Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
Hapishane(lerin),Hâl(ler)i
Tarih: 15-05-2020 22:46:00 Güncelleme: 20-03-2020 23:07:00


Hapishane(lerin),Hâl(ler)i [*]

 

 

“Quis Hic Locus?”[1]

 

“Tımarhane ve hapishane, tarihte iktidarların sopası olmuştur.”

“Modern iktidar çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak bireyselleştirmiş, kaydetmiş, sayısal hâle getirmiş, egemen olmuştur.”

“Hapishanelerin, fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?” der ve ekler Michel Foucault:

Çünkü “İktidar, öncelikle boyun eğdirilmiş bedenler yaratmayı amaçlar.”[2]

Evet; Ulus Baker’in, “İnsanlarını hapse tıkan bir ülkenin kendisi hapishanedir,” uyarısını göz ardı eden sınıflı-sömürücü iktidarlar için “Kapitalizm, kendisini yarattığı suçlulardan korumak için cezaevine ihtiyaç duyar ve buna sahip olmalıdır,” Eugene V. Debs’in ifadesiyle…

Geçerken belirtelim: 700 bine yakın yurttaş denetimli serbestlik hükümleri kapsamında karakola giderek “Ben buradayım, kaçmadım,” diyerek imza atıyor. Cezaevlerin dolup taşması ve yeni yapılan cezaevlerinin de Adalet Bakanlığı’nın ihtiyacını karşılamamasıyla 700 bine yakın yurttaş dışarıda cezalandırılıyor.[3]

Tahliye olanların yarıdan çoğu da dışlanma ve işsizlik nedenleriyle tekrar suça sürükleniyor. Cezaevlerinde 12-17 yaş arasında 2 bin 600 çocuk ve genç bulunuyor. Bunların 1103’ü hükümlü, 1825’i tutuklu. Yılda duruşma aşamasına gelen çocuk sayısı ise 180 bin. Tahliye olan çocuk ve gençler yüksek oranda tekrar suça sürüklenip cezaevine geri dönüyor.[4]

Evet milletvekili Tekin Bingöl’ün, “Ülkenin gerçeklerini görmek isteyenler ülkenin cezaevlerine baksınlar. 5 yıl içinde 35 yeni cezaevi yapılacağı önceden ilan edilmişti,”[5] ifadesiyle betimlenen coğrafyamızda yaşananlar “hükümranlık ve hapishane” ekseninde irdelenmelidir.

Kapitalist AKP iktidarının malum uygulamalarıyla artık bir rutine dönüştürülen, “hükümranlık ve hapishane” ilişkisinin işleyişi hapishane(lerin) hâl(ler)inin bugünü(müzü)dür…

Sadece birkaç örnek vermek bile bu pratiğin içinden geçtiğimiz dönemdeki işleyiş biçimini göstermeye yetecektir. 2017’de, mahpus yazar Murat Saat, tutuklu bulunduğu Bandırma 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevinden kaldırıldığı Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesinde yaşamını yitirmişti. Cezaevi arkadaşları, Murat Saat’e acilen müdahale edilmesi için revire kaldırılmasını idareye bildirdiklerini, ancak, kendisinin gecikmeli bir şekilde koğuştan alındığını ve cezaevi ring aracına konularak hastaneye götürüldüğünü açıklamıştı. Yolda kalbi duran Murat Saat’in, hastanedeki müdahale sonucu, duran kalbi yeniden çalıştırılmış, ancak kurtarılamamıştı.

Gazeteci Deniz Yücel’in, tutuklu bulunduğu süreçte, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini hedef alan açıklamalarının ardından cezaevinde maruz kaldığı şiddet de, iktidar-politika-hapishane ve şiddet ilişkisinin, yukarıdan doğrudan bir talimat olsun ya da olmasın, nasıl bir zincir gibi birbirine bağlandığını gösteriyor. Bunların yaşanması için, verili ceza hukuku sisteminde, “Demirtaş’a sağlık durumunda dahi zorluk çıkarılacak”, “Deniz Yücel’e şöyle özel bir muamele yapılacak” gibi bir madde bulunması gerekmiyor. İktidar, hedef aldıkları arasında birilerine sembolik bir anlam yüklediğinde, o kişinin artık hapiste bulunduğu süre içinde karşılaşacağı hükümranlık biçimine de yol vermiş oluyor. O hapishanedeki mikro iktidarlar, yukarıdan kendilerine ayrı bir talimat verilene kadar, durumdan çıkardıkları vazifeye göre, o mahpusun bedeninde bir iktidar inşasına girişiyor. Michael Foucault, hükümranlık, disiplin, biyopolitika/biyoiktidar kavramları ve hapishane gerçekliğinin tarihsel bağlamını tartışırken, bugün bizim Türkiye’de yaşadığımız pratiklerin de ipuçlarını veriyordu.

Biyopolitika kavramının etimolojik olarak sahibi Michael Foucault değil. XX. yüzyılın başlarında İsveçli Siyaset Bilimci Rudolf Kjellen 1920’de yayımlanan “Grundriß Zu Einem System Der Politik” ve 1924’te yayımlanan “Der Staat als Lebensform” kitaplarında bireyi ve devleti birleştirerek, devleti de canlı bir organizma olarak betimliyor. Bu organikçi devlet görüşüne göre, tüm toplumsal, politik ve hukuki bağlar, yaşayan bir bütün olan devletten ortaya çıkıyor.

Michael Foucault ise biyopolitika kavramını 1974’te ilk kez bir derste şöyle kullanmıştır: “Kapitalist toplum için, biyolojik ve bedenle ilgili olan biyopolitika her şeyden çok önemliydi. Beden biyopolitik bir gerçeklik, tıp biyopolitik bir stratejidir.”

Michael Foucault, bireyin kurumlar ve cezalandırma yöntemleriyle, kapitalist toplumun parametreleri arasındaki bağı ele alırken şu vurguyu yapıyor: “Bana öyle geliyor ki, insanı kreş ve okuldan alıp kışladan geçirerek, hapishane veya akıl hastanesiyle tehdit ederek -ya fabrikaya gidersin ya da hapishaneye veya tımarhaneye düşersin!- sonunda düşkünler evine götüren bütün bu zorlamalar aynı iktidar sisteminden kaynaklanıyor.”

Bu normlardan beslenen iktidar, bireyi de normlara uyumlu hâle getirerek, insan yaşamı üzerinden meşru hâle getirir. Böylelikle biyopolitika yaşamın her alanına ve her anına indirgenerek; en aykırı birey bile sistem içerisinde yaşamaya gönüllü ve mecbur hâle getirilmeye çalışılır.

Ancak AKP dönemi Türkiye’si, hükümranlık, disiplin, biyopolitika ve hapishane ilişkileri bağlamında, bir yandan modern dönemin tekniklerini kullanırken, diğer yandan da kolaylıkla Orta Çağ’ın kin, nefret ve hınç yöntemlerine geri dönen bir iktidar biçimi olarak ortaya çıkıyor.[6]

Bu da hapishane(lerin) hâl(ler)inin bugününe denk düşüyor!

 

“DURUM(UMUZ)”

 

İstanbul milletvekili ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu başkanvekili Sezgin Tanrıkulu’na göre, “İnsan hakları ihlâllerini önleme konusunda 6 temel mekanizma var: Yargı, medya, sivil toplum örgütleri, akademi, parlamento ve uluslararası kurumlar-kamuoyu. Ancak Türkiye açısından artık bu mekanizmaların hiçbiri yok! 12 Eylül askeri darbesi döneminde işkence ve kötü muamelenin merkezi Metris, Mamak ve Diyarbakır cezaevleriyken, şu an 355 hapishanenin tamamında bu uygulama var”![7]

Özetle: “Adliymiş, siyasiymiş, FETÖ’ymüş, Kürtmüş, solcuymuş… Herkes eşit ama sadece işkence sırasında!... Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşi benzeri görülmemiş yaygınlıkta farklı tutuklu-hükümlü örnekleri var. 11 bin kadının aynı anda hapishanelerde olduğu başka bir dönem yok,”[8] milletvekili Tanrıkulu’nun ifadesiyle…

Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler hak ihlâlleri, kötü muamele ve sağlık sorunlarıyla boğuşuyor. Silivri, Edirne, Van ve Kayseri’den gönderilen mektuplarda, kaba dayak işkencesi, kronik hastalığı olanlara ilaçların verilmemesi, sevk dilekçelerinin dikkate alınmaması, görüş yasakları gibi çok sayıda şikâyet yer alıyorken;[9] milletvekili Barış Yarkadaş, “Cezaevlerinde yapılan kötü muamele ve işkenceler, katlanılacak gibi değil… Tutuklular ilaç için haftalarca bekletiliyor,” diye ekliyor.[10]

Ayrıca Bursa H Tipi Kapalı Cezaevinde tutukluların ağır hak ihlâllerine maruz kaldığını söyleyen HDP Antep Milletvekili Mahmut Toğrul, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e “Hapishanelerde yaşanan hak ihlâllerinin son bulması için herhangi bir girişiminde bulunmayarak, cezaevinde yaşanan hak ihlâllerini meşrulaştırmıyor musunuz?” diye sorarken;[11] milletvekili Meral Danış Beştaş da, Karaman, İskenderun ve Aydın’da, cezaevlerindeki hak ihlâllerini TBMM gündemine taşıyıp, “Cezaevlerinde yaşanan hak ihlâllerinin giderek dozajının artırılma gerekçesi nedir?”[12] diye soruyordu…

Gerçekten de Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü verilerine göre, cezaevi kapasitesinin üzerinde yaklaşık 27 bin tutuklu ve hükümlünün bulunduğunu söyleyen İstanbul milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’nin 845 mahpusa bir doktor düştüğüne dikkat çektiği[13] Türkiye hâlini Düzce Cezaevi’nde yaşadıklarından hareketle tutuklu avukat Aycan Çiçek, “Sanki Kerbela’dayız,”[14] diye betimliyor!

Bu hâle ilişkin olarak da ‘Özgürlükçü Hukukçular Platformu’nun (ÖHP) ‘Hapishane Komisyonu Raporu’nda “Tedavi hakkı engeli”, “Sosyal izolasyon”, “Adalete erişim ve savunma hakkı gaspı”, “Mektupların akıbetinin meçhul olması”, “Koğuşlar dolup taşması”[15] soru(n)larına dikkat çekiliyor!

Tayfun Yıldırım’ın, “Buralar durulmuyor. Durulacak gibi de değil”[16] notunu düştüğü hapishane(lerin) hâl(ler)i konusunda kelimeler kifayetsiz kalıyor!

Örneğin 6 ay tutuklu kalan Çağdaş Erdoğan’ın, “Öncelikle Metris Cezaevi’ne götürüldüm. Koğuşa götürüleceğim, insanlar beni karşılayacak sanıyordum. Gardiyan robot gibi komutlar veriyor. ‘Sağa dön, sola dön’ vs. diye. Ben de uyguluyordum. Bir anda bir kapının önünde durduk. Gardiyan, ‘burası’ dedi. Bomboş bir hücre. Burada yalnız kalmayacağımı söyledim. İnsan görmek istiyordum. Gardiyan bu konuyu baş gardiyana bildireceğini söyledi. Bir adım attım ve kapı çakıldı. Mazgal çekildi. Ağlamaya başladım. Günler sonra hücrenin penceresinden gökyüzünü ve güneşi görebildim. Ama karşımda kocaman, iğrenç bir alışveriş merkezinin tepesi vardı,”[17] diye izah ettiği tablonun Türkiye’sinin dört bir yanında tutuklu ve hükümlülerin temel haklarının çoğu karşılanmıyor, gasp ediliyor!

Van Yüksek Güvenlikli Hapishane’sinden Talat Şanlı, “Kantinde pek çok temel ihtiyaç malzemeleri satılmıyor. Satılanlar ise tek çeşit bulundurulup çoğu fahiş fiyatlara satılıyor. Dışarıda 500’lük A-4 dosya kâğıdı 13-15 lira civarında satılıyorken aynı kâğıt hapishane tarafından 50’lik paketlere bölünüp 3 kat daha pahalı satılıyor,” derken; İzmir 1 No’lu F Tipi Hapishane’sinden Rıza Özçolak da ekliyor: “Her aşamada saldırı, hak gaspı ve keyfilik söz konusu. Arkadaşlarımıza gönderilen iç çamaşırı ve çoraplar hapishane idaresi tarafından ‘kantinde satılıyor’ gerekçesiyle verilmedi.”[18]

Evet Türkiye’nin birçok cezaevinde tutuklu ve hükümlülerin, fahiş fiyat nedeniyle temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı, hak ihlali ve keyfi uygulamaların arttığı bildirilirken; Bolu F Tipi Hapishanesi’nden Veysel Şahin, kantinde 1 kilo etin 130 TL olduğunu yazıyor![19]

En sıkı güvenlik önlemlerinin uygulandığı Silivri Cezaevi’nde görevli infaz koruma memuru Samet Açıkgöz’ün, gece nöbetinde Ali Taner Demirbaş isimli hükümlüyü özel aracıyla cezaevinden dışarı çıkarıp, 15 dakika sonra cezaevine bir paketle geri döndürdüğü (ve paketle cezaevine sokulan şeyin uyuşturucu mu, silah mı, para mı olduğu ise merak konusu olduğu);[20] Kürkçüler Cezaevi Müdürü M.Ç.’nin, suç örgütü lideri olduğu ve bankalar arası para transferi yapan güvenlik şirketinden 4 milyon 795 bin avroluk vurguna karıştığı iddiasıyla tutuklanan Hasan B.’den cezaevinde daha iyi şartlarda tutulma, kendi istediği koğuşa geçme ve cezaevine giren örgüt üyelerini aynı koğuşa koyma karşılığı rüşvet aldığı[21] Türk(iye) (c)ezaevlerinde her türlü fırıldağın döndü(rüldü)ğü bir “sır” olmayıp; vakayı adiyedendir![22]

 

ZİNDAN(LAR)IN KAPASİTESİ

 

Adalet Bakanlığı’nın ‘2017 Faaliyet Raporu’ ile ‘Denetimli Serbestlik Daire Başkanlığı İstatistikleri’ne göre, cezaevlerinde kapasitenin 29 bin üzerinde daha fazla tutuklu ve hükümlü bulunduğu Türkiye’de AKP’nin iktidara geldiği 2002 sonunda 59 bin 429 olan tutuklu ve hükümlü sayısı 16 yılda dört kat arttı.[23]

Örneğin TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun Bakırköy Cezaevi’ne ilişkin inceleme raporunda, 950 kişi kapasiteli kurumda, çocuklarla birlikte bin 454 kişinin bulunduğu vurgulandı.[24]

Ayrıca ‘Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ (OECD) nüfusuna oranla dünyada en fazla mahkûma sahip olan ülkeler sıralamasında 2018’e göre her 100 bin kişiden 655’ini hapishanesinde tutan ABD listede birinci sıradayken; her 100 bin kişiden 287’sini hapishanelerinde tutan Türkiye ise ikinci sırada bulunuyor. 100 bin kişi üzerinden ölçeklendirilerek oluşturulan listede ABD 655 kişi ile birinci, Türkiye 287 kişi ile ikinci, İsrail ise 265 kişi ile üçüncü sırada bulunuyor.[25]

Evet Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, Türkiye’de Temmuz 2019 tarihi itibariyle 353 ceza infaz kurumu olduğu belirtilirken, cezaevlerinin toplam kapasitesi 218 bin 950 olarak açıklandı. 353 cezaevinin 75’i açık, 7’si kadın açık, 9’u kadın kapalı, 7’si çocuk kapalı ve 4’ü çocuk eğitimevi.

2018 ve 2019 kesitinde tamamlanan ceza infaz kurumu sayısı 27 olarak açıklandı. Yeni açılan ceza infaz kurumlarının toplam kapasitesi ise 16 bin 566 olarak belirtildi.

İnşaatı devam eden 114 ceza infaz kurumu arasında 2 kadın, 1 kadın açık; 2 de çocuk cezaevi bulunuyor. 114 ceza infaz kurumunun toplam kapasitesi ise 73 bin 448 olarak açıklandı. İhale aşamasındaki 23 ceza infaz kurumunun toplam kapasitesi 14 bin 919 olarak belirtilirken; bunlardan yalnızca biri kadın cezaevi.[26]

2019’de açılan 14 yeni cezaevi ile AKP’nin 14 yılda açtığı cezaevi sayısı 178’e çıktı. Türkiye’deki 375 cezaevinin kapasitesi 219 bin 270 olarak açıklandı.[27]

Cezaevlerindeki 259 bin kişinin 246 bin 69’unun erkek, 10 bin 245’inin ise kadın olduğu belirtildi. Hükümlü sayısı 201 bin 120, tutuklu sayısı ise 58 bin 207 olarak açıklanıp, Cezaevlerinde kalan çocuk sayısı 3 bin 13 iken;[28] AKP iktidarının ardından cezaevlerindeki nüfus, yüzde 285 arttı.[29]

‘Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı rakamlara göre, 2018’de cezaevlerindeki kişilerin sayısı 2017’ye göre yüzde 14 artarak 264 bin 842 oldu. Türkiye’de yüz bin kişi başına düşen ceza infaz kurumundaki kişi sayısı 2013’de 188 idi. Bu sayı yıllar itibarıyla sürekli artarak 2017’de 288’e ve 2018’de 323’e ulaştı. 12 yaş üzeri nüfus hesaba katıldığında her yüz bin kişiden 401’i cezaevinde…[30]

‘Avrupa Konseyi Yıllık Ceza İstatistikleri 2016 Raporu’na göre, Türkiye’nin cezaevlerinde tutulan tutuklu ve hükümlü sayısı bakımından Avrupa’da 43 ülke arasında birinci sırada yer aldığı açıklanan[31] coğrafyamızın ahvali bu!

 

CEZASIZLIK POLİTİKASI

 

Hapishane(lerin) hâl(ler)ine ilişkin soru(n)ların merkezinde boylu boyunca totaliter devletin cezasızlık politikası yatar!

“Nasıl” mı?

Örneğin Balıkesir L Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda adli hükümlü olarak kalan Ulaş Yurdakul’un mahkûmlar tarafından öldürülmesini araştıran Adalet Bakanlığı Başkontrolörlüğü, 26 kişi hakkında işlem yapılmasını isteği üzerine Kepsut Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattı soruşturma, “Kovuşturmaya yer yok” dedi! Yurdakul ailesinin avukatı Hakan Günaslan, “Hazırlanan raporda cezaevinde bir çete olduğu ve idarenin de bunu kolladığı anlatılıyor,”[32] derken çete gerçeğinin altını ısrarla çizdi…

İşte birkaç somut veri daha…

• Savcılık, Adana E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu 5 çocuğa işkence yaptıkları ileri sürülen dört infaz koruma memuru hakkında açılan soruşturmayı kapattı. Doktor raporlarına rağmen savcılık “yeterli delil” olmadığına karar verdi. Gördükleri şiddeti anlatan çocuklardan biri olan İ.E. cezaevi personeline “başkan” diye hitap edildiği için isimlerini bilmediğini söylemişti![33]

• Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü olan Cemal Bozkurt’un, çok sayıda gardiyanın saldırısına uğradığı iddiasıyla yaptığı şikâyet takipsizlikle sonuçlandı. Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kovuşturmaya yer olmadığı kararında, “Müştekiler ve mağdur vekillerinin iddialarının soyut beyan düzeyinde kalmaktadır. Somut olayda iddianame düzenlenmeyi gerektirir yeterli somut ve inandırıcı delil bulunamamıştır,” denildi![34]

• Hükümlü Nusret Tebiş, Güngören davasında yargılanırken, Metris ve Silivri Cezaevi’nde gördüğü işkenceler nedeniyle suç duyurusunda bulundu. Metris’te görevli doktor Yemliha Söylemez’in, kendisini muayene etmeden sağlam raporu verdiğini belirtti. Ancak, savcılık, dosyadaki sağlık raporlarına dayanarak, soruşturmayı açmadan kapattı. Söylemez ise 1 Ekim 2012’de, Metris Cezaevi’nde gördüğü işkence sonucu yaşamını yitiren Engin Çeber hakkında sahte rapor düzenlemekten 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edildi. Tebiş’in avukatlarının itirazları da kabul edilmedi. Tebiş de işkence iddiasını 2012 yılında AİHM’e taşıdı. AİHM’deki dosyaya hükümet yanıtı ise geçen Mayıs ayında verildi. Yanıtta, cezaevi doktoruyla ilgili skandal ifadeler yer aldı. Doktorun bir kez sahte rapor vermesinin sürekli sahte rapor vereceği anlamına gelmeyeceği savunuldu![35]

• Üç tutuklunun koğuşundaki pano, arama sırasında yaşanan arbedede kırıldı. Tutuklular kamu malına zarar verdikleri gerekçesiyle şartlı tahliye olanağından yararlanamayacak. Avukat Zeycan Balcı, “Müvekkilim zararı karşılamayı kabul ettiği hâlde, ‘zarar karşılanmadı’ denilerek hapis cezası veriliyor” dedi![36]

Özetlersek, hemen her şey; Gökçer Tahincioğlu’nun kaleme aldığı ‘Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri’[37] başlıklı yapıtında ortaya koyduğu devletin cezasızlık politikalarındaki üzeredir!

 

SINIRSIZ ŞİDDET

 

Sınıfsal bir terör aygıtından başka bir şey olmayan devletin mütemmim cüzünü teşkil eden cezasızlık politikası olmasa hapishanelerdeki şiddet bu kadar fütursuz olmazdı; olamazdı!

Birkaç örneği sıralıyorum…

• Adana Ceyhan M Tipi Kapalı Cezaevi’nde ayakta sayım ve ağız içi arama dayatmasını kabul etmeyen tutukluların, gardiyanlar tarafından darp edilerek kolları ve kafalarının kırıldığı, sonrasındaysa hücreye atıldıkları bildirildi. Kafası ve elinin kırıldığı belirtilen tutuklu Zafer Bahadır’ın annesi Ayşe Bahadır da, oğlunun söylediklerini şöyle aktardı: “Gardiyanlar koğuşa gelip bize saldırdılar. Kafamı ve elimi kırdılar. Koğuştaki tüm arkadaşlarımızı darp ettiler. Bir arkadaşımızın boğazını sıktılar. Eğer biz müdahale etmeseydik, arkadaşımızı boğacaklardı”![38]

• Siyasi mahkûmlara yapılan işkence ile gündeme gelen Kazım Kaya yönetimindeki Düzce T Tipi Cezaevi’nde tutukluların sürgün edilip 50 güne varan hücre cezaları verildiği ortaya çıktı. Abdullatif Teymur’un ablası Gülseren Yıldırım “Evlatlarımız hem işkenceye hem de cezalara maruz kalıyorlar,” dedi![39]

• Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 3 yıldır tek kişilik hücrede tutulan Şerafettin Demir, “arama” adı altında baskın yapan 10 gardiyanın işkencesine uğradı![40]

• Afyonkarahisar 1 No’lu T Tipi Cezaevi’ndeki tutuklular hak ihlâlleriyle karşı karşıya, tutuklulara işkence iddiaları da gündemde… Gardiyanların kimi tutukların el ve ayaklarını kırarak, falakaya yatırdığı iddia edildi. Tutuklu Mehmet Ali Kayan ailesiyle görüşmesinde, cezaevi gardiyanları tarafından “Burada bizim hükmümüz geçer” diye tehdit edildiklerini aktardı![41]

• Tekirdağ 2 Nolu T Tipi Cezaevi’nde tutuklu avukat Engin Gökoğlu’nun cezaevinde kolu kırıldı. Tedavisi engellendi, kırık kolundan tutularak yerlerde sürüklendi.[42] Avukat Berrak Çağlar, Gökoğlu’nun cezaevi müdüründen “Ben size göstereceğim, Size baş eğdireceğim” tehditleri aldığını belirterek cezaevi görevlileri tarafından kırılan kolunun kesilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu açıkladı.[43] Gökoğlu, “Cezaevinde işkence gördüğü için kolunun sakat kaldığını” söyledi![44]

• Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Cezaevi’nde tutuklu İsmail Kara’nın annesi Sabiha Kara, gardiyanlar tarafından darp edilen oğlunun yüzünde postal izi kaldığını açıkladı![45]

• Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ne sevk edilen Candaş Kat’ın annesi, sevkten sonra oğlunun işkence gördüğünü aktararak, “Oğlumu tanıyamadım. 4 Ağustos tarihinde oğlum ve iki hücre arkadaşını ellerinden ve ayaklarından kelepçeleyerek çırılçıplak soyup süngerli odaya atmışlar. 4 saat bu süngerli odada oğlum ve hücre arkadaşlarını döverek işkence etmişler,” dedi![46]

• Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yatan ve 60 gündür açlık grevinde olan Ali Şimşek gardiyanlar tarafından çeşitli defalar feci şekilde dövüldü.[47]

• Tarsus 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu eşinin ziyaretine giden Fatma Genç, kapalı görüş esnasında gardiyanların eşine ve diğer tutuklulara copla saldırmasına tanık olduğunu söyledi![48]

• Tarsus 2 No’lu T Tipi Cezaevi’nde idarenin tutuklu ve hükümlülere ayakta sayım vermeyi dayattığını ve buna karşı çıkan tutukluların darp edildiğini belirten Tugay Bek, “Adana’dan sevk edilen Soncan Gedik ve aynı koğuşta bulunan Kasım Elçik, iki kişilik koğuş olmasına karşın ayağa kalkıp sayım vermedikleri gerekçesiyle darp edilmiş. Tutuklu ve hükümlülerin sıraya geçerek askeri nizamda komut vermesi gibi bir dayatmayla otorite tesisi, rencide etmek ve onur kırmak gibi bir yaklaşım var. Sırf bu şekilde sayım vermediği için Soncan Gedik gardiyanlar tarafından darp edilerek, ters kelepçe takılarak, soyularak süngerli odaya götürülmüş. Kolunda şiddetli ağrı var. Revire çıkmasına izin verilmediğini anlattı,” dedi![49]

• Silivri’den Kırıkkale Cezaevi’ne sevk edilirken dövülen 12 kişi arasında yer alan lise öğrencisi Murat Can Arslan’ın annesi, oğlunun sadece atletle sevk edildiğini söyledi. Anne Arslan, “Oğlumu gördüğümde tir tir titriyordu. Elbise getirmiştim, memur yok, veremeyiz dediler. Kolunda, boynunda morarmalar vardı. Bu eziyet neden” diye sordu![50]

• Elazığ Yüksek Güvenlikli 2 No’lu Cezaevi’nde gardiyanların, kameraları kapatarak aralarında yaşlıların da bulunduğu 6 tutukluyu darp ettiği ve tek kişilik odalara koyduğu bildirildi.[51]

• Osmaniye 2 No’lu T Tipi Kapalı Cezaevi’nde gardiyanlar tarafından darp edilen tutuklulardan Süleyman Saçal, işkence uygulamalarının devam ettiğini söyledi![52]

 

HAK İHLÂLLERİ

 

Hak ihlâlleriyle maruf Türk(iye) zindanlarına ilişkin olarak, “Cezaevlerinde ihlâl edilmeyen bir hak neredeyse kalmadı”[53] notu düşülürken; milletvekili Meral Danış Bektaş, hak ihlâllerinin yoğun olarak yaşandığı bazı cezaevlerini şöyle sıraladı: Diyarbakır D Tipi Cezaevi, Malatya E Tipi Cezaevi, Sincan F Tipi Cezaevi…[54]

Devamla!

• Elazığ Cezaevi’nde baskılara itiraz eden tutuklular hücrelere atılırken, Bayburt Cezaevi’nde ise açlık grevi sonrası tutukluların tedavisi yapılmıyor…[55]

• ‘Marmara Bölgesi Hapishaneler Raporu’nu açıklayan ÖHP, disiplin cezası adı altında dayatılan uygulamalarda artış yaşandığını, tutuklu yakınlarına da çıplak aramanın dayatıldığını vurguluyor…[56]

• İnan Kızılkaya, Silivri 9 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yaşadıklarını “Cezaevinden ziyade özel bir kampa getirildiğimizi anladım. Akabinde zorla çıplak aramaya tabi tutuldum. İnsan onurunun çiğnendiği bu iğrenç uygulama adeta işkenceye çevrilerek uygulandı” diyor ve soruyor: “Hangi insan bu muameleyi hak eder ki?” Kızılkaya, devamla 12 Eylül darbe dönemini aratmayan uygulamaları anlatıyor…[57]

• Adana Barosu Cezaevi Komisyonu Başkanı Avukat Tugay Bek’e göre, cezaevlerinde yaşanan hak ihlâlleri, 12 Eylül uygulamalarına dönüştü. Siyasi tutsaklara, 12 Eylül’de uygulanan üç numara saç kesimi ve askerlerle spor yapma dayatmalarında bulunuluyor…[58]

• Avukat Muhterem Süren, Elazığ T Tipi Kapalı Cezaevi’nde yoğun hak ihlâllerinin işkence boyutuna vardığını söylüyor…[59]

• Kocaeli F Tipi Cezaevi’nde kalırken, Aralık 2016’da 1600 kilometre uzaktaki Van F Tipi Cezaevi’ne sevk edilen Taner Korkmaz, “Kübalı efsanevi lider Fidel Castro’nun fotoğrafları da sakıncalı bulunuyor. Cezaevinde yasak olan diğer şeyler şöyle: Kapüşonlu giysi, kulplu bardak, eldiven, çatal, metal tabak, yün çorap, kemer, puşi, keçeli kalem, atkı, el örmesi bileklik, boncuk işlemeli süs eşyası, tespih, kuru boya kalemleri, sıcak su torbası,” diyor…[60]

• Hapishanelerde binlerce öğrenci tutukluyken; bu öğrencilerin yasal olarak kullanabileceği eğitim hakları bahanelerle engelleniyor...[61]

 

BASKI(LAR)

 

Cezaevlerinde olanlar bunlarla sınırlı değil; tutuklu ve mahkumlar üzerinde sistemli baskılar söz konusu. Şöyle ki:

• Düzce T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu Abdullatif Teymur ve 20 arkadaşına 100 günü aşkın hücre cezası verildi. Cezaevi müdürü ile görüşmek isteyen tutuklu ve hükümlerin talebi “güvenlik” gerekçesiyle kabul edilmedi. Telefon görüşmesi hakkını kullanmak isteyen tutuklulara, görüşmeye tekmille başlamaları dayatılıyor![62]

• Elazığ E Tipi Cezaevi’nde haftalık 10 dakikalık telefonla görüşme hakkı, iki haftada 10 dakikaya düşürüldü. Tutukluların avukatlarla görüşmesi engelleniyor. Görüştürülseler dahi kamera ile her konuşmaları kayıt altına alınıyor. Kitap okumaları ve mektup yazma hakları engelleniyor![63]

• Aldığı müebbet hapis cezası nedeniyle 24 yıldır cezaevinde tutulan ve 6 yıl sonra tahliye olması gereken tutuklu Ferda İldan’ın cezasının infazı, kaleme aldığı ‘Bilge Öğretisinde Marksizm ve Feminizme Bakış’ başlıklı broşür nedeniyle yakıldı![64]

• Tekirdağ F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Mirza Aydın tuvalet, banyo ve yatakhanelere kamera takıldığını söyledi![65]

• Kandıra Kadın Cezaevi’ndeki eski HDP milletvekilleri Çağlar Demirel ve Selma Irmak ile tutuklu Hacire Tanırgan’a havalandırmadaki kameraları kapattıkları gerekçesiyle ceza verildi. Erkek gardiyanların kameraları izlediğini öğrenen Demirel, Irmak ve Tanırgan, havalandırmadaki kameraları kapattı. Vekiller cezaevi idaresine kamerayı güvenliği ihlâl etme amaçlı kapattıkları yönündeki iddiayı reddederek kameraların erkek gardiyanlar tarafından sürekli izleniyor olmasının özel alanlarının ihlâl edilmesi olduğunu vurguladı![66]

• İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şube Başkanı İlhan Öngör, Kürkçüler F Tipi Kapalı Cezaevi’nde koğuşlarda yapılan aramalarda köpeklerin kullanıldığı ve tutsakların yemek yediği tabakların köpeklere koklatıldığını söyledi![67]

 

YASAK(LAR)

 

Ve yasak(lar) faslı…

• Silivri Cezaevi’nde Cumhuriyet, Birgün, Evrensel ve Gündem gazeteleri “Yasaklı yayın” listesine alınırken, Halk TV’nin de yayınlarının izlenmesi durduruldu. Gebze Cezaevi’nde de birçok kitaba el konulduğu ortaya çıktı![68]

• “Menemen Cezaevi’ne, “Terörü ve teröristi övüyor, devlet büyüklerimizi aşağılıyor,” denilerek Cumhuriyet gazetesi sokulmadı![69]

• Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde kaleme aldığı ve 16 Eylül 2017’de Dipnot Yayınları tarafından yayınlanarak kısa sürede büyük bir ilgi gören öykü kitabı “Seher”, “ders kitabı olmadığı, şifreli ve kontrolsüz haberleşmeye yol açabileceği” gerekçesiyle tutukluya verilmedi![70]

• Dünyaca ünlü yazar Dan Brown’ın ‘Da Vinci Şifresi’ adlı kitabının Silivri Cezaevi’ne alınmadığını açıklayan[71] İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş ekliyor: “Bolu Cezaevi’ndeki Ayberk Demirdöğen adlı tutuklu, Nuriye ve Semih’in Edirne Cezaevi’ndeki avukatı Ergin Gökoğlu’na bir yeni yıl kartı yollamak istiyor. Tutuklu, kurşun kalemle Nuriye ve Semih’in resmini çizdiği kağıdın üzerine ‘Sizi seviyoruz’ diye yazıyor. Ve bu kart, cezaevi tarafından ‘sakıncalı’ bulunduğu için postaya verilmiyor. OHAL, her şeyi olduğu gibi insanların birbirini sevmesini de yasaklıyor”![72]

• Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Duran Kıvanç’ın, başka bir cezaevinde tutuklu arkadaşı Gülay Korkmaz’a, “Silivri’de sinek öldürme komitesi vardı. Bizim de sinek öldürme timimiz (SÖT) vardı. Yaz kış demeden işbaşındaydı. Ankara’da sivrisinek var mı? Bolu’da hâlen var inanır mısın? Öyle böyle değil hem de...” diye yazdı. Mektup, bu ifadeler nedeniyle cezaevi yönetimi tarafından sakıncalı bulundu. Cezaevi Disiplin Kurulu, bu cümlelerin şifreli olduğunu, mektubun terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmesine neden olabileceğini öne sürerek, mektubun alıkonmasına karar verdi![73]

• Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyesi avukat Engin Gökoğlu’nun, açlık grevindeki Grup Yorum üyelerine yazdığı mektuplar, Tekirdağ 2 No’lu Cezaevi Mektup Okuma Komisyonu tarafından sakıncalı bulundu![74]

• Tekirdağ 1 Nolu T Tipi Cezaevi’nde okumak isteyen mahpuslara kitap yerine kitap katalogları verildi![75]

• Tekirdağ 2 No’lu T Tipi Cezaevi’nden Sinan Çam, yolladığı mektupta, hakkında kesinleşmiş 16 yılın üzerinde görüş yasağı ve 15 yılın üzerinde haberleşme yasağı olduğuna değinerek, “Diğer arkadaşlarımın da benden aşağı kalır yanı yok! Şöyle ki; birlikte kaldığımız Murat’ın on yılın üzerinde haberleşme yasağı, on beş yılın üzerinde görüş yasağı, on günlerce hücre cezası vb.. Hasan’ın bir yıl görüş yasağı, 3 ay haberleşme yasağı, bizden zorla koparılan arkadaşlarımız ve avukatımızın on dört ay görüş yasağı, 2 ay haberleşme yasağı, Ali’nin on yılın üstünde görüş yasağı, on yılın üzerinde haberleşme, onlarca gün hücreye koyma yasağı vb. Bayram’ın; bir yıl görüş yasağı, iki ay haberleşme yasağı devam ediyor” diye yazdı![76]

• ÇHD Genel Başkanı avukat Selçuk Kozağaçlı’nın tecrit koşullarının kaldırılması için hücre duvarlarına meyve ve sebzeler ile “Tecrit kaldırılsın” yazıldı. Bunun üzerine cezaevi yönetiminin hücrelerde bulunan meyve, sebze, tahin, pekmez gibi duvara yazı yazılabilecek yiyecek ve içecekleri toplattığı öğrenildi![77]

• Elazığ 1 No’lu Cezaevi’nden Bülent Akar gönderdiği mektupta, yaklaşık 1 yıldır tek kişilik hücrede tutulduklarını yazdı. Koşullarının hukuki mevzuata göre gitmediğini kaydederek ekledi: “Tek kişilik yerlerde tutulma yasal mevzuatlarda sadece ağırlaştırılmış müebbet alanların infazında belirtilmiş. Fakat buna rağmen 20 yıldan fazla süredir hapiste bulunanlardan tutun da yaşlı-hasta ayrımı yapılmaksızın 30 kişi tekli hücrelere alındı. Üstelik herhangi bir disiplin cezası almadan. Kaldı ki disiplin cezası gereği tek kişilik hücrede tutulma süresi en fazla 20 günle sınırlıyken bizim bir disiplin cezamız olmadan 1 yıldır tek kişilik hücrede tutuluyoruz. Yasada, haftada 10 saat ortak avluda 10 kişi ile sohbet, spor etkinliği yapılacağı belirtilmesine rağmen ayda üç hafta, birer saatlik spora çıkarılıyoruz. Sohbet, kurslar, hobi veya atölye etkinlikleri yaptırılmıyor. İdare kütüphanesi kitaplarından defterlere aldığımız notlara el konuluyor. Kürtçe kitaplar verilmiyor. Kitabın verilmesi için çeviri parası isteniyor. Hiçbir itirazımıza da yanıt verilmiyor”![78]

• Edirne F Tipi Cezaevi’nde hükümlü Hasan Ozan’ın, eşi Münevver İltimur’a yazdığı mektubun bazı bölümleri, Mektup Okuma Komisyonu tarafından 6 Aralık 2007’de sakıncalı bulunarak karalandı. Bu bölümde devlet kurum ve çalışanlarını töhmet altında bırakan asılsız ithamlara yer verildiği savunuldu. İnfaz Hâkimliği kararı onayınca ve itirazlar reddedilince dosya 2008’de AİHM’e gitti. AİHM başvuruya dair, 25 Haziran 2018’de karar verildi. Ozan’a haberleşme özgürlüğünü ihlâlden, 300 TL tazminat ödenmesine karar verildi. Kararda, cezaevi idaresinin mektupla ilgili kararının gerekçesiz olduğu vurgulandı![79]

• Burhaniye T Tipi Cezaevi’nden avukat Behiç Aşçı gönderdiği mektupta yaptığı 293 günlük ölüm orucu sonucunda verilen sohbet hakkının yeniden gasp edilmesine dikkat çekip; konu hakkında itiraz yaptığı İnfaz Hâkimliği’nin mevzuatı yok sayıp ret cevabı verdiğini aktardı![80]

• Grup Yorum üyesi Fırat Kıl, “Ailem tarafından gönderilen Neşet Ertaş, Cem Karaca, Mahsuni Şerif ve birçok halk ozanının türküleri ‘sakıncalı’ olduğu gerekçesiyle yasaklandı. 80 sayfa boş nota sayfasına el konuldu. Boş nota sayfalarından korkan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Yazdığım türkü sözleri ve şiirler sansürlendi. Tutsak bir annenin çocuğu için yazdığım ninni ‘sakıncalı’ denilerek sansürlendi. Havalandırmada bir bardağa koyduğumuz maydanoz filizini koparıp attılar. Yeşillik büyütmek yasakmış,” açıklaması yaptı![81]

• İzmir Kadın Kapalı Cezaevi, hükümlü Sibel Mustafoğlu’nun aynı koğuşta bulunan ve kalp, şeker, tansiyon, kolestrol rahatsızlıkları bulunan, iki anjiyo geçiren, böbrek nakli olan yüzde 86 engelli 60 yaşındaki Mevlüde Başdaş’ın sağlık durumunu anlatmak için Cumhuriyet’e gönderdiği mektubu “sakıncalı” buldu. Başdaş’ın Türkçe ve okuma- yazma bilmediği için Sibel Mustafaoğlu’nun yazdığı mektuba el koyan cezaevi, gerekçe olarak mektubun “Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşürdüğü, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgiler” içerdiğini öne sürdü![82]

• Sincan Kapalı Kadın Hapishanesi’nde hapishane müdürü kadın tutsaklara su satılmaması için talimat verdi. Kadınlar çeşmeden paslı su içmek zorunda kaldı. Bu sorun sadece Sincan Kapalı Kadın Hapishanesi’nde değil Kırıkkale Hapishanesi’nde de yaşanıyor![83]

• Berkay Ustabaş’ın Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nden Cumhuriyet gazetesine göndermek için yazdığı mektuba 25 Mayıs 2018’de cezaevi idaresi tarafından el konuldu![84]

• Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin 3 aya yakın bir süredir tutuklu olduklarına dikkat çeken Milletvekili Utku Çakırözer, “Deniz’in ailesinin getirdiği Shakespeare şiirleri ve oyunları bile cezaevi yönetimi tarafından tutulmuş. Yasak olduğu için kendisine verilmemiş,” dedi![85]

• ‘Özgür Gündem’e yönelik soruşturma kapsamında tutuklanan Necmiye Alpay’ın cezaevinde avukatına verdiği metinlere el koyulduğu ortaya çıktı![86]

• 10 yılda 7 defa farklı cezaevine istemi dışında sevk edilen Şefike son olarak gönderildiği Kayseri T Tipi Cezaevi’nde ise yasaklarla karşı karşıya![87]

 

KEYFİ ZORBALIK(LAR)

 

Sonra keyfi zorbalık(lar)…

• Ahmet Şık’a kendi kitabı “Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda” verilmiyor. Avukatlarından savunmasında argüman olarak kullanmak üzere yazarı olduğu ‘Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda’ kitabını istedi. Avukatları kitabı Şık’a teslim edilmek üzere gardiyanlara bıraktı. Ancak kitap Şık’a teslim edilmedi![88]

• Tutuklu Grup Yorum üyeleri, cezaevinde 6 aydır aynı kıyafeti giyiyor. Seher Adıgüzel “Gönderdiğiniz pantolon rengi nedeniyle alınmadı. Hızlıca sıcak şeyler istiyorum,” dedi![89]

• Edirne F Tipi Cezaevi’nde, bölümlere ayrılan mahpuslara, bir gün ve iki saatlik avukat görüş sınırlaması getirildi. Avukat Gülizar Tuncer uygulamanın savunma hakkını tamamen yok etmeyi amaçladığını söyledi![90]

Milletvekili Barış Yarkadaş “Cezaevlerindeki çıplak arama vakaları artıyor” derken, Grup Yorum üyelerinin tahliye olduktan sonra yaptıkları açıklamalarda çıplak aramaya maruz kaldıklarını ifade ettikleri[91] zorbalıkların bir parçası da çıplak arama(lar) zulmü…

• Tutuklu olduğu Silivri Cezaevi’nden yaklaşık 9 ay sonra özgürlüğüne kavuş Süleyman Başer, “65 yaşındaki annem beni görmek için çıplak aramaya, göz taramasına maruz kaldı,” dedi![92]

• Annesi Şeyda Sünnetçi Silivri’de çıplak aramaya maruz kaldığını belirttiği, üniversite öğrencisi Kübra Sünnetçi işkenceye uğradı![93]

• Trabzon-Beşikdüzü T Tipi Kapalı Cezaevi’nde çıplak aramayı kabul etmeyen Hilmi Olsoy, Cemal Nahırcı, Kerem Karagöz ve Enes Aydoğan isimli tutukluların falakaya yatırıldı![94]

• 25 Şubat 2019’da görülecek duruşmasına katılmak üzere Bafra T Tipi Cezaevi’nden Mardin E Tipi Cezaevi’ne getirilen Erkan Benli ve Sadık Tan isimli 2 mahpusun yolda bekletildikleri Elazığ T Tipi Cezaevi’nde çıplak arama dayatmasını kabul etmedikleri gerekçesiyle gardiyanların fiziksel ve sözlü şiddetine maruz kaldılar![95]

Ve tecride sadece bir örnek dahi yeter de artar bile: ÇHD soruşturmasından tutuklanan Silivri Cezaevi’ndeki Özlem Demirçi’ye uygulan tecrit konusunda avukatı Özge Serdar, “Müvekkilime sohbet hakkı kullandırılmıyor. ‘Sohbet hakkın var ama yalnız kullanabilirsin. Kullanacak mısın?’ deniyor. Tecritte olan bir kişiye sohbet hakkının tek başına kullanılması dayatılıyor,”[96] diyor!

Nihayet keyfi zorbalıkların bir parçası olarak yedekte bekletilen “tek tip” sopası![97]

Yazının devamı için



Bu yazı 7612 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI