Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
ÖĞRENCİ HAREKETİNİN TOPLUMSAL MÜCADELEDEKİ YERİ VE ROLÜ/O HÂLDE!
Tarih: 21-09-2017 13:33:00 Güncelleme: 21-09-2017 14:20:00


Ve nihayet umut, içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmayan insanlar içinken; hayal gücünüzün genişliğiyle umudunuzun büyüklüğü doğru orantılıdır.

Umutlu insan, “Gelecek bugünden daha iyi olacak”… “Bunu gerçekleştirebilecek yeterli güce sahibim”… “Hedeflerime ulaşmamın tek bir yolu yok, pek çok yolu var”… “Her aşamada problemlerle karşılaşabilirim. Ama o problemleri aşacak çözümler bulabilirim,” derken korkudan güçlü olan umut ısrarla “Bu kez olacak” diyebilmektir.

Tüm yolların tıkandığını düşündüğünüz bir anda içinizde hâlâ filizlenendir.

Umut bulmaktır, insanın kendini kendisi yapan her şeyi.

Aramaktır. Yaşamaktır.

Hayata tutunmanızı sağlayandır.

Yitirilmemesi gerek yegâne şeydir (ve elbette tehlikelidir).

Olmasaydı, olmazdık. (Hayaller ölünce umutlar da tükenir.)

Yaşam kaynağıdır; geleceğe götüren lokomotiftir; olmazsa olmazdır.

“Umut” dediğin, bir can yoldaşıdır; Turgut Uyar’ın, “kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek/ çünkü umut kaçınılmaz gelecektir/ bütün gümbürtüsüyle/ umut kaçınılmaz gerçektir çünkü,” dizelerindeki üzere…

Kadim Yunanca’da “hiçbir yer” anlamına gelir. Eleştirel Marksizm içinse ütopyanın anlamı mekânla değil zamanla ilgilidir: “Henüz değil”i, “Olabilen ama şimdi olmayan”ı anlatmak için kullanılır.

Platon’a göre, “ideal olan”dır; “Düş Ülke”dir; yaşatandır; yaratıcı insanlar için besleyicidir ütopya…

Bu noktada Oscar Wilde, “Ütopyayı kapsamayan bir dünya haritası, insanlığın her zaman üzerinde yaşadığı bir ülkeye yer vermediği için bakmaya değmez. Ve daha iyi bir ülke arayan insanlık orayı görünce bir an önce ulaşmak için yelkenleri açar. İlerleme, ütopyaların gerçekleşmesidir,” derken; Radio France’tan bir muhabirin, “Sizi kızdırmak istemiyorum ama sizin için ütopisttir deniyor,” sorusuna Henri Lefebvre de şu yanıtı verir:

“Bilakis... Beni onurlandırıyorsunuz... Evet ütopyayı hak görüyorum... Bakışlarını ufukla sınırlayıp, sadece gördükleriyle yetinenler, pragmatizmi üstlenip sadece eldekiyle yetinenlerin dünyayı değiştirmek konusunda hiçbir şansları yoktur... Yalnızca gözle görünmeye doğru bakanlar, ufkun ötesine bakanlar gerçekçidirler. Bunların dünyayı değiştirme şansları vardır... Ütopya ufkun ötesinde olandır... Analitik aklımız kesinlikle neyi istemediğimizi, neyin mutlaka değişmesi gerektiğini kesinlikle bilir... Ama gelecek olanı, bizim istediğimizi, tamamen başka dünyayı, yeniyi, sadece bizim iç bakışımız, sadece içimizdeki ütopya bize gösterir.”

Tam da bundan ötürü “Zamanından önce dillendirilen her şey ütopiktir,” der Jules Verne ‘Aya Yolculuğu’ ve ‘Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ı yazarken… Hezarfen Ahmet Çelebi’nin uçmaya çalışırken, Galileo Galilei’nin “Dünya yuvarlak,” derken ütopik olarak değerlendirildiği gibi…

“Her şeyin mükemmel olduğu ideal dünya” anlamına gelen ütopya surları yıkan koçbaşıdır. Ciddi toplumsal soru(n)lardan kalkan, daha iyi, daha yetkin, daha doğru bir düzen arayışıdır.

Ütopyanın çıkış noktası insan(lık)ın umut etme, hayal gücü olurken; ütopyacı, içerisinde bulundukları, sosyal, siyasal, iktisadi, ahlâki vs. boyutları toplumsal ölçekte kabullenemezler.[35]

Karl Mannheim’ın ‘İdeoloji ve Ütopya’sına[36] göre de, ütopya geleceği temsil ederken; statükoya karşı eleştirel pozisyonuyla evrensel değerleri öne çıkarır; yolumuzu açar.

O hâlde Albert Einstein’ın, “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir. Çünkü bilgi sınırlıyken, hayal gücü tüm dünyayı kapsar,” uyarısını “es” geçmeden; “Yapmamız gereken, bizi bir terbiye sürecine maruz bırakmayan, ağırlık ve uzunluk standartları bürosunda hesaplanmış eylemlere mecbur etmeyen nesneler keşfetmek. İnsanın içindeki hiç kullanılmamış yetileri uyandıracak nesnelerin icadıyla birlikte, Platon’un ütopyalarından çok daha heyecan verici bir dünyanın oluşacağını hayal edebiliriz. İnsanın, bedeninin, içgüdülerinin, güzel sanatların bütün güçleri bu sayede harekete geçirilmiş olurdu, insanlığın varoluşu kendini hissettirirdi. O günler gelinceye dek, yoksulluğumuzla, nesnelerin gelenekleriyle, kardeşlerimizin saplantılarıyla yaşayacağız, ama kimse mutlu olmayacak,”[37] diyen Paul Nizan’ı anımsamak ve anımsatmaktır.

 

VI) O HÂLDE!

 

O hâlde “15 Temmuz’da sokağa çıkanlar Gezi Parkı’nın gençleri değildi,” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde Ensar Vakfı 38. Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, “Elbette çok sevindirici, ümit verici gelişmeler yaşandı. İmam hatiplere olan ilginin artması; tüm okullarda Kur’an-ı Kerim, Siyer-i Nebi, Osmanlıca gibi derslerin seçmeli olarak okutulması başlı başına çok güzel şeyler’ dedi. Erdoğan, ‘Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum.

Biliyorsunuz siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. Elbette çok sevindirici, ümit verici gelişmeler yaşandı. İmam Hatiplere olan ilginin artması; tüm okullarda Kur’an-ı Kerim, Siyer-i Nebi, Osmanlıca gibi derslerin seçmeli olarak okutulması başlı başına çok güzel şeyler. Bununla birlikte ülkemizin ihtiyacı, milletimizin talebi, bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hâlâ pek çok eksiğimiz bulunuyor. Dilimizden, tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış olan müfredatlar daha yeni yeni değişiyor. Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum,”[38] diye haykırdığı tabloda yapılması gereken, cüretkâr bir ısrarla, iddiayla vazgeçmeden toplumsal kurtuluş mücadelesine bağlanmaktır.

Horace’ın, “Destpêker nivxilase/ Başlayan yarısını bitirmiş demektir,” diye betimlediği ısrar, vazgeçmemekle yapmak, sormak, istemek, mücadeleye devam etmek, diretmekken; içinden geçtiğimiz belalı kesitte ısrarla, inatla mücadeleyi sürdürmek de “olmazsa olmaz”dır.

Unutmayın vazgeçmemek, kendisini ayakta tutan ve büyüten bilincin gölgesidir. O da, bağlanmakla olasıdır. O, hep gitmektir; vazgeçmemektir. İş bu nedenle Hamlet’i Ofelya’ya, Romeo’yu Jülyet’e bağlayan büyük tutkunun, bağlılığın vazgeçmemek olduğunu anımsamak/ anımsatmak önemlidir.

Tam da bunun için müthiş bir iddiaya muhtacız ki, bu da radikal sosyalizmdir. Evet devrimin güncelliğine ilişkin inanç ve inat bugünlerde giderek büyüyen bir ihtiyaçtır.

Tüm bunlara; yüreklilik, ataklık, cesaretle, bilinçle ilintili ve Murathan Mungan’ın, “Kendini bilen, malzemesini tanıyan, mücadele edebilen insanların silahıdır,” diye tanımladığı cüret de eklenmelidir.[39]

Kolay mı? Yürekli, yapılması büyük cesaret isteyendir ve bunun için de “Dibe ku bo hemû dinyayê tu tenê kesek bî, lê bo hin kesan tu bi xwe dinyayekî/ Tüm dünya için sadece bir kişi olabilirsin, fakat bazıları için sen bir dünyasın,” der cüretkâra ilişkin Gabriel García Márquez…

Diyeceklerimi tamamlıyorum: Genç, yaşlı herkes dünyayı değiştirebilir. Kapitalizm koşullarında hiçbir gücün, hiçbir önemi olmadığı iddia edilse de, herkes, hepimiz dünyayı değiştirebiliriz.

İnsan olmanın (ve sonuna kadar da kalmanın!)[40] toplumsal mücadeledeki yeri ve rolü gençlik açısından budur; böyle olmalıdır.

Kapitalizmin bizlere dayatmak istediği sıradanlaş(tırıl)madan, yabancı(laştırıl)madan ancak böyle kurtulabiliriz.

Sıradan olanın yüceltilerek, insan(lık)ın sürüleştirildiği günlerindeyiz. Aslı sorulursa bu, tamı tamına çürüme günleridir. Kocaman bir yangının orta yerinde biz(ler)e, “Ateş düştüğü yeri yakar” sıradanlığını, kanıksamışlığını dayatıp, böyle evcilleşiyor, duyarsızlaştırıyorlar insan(lar)ı…

Her şey sıradanlaşırken; olağanüstü olağanlaştırılsa da, sıradanlaş(tırıl)ma hiç de sıradan bir şey değil!

Örneğin Türkiye’nin ışık hızının üzerinde bir hızla giden mermileri ateşleyen silahlar ürettiğini iddia eden (ışık hızının kesin değerinin saniyede 299.792.458 metre olduğunu bilmeyen!) ‘Akit’ yazarı Abdurrahman Dilipak’ın, Twitter mesajında “Namlusuz, patlayıcısız, mermisiz top yapıyoruz, yapıyorlar, saniyede 300.000 km hızla giden ve 300 km etkili silahlar,”[41] zırvalarıyla manipüle edilebilen sürüleştirme ortamında V. İ. Lenin’in, “Burjuva demokrasisi, sermayenin diktatörlüğünden başka bir şey olamaz,” uyarısını “es” geçmeden; liberal zırvaları elimizin tersiyle itmek, dikkate almamak gerekiyor.

“Nasıl” mı? Alın size birkaç örnek!

Mesela Etyen Mahçupyan’ın, “İslâmi duyarlılığı ağır basan siyasi hareketlere ilk kez 1994 yerel seçimlerinde oy verdim. O günden bu yana da, Baskın Oran’ın bağımsız aday olduğu 2007 genel seçimleri hariç, her düzeyde bu geleneğin partilerini destekledim. Bu hafta sonu bir seyahatte olacağım... Ama eğer oy kullanabilecek olsaydım, yine tereddütsüz bir biçimde AKP’yi desteklerdim.”[42]

“Bir işadamının servetini demokratlaşma ve özgürleşme gibi amaçlara hasretmesi dünyanın hiçbir yanında kolay değil. Bu tür ‘hevesler’ kişiyi hem kendi camiası içinde hem de devlet nezdinde tehlikeli kıldığı ölçüde, ticari faaliyetinin de baltalanmasına neden olur. Ne var ki [George] Soros bir Macar göçmeni… Geldiği dünyanın bütün aksaklıklarını bilme yanında, şimdi içinde yaşadığı dünyanın zafiyetinin de farkında. Belki de hayat ona hayatın anlamını bilme fırsatını daha çok tanıdığı için, o da bu bilgiyi hayatı değiştirmeyi hedefleyen bir cesaretle kullanabilmekte.”[43]

Mesela Baskın Oran’ın, “Ama hakkını yememek lazım, AKP Ergenekon konusunda çok sağlam bir siyasi irade sergiledi. Askeri Yargı denilen “terimlerdeki çelişki”yi nispeten makul boyutlara indirdi. Tören ve toplantıların yönetilmesi gibi çok önemli simgelerle, o hukuk dışı askeri vesayete haddini bildirdi. Helal olsun. Daha yapılacak neler var neler ama, tanrı esirgeye, CHP olsa daha bir milyon ışık yılı gerekirdi de, sonuç yine böyle olmayabilirdi.”[44]

Mesela Ali Nesin’in, “Tabii ki ‘Yetmez ama evet’ diyecektim. Ben doğrusunu yaptığıma inanıyorum. Bugün olsa bugün de aynısını derim. İnsan haklarını ayaklar altına alan saçma sapan bir sistem vardı… Ülkeyi bir iç savaşa sürükleyecek kadar saçma… ‘Yetmez ama evet’ diyerek belki de ülkeyi bir iç savaştan kurtardım! Sistem değişmeliydi,”[45]

Mesela Nilüfer Göle’nin, “Burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş. Gölgeyi, karanlığı hatırlatıyor bana. Ne güzel!”[46] zırvalarındaki üzere…

Bu tabloda devrimin ezilenlerin şenliği olduğu bilinciyle, devrimcileşmemizin önündeki tüm (teorik/ pratik) engeller ezilip yok edilerek, toplumsal mücadeleye yansıtılmalıdır…[47]

Çünkü devrimci gibi düşünmek yeterli değil, devrimin güncelliğine inanmak ve devrimci gibi yaşamak gereklidir. Devrimcilik, devrim ve sosyalizm mücadelesinin her aşamasında geçerli ve gerekli olan bir yaşam biçimidir. Bu yaşam biçimi, dışarıdan dayatılan veya hobilere dönüşen bir şey değil, devrimcinin bilinçli bir seçimidir. Devrim anlarında herkes devrimci olabilir veya devrime bir şekilde katkıda bulunabilir. Ancak aslolan devrim yapmaktır.

Devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde iz bırakan bir devrimcinin yaşamı söz konusu olduğunda, nasıl devrimci olduğu, kimlerden etkilendiği, kendi kulvarında nasıl yürüdüğü, hangi yol ayrımlarından geçtiği ve ondan geriye (teorik ve pratik anlamda) nelerin kaldığı irdelenmelidir. Bu irdeleme ile yapılacak çözümlemeler, tarihsel olarak devrimci aklın ayak izlerini sonraki kuşaklara aktarmak anlamına gelir.

Karl Marx, Feuerbach Üzerine VIII. Tez’inde şöyle diyordu: “Her toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün gizler, ussal çözümlerini, insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur.”[48]

 

16 Haziran 2017 12:08:06, İstanbul.

 

N O T L A R 

[1] 30 Haziran 2017 tarihinde Kaldıraç’ın ‘XII. Öğrenci Kampı’nda “Öğrenci Hareketinin Toplumsal Mücadeledeki Yeri ve Rolü” başlıklı oturumunda yapılan konuşma… Kaldıraç, No:192, Temmuz 2017…

[2] “İlkbaharda çiçek açmayan ağaç, sonbaharda meyve vermez.”

[3] Seneca, aktaran: İrvin D. Yalom, Bugünü Yaşama Arzusu, Çev: Zeliha İyidoğan Babayiğit, Kabalcı Yay., 2011, s.86.

[4] “Türkiye’de hiç bir zaman gerçek anlamda üniversiter kurumlar, akademiler var olamadı. Kapısında üniversite yazan kurumlar ekseri devlet aygıtını oluşturan öteki kurumlardan özde farklı değillerdi. Kendine has bir kimliği, kişiliği, üslubu, geleneği olan bir üniversite hiç zaman olmadı. Fakat bütün bu zaman zarfında ve her dönemde sayıları çok az da olsa, gerçek bir üniversiteye yaraşır üniversite üyeleri hep var oldu. İyi ki de var oldu… Üniversite üyelerinin ezici çoğunluğu bilim namusu ve entelektüel dürüstlük gibi kaygılardan habersiz oldukları için, siyasi iktidarın zulmüne uğrayan meslektaşlarının kaderine hep kayıtsız kaldılar. Ortalama üniversite üyesi, siyasi iktidarın saldırısına maruz kalan “meslektaşlarının” durumuyla ilgili olarak: “Devlet cezalandırdığına göre her hâlde bir nedeni vardır…” yaklaşımına sahiptir. Oysa, bir sığır sürüsü bile saldırıya uğrayan üyelerinin durumuna kayıtsız kalmaz… Aslında bu tavır nedensiz değildir. Zira memur bilincinin ötesine geçememiş üniversite üyelerinin ortalaması için devlet kutsaldır. Memur bilinci taşıyan biri kendini devletin kulu olarak görür ve meslektaşlarının uğradığı haksızlığa itiraz etmek akıllarının köşesinden bile geçmez. Hiçbir şey olmamış gibi davranmalarının asıl nedenlerinden biri de budur.” (Fikret Başkaya, “Üniversite, Üniversite Olsaydı!”, 8 Şubat 2017… http://ozguruniversite.org/…/universite-universite-olsaydi…/)

[5] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, Çev: D. Hattatoğlu-E. Özbek, Ayrıntı Yay., 1991, s.77.

[6] Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik, Çev: Gaye Çankaya Eksen, İthaki Yay., 2009.

[7] Forrest Carter, Dağlardan Sorun Beni, Çev: Şen Süer Kaya, Say Yay., İkinci Basım, 2000, s.236.

[8] “Çalışmasız, mücadelesiz komünist broşür ve eserlerden elde edilmiş kitap bilgisinin tek kuruş değeri yoktur, çünkü yalnızca, teori ile pratik arasındaki o eski uçurumu, eski, burjuva toplumunun en iğrenç uçurumunu yeniden açacaktır,” der V. İ. Lenin…

[9] Eski Yunan’da, “Bacağın yarısını örten ve önden bağlanan bağcıklı ayakkabı” anlamına gelir.

[10] Milan Kundera, Şaka, Çev: Zehra Gençosman, Can Yay., 10. Baskı, 2017, s.109.

[11] “Yaşlılığın kötü yanı, zamanında genç olduğunu anımsıyorsun.” (David Lynch.)

[12] Ayfer Tunç, Mağara Arkadaşları, Can Yay., 2006.

[13] “Sevince alabildiğine sevmeli/ Yoksun sevgilerle değil böyle/ Bir elmayı dişler gibi diri diri/ Ama genç ama ak saçlı/ Evrene bir şey katmalı sevdin mi” (Rıfat Ilgaz.)

[14] “Ah kadrini bilmediğim günler,/ Koklamadan attığım gül demeti,/ Suyunu sebil ettiğim o çeşme,/ Eserken yelken açmadığım rüzgâr,/ Gel gör ki, sular batıya meyleder,/ Ağaçta bülbülün sesi değişti,/ Gölgeler yerleşiyor pencereme,/ Çağınız başlıyor ey hatıralar.” (Cahit Sıtkı Tarancı.)

[15] “Türkiye Eğitim Endeksinde Sondan Dördüncü Oldu”, Birgün, 27 Ekim 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/turkiye-egitim-endeksinde-sondan-dorduncu-oldu-133142.html

[16] Deniz Ülkütekin, “Eğitimde Çöküş... PISA Sınavlarında Büyük Düşüş Yaşandı”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2016, s.12.

[17] Önder Öndeş, “Türkiye Eğitimi OECD’de Son 2’de”, Hürriyet, 7 Aralık 2016, s.21.

[18] Deniz Ülkütekin, “Türk Öğrenciler Daha Kaygılı”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2017, s.20.

[19] Genç işsizliği oranı Yunanistan’da yüzde 49.8, İspanya’da yüzde 48, Hindistan’da yüzde 43, Portekiz’de yüzde 32, Fransa’da yüzde 24.7, Avrupa Birliği ortalaması ise yüzde 20.3. (Mustafa Çakır, “Gençler İçin Umut Kalmadı”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2016, s.9.)

[20] Ozan Çepni, “Gençler Yoksul ve Yoksun”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2017, s.2.

[21] Kanat Atkaya, “Tiyatroya Gidemiyorsan Kiraz Ye”, Hürriyet, 18 Mayıs 2017, s.7.

[22] Şebnem Hoşgör, “Gençler 900 Saat Okulda 1200 Saat TV Karşısında”, Milliyet, 28 Ocak 2016, s.13.

[23] Diyarbakır’da 9 yıldır faaliyet gösteren ‘Çocuk Ergen Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezi’nde, açıldığı günden beri 4 bin 111 çocuğun madde bağımlığı tedavisi gördüğü belirtildi. (“4 Bin Çocuk Tedavi Gördü”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2016, s.20.)

[24] “Bağımlılık Yaşı Dokuza İndi”, “4 Bin Çocuk Tedavi Gördü”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2016, s.20.

[25] “668 Bin Yeni İşsiz”, Cumhuriyet, 16 Mart 2017, s.9.

[26] “… ‘En Az 3 Çocuk’ İstiyorlar ‘En Az’ Biri İşsiz Kalacak”, Birgün, 17 Şubat 2017, s.11.

[27] İnternetteki bebek ticareti açılan yeni blog’larla sürüyor. Sitelerdeki ilanları okuyanlar perde arkasında yoksulluk ve yoksunluğun yattığı bu öykülerin yanı sıra, para kazanma amaçlı girişimlerle de karşı karşıya kalıyor...

Yasadışı evlat edinme pazarlığı siteye verilen ilanlarla başlıyor: “Adım Ece. 26 yaşındayım ve 7 aylık hamileyim. Evlatlık vermek istiyorum. Ciddi olan doğumdan hemen sonra bebeği alacak olanlardan mail bekliyorum”, “Bir ay sonra doğum yapacağım kız çocuğu alma isteyenler ulaşsınlar”, “9 aylık erkek bebeğe hamileyim, evlatlık vermek istiyorum çok ciddi ve çaresizim”, “Yurt dışında yaşıyorum bir evlat edinmek istiyoruz, dürüst insanların mail atmasını bekliyorum” siteye verilen ilanlardan sadece birkaçı.

Biz de ‘evlatlikbebekk.blogspot.com.tr’ adresindeki o ilanların sahiplerini arıyoruz. Birkaç telefon görüşmesinden sonra bu kişilerin güvenini kazanıyoruz. Ardından kolaylıkla evlatlık verilmek istenen çocuğun fotoğraf ve bilgilerine ulaşıyoruz. Para kazanma amaçlı girişimlerle de karşı karşıya kalıyoruz.

Siteye, ‘Benim 5 aylık bir kızım var maddi destek karşılığı almak isteyen varsa bana ulaşabilir’ ilanını bırakan kişinin telefon numarasına aradığımızda Bülent adlı bir şahısla konuşuyoruz. Eşinin uyuşturucu bağımlısı olduğunu ve kızları D.’ye bakamadıklarını anlatan Bülent, “Eşim 10 gündür evde yok, kaçtı. Kıza bakamıyorum. Hatay’a gelin çocuğa bakın tanışalım” ifadelerini kullanıyor. Birkaç kez görüştükten sonra Bülent, 5 aylık bebeğin fotoğraflarını da gönderiyor.

Sitede bir de 2.5 yaşındaki bir çocuk için ilan var. İlan sahibini aradığımızda isminin Cihan olduğunu söyleyen bir erkek telefonu açıyor. İlanı komşusu için verdiğini söyleyen kişi, “Çocuk bizim komşumuzun. Aile Zonguldak’ta yaşıyor. B., 2.5 yaşında. Ailenin durumu biraz kötü. Bu yüzden evlatlık vermek istiyorlar. Adamın 7 bin TL borcu var. Ailenin tek istediği borcunun kapatılması. Aile kesinlikle çocuğu geri istemeyeceklerini söylüyor,” diye konuşuyor.

İstanbul’da yaşayan Meryem (21), siteye doğmamış bebeğini evlatlık vermek için ilan verenlerden biri. 36 haftalık hamile olan Meryem, “Ailemle yaşıyorum. Eşimden şiddet görüyordum, kendisi madde bağımlısıydı ve kendi öz kardeşine tecavüz etmişti. Ondan ayrıldım. Babasız büyümesini istemediğim için bebeğimi evlatlık vermek istiyorum. Ailem bebeği vermemi istemiyor. Verirsem benden şikâyetçi olacağını söylüyorlar. Psikolojik olarak henüz hazır değilim, çocuğa bakmak istemiyorum. Bebeği doğum sırasında ölmüş olarak gösterebilirseniz bebeği size veririm. Bebek dönmediği için sezaryen doğum yapmam gerekiyor. Bebeği alacaksanız Hastaneden randevu almamız gerekiyor. Ailem bebeği öldü olarak bilirse bebeği verebilirim” diyor. (Burak Dursun, “Bebeği Ölü Doğmuş Gibi Gösterin”, Milliyet, 28 Mart 2016, s.5.)

[28] “Türkiye Cinnet Geçiriyor, İntihar Olayları Artıyor!”, 21 Şubat 2017… http://www.halkinbirligi.net/turkiye-cinnet-geciriyor-intihar-olaylari-artiyor/

[29] Özcan Köknel, “Toplumsal Mutluluk”, Milliyet, 2 Şubat 2016, s.19.

[30] “Dünyanın En Mutlu Ülkesi Belirlendi... Türkiye Bakın Kaçıncı Sırada”, Cumhuriyet, 21 Mart 2017, s.18.

[31] Elif Çağlı, “Marksizm ve Gençlik”, 8 Mart 2004… http://marksist.net/genclik/makaleler/Elif%20Cagli %20Marksizm%20ve%20Genclik.htm

[32] Brené Brown, Mükemmel Olmamanın Hediyeleri, Çev: Işıl Ölmez, Butik Yayınevi, 2011.

[33] Fyodor Mihaylovic Dostoyevski, Ölüler Evinden Anılar, Çev: Nihal Yalaza Talay, İş Bankası Yay., 2008.

[34] Albert Camus, Yabancı, Çev: Samih Tiryakioğlu, Can Yay., 57. Baskı, 2017.

[35] “Her şeyin parayla ölçüldüğü yerlerde, lükse ve ahlâksızlığa hizmet eden çok sayıda gereksiz zanaat ortaya çıkmıştır.” (Thomas More.)

[36] Karl Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, çev: Mehmet Okyayuz, Nika Yay., 2016.

[37] Paul Nizan, Aden Arabistan, Çev: Şule Çiltaş, Kanat Kitap, 2008.

[38] “Cumhurbaşkanı Erdoğan: 15 Temmuz’da Sokağa Çıkanlar Gezi Parkı’nın Gençleri Değildi”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2017, s.4.

[39] “İktidar yalnızca onu eğilip almaya cüret edebilenlerindir. Yalnızca tek bir şeye dayanır: Cüret.” (Fyodor Mihailoviç Dostoyevski.)

[40] “İnsan, kendisine bir mânâ vermeye çalışan tek mahlûktur.” (Albert Camus.)

[41] “Namlusuz, Paylayıcısız, Mermisiz Top Yapıyoruz”, 28 Nisan 2017… http://t24.com.tr/haber/dilipak-isik-hizini-asti-saniyede-300000-km-hizla-giden-silahlar-yapiyoruz,401723

[42] Etyen Mahçupyan, http://www.milatgazetesi.com/erdogan-in-onunu-kesemezler-haber-57069#.U_... http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1144585&title=genis-fotograf

[43] Etyen Mahçupyan, “Bu Adamı Beğeniyorum Vesselam”, Zaman… http://derinsular.com/george-soros-etyen-mahcupyan/

[44] Baskın Oran, http://www.radikal.com.tr/radikal2/sivil-vesayet-meselesi-1063810/

[45] “Ali Nesin: Yetmez Ama Evet Diyerek Belki de Ülkeyi Bir İç”, Birgün, 4 Haziran 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/ali-nesin-yetmez-ama-evet-diyerek-belki-de-ulkeyi-bir-ic-savastan-kurtardim-162764.html

[46] Nilüfer Göle, Taraf, 25 Mayıs 2010… http://www.haberveriyorum.net/haber/nilufer-gole-karanlik-ve-guzel-burka

[47] “Devrim” derken; elbette (hangi “gerekçe”yle olursa olsun!) şöyle bir formülasyona “Evet” demek mümkün değildir: “PKK öncülüğündeki Kürdistan devrimi aynı zamanda Türkiye halklarının devrimidir. Birleşik Devrimin Kürdistan devriminde geliştirilmesidir. (Mustafa Karasu, “Ulaş Bayraktaroğlu Yoldaş!”, Yeni Özgür Politika, 17 Mayıs 2017, s.9.)

[48] Şaban İba, “Ulaş’a İthaf”, 13 Mayıs 2017… http://soldiyalog.com/?p=3880

 


Bu yazı 883 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI