Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
ÖĞRENCİ HAREKETİNİN TOPLUMSAL MÜCADELEDEKİ YERİ VE ROLÜ
Tarih: 21-09-2017 13:57:00 Güncelleme: 21-09-2017 14:07:00


 

ÖĞRENCİ HAREKETİNİN TOPLUMSAL MÜCADELEDEKİ YERİ VE ROLÜ[1]

 

 

“Non fructificat automno arbor,

quae vere non floruit.”[2]

 

Seneca’nın, “Ondan vazgeçmeye istekli ve hazır olanlar dışında kimse hayatın gerçek tadını alamaz,”[3] saptamasına büyük değer atfeden birisi olarak, “Öğrenci Hareketinin Toplumsal Mücadeledeki Yeri ve Rolü”nün sınıf mücadeleleri dışında ele alınabileceğini düşünmüyor ve üniversiteleri de abartmıyorum![4]

O hâlde gençlik meselesini tartışırken de unutulmaması gereken V. İ. Lenin’in, “Ya burjuva ideolojisi, ya da Sosyalist ideoloji. İkisi arasında bir orta yol yoktur… Ezilenler ile ezenlerin, sömürülenler ile sömürenlerin ‘eşitliği’ olamaz, yoktur ve olmayacaktır… Biz, insanüstü ya da sınıf bilinçsiz kavramlardan kaynaklanan tüm ahlâki ilkeleri reddetmekteyiz. Biz bunların, toprak sahipleri ve kapitalistlerin yararı adına işçilerin ve köylülerin kandırılması, aldatılması ve akıllarının bulandırılması olduğunu söylüyoruz. Ahlâki ilkelerimizin, tamamen proletaryanın sınıf mücadelesi çıkarlarıyla ilişkili olduğunu söylüyoruz. Ahlâki ilkelerimizin kaynağı, proletaryanın sınıf mücadelesi gerçekleri ve ihtiyaçlarıdır,” saptamasıdır.

 

I) KAVRAMLAR

 

Bu bağlamda öncelikle tartıştığımız kavramların, anlam ve bağlamlarına değinmek gerekiyor.

 

I.1) “TOPLUMSAL MUHALEFET” DEYİNCE

 

Coğrafyamızın en büyük eksikliklerinden birisi olan toplumsal muhalefet, tüm farklılıklara rağmen tüm itirazların tek bir ortaklıkta birleştiği zemindir.

Bob Marley’in, “Farkını yansıt, değiş, geliş, keşfedilmeyeni keşfet, yücelerin içinde yüksel!” deyişindeki üzere kendini iktidarın dışında tanımlayıp, iktidarla mücadelesini gerçek gündemiyle yürüten muhalefet, doğası gereği “zıddiyet ve çatışma”dır.

Mücadele açısından -Thomas Carlyle’in ifadesiyle-, “Her ramanên nû, destpêkêde di nav hindikahiyêde dimîne/ Her yeni fikir, başlangıçta azınlıkta kalır”ken; çatışmacılığıyla ezber bozan muhalefet, iktidarın oluşturduğu kabullere karşı çıkarken dik durur, diklenir.

Arapça kökenli bir kelime olan muhalefet, karşı durma, uyuşmazlık anlamı taşır ve kaçınılmaz olarak da; uyum göstermemek, aykırı davranmak, “ak koyunlar arasında kara olmak” özelliğiyle tanımlanır.

İktidara “Hayır” diyen, iktidarın da “günah keçisi” ilan ettiği muhalefet, kendine dikte edilen sınırları aştığı, ihlâl ettiği kadar vardır. Bunun için de düzene ve resmi ideolojisine dokunmayan muhalefet sahtedir, yapaydır, ne akar ne kokar cinsindendir. Çünkü gerçek muhalif, egemenlerin çıkarlarını temsil eden düzene karşıdır; düzenin nesnesi olmayı reddeden mücadeleci öznedir.

“Bir amaca ulaşmak uğruna çaba verilen süreç” olarak tanımlanması mümkün olan mücadele, engellere direnebildiğimiz, içimizde yaşattığımız ütopyaları gerçekleştirebildiğimiz kadardır.

“Hayır” diyecek gücü kendinde bulabilmek, uzun soluklu bir iştir; “Non nobis solum/ Sadece kendimiz için değil,” herkes içindir.

 

I.2) “OLMAZSA OLMAZ”LAR

 

“Toplumsal muhalefet”in “olmazsa olmaz”ları: “Yapmak”, “eylem”, “müdahale” “değiştirmek”te ifadesini bulurken; bu yolda “Marifet hiç düşmemek değil, her düştüğünde kalkabilmektir,” Konfüçyüs’ün işaret ettiği üzere…

Yapmak, “yap” eyleminin mastar hâliyken; ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmekte somutlanır. Öğrenmenin en iyi yollarından birisidir.

Zig Ziglar’ın, “Başlamak için mükemmel olmak zorunda değilsin; fakat, mükemmel olmak için başlamak zorundasın,” uyarısını kulağına küpe eden yapmak, bir hareket eylem, oluş, davranış hâlidir; kısaca yaşam demektir.

Ve Martin Luther King’in, “Uçamazsan koş, koşamazsan yürü, yürüyemezsen sürün. Ama ne yaparsan yap, ilerlemek zorundasın,” sözündeki üzere, yaşam harekettir.

Durağanlaştıran her şey ölümken; akan nehirler, büyüyen filizler, avlanan hayvanlar hareket hâlindedirler, yaşamın konusudur.

Ve hareketi başlatan olumsuz durumlardır. Olumsuzluğa karşı durmak için hareket ederiz. Virginia Woolf’un, “Bulunduğu yeri terk etmek isteyen insan mutsuz insandır,” uyarısındaki üzere bulunduğu yerle sorunu olmayan hareket etmez.

Hareket canlılık belirtisidir. Harekette yaşam vardır.

Yaşam, ölümden yeniden doğarken; doğada hareket; harekette de dinamizm vardır.

Harekette olmayan her şey durgundur ve yüzü ölüme dönüktür.

Hareketsiz her şey çürür. Hareket yaşamı besler. Hareket hareketi getirir.

Nihayetinde hareket yaşam demektir. Bu hâliyle de hareket, eylemek işidir.

Paulo Freire’nin, “Yetkinleşmemiş varlıklar içinde sadece insan yalnız eylemlerini değil, kendisinin kendisi hakkındaki bilincini de düşünme konusu edinir. Bu yetenek onu kendilerini faaliyetlerinden ayıramayan ve böylece de eylemleri hakkında düşünemeyen hayvanlardan ayırır,”[5] notunu düştüğü eylem, insan(lık)ı tanımlayandır; fiildir; faili vardır.

Pablo Neruda’nın, “Eylem umudun anasıdır,” hareket bir durumu değiştirme ve daha ileriye götürme yönünde etkide bulunma çabası, amel, fiilken; işi, hareketi, oluşu, davranışı, olayı da tanımlar/ anlamlandırır.

Bu çerçevede Stanislaw Lec’in de, “Geç kalmış eylemler, genellikle korkunç eksiklere neden olur,” demeden edemediği eylem, hareket etmektir... Hareket etmek, yapmaktır... Yapmak, anlama kavuşmaktır; dünyayı değiştirmektir...

V. İ. Lenin’in, “İnsan zihni, maddi dünyayı yansıtmakla kalmaz, onu değiştirir de,” uyarısını dillendirdiği değiştirmek fiili, her gün yeniden başlayan doğrudan eylemin kendisidir.

Ve Jean-Paul Sartre’ın, “Sonra’ların ardışıklığı olmasaydı, olmak istediğim şeyi hemen bu anda olurdum, ben ve ben arasında hiçbir mesafe kalmaz, eylem ile düş arasında ayrılık olmazdı,”[6] notunu düşmeden edemediği değiştirmek eylemi, emek, sevgi, fedakârlık, sabır, bilinç ve kararlılık ister.

Değişmeyen tek şey değişimin kendisiyken; dünyayı bilinçle değiştirmek isteyenler, ona müdahale edebildiği kadar vardır.

Çünkü Andre Tardieu’nün, “Her kes dixwaze ku dinya bipergal be. Lê hewldan ji cîranên xwe hêvî dikin/ Herkes dünyanın düzene girmesini ister. Fakat çabayı komşusundan bekler,” uyarısını kulağına küpe eden bilinçli müdahale, “Farkındayım”, “Takipteyim,” demektir; karışmadır.

 

I.3) PRATİK VEYA ROL(ÜMÜZ), POZİSYON(UMUZ)

 

Forrest Carter’ın, “Doğru yaparsan... İnancı korursan... Daha yüksek yaylalara çıkarsın. En yüksekteki düzlük, doğal olarak geri dönemeyecek kadar güçlü olduğun yerdir. Yani... ‘kurtarılmış olmak’...”[7] saptamasında somutlanan görev, uğraşı, sorumluluk ve yapmakla doğrudan ilintili olup; statüye uygun davranış sergilemekte ifadesini bulan rol, davranma biçimidir. Yani hak ve görevlerinin nasıl yerine getirileceğiyle ilgilidir.

Bu bağlamda küçük rol ya da büyük rol yoktur; hakkını veren ya da vermeyen vardır.

Richard Sennett’e göre, “uygun davranış” meselesine mündemiç bir mevzudur. Doğru yer ve zamanda olmak rolünü yerine getirmektir.

Rol aynı zamanda insanların kendi davranışlarını, başkalarının davranışlarını ve içinde bulundukları durumları, hangi şartlarda ve ne kadar ciddiye aldıklarını belirler.

Rol, bilinç, inanç ve fedakârlık gerektirirken; toplumsal yaşama ilişkin pratik davranışları, müdahaleleri kaçınılmaz kılar.

O hâlde eylemsiz bir rol olamazken;[8] o, ideolojinin eylemli kılınması şeklinde tanımlanabilir. Bu eylemli kılma ise dilsel tutarlılık dayatmaları yoluyla değil, toplumsal koşulların etkisiyle gelişir.

Demek ki bilinçli, inançlı toplumsal yaşamın mantıksal idrakinin (ideolojinin) eylemli kılınması rolün “olmazsa olmazı”dır.

Bu bağlamda tutsak düşmüş fikirleri özgürleştirecek olan tarihsel rolünü oynayabilmekken; kendi rolüne sahip çıkmayanlar, vazgeçenlerdir.

Her rol, bir pozisyona, konuma, duruş denk düşerken; “Metotlu koşan topal, metotsuz koşandan daha çabuk ilerler,” der Francis Bacon…

 

I.4) ÖĞRENCİ GENÇLİK

 

Talebe, “talep etmek”ten gelen etken bir sözcük olup; Friedrich Nietzsche’nin, “Daima öğrenci kalan bir insan öğretmenine borcunu kötü ödüyor demektir,” notunu düştüğü öğrenci de, “öğrenmek”ten gelirken; öğrenmekle yükümlü kişiyi ifade eder…

Bu çerçevede eğitim, insan hayatındaki önemli bir dönemdir; coğrafyamızda da ticari bir kapı olarak görülen, eğitim almak için çaba gösteren mağdurlar topluluğu olarak öğrenciler ezilen, hor görülen ve sürekli sorgulanan bir topluluktur.

Kapitalizm koşullarında geleceğin “ağır işçi”leri, “köle namzedi” olarak betimlenmesi gereken öğrenciler, “öğrencilik sorumluluğu” altında ezilir; öğütülür; geleceksizleştirilir.

Gençlik, kapitalist düzenin birinci hedefidir. Bugünü yaşasın, hep genç kalacak sansın istenir. Marka giymeli, gezip tozmalı, flört etmeli, gülüp eğlenmeli, hiçbir şeyi dert etmemeli, dünya yansın umurunda olmamalıdır. Gözde tüketicidir, yeni çıkan ürünlerin, popüler kültürün insanıdır, “keyfine bak”tır, “salla gitsin”dir, “carpe diem”dir...

Bu tesadüfü değildir; bilinçlidir; iktidarın zaruretidir. Çünkü gençlik, özellikle de öğrenci gençlik başkaldırı potansiyeline sahip bir topluluktur.

Siz bakmayın Milan Kundera’nın, “Gençlik korkunç bir şeydir. Bu öyle bir sahnedir ki, çocuklar bu sahnede yüksek tabanlı kothornos’larla[9] binbir çeşit kostümler içinde tepinip dururlar, öğrendikleri ve yarım yamalak anladıkları, ama bağnazca bağlandıkları düşünceleri bağıra bağıra söylerler. Tarih de korkunç bir şey, o da olgunlaşmamış insanlara çoğu zaman oyun alanı olarak hizmet eder; genç bir Neron için, genç bir Bonapart için, büyüklere öykünen tutkuları ve gülünç rolleri korkunç ve acıklı bir gerçekliğe dönüşen coşmuş çocuk yığınları için bir oyun alanıdır. Bunu düşündüğümde tüm değer yargıları kafamda dengesini yitirir ve gençliğe karşı derin bir nefret duyarım. Tarih sahnesinde boy gösteren vicdansızlara karşı ise çelişkili bir hoşgörü vardır içimde; onların eylemleri olgunlaşmamış kişilerin korkunç çırpınmaları olarak görünür gözüme,”[10] zırvasına! Gençlik; heyecan, risk alma ve yüreğinde dünyayı değiştirme cesaretini taşıma dönemidir. Umudun öznesidir.

Genç insanların düşleri vardır, topluma ve düzene kafa tutma cesaretine sahiptirler.

Yaşlılar yorgundur, hayatları ihanetlerle, hayal kırıklıklarıyla, kronikleşen düşmanlıklarla ve umutsuzlukla örselenmiştir, üşenirler çoğu kez.[11] Dünyanın değiştirilmesi gereğine ya da değiştirilebileceğine pek inanmazlar. Böyle girişimler karşısında acı acı güler ve “Bunlar hayal!” derler.

Oysa hayalle her şey başlar. Büyük düşleri ve delice cesaretleri olmayan insanlar, toplumsal dönüşümleri sağlayamazlar.

Ayfer Tunç’un, ‘Mağara Arkadaşları’ başlıklı yapıtındaki ‘Gençlik Sabah Çiyidir’ öyküsünde, “Gençlik, sabah çiyi sanki. Uyku mahmurluğundan kurtulup tam tadını çıkaracakken, geçiveriyor,”[12] diye tanımlamıştı gençlik dönemi ölümsüzdür.

İnsan hayatında, cesaretin tavan yaptığı dönemdir: “Kanı deli akmak,” derler ya, işte öyle…

Öte yandan gençlik, herhangi bir yaşa sahip olmamaktır.

William Ewart Gladstone’a göre, “Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl hâli”yken;[13] “sevdiğin müddetçe/ ve sevebildiğin kadar/ sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe/ ve verebildiğin kadar gençsin,” notunu düşer Nâzım Hikmet…

Bir “ölümsüzlük dönemi” olan gençlik Berkin Elvan’ın, Ethem Sarısülük’ün bakışlarındadır.

Yaşamak macerasının en isyancı zamanlarına denk düşen gençlik bir hayat devresi olduğu kadar, bir akıl hâlidir ve insan(lar), yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır!

İnsan(lık)ın en verimli dönemidir. Gençliğini “ölüm pahasına” ateş hattına sürmeyene genç mi denir?

“Gelecektir” diye nitelendirilen insan ömrünün en verimli çağı gençlik, özgürlüktür, özgürlük için mücadeledir. Gençliğin bu özgürlük çığlığını duymayanlar, onun mücadelesine omuz vermeyenler, onun mücadelesini kendi mücadelesi olarak görmeyenler gençliği anlayamazlar.

Pek çok etimolojik kaynakta, Farsça “hazine” anlamına gelen “kenc”den gelen gençlik dönemi çocukluktan hemen sonrası; olgunluk döneminden hemen öncesidir; “Henüz gelişmekte olan” anlamına da gelir.[14]

Adeta kendi zamanından günümüze seslenir George Bernard Shaw, “Korkmayın, mutluluk duymadan yaşamasını öğrendi o genç!”

Yani umutları ve hayalleri ile bir geleceğin varlığına olan inancını sürdürebilendir genç...

Yani Tevfik Fikret’in muhteşem dizelerini unutmaması gereken, yetişkinliğe son sürat koşan insanlar: “ …‘yarınlar senin’ dedim, beni alkışladın; hayır,/ bir şey senin değil, sana yarın emanettir;/ her şey emanettir sana, ey genç, unutma:/ senden de hesap sorar, yakınır gelecek.

yükselmeli, dokunmalı alnın göklere;/ doymaz insan denilen kuş yükselmelere.../ uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;/ durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!”

Özetle gençlik hayallerle, geleceğe yönelik planlarla yaşayan, eyleyen insan(lar) topluluğudur ki, tam da bunun için “Gençlik, öğrenci gençlik, köylü gençlik ve özellikle işçi gençlik savaşımın sonucunu belirleyecektir,” der V. İ. Lenin…

 

II) SOMUT GERÇEK(LER)

 

Tartıştığımız kavramların, anlamlarıyla bağıntılı somut gerçeğe yani coğrafyamızın bugününde gençliği(mizi)n hâline gelince…

 

II.1) GENÇLİĞİ(MİZİ)N BUGÜNÜ

 

Hızla aktaralım…

• Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) ‘2016 Tek Bakışta Eğitim’ başlıklı raporunda Türkiye, 38 OECD üyesi ülke arasında 35. sırada yer aldı.[15]

• OECD tarafından 3 yılda bir 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini değerlendirmek için yapılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) sınavlarında Türkiyeli öğrenciler, fende 52., okuma-yazmada 50., matematikte ise 49. sırada yer aldı. Yani 2012’ye göre büyük düşüş yaşandı.[16]

• PISA 2015’e göre, 15 yaş düzeyinde öğrencilerin katıldığı programda Türkiye matematik, fen bilimleri ve okumada sıralamasında 35 OECD üyesi arasında sondan ikinci oldu.[17]

• OECD tarafından 2015 yılında yapılan PISA sınavı sonuçları değerlendirmesinin ‘Öğrencinin Okuldaki Mutluluk Düzeyi’ konulu araştırmasına göre, Türkiye’de 15 yaş seviyesindeki öğrenciler başarılı olmak istiyor ama kaygı seviyeleri çok yüksek. Okuldan dışlanmış hisseden öğrenci oranı ise OECD ortalamasının üstünde. Yine rapora göre Türkiye’deki öğrencilerin yüzde 18.6’sı ayda birkaç defa zorbalığa maruz kaldığını belirtiyor.[18]

Coğrafyamızda bunlar böyleyken; üstüne üstlük bir de 15-29 yaş arası nüfusun önemli bir bölümü çalışma yaşamına katılmıyor. İşsizlerin büyük bölümünü de üniversite mezunları oluşturuyor.

Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan’ın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bakanlık bütçesinin görüşmeleri sırasında verdiği bilgiye göre, Türkiye’de 2015 yılında eğitimde de istihdamda da yer almayan 15-29 yaş nüfusunun oranı yüzde 28.8. Elvan da oranın yüksek olduğunu kabul etti.

“Yükseköğretim mezunlarında Ağustos 2016 için işsizlik oranı yüzde 14, mesleki ve teknik lise mezunlarında yüzde 11.7, lise mezunlarında 12.9, lise altı eğitim durumunda ise 10.01. 2004’te yüzde 20.6 olan genç işsizliği oranı Ağustos 2016 rakamlarına göre yüzde 19.9 olmuştur.”[19]

Bu kadar da değil; artısı var!

Gençlerin yüzde 30’unun aylık geliri 600 TL’den az, yüzde 50’si borçlu, yüzde 70’i sahip olamadıkları iş ve gelirin özleminde…

Evet gençlerde eğitim, sağlık ve iş yaşamında memnuniyetsizlik oranı yüzde 30’a ulaştı.

‘Türkiye’deki Gençlerin İyi Olma Hâli Raporu’, gençlerin yaşamlarına ilişkin verileri gözler önüne sererken; gençlerin yüzde 70’inin sahip olamadıkları gelir nedeniyle yoksunluk hissi çektiklerini ve toplumsal olaylara neden olabilecek “göreli yoksunluk” kategorisinde yer aldıkları ortaya çıktı.

Gençlerin yüzde 30’unun aylık gelirlerinin 600 TL’den az olduğu belirtilen raporda, gençlerin yarısının borçlu olduğu ortaya çıktı.

16 ilde gerçekleştirilen araştırmadan çıkan raporun dikkat çeken sonuçlarından bazıları şöyle:[20]

 

İŞ ARAYAN GENÇLER UMUTSUZ

Görüşülen gençlerin yüzde 30’u hayatlarından “çok memnun” olduğunu belirtirken, yüzde 42’si “biraz memnun” olduğunu, yüzde 28’i ise hayatından memnun olmadığını söyledi. Mutsuzluk oranı iş arayan gençler arasında daha da arttı. Gençlerin geleceklerinden ne kadar umutlu oldukları sorulduğunda ise “çok umutluyum” oranı yüzde 27, “biraz umutlu” olanların oranı yüzde 39, umutsuzların toplamı ise yüzde 34’e ulaştı. Gelecekten umut oranları öğrenciler arasında en üst düzeydeyken, çalışanlar ve iş arayan gençlerde bu oran yüzde 50’nin altına kadar düştü.

 

600 LİRA İLE GEÇİNMEK

Gençlerin yüzde 30’unun aylık kişisel geliri 600 TL’nin altında kaldı. Yüzde 33’ünün ise 600 ile 1500 TL gelirle yaşadıkları sonucuna varıldı. İş arayan gençlerin yüzde 80’i, öğrencilerin ise yüzde 62’sinin 600 TL ve altında gelire sahip olduklarının altı çizildi.

YÜZDE 50’Sİ BORÇLU

Araştırmada gençlerin en az yüzde 49’unun borcu var. Bu oran öğrenciler arasında yüzde 44, iş arayanlarda yüzde 40 oranında kalırken, çalışanlarda borçluluk oranı ise yüzde 60’a ulaştı. Çalışan gençlerin borçlarının çoğunluğunu kredi kartı ve banka kredileri oluştururken, öğrencilerin en fazla borçlandığı devlet oldu. Öğrencilerin borçlu olduğu kurum, geri ödemeli olarak aldıkları devlet kredisi için Kredi Yurtlar Kurumu oldu.

İHTİYAÇ EN AZ 2 BİN

Gençlerin rahatça bir hayat sürebilmek için ihtiyaç duydukları gelir sorulduğunda ortalama değerler öğrencilerde 2 bin 84 TL, çalışanlarda 3 bin 126 TL, iş arayanlarda ise 2 bin 200 TL olarak belirlendi.

YOKSUNLUK ORANI YÜZDE 70

Gençlerin sahip olamadıkları gelir ve olanaklar nedeniyle içine girdikleri yoksunluk hissini tarif etmekte kullanılan bir “göreli yoksunluk” oranının yüzde 70’e kadar yükselmesi dikkat çekti.

İŞSİZLİK Gençlerin yüzde 70’i, “Kolaylıkla iş bulabilir misiniz” sorusuna ise “Zor olur” yanıtı verdi. İş bulmanın önündeki engeller ise yeterli iş olanaklarının olmaması, ücretlerin düşüklüğü, iş bulacak tanıdıklarının olmaması, çalışma koşullarının zorluğu ve uygun bir iş bulamama olarak sıralandı.

► Devamı  için



Bu yazı 836 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI