Bugun...



Yrd. Doç. Keleşoğlu:'​Türkiye’nin hedefi Esad'ın düşürülmesi, Kürtlerin özerk bölgelerinin inşasını durdurmak'tı

Yrd. Doç. Erhan Keleşoğlu “Sahadaki küresel aktörler de dahil olmak üzere Suriye herkesin kısa vadeli oyun kurabildiği, kimsenin uzun vadeli stratejik hedef koyamadığı bir alan. O sebeple son derece kaygan zemini olan bu sahada, dengelerin her an değişebileceği hiç akıldan çıkarılmamalı.” yorumunda bulunuyor.

facebook-paylas
Güncelleme: 08-09-2016 04:08:50 Tarih: 07-09-2016 11:15

Yrd. Doç. Keleşoğlu:'​Türkiye’nin hedefi Esad'ın düşürülmesi, Kürtlerin özerk bölgelerinin inşasını durdurmak'tı

 Yrd. Doç. Erhan Keleşoğlu:

 İstanbul Üniversitesi
Uluslararası İlişkilerBölümü Öğretim Üyesi

 

'​Türkiye’nin hedefi Esad'ın düşürülmesi, Kürtlerin kendi özerk bölgelerinin inşasının  önüne geçmek'ti

 

AKP hükümetinin ÖSO’ya bağlı cihatçılarla sırasıyla önce Cerablus sonrasında er Rai’de düzenlediği operasyonun yankıları devam ediyor. Türkiye’nin Rai’ye operasyon düzenlemesinin ardından, ‘bekle gör’ politikasına döneceğini belirten İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Erhan Keleşoğlu “Sahadaki küresel aktörler de dahil olmak üzere Suriye herkesin kısa vadeli oyun kurabildiği, kimsenin uzun vadeli stratejik hedef koyamadığı bir alan. O sebeple son derece kaygan zemini olan bu sahada, dengelerin her an değişebileceği hiç akıldan çıkarılmamalı.” yorumunda bulunuyor.

TSK ve ÖSO’ya bağlı cihatçı güçler Cerablus operasyonu başlattı. TSK’nin zaten müdahil olduğu Suriye’ye tanklarla girme amacı neydi? Bu operasyon süreci nasıl başladı?
Türkiye dolaylı olarak zaten savaşın içindeydi. Peki nasıl içindeydi? Özellikle bazı gruplarla stratejik ittifak yaparak; bunların büyük bir çoğunluğu da ÖSO içerisindeki gruplardan oluşuyordu. Bunlar Esad rejiminin devrilmesini hedeflemekteydi, Türkiye onlara silah, lojistik ve eğitim desteği verdi. Türkiye bir vekalet savaşı yürüttü. Esad rejiminin düşmeyeceğinin anlaşılmasıyla birlikte Türkiye’nin de hesaplarında yeniden bir tanzime ihtiyaç duyuldu.

Tampon bölge kararı nasıl ertelendi? Bu durum AKP’nin dış politikasını nasıl etkiledi?
ABD bu plana karşı çıktı ve YPG/YPJ’nin Menbic’e yönelik harekatını erteletti. TSK harekatı da rafa kaldırıldı ve eylül ayında bu sefer Suriye’deki tüm taşları yeniden tanzim edecek bir gelişme oldu: Rusya doğrudan müdahil oldu. 2015 Eylülünden itibaren kendisine tahsis edilen Hmeymim üssü aracılığıyla Rus uçakları ağır bombardımana başladılar. Rus hava desteği eşliğinde rejim ve onunla birlikte hareket eden müttefikleri, kayda değer mevziler elde etmeye başladılar. Özellikle Halep çevresinde ve Lazkiye’de önemli ilerleme kaydettiler. Ardından Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi geldi. Bu hamleyle Türkiye tamamen oyunun dışında kaldı, tampon bölge planı da tamamen imkansızlaştı. Dış politika daha da eleştirilir hale geldi. Türkiye tamamen yalnızlaştı. Hem küresel bir oyuncu olan Rusya ile karşı karşıya gelmiş oldu; hem de NATO’nun ağabeyi ABD’nin Suriye politikası bağlamında daha da ayrı düşüldü. ABD’nin SGD’ye vermiş olduğu destek, makasın açılmasında belirleyici oldu. SGD 2015’in sonbaharında bir çatı örgütlenmesi olarak oluşturulmuştu. SGD’nin içinde gittikçe daha fazla Kürt olmayan unsurun yer alması örgütün hem askeri hem de diplomatik ve politik gücünün artmasına sebebiyet vermişti. Açıktı ki Türkiye’nin dış politikasında yeni bir ayara ihtiyaç vardı. Bu ortamda Davutoğlu günah keçisi ilan edildi. Davutoğlu’nun başbakanlıktan alınmasında dış politikadaki bu gelişmelerin etkisi büyüktü. Hazirandan itibaren, Rusya ile ilişkilerin onarılması, İsrail ile seneler süren müzakerelerin netleşmesi, İran’la yumuşama, Suriye denkleminde Esad’sız bir geçişe ışık yakılması böylece gündeme geldi. Türkiye’yi bu hamleye iten faktörlerin başında PKK ve ona yakın duran güçlerin bölgesel olarak geriletilmesi gayesi geliyordu.

Bu durum içeriye nasıl yansıdı?
Topyekün bir savaş durumuna geçilmişti ve hendek savaşlarıyla birlikte bu güçlerin bölgesel olarak da zayıflatılması ana hedef haline gelmişti. Bu noktada iç politika bu hedefe paralel ilerledi. Kürt hareketini baskılamak ve devre dışı bırakmak için milli mutabakat yaratmak, zaten otoriter bir rejim için bu mutabakata ihtiyaç duyan Erdoğan ve AKP açısından bir zorunluluk haline gelmişti.
Kürt sorununda çatışmalı süreç devam ederken, İsrail’le ilişkisizlik sürecini sürdürmek kolay değildi. Güvenlik odaklı politika aynı zamanda ABD ile ilişkilerin yeniden onarılması ihtiyacını da beraberinde getiriyordu. Bu meyanda ABD kongresinde İsrail yanlısı lobiye ihtiyaç olduğu unutulmamalı. Doksanlı yılları bir daha hatırlayın. Bu yüzden İsrail’le ilişkiler düzeltildi. Bunu Rusya izledi. Rusya’nın bölgeye yığdığı askeri güç, sahaya müdahil olmanızı engelliyordu. S-400’ler Lazkiye’deyken Kuzey Suriye’de olası bir harekatta uçak uçurmak olası değildi. Bu yüzden ilişkilerin düzeltilmesi gerekiyordu.
Tam da bu noktada Menbic operasyonu başladı, SGD, Fırat nehrinin batısına geçti. Fırat’ın batısına geçilmesiyle birlikte Türkiye’nin 2015 yazında ertelenmiş olan tampon bölge planı yeniden gündeme geldi. Rusya’nın, İran’ın (ve de zımni olarak da rejimin) rızası alınarak sınırda IŞİD denetimi altında olan bölgelere girilmesi ve sınır güvenliğinin sağlanması birincil hedef olarak açıklandı.

IŞİD ne kadar hakimdi bu bölgelere?
Çobanbey, Cerablus, Bab üçgeninde IŞİD hakimdi. Menbic’in alınmasıyla birlikte Bab’ın düşmesi ve Afrin ve Kobanê arasında bir koridorun oluşması ihtimal dahiline girmişti. SGD’nin bu alanı ele geçirmesiyle birlikte, Türkiye’nin hedeflerinden birisi boşa düşmüş olacaktı. Türkiye yeniden Suriye makasına dönme, iflas etmiş olan Suriye politikasının yeniden tamir edilmesi için kaçıramayacağı bir fırsat gördü. Uluslararası alanda IŞİD destekçisi olarak görülmekteydi, özellikle Batı kamuoyunda cihatçılara destek veren ülke imajı çiziyordu. IŞİD’e karşı sahaya girilerek imaj tazelenecek,  IŞİD sınırdan uzaklaştırılacak, ABD ve Batı ile gergin ilişkiler yeniden tanzim edilecek, son olarak da SDG’nin Fırat’ın batısında ilerlemesinin önüne set çekilecekti. Yani bir taşla bir kaç kuş vurulacaktı.  

TSK, Suriye’nin kuzeyinde er Rai’de  IŞİD’in Türkiye sınırıyla temasını ortadan kaldırdığını açıkladı. Türkiye bundan sonra Suriye’de nasıl bir politika izleyecektir?
Bu aşamadan sonra ‘bekle-gör’e geri dönülecektir diye değerlendiriyorum. Türkiye sahadaki askeri varlığı ile masada yer almayı garantiledi. Ayrıca SDG’yi dengeleme şansına da erişti. Rusya üzerinden müzakerelerde Esad’sız bir geçişe ikna olacağı mesajlarını vermeye devam edecektir. ABD ile de daha eşgüdümlü bir siyaset izleneceği intibası uyanıyor. Ancak şu hiç unutulmamalı ki sahadaki küresel aktörler de dahil olmak üzere Suriye herkesin kısa vadeli oyun kurabildiği, kimsenin uzun vadeli stratejik hedef koyamadığı bir alan. O sebeple son derece kaygan zemini olan bu sahada, dengelerin her an değişebileceği akıldan çıkarılmamalı.
 
Rai’den sonra geri çekilecek mi?
Türkiye’nin hedefi muallak, Bab’a yürünecek mi yürünmeyecek mi? Bab yaklaşık 100 bin nüfusuyla orta büyüklükte bir şehir. Bu şehrin alınmasının ciddi zorlukları var. ÖSO’nun askeri kabiliyeti buna yetmez. Öte yandan Türkiye’nin Bab şehrine yani Suriye’nin içlerine kadar ilerlemesi hem siyasal hem de askeri açıdan büyük zorluklar içeriyor. Askeri riskler nelerdir? Siz böyle bir harekata binlerce TSK mensubunu katmak zorundasınız. TSK, Suriye içinde ilerlerken ciddi can kayıpları yaşanabilir. Aynı zamanda sahada şehir savaşı, sivillerin de büyük zarar gördüğü bir yıkımı beraberinde getiriyor. Türkiye ve ÖSO güçleri, sınır boyunca ilerlerken ciddi bir IŞİD direnişiyle karşılaşmadılar, bunun nedeni IŞİD’in Cerablus’u ve bu hattı savunmaya değer bulmayışıydı. Çünkü Türkiye uzun süredir sınırları kapatmıştı ve sınırın geçirgenliği önemli oranda azalmıştı. Bu sebeple IŞİD açısından hattın savunulmasının stratejik bir kıymeti kalmamıştı.
Ayrıca IŞİD açısından, SDG batıya doğru yürürken bu hatta Türkiye ve ÖSO’ya karşı güç bulundurmak kuvvetlerin bölünmesi demek. Daha güneybatıya çekilerek el-Bab’ı ve sembolik değeri olan Dabık’ı tutmak IŞİD’in askeri-politik mantığı açısından daha rasyonel. Türkiye ve ÖSO eğer Bab’ı ele geçirirse, Halep’e yaklaşmış olacak. Halep’e yaklaşmak demek rejime ve onun müttefiklerine, Rus güçlerine yaklaşmak demek. Bu da sahada ciddi bir çatışma riskini doğuruyor. Rusya, Suriye ve İran Türkiye’nin Bab’ı ele geçirmesini asla istemeyecektir. Politik açıdan ise Birleşmiş Milletler’de Türkiye’nin başı ağrır ve işgalci konumuna düşer. Çünkü şu an harekat BM Şartı’nın meşru müdafaa hükümleri doğrultusunda yürütülüyor.

ABD, TSK ve SGD’nin ‘çatışmasızlık’ anlaşması yaptığını açıkladı, İbrahim Kalın ise bu açıklamayı yalanladı. Sizce ne oldu?
 

Başbakan Binali Yıldırım ‘çözüm yok’ açıklamasını yaptı. Bu açıklamaların ardından YPG ile yapılan bir ateşkesi kamuoyuna anlatamazsınız. Özellikle Cumhurbaşkanının “PYD yok edilmeli” açıklamalarının ardından bu kabul edilemez. Taraflara ABD’nin baskısıyla gerçekleşmiş bir ateşkes olduğu aşikar. Bir yanda CIA’nın desteklediği ÖSO içerisindeki gruplar ve NATO ordusu TSK var. Karşısında ise Pentagon’un özel kuvvetler göndererek destek verdiği SDG. Yani ABD’nin destek verdiği iki blok sahada çarpışıyor ve bu katlanılamaz bir şey. ABD’nin küresel rakiplerine bir zafiyet görüntüsü verir. Bu durum da en çok Rusya’nın işine gelir. Ortaya çıkan tabloda ABD’nin Türkiye’ye ve SDG’ye baskı uygulaması kaçınılmaz olmuştur. Sacur Çayı’nın bir coğrafi ateşkes sınırı teşkil edeceğini düşünüyorum. Menbic’e yönelecek bir harekat olacağını da sanmıyorum. Bu şartlar IŞİD’in işine geliyor ve Bab’ı elinde tutmak için büyük bir koz elde ediyor.

AMAÇ ÖSO’YU BİR ÇATI ALTINDA TOPLAMAK

TSK’nin birlikte operasyon yürüttüğü ÖSO’cular kimlerden oluşuyor?
ÖSO son derece gevşek bir çatı örgütlenmesi. Suriye iç savaşının başlamasından sonra, Suriye ordusu içerisinden ayrılanlar ve Suriye rejimine muhalif olan yerel güçlerin bir araya gelmesiyle dağınık silahlı gruplar ortay çıktı. Bu gruplar bir çatıya ihtiyaç duydular. Bu anlamda Özgür Suriye Ordusu ismiyle gevşek bir organizasyon ortaya çıktı. Ancak bu organizasyon Batı’nın, Türkiye’nin çabalarına karşın güçlü bir emir komuta zincirine sahip olamadı. Türkiye’nin bu operasyonuyla ÖSO çatısı altında belli grupların birleştirilmesi ve belli bir emir komuta zincirine alınması gibi amacı olduğu anlaşılıyor. Bu Batı’nın da işine gelen bir durum. Çünkü ortada çok dağınık bir görüntü var. ABD ve CIA’nın 4 senedir vermiş olduğu tüm desteğe rağmen bu güçler özellikle el Kaide çizgisindeki selefi cihatçılar karşısında sürekli geriletildiler. Hemen söyleyelim ÖSO içerisindeki bu gruplar da ideolojik-politik olarak İslamcı siyaset skalasında yer alıyor. Müslüman Kardeşlerden tutun, selefi cihatçılığa yakın duran gruplardan oluşan bir kümeden bahsediyoruz. Türkiye gerçek anlamda emir komutası olan bir birlik yaratmaya çabalayabilir. Bu durum Batı’nın da ABD’nin işine gelecektir.
Suriye’de sahada olan iki önemli selefi cihatçı örgüt: IŞİD ve el Nusra. Nusra adını Şam el Fetih Cephesi olarak değiştirdi. Nusra, Suriyelileşerek, Selefi cihatçılığa yakın duran özellikle Fetih Ordusu adıyla örgütlenmiş gruplar içindeki grupları tek çatı altında toplamayı istiyor ve bu yönde bir çağrısı var. Türkiye ve onunla beraber davranan devletler Nusra’nın dışında kalan grupları bir çatı altında toplamak istiyorlardı ama becerememişlerdi. Selefi-cihatçılık ve Siyasal İslamcılik arasında bir yerde duran Ahrarüş Şam’ı da burada zikredelim.
Türkiye ile operasyon yapan gruplar içerisinde Türkmenlerden oluşan Sultan Murad Tugayları var. Geçtiğimiz aylarda 13 yaşında bir çocuğun başının kesilerek öldürülmesiyle gündeme gelen Nureddin Zenki Tugayları var. Bir karma oluşum bu. Türkiye bu karma oluşumu bir araya getirerek güçlü bir platform kurmaya çalışıyor.

TÜRKİYE’NİN İLK HEDEFİ ESAD, DİĞERİ PYD

AKP’nin hedefleri neydi ve Türkiye’nin hedeflerinde nasıl değişiklikler oldu?
Türkiye’nin birinci hedefi Esad rejiminin düşürülmesi, ikinci hedefi ise PYD güdümündeki Kürt hareketinin Suriye’nin içerisindeki özerk bir yapılanmaya gitmesini engellemekti. Yani Kürtlerin kendi özerk bölgelerini inşa etmesinin önüne geçmek. Çünkü eğer bu özerk bölgeler hayata geçerse bunun kendi Kürtleri açısından da emsal teşkil edeceğinden ürküyordu ve bu durumu kendine bir tehdit olarak algılamaktaydı. 2015 yılına gelindiği zaman artık Esad’ın düşmeyeceği netleşmişti. Suriye’de bir pata durumu söz konusuydu. Suriye’deki vekalet savaşında taraflar belliydi: Bir yanda ABD ve Batılı güçler, Türkiye ve zengin Körfez ülkeleri diğer yanda Rusya, İran, Lübnan Hizbullah’ı, Iraklı Şii gruplar Esad rejimi yanında saf tutmuşlardı. Esad rejiminin düşmeyeceğinin anlaşılmasından ve ABD’nin 2014 sonbaharından itibaren Suriye Demokratik Güçlerine (SGD) -o zamanlar YPG/YPJ vardı- destek vermeye başlamasının ardından sahadaki dengeler Kürtler lehine değişmeye başladı. ABD’nin desteğiyle YPG/YPJ önce Kobanê kuşatmasını kırdı, sonrasında Suriye’nin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda önemli sahaları kontrol altına almayı becerdi. ABD açısından YPG/YPJ ile girilen ilişki bir taktik ilişkiydi. Çünkü ABD sahaya muharip asker göndermeyi, kendi çıkarlarına uygun bulmamaktaydı. Özellikle Irak’ta yaşanan büyük başarısızlıktan sonra. Obama yönetimi ısrarla, Suriye’ye doğrudan müdahil olmamayı seçti. Suriye ve Irak’taki iç çatışmalarda ortaya çıkan büyük boşluğu IŞİD doldurmuştu. 2014 yılının yazında Musul’un IŞİD eline geçmesiyle birlikte ABD Suriye’de bu örgüte karşı kendisine en yakın savaşçı unsur olarak YPG/YPJ’yi seçti. Zaten Irak’ta Kürdistan Demokrat Partisiyle stratejik ittifak ilişkisi kurmuştu ve IŞİD’i çevrelemek için çalışmaktaydı. Yine Irak merkezi hükümetiyle de eşgüdüm içerisindeydi.
Suriye’de ABD’nin YPG/YPJ’ye destek vermeye başlaması, bu güçlerin Suriye’de hava desteği ile birlikte büyük ilerleme kat etmesi; bu yolla siyasi, askeri ve diplomatik gücünü artırması Türkiye’nin acilen müdahale etme isteğini arttırdı. 2015 yazında Türkiye Suriye’nin kuzeyine doğrudan müdahale etmek için ABD’ye başvurdu. Çünkü Suriye’nin kuzeyinde Dicle’den Fırat’a kadar tüm sınır YPG/YPJ’nin eline geçmişti ve Fırat’ın ötesine geçilip Menbic’e yürünmesi hazırlığı yapılmaktaydı. IŞİD’in denetimi altında bulunan Cerablus ve Er-Rai (Çobanbey) arasındaki alanın temizlenerek tampon bölge oluşturulması ve bunun aracılığıyla YPG/YPJ’nin batıya doğru ilerleyişini durdurup kendi tabirleriyle “Kürt koridoru” oluşturma hedefini boşa çıkarma birincil hedef haline gelmişti. 




Kaynak: Evrensel Gazetesi

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1544 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Röportaj-Analiz Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI