımlanmasından başka bir şey değildir...

V. İ. Lenin’in sözünü ettiği bu zemin gerçekliği değiştirmekte kullanılacak aleti sağlamlaştırmak için gereklidir. O, bu alet “politikadır” der: Sözü edilen alet, devrimci dönüşümü gerçekleştirmek amacıyla kitlelere yöneltilen parti politikasıdır.

Toparlarsak: Marksizm, “bilimsel sosyalizm” olarak bilinen ideolojinin kurucu isimlerinden Karl Marx’ın görüşlerini temel alan ve kapitalizmin bilimsel olarak analiziyle, eleştirisiyle sistematize edilen öğretinin adıdır.[4]

Marksizm bir öğreti olarak siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir.

Kapitalizm var olduğu sürece, göz ardı edilmesi mümkün olmayan “Marksizm somut durumun somut analizidir,” der V. İ. Lenin.

Marksizm, ideolojik alanda, esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır.

Marksizm yalnızca Karl Marx ve Friedrich Engels gibi teorisyenlere ya da V. İ. Lenin ve Mao Zedoung gibi Marksist siyasetçilere ait bir şey değildir.

Marksizm, Marksist düşüncenin doğumundan bugüne kadar, teorik ve politik alanda Marksist olarak etkinlik gösterenlerin tümünü kapsamaktadır.

Marksizm bir kıvılcımdır. Tüm eksikliklerine rağmen insanlara başka bir dünyanın mümkün olabileceğine dair bir umut aşılamıştır. Bu bile başlangıç için yeterince devrimci ve yeterlidir.[5]

Nihayet Marksist dünya görüşü hâlâ bu dünyanın hâkim sınıflarını tedirgin etmeye devam ediyor. Bu, Marksizm’in ölümünü defalarca ilan etmelerine rağmen bu böyle.

‘Komünist Manifesto’da Avrupa’ya bir komünizm heyulasının musallat olduğu söyleniyordu; benzer şekilde bugün de onun hayaletinin yeniden dünya hâkim sınıflarına musallat olmaya başladığı bir döneme girmiş olduğumuz açık.

Kapitalizmin girdiği her bunalımda Karl Marx’ın siluetinin yeniden belirmesi kaçınılmazdır. Bu bakımdan onun silueti kapitalizmin tarihsel kifayetsizliğini, onun sınırlarını ve sonuç olarak onun tarihsel ölümünü simgelemektedir.

O hâlde kilit soruyu dillendirelim: Kim Marksist’tir?

“Marksist öğretinin en önemli özelliği, proletaryanın sosyalist toplumun kurucusu olarak dünya tarihindeki rolünü açık seçik ortaya konmasıdır,” vurgusuyla V. İ. Lenin’in yanıtı nettir:

“Marksist, yalnızca sınıf savaşımının kabulünü, proletarya diktatörlünün kabulüne kadar genişleten kimsedir.”

 

DEVRİM

 

İyi de, Marksistler için devrim nedir?[6]

Öncelikle dünyayı değiştirmek düşüncesinin eyleme dökülmüş praksisidir devrim; yenilikçi, köktenci, eleştirel, cüretkâr eylemdir; eskinin yerine konan yeninin, eskiyle hiçbir bağlantısı olmamasıdır. (ODTÜ stadyumundaki silinemeyen -devasa- yazıdır!)

Sürdürülemez kapitalist çıkmaz(lar)da, karmaşa(lar)da kaçınılmaz tek yol devrimdir; henüz var olmamışı sevmek, ona bağlanmaktır; sömürü düzen(sizliğ)inin kirlettiğini temizleyendir; Orhan Kotan’a, “Ey günahkâr dünyanın yüz akı/ Sevdalıyım sana,” dedirtendir.

Dalgalar hâlinde gelişir devrim; ardında da bir çığ gibi büyür; Karl Marx’ın, “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki bir ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri hâline gelir. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder,”[7] ifadesindeki üzere…

Çünkü akasya kokulu sabahların kendisidir; açacağı günü bekleyen bir çiçektir; umudun diğer adıdır; hakikât arayışıdır; bütün aşkların toplamıdır ve elbette Türkiye’de de en uzun koşudur devrim.

Veya hakikât yolunda aşk ile koşmakken; Prometheus’un soyundan gelenlerin eylemidir.

Ya da Hilmi Yavuz’a, “bir gülün açılması devrimdir,” dedirten; sıyrılıp gelendir; ezilenlerin bayramıdır; “imkânsız” denileni istemektir; aşkın öbür adıdır; kara sevda bir nevi...

Elin kolun bağlanmışken, ayağa kalkmaktır devrim; her şeyin güzel olacağı üzerine kurulu bir ütopyadır ve Cornelius Castoriadis’a göre, “Devrim önce bir tahayyüldür.”

Arkadaş Z. Özger’in dizelerindeki üzeredir: “elbette bir su/ kendi akacağı toprağın sertliğini bilir/ ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak/ artık ırmak mı ne denir/ işte devrim/ ona benzer bir akışın hızına denir.”

Yani devrimle her şey devrilir; her şey değişir; çünkü aşkın, teslim alınamayan onurlu başkaldırısıdır devrim.

Ancak unutulmasın: Her devrim bir değişikliktir, fakat her değişiklik devrim değildir.

“Nasıl” mı?

Karl Marx’ın, “Toplumlar üstesinden gelemeyecekleri sorunları gündeme getirmezler”; V. İ. Lenin’in, “On milyonlarca halk talebe göre değil, fakat şiddetli ihtiyaç tarafından sürüklendikleri zaman devrim yaparlar”; Leon Troçki’nin, “Devrim kaçınılmaz olana kadar imkânsızdır!”; Emma Goldman’ın, “Dans edemediğim devrim, devrim değildir,” notunu düştükleri “devrim” sözcüğünün etimolojik kökeni ve anlamına gelince: Devrim (revolution) ve ayaklanma (revolt) kavramları XVII. yüzyılda Fransızca’dan alınmıştır. Her iki sözcüğün kökü de Latince “volv”a dayanır. “Volv”a dahil olan “volo”, “vel”, “volution”, “volvo”, “volubilis” veya “volupterius” sözcüklerinin üç farklı düzlemde anlamı vardı.

“Volv” her şeyden önce “hareket hâlinde olmak” anlamına gelir. Burada kastedilen “burgaç gibi dönen”, “akan hareketler”dir. “Volv” ayrıca “istem”, “talep”, “kararlılık” anlamına gelir.

Yunanca’daki karşılığı “Epanastasi” olan devrim, “Diriliş, yeniden hayata dönüş ile ilgili olmak”tır. Son tahlilde devrim insan(lık)la alâkâlıdır ve devrimde “yasal”lık aranmaz. Devrimde aranan tek şey halk desteğidir.

Malum “İnkılap” sözcüğü Arapça’da, “Devirmek” anlamına gelirken; Friedrich Engels’in, “Bu baylar (anti-otoriterler-bn) hiç devrim görmüşler midir yaşamlarında? Devrim, her hâlde olanaklı olan en otoriter şeydir. Devrim, nüfusun bir bölümünün, tüfek, süngü, top gibi, söz uygun düşerse, otoriter araçlar kullanarak, kendi iradesini nüfusun öteki bölümüne zorla kabul ettirdiği bir eylemdir”; Mao Zedong’un, “Devrim, birini yemeğe davet etmek, tablo yapmak, üzerine deneme yazısı yazmak ya da cici yün işleri örmekle aynı şey değildir. Devrim, bir sınıfın diğerini alaşağı ettiği bir şiddet hareketidir,” diye betimlediğidir.

Çünkü eski toplumsal yapının bütün kurumlarının baştan aşağı değiştirilmesidir; devrim bir alt-üst oluştur; çok değişkenli alt üst oluş ve çatışmaya denk düşen değişim sürecidir; sosyo-ekonomik koşulların geniş halk kitleleri lehine ani ve kökten değişimidir. İktidarı, kendisini tüketmiş olan bir sınıfın elinden yükselmekte olan diğer bir sınıfın eline geçirir. Ayaklanma anı iki sınıfın iktidar mücadelesindeki en keskin ve kritik anı oluşturur.

Mevcut bir hâlden başka bir hâle geçişi değil; bu geçişin başlangıç, eylem aşamaları ile mevcut hâlin ortandan kaldırılması, yıkılması ve devrilmesi ile ilgili faaliyetlerin tümünü tanımlar devrim.

Karl Marx ile Friedrich Engels’in altını çizdikleri üzere, “Devrim yalnızca egemen sınıfı devirmenin tek yolu bu olduğu için değil, onu deviren sınıfın üzerine bulaşan pislikten ancak devrim yoluyla arınıp toplumu yeni temeller üzerinde kurmaya uygun hâle gelebileceği için de bir zorunluluktur.”

Devrim tek bir eylem değildir. Devrim hayat içindeki kesintisiz bir süreçtir. Egemen yapıların çoğunlukla engellemeye çalıştığı, zor kullanmaya, zırhlanmaya ve yıkıcılığa giden bir süreç. Eğer devrim hayattır, hayat devrimdir ve günceldir.

Ya da Ursula K. Le Guin’in, “Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir,” notunu düştüğü devrim geçmiş değildir, bugündeki gelecektir.

Ve devrim her daim günceldir.

Burada bir parantez açıp ekleyelim: Devrimi halk yapıyorsa ayaklanmayı da öncü (örgüt) hazırlar.

Ayaklanma bir sanattır; devrim için bir fikre, kıvılcıma ve en önemlisi öncüye (örgüte) ihtiyaç vardır.

Kendiliğinden, kitlesel başlayan bir hareket olmakla birlikte, harekete katılanların merkezi biçimde organize olabileceği bir öncü (devrimci örgüt) olmadan başarıya ulaşması mümkün değildir.

Bunların yanında devrimi sayısal hesaba indirgemek tipik bir burjuva tutumudur. Bu yaklaşımın ayrılmaz parçası, parlamentarizm saplantısıdır ki V. İ. Lenin bu yaklaşıma öfke duyar: “Zaferi, burjuvazinin yönetimi altındaki bir seçimde oy çoğunluğu sağlamakla ya da bunu kazanmanın bir koşulu yapmakla sınırlamak tam bir aptallıktır ya da işçileri aldatmaktan başka bir şey değildir.”

Devrim için elbette belli bir çoğunluğa ulaşmak şarttır. Ancak bunu sayısal anlamda mutlak çoğunluk olarak kavramak devrimi neredeyse imkânsız kılmak olur. Devrimler meşruiyetini miadını doldurmuş olan egemen sınıf tarafından manipüle edilen kitlelerin önüne konmuş sandıktan alamaz.

Devrim, basit bir iktidar değişimi değildir; toplumun bütün dinamiklerini harekete geçirir yeniler...

Kitle hâlindeki bir toplumsal hareketin başlatılmasının söz konusu olduğu, var olan bir rejimi şiddet kullanımı sonucunda başarıyla yıkarak yeni bir hükümet biçimi oluşturan bir politik değişme sürecidir.

Devrim, “coup d’etat/ hükümet darbesi”den ayrı tutulmalıdır. Çünkü devrimde bir kitle hareketi ile politik sistemin bütününde önemli bir değişmenin gerçekleşmesi söz konusudur. “Coup d’etat”, iktidarın silah yoluyla, ancak hükümet sistemini kökten bir biçimde değiştirmeden var olan politik liderlerin yerine geçecek olan kişiler tarafından ele geçirilmesine göndermede bulunmaktadır.

Devrimler, var olan politik otoritelere meydan okuyan, ancak yine politik sistemi bütün olarak dönüştürmekten çok otoriteyi temsil eden kişilerin yerlerine başkalarının geçirilmesini hedefleyen başkaldırılardan da ayrı tutulmalıdır.

Karl Marx’ın, “Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler,” notunu düştüğü devrim, kimi, neyi, niye değiştirmek sorularını sordururken; eşitlik ve özgürlük için yapılır.

Tüm “umutsuzluk”, “imkânsızlık” yaygaralarının ortasında, sınırsız tanımayan devrim meşruiyetini miadını doldurmuş çürümüşlükten alması yanında; gereksinimlerinin başında hayal kurma cüreti/ cesareti gelirken; devrim ya yaşamınızdır ya da hiçbir şey değildir. Ya herkes için ya da hiçbir şey içindir.

Nihayet yerkürenin neresinde olursa olsun şarkılarla, marşlarla, türkülerle, şiirlerle gelendir.[8]

Kolay mı? V. İ. Lenin’in, “Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur,” notunu düştüğü devrimin hedefi: Sınıflı-sömürücü ilişkilerin kökten değişiminden başka bir değildir. Ayrıca da soyut bir kavram değildir; yüz binlerin inandığı, uğruna savaştığı ve öldüğüdür; toplumsal güçlere dayanıp, onları harekete geçirerek gerçekleşir. Bu zeminde, devrimci ideoloji, yarattığı bilinç ve kitleler üzerindeki etkisiyle devrimci güç oluşturur.

Devrim için devrimci bir parti gereklidir. Evet. Devrimci görev, aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen bir işçi iktidarının, tüm ezilenlerin, yoksulların desteğini alarak işçi sınıfının kitlesel mücadelesinde dağınıklığını gidererek gücü merkezileştirir, onları koordine eder, sınıf mücadelesinde yol gösterir.

Herhangi bir ülkede gerçekleşebilecek bir devrimin başarısı, diğer ülkelere sıçramasına bağlıdır. Devrim süreklidir, kesintisizdir. İşçi sınıfının ve emekçilerin özgürlüğüne giden yegâne kurtuluş yolu, kapitalist yağma ve barbarlığın tek ilacıdır!

Bu yolda devrim savaşımı, elbette reform mücadelesini de kapsar, ilerletir ve nihayete erdirir. Yani devrim demek her şeyin bir çırpıda olması, akşamdan sabaha tüm düzenin değişmesi demek değildir. Devrim evrimi dışlamaz, kapsar ve aşar. Devrimciler toplumsal dönüşümün uzun bir süreç olduğunu herkesten daha iyi bilirler. İşçi sınıfı devrimcileri toplumsal altüst oluşun, yani binlerce yıllık sınıflı toplum pisliğinin bir çırpıda ortadan kalkmasını savundukları için değil, eski toplumun pisliğiyle radikal, köklü ve uzlaşmaz bir kopuşu savundukları için “Reformlar yetmez, devrim şarttır” derler!

Ancak “Devrimci hedeflere devrimci araçlarla erişilir” gerçeğini de unutmayıp/ unutturmazlarken; Taha Akyol’un, “Akılcı sayılan bir zihniyetin zorla uygulanmasıdır”; Friedrich Nietzsche’nin, “Bir nevi kıyamettir”; Johann Wolfgang von Goethe’nin, “Ben devrimleri sevmem, çünkü yıktığı değerler, yarattığından fazladır”; Charles Bukowski’nin, “Devrim kelimesi hoş geliyor kulağınıza değil mi? Ama hiç hoş değildir inanın bana. Devrim nedir söyleyeyim: kan, bağırsak ve delilik yolunuza çıktıkları için ölen küçük çocuklar, olup bitenden habersiz yavrular, yanınızdaki orospunun, hatta karınızın gözünüzün önünde önce kasaturalanıp sonra ırzına geçilmesi bir zamanlar miki fare filmlerine gülebilen erkeklerin birbirlerine işkence etmeleri, böyle bir eyleme girmeden önce bu eylemin ruhu nerdedir ve eylem bittiğinde nerde olacaktır diye iyice düşünmek lazım,” türünden zırvalarına prim vermezler!

Bu kadar da değil! Ayrıca Murray Bookchin’in otonomist manipülasyonlarına;[9] George Orwell’ın, “Güç bir araç değildir, amaçtır. Bir insan, bir devrimi korumak için diktatörlük kurmaz; diktatörlüğü kurmak için devrim yapar. Eziyetin amacı eziyettir. İşkencenin amacı işkencedir. Gücün amacı güçtür,” diyen iktidarsızlık söylencelerine sırt dönerek; insan(lık)ın egemenlerce dayatılan “yazgı”sına karşı koyması, başkaldırarak nihayete erdirmesidir; Can (Yücel) Baba’nın “Tüzük ile değil büzük ile olur!” dediğidir devrim.

Tam da bunun için “İmkânsız” denilen zaman diliminde gerçekleş(tirl)ir ve “Devrimin büyük görevleri ancak, ileri sınıflar tekrar tekrar saldırıya geçtikleri ve yenilgi deneyimiyle akıllanmış olarak zaferi kazandıkları için yapılabilmiş ve çözülebilmiştir,”[10] der V. İ. Lenin…

 

V. İ. LENİN

 

Nâzım Hikmet’in, “Bindokuzyüzonyedi ikinci teşrin idi.../ Yumuşak ve derin sesiyle Lenin:/ ‘Dün erkendi yarın geç, zaman tamam bugün’ dedi/ Yağlı çarıklılarla yağlı işçiler: ‘Bugün!’ dediler./ Ölümü açlıktan öldüren siper: ‘Bugün’ dedi./ Ağır, çelik, kara, toplarıyla Avrora: ‘bugün’ dedi,” dizeleriyle betimlediği Ekim Devrimi praksisi ile Karl Marx’ın fikirlerini ütopya, emekçiyi de ezilen olmaktan çıkaran ve Marksizmi ete kemiğe büründüren önderdir Vladimir İlich Lenin.

Tarihin tanık olduğu en önemli liderlerden birisi olan Lenin, egemenler için hâlâ güncel bir tehlikeyi, devrim tehlikesini temsil edegelir. Bu nedenle burjuvazi hâlâ Ekim Devrimi’nin ve V. İ. Lenin’in hayaletinden korkar.

Kolay mı; O, tüm bir XX. yüzyıla damgasını vurmuş, nice kuşaklara ilham vermiş ve dünya burjuvazisinin haklı gazabını çekmiştir.

Gerçekten de Ekim Devrimi’nden sonra dünyanın birçok yerinde devrimler, devrimci kalkışmalar, hatta kısa sürelerle iktidar deneyimleri yaşanmıştır. İşçi sınıfı böylelikle devrimci potansiyelini sayısız kez göstermiş, ama hiçbirinde Ekim Devrimi’nin temsil ettiği zirve noktasına yaklaşamamıştır. İşte bu nedenle V. İ. Lenin dediğimizde, (şüphesiz çok çeşitli faktörlerin bir bileşkesi sonucu ortaya çıkan) bu farkı özetleyen bir şeyden bahsediyoruz demektir. V. İ. Lenin Ekim Devriminde mevcut olan, ama diğer devrimlerde olmayan şeyi, yani kararlı ve etkili bir devrimci önderliği sembolize etmektedir.

V. İ. Lenin’in rolü, devrimci otoritenin, kadroların, örgütlülüğün ve hepsinin özeti olmak üzere önderliğin öneminin vurgulamasıdır. Bilindiği üzere Bolşevikler kitleler üzerinde ve V. İ. Lenin de Bolşevikler üzerinde muazzam bir devrimci otorite kurabildiler.

Doğru fikirlere sahip olmak ve devrimci atılganlık yetmez, kitlelerdeki devrimci enerjinin devrim sürecinin her dönemecinde doğru manevralarla korunup, bir devrimci iktidar hedefine sevk edilmesi gereklidir. V. İ. Lenin de bunu yaptı.

Bu bağlamda V. İ. Lenin’in örgütsel sorunlara verdiği önem hayatiydi. Oysa onun dediği gibi, “örgütsel sorunlar siyasal sorunlardan mekanik biçimde koparılamaz”dı. V. İ. Lenin devrimci düşüncelerin hayata ancak örgütsel dolayımla geçebildiğini, çağdaşlarının hepsinden daha önce, daha derin biçimde gördü. O yüzden siyasal sorunları her zaman örgütsel bir bağlam içinde ele aldığı gibi, örgütsel sorunları da hiçbir zaman salt teknik-idari sorunlar olarak görmedi.

Tarihte ancak “silahlı peygamberlerin” başarılı olduğu söylenir. Aslında bunu “örgütlü peygamberler” diye değiştirmek daha doğru olur. V. İ. Lenin bir devrimci kavşak noktasında örgütlü önderliğin oynayabileceği rolün ne büyük bir kapsama ulaşabileceğini göstermiştir. Ancak V. İ. Lenin’in rolüne ilişkin bu değerlendirmelerimiz bir yanlış anlamaya yol açmamalıdır. V. İ. Lenin devrimi yaratmamıştır, aksine Rusya’yı emperyalist zincirin zayıf halkası hâline getiren ve dünya ölçeğinde bir devrimci durumun en hassas noktası kılan eşitsiz ve bileşik tarihsel gelişme onu yaratmıştır.

 

V. İ. LENİN: HAYATI VE MÜCADELESİ

22 Nisan 1870

Vladimir İlyiç Ulyanov Simbirsk’te doğdu.

Mayıs 1887

Vladimir’in ağabeyi Alexander, çar’a suikast düzenlemek suçundan idam edildi.   Alexander’in idam edilmesinin, Lenin’in devrimci mücadeleye katılmasında önemli etkisi olacaktır.

Eylül 1887

Vladimir İlyiç Kazan Üniversitesine yazıldı. Aralık ayında öğrenci protestolarına katıldığı için tutuklandı ve serbest bırakıldı.

1888-1889

Vladimir İlyiç, Rus devrimi’nin erken kuşaklarının edebiyatı alanında eğitim gördü. Hukuk eğitimi almaya başladı. Kazan ve Samara’da ikamet etti.

1892

Hukuk alanında çalışmaya hak kazandı.

1893

Bir Marksist çalışma gurubunda aktif çalışmaya başladı. Eylül ayında St. Petersburg’a taşındı.

1895

Avrupalı ve sürgündeki Rus devrimcilerle tanışmak için Avrupa gezisine çıktı. Lenin bu dönemde Rus Marksizmi’nin kurucusu Plehanov’un öğrencisi oldu.

1895

Rabochye Delo’ isimli yasa dışı bir gazete çıkarmayı planlarken, 7 Aralık’ta St. Petersburg’da tutuklandı.

Aralık 1895

Vladimir İlyiç’in üyesi olduğu, “İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği” St. Petersburg’da kuruldu.

1896

Bütün yıl boyunca hapsedildi.

Şubat 1897

Vladimir İlyiç, Sibirya’daki Susensköye’ye sürgüne gönderildi.

Mart 1898

Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) kuruluş kongresi Minsk’te toplandı.

Haziran 1898

Vladimir İlyiç ile N. K. Krupskaya evlendiler.

Nisan 1899

Vladimir İlyiç, ‘Kapitalizmin Rusya’da Gelişimi’ başlıklı yapıtını yayımladı.

Ocak 1900

Sibirya sürgünü sona erdi. İlyiç Mart ayında Pskov’a yerleşti.

Haziran 1900

Yayın faaliyetleri için Rusya’yı terk ederek Avrupa’ya gitti. Eylül ayında Münih’e yerleşti.

Aralık 1900

İlyiç’in dergisi ‘Iskra’nın ilk sayısı yayınlandı. Yayın kurulu; Lenin, Martov, Akselrod, Zasulic, Krupskaya, Plehanov’dan oluşuyordu.

Mayıs 1901

Krupskaya Ufa’daki sürgününü tamamlamasının ardından Vladimir İlyiç’e katıldı.

Mart 1902

Ne Yapmalı?’ yayımlandı.

Nisan 1903

Cenevre’deki kısa konaklamanın ardından Londra’ya yerleşti.

Haziran 1903

RSDİP’in ikinci kongresi örgütlendi. Parti bölünerek Bolşevik ve Menşevik fraksiyonlarına ayrıldı. Bolşeviklerin başında bulunan V. İ. Lenin ‘Iskra’dan uzaklaştırıldı.

Ocak 1905

Lenin ‘Vyperod’ isimli yeni bir gazete yayımlamaya başladı.

Ocak 1905

St. Petersburg’da kanlı pazar. 1905 Devrimi bu katliamla başladı. Bu devrimci nesnellikte işçileri ve askerleri biraraya getiren Sovyetler, yani işçi konseyleri, büyük ölçüde kendiliğinden gelişen örgütler olarak şekillendi.

Nisan 1905

RSDİP’in üçüncü kongresi düzenlendi. Menşevikler kongreye katılmadı.

Temmuz 1905

V. İ. Lenin ‘Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasi’nin İki Taktiği’ başlıklı yapıtını yayımladı.

Nisan 1906

RSDİP’in dördüncü kongresi toplandı. Menşevikler kongreye katıldı. V. İ. Lenin başkanlığa getirildi.

Ocak 1907

V. İ. Lenin güvenlik sebebiyle Finlandiya’ya yerleşti.

Mayıs 1907

RSDİP’in beşinci kongresi toplandı. V. İ. Lenin tekrar başkanlığa getirildi.

Ağustos 1907

Sosyalist Enternasyonal’in Stutgart Kongresi’ne V. İ. Lenin de katıldı.

Ocak 1908

V. İ. Lenin Cenevre’ye yerleşti.

Sonbahar 1908

V. İ. Lenin ‘Materyalizm ve Ampriokritisizm’ kitabını tamamladı.

Kasım 1909

V. İ. Lenin Paris’e taşındı.

Ağustos 1910

V. İ. Lenin yazar Maksim Gorki ile İtalya’da buluştu. İkinci enternasyonal’in Kopenhag Konferansı’na katıldı.

Yaz 1911

V. İ. Lenin Paris yakınlarındaki parti okulunu yönetti.

Ocak 1912

Prag Konferansı. Bolşevikler fraksiyonlarını fiili olarak bağımsız bir parti olarak örgütlediler.

Nisan 1912

Pravda’nın ilk sayısı Rusya’da basıldı.

Ağustos 1914

Almanya Rusya’ya savaş açtı. V. İ. Lenin, İsviçre’de Bern’e yerleşti.

Ağustos 1915

Savaş karşıtı sosyalistlerin Zimmerwald Konferansı’na katıldı.

Şubat 1916

Zürih’e taşındı. Aynı yıl, Lenin, ‘Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’   başlıklı kitabını yazdı.

Nisan 1916

V. İ. Lenin’in de katıldığı İkinci Zimmerwald Konferansı Kienthal’de toplandı.

Mart 1917

Çar İkinci Nikolas devrildi. Rusya’da geçici hükümet oluşturuldu.

3 Nisan 1917

V. İ. Lenin ve arkadaşları, İsviçre’den yola çıkıp, Almanya’yı “mühürlü tren” ile geçerek Petersburg’a vardılar. “Mühürlü” diye de anılan tren, 16 Nisan 1917 günü Petrograd’daki Finlandiya Garına girdi. Tren henüz Rusya topraklarına varmadan, bazı Bolşevik yöneticiler gelenleri Finlandiya’da karşılayıp onlara katılmışlardı. Kamanev de onlardan biriydi.

Nisan 1917

V. İ. Lenin ‘Nisan Tezleri’ni yayımladı. Yapıt geçici hükümet’in devrilmesini ve Bolşevik taktiklerin gözden geçirilmesini öneriyordu.

Mayıs 1917

RSDİP (Bolşevik)’in yedinci kongresi Petrograd’da toplandı. V. İ. Lenin ‘Nisan Tezleri’ni partiye kabul ettirdi.

Temmuz 1917

Nisan ayının ardından işçi sınıfı içerisinde hızla örgütlenen Bolşevikler, bu kongrede Sovyetler içerisinde çoğunluğu ele geçirdiler.

Temmuz 1917

Temmuz Günleri” olarak anılan ayaklanma. Sürece temkinli yaklaşan ve silahlı bir ayaklanma için erken olduğunu düşünen Bolşevikler, erken bir ayaklanma fikrine karşı çıktılar. Büyük ölçüde kendiliğinden gelişen bu ilk ayaklanma girişimi, başladıktan sonra Bolşevikler tarafından desteklenmiş de olsa başarısızlığa uğradı.

Temmuz 1917

V. İ. Lenin yeraltına geçmek zorunda kaldı ve Finlandiya’ya geçti.

Eylül 1917

V. İ. Lenin yeni bir ayaklanma önerdi. Bu öneri parti içerisinde tartışmalara neden oldu.

Ekim 1917

V. İ. Lenin gizlice Petrograd’a döndü.

Ekim 1917

V. İ. Lenin partideki güçlü muhalefete rağmen, acil bir ayaklanmada ısrar etti ve bu ısrarını partiye kabul ettirdi.

Ekim 1917

Başarılı bir silahlı ayaklanmanın ardından V. İ. Lenin’in başkanı olduğu Sovyet hükümeti kuruldu.

5 Mart 1918

Brest Litovsk antlaşması ile Almanya ile savaşa son verildi.

10 Mart 1918

Sovyet hükümeti’nin Moskova’ya taşınmasıyla birlikte V. İ. Lenin de Moskova’ya taşındı.

30 Ağustos 1918

V. İ. Lenin, Fanny Kaplan’ın suikast girişiminde ağır yaralandı.

Mart 1919

Komünist Enternasyonal kuruldu.

Şubat 1921

Sovyet Hükümeti’ne karşı karşı-devrimci bir girişim başarısızlığa uğratıldı. Batı ülkelerinin, burjuvazi, toprak ağalarının, çar yanlılarının ve yer yerde Menşeviklerin desteklediği beyaz orduya karşı yürütülen ve dört yıl süren iç savaş kazanıldı.

17 Mart 1921

X. parti kongresi toplandı. NEP (yeni ekonomi politika) uygulanmaya bağlandı.

26 Mayıs 1922

V. İ. Lenin ilk krizini geçirdi.

20 Kasım 1922

V. İ. Lenin’in halka son hitabı.

15 Aralık 1922

V. İ. Lenin ikinci krizini geçirdi.

30 Aralık 1922

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ilan edildi.

Aralık 1922

V. İ. Lenin “Vasiyet” olarak anılacak son mektuplarını yazdı.

9 Mart 1923

V. İ. Lenin üçüncü krizini geçirdi. Konuşma kabiliyetini yitirdi.

12 Mayıs 1923

V. İ. Lenin Gorki’deki bir senatoryuma kaldırıldı.

21 Ocak 1924

V. İ. Lenin dördüncü krizinin ardından öldü.

 

Eşi ve yoldaşı Nadejda Krupskaya’nın, “V. İ. Lenin işçilere hiçbir şeyi zorla kabul ettirmezdi, her şeyi olgular ile açıklardı,”[11] diye betimlediği O: “Devrimci bir teori olmaksızın devrimci bir hareket olamaz”...

“Bir düşünceyi mahvetmenin yolu, onu toyca savunmaktır”...

“Politika geçmişin unsurlarıyla değil, anın belirledikleri ile yapılır”...

“Her sorun ‘ucu olmayan bir halka’ya benzer, çünkü bir bütün olarak siyasi hayat sonsuz sayıda halkalardan oluşan uçsuz bir zincirdir. Siyaset sanatının tümü, elimizden kaçma olasılığı en az olan halkayı, o anda en önemli olan halkayı, sahibine tüm zincirin sahipliğini her şeyden çok garantileyen halkayı bulmakta ve elimizden geldiği kadar sıkıca yakalamakta yatar”...

“Kitlelerin gerçek eğitimi hiçbir zaman onların bağımsız siyasi ve özellikle devrimci mücadelelerinden ayrılamaz. Sömürü altındaki sınıfı ancak mücadele eğitir. Ona kendi gücünün çapını gösteren, ufkunu açan, kabiliyetlerini geliştiren, kafasını açıklığa kavuşturan, iradesini işleyen ancak mücadeledir”...

“Kadınların kurtuluşu sosyalizmin zaferi ile mümkün olabilir, sosyalizmin zaferi ise daha fazla kadının katılımı ile mümkün olabilir”...

“Proletarya, din aldatmacasının gerçek kaynağı olan ekonomik köleliğin kalkması için açık ve yaygın mücadele verecektir.”

“Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz”...

“Sosyalizmin amacı yalnızca insanlığın küçücük devletlere bölünmesine ve ulusların herhangi bir şekilde tecrit edilmesine son vermek değildir. Amaç yalnızca ulusları birbirine yaklaştırmak değildir, onları bütünleştirmektir.”

“Burjuva devlet, proleter devlete (proletarya diktatoryasına) yerini ‘sönme’ yoluyla değil, genel kural olarak ancak ve ancak ‘zora’ dayanan bir devrimle bırakabilir.”[12]

 “Hiçbir diktatör iç savaş çıkarmadan gitmez”...

“İnsan gerçek dostlarını felaket anında tanır. Yenilgi yılları, iyi bir okuldur”...

“Tarihin diyalektiği öyleydi ki, Marksizmin teorik zaferi, onun düşmanlarını, Marksist kılığına bürünmeye zorladı. İçten çürüyen liberalizm, kendini, sosyalist oportünizm biçiminde canlandırma yolunu denedi.”

“Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur,” uyarılarıyla hâlâ yolumuzu aydınlatan mücadele insanıdır…

O, i) İşçi sınıfının öncüsünü yaratmak (‘Ne Yapmalı?’); ii) Kapitalizmin yeni aşamasının çözümlenmesi (‘Kapitalizm Emperyalizmin En Yüksek Aşaması’); iii) Devlet aygıtının devrim öncesi ve sonraki konumlandırılması (‘Devlet ve Devrim’) ile Marksizmin gelişimi ve toplumsal pratikleri itibariyle aldığı bir evrenin devrimci teorisini (Leninizmi) sistematize edendir.

Ve Marksizm-Leninizm’in temel kıstasları ise, i) Toplumu dönüştürecek temel güç olarak işçi sınıfını tanımak; ii) Devrimci, komünist bir enternasyonal partinin gerekliliğini savunmak ve bu uğurda hem teorik hem de pratik düzlemde gerçekten çaba harcamak; iii) İşçi devletini V. İ. Lenin’in Devlet ve Devrim’de dile getirdiği proletarya diktatörlüğü görüşlerini temel alarak kavramak; iv) Sosyalizmi Karl Marx ve V. İ. Lenin’in tarif ettiği şekliyle, sınıfsız, sömürüsüz, devletsiz komünist topluma geçiş evresi olarak kabul etmek; v) Bu uğurda Paris Komünü ile Ekim Devrimi’ni eğip bükmeden savunmaktır

Devamı için



Bu yazı 1535 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI