Bugun...



Barış İsteyenler Sarayı Durdursun

Barış İsteyenler Sarayı Durdursun PKK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan: ‘Savaşı durdurmak isteyen bütün kesimler şunu görmeli; bu savaşı Erdoğan başlattı. Erdoğan esas olarak 400 milletvekili için bu savaşı yürütüyor. Dolayısıyla Türkiye toplumu ve barış ile demokrasiden yana olan değişik çevreler seslerini daha fazla yükselterek, AKP’nin bu saldırganlığına daha fazla tepki göstererek onu bundan vazgeçirebilirler’ Devlet yetkilileri çözüm sürecini istismar ettiğinizi ve silah depoladığın

facebook-paylas
Tarih: 18-09-2015 05:23

Barış İsteyenler Sarayı Durdursun

Barış İsteyenler Sarayı Durdursun

 PKK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan: ‘Savaşı durdurmak isteyen bütün kesimler şunu görmeli; bu savaşı Erdoğan başlattı. Erdoğan esas olarak 400 milletvekili için bu savaşı yürütüyor. Dolayısıyla Türkiye toplumu ve barış ile demokrasiden yana olan değişik çevreler seslerini daha fazla yükselterek, AKP’nin bu saldırganlığına daha fazla tepki göstererek onu bundan vazgeçirebilirler’

 

Devlet yetkilileri çözüm sürecini istismar ettiğinizi ve silah depoladığınızı söylüyor. Bu iddialara ilişkin neler söyleyeceksiniz?

Böyle bir şey yok. Biz Çözüm Süreci’ne sonuna kadar samimi yaklaştık. Fakat karşılığını bulamadık. Eğer Başkan Apo tarafından 2013 başlarında Çözüm Süreci başlatılmamış olsaydı, asıl büyük savaş o zaman olacaktı. Bizim açımızdan tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Çözüm Süreci öncesinde, yani 2012 yılında gelişen savaş düzeyine bakıldığında bu tablo daha net ortaya çıkmaktadır. O zaman da birçok yerde devlet sistemi işlemez hale getirilmişti. 19 Haziran 2012’den bu yana Hakkari coğrafyasının yüzde 80’i gerillanın denetimindedir. Ancak burada sorun AKP hükümeti ve devlet yetkililerinin ısrarlı bir biçimde gerçekleri kamuoyundan gizlemeleridir. Örneğin Dağlıca denilen yerde son yaşanan çatışma bir pusu veya basının çokça bahsettiği gibi ‘hain’ bir tuzak olayı değildir. Orada 5 gün boyunca geniş bir alanda yoğun çatışmalar yaşanmıştır. Ancak gerçekler kamuoyundan gizlendiği için sanki sadece bir patlama yaşanmış gibi yansıtılıyor.
Dolayısıyla bu süreçte hareketimizin yaşadığı gelişme ve büyüme, Çözüm Süreci’nin istismar edilmesi ya da silah depolanması ile izah edilemez. Gerçek olan; doğru politika ve tutum temelinde bir büyüme durumunun yaşandığıdır. Biz Çözüm Süreci’nde herhangi bir yere, herhangi bir cephane taşımış değiliz. Elimizde ne varsa, eskiden var olandır. Gerçeklik budur.

YDG-H ile PKK arasındaki ilişki nedir?

YDG-H, yasal-demokratik zeminde kurulmuş olan bir gençlik örgütlenmesidir. Mücadelemizin yörüngesinde oluşan bir gençlik hareketidir. Ama her üyesi için “bir PKK’lidir” ya da YDG-H için “PKK’yle aynıdır” demek yanlış olur. YDG-H, yasaliteye dayanan geniş ve kitlesel bir yapıydı ama devlet onları illegalize etti. Üyelerini yakaladığında örgüt üyeliğinden yargıladı; ceza vermeye başladı. Sokaklarda üyelerini infaz etti. Bunun üzerine gençlik de çeşitli biçimlerde kendini savunma, yarı biçimde silahlanma yöntemlerine başvurdu. Sonuç olarak içinde bir ayrışma yaşandı. Geniş kitlesel gençlik kesimi yeni bir yapılanmaya giderken, YDG-H olarak kalanlar da illegal bir biçimde mücadelesini sürdürmeye başladı.
Mevcut durumda YDG-H bir irade olarak şekillendi ve kendisini hem bize, hem devlete, hem de topluma kabul ettirdi. YDG-H’ın toplumda ciddi bir itibarı vardır. Bu bizim ya da herhangi bir örgütün kararıyla olmamıştır. Gelişen süreç bu şekillenmeyi ortaya çıkarmıştır. Sürekli şiddet ve baskıya yönelirsen böyle olur. ‘Yarı silahlı’ olarak da tanımlayabileceğimiz YDG-H’ın içerisinde herhangi bir dağ kadrosu yoktur. Üniversite öğrencileri, esnaf, köylü ve işçi gençlikten oluşmaktadır. Bu biçimde hareketimizin yörüngesi zemininde kendini örgütleyen, özerk yapıya sahip bir örgüttür. Bizimle bağı da bu çerçevededir. Yandaş basının ve hükümet çevrelerinin sanki gerilla şehirlere gelmiş, oralarda çatışıyormuş gibi yaydığı bilgilerin gerçekle alakası yoktur.

Halkın ortasında şehirlerde eli silahlı gençlerin dolaşmasını onaylıyor musunuz?

Normal yasaların işlediği, güvenlik sorunlarının olmadığı bir ülkede gençlerin eli silahlı bir biçimde halkın arasında dolaşması onaylanacak bir şey değildir. Ama ülkemizde de görüldüğü gibi, eğer bir ülkede kanun, hukuk diye bir şey ciddiye alınmıyorsa, şiddet yöntemiyle insanlar hizaya çekilmek isteniyorsa, burada o toplumun kendini bu zulüm karşısında savunma ihtiyacı doğar. Zaten gençliğin mahalleleri tuttuktan sonra şehir meclislerinin toplanıp, ‘öz yönetimimizi ilan ediyoruz; devleti reddetmiyoruz ama devletin buradaki idari sistemini reddediyoruz’ demesinin altında yatan da budur. Yani bugün o gençler sadece öyle eli silahlı şehirde dolaşmıyor, artık bir siyasal projeye dayalı bir biçimde toplumsal savunmayı geliştirmiş oluyor. Mevcut durumda Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi bu biçimde yeni bir aşamaya gelmiş oluyor. Özyönetimler, özünde, Türkiye toplumuna dayatılan merkeziyetçi, tekçi ve otoriter sisteme karşı bir çözüm formülüdür. Hem Kürt sorununun çözümüne bir formül, hem de Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde temel bir çıkış biçimidir.
Tabii ki, “bu toplumsal çıkış, yani özyönetimlerin ilanı silahlarla olmamalıydı” denilebilir. Bu doğrudur. Devletin yönelimleri durursa aslında direnişçilerin kendi konumlarını toplumsal bir harekete göre düzeltmeleri gerekir.

Bu gençlere ‘evlerinize dönün’ dediğinizde döneceklerini düşünüyor musunuz?

Bana göre artık o eşik aşılmıştır. Yani bu saatten sonra hiçbir şey olmamış gibi gençlere, ‘evinize dönün’ demenin zamanı geçti. Çünkü bir pratik süreç yaşandı. Ortada bir savaş durumu var, yine ilan edilen özyönetimler var. Normalleşme ancak bir uzlaşma temelinde mümkün olabilir. Eğer bir uzlaşma projesi olursa, o zaman KCK bu projeye dayalı olarak gençlere çağrı yapabilir ama herhangi bir proje olmadan, bir uzlaşma durumu olmadan, polisin kendilerine yönelmeyeceği garantisi verilmeden hiç kimse gençlere, ‘evinize dönün’ deme hakkına sahip değildir.
Yani bugün Cizre’nin, Gever’in, Sur’un, Silvan’ın göstermiş olduğu mevcut toplumsal duruş, tarihin tanıdığı en saygın duruşlardan birisidir. Zulme karşı kendini savunma ve kendi kendini yönetme tarzıdır. Bu yeni bir durumdur. Bir kere her şeyden önce herkesin bu yeni durumu görmesi gerekmektedir. Biz de bunu görmeye, doğru yorumlamaya ve ona göre davranış geliştirmeye çaba gösteriyoruz.
Devletin geliştirmediği çözümü halk Cizre’de, Silvan’da, Gever’de, Amed’de, Nusaybin’de, Silopi’de kendisi geliştirmektedir. Bence herkesin bu yeni durumu doğru okuması ve ona göre bir çözüm formülünün geliştirilmesi daha doğru olacaktır. Yoksa eski söylemlerle, çok bildik yaklaşımlarla bu yeni sürece yaklaşmak kesinlikle çözüm getirmez.

AKP, savaşı tecritle başlattı

Şu anda AKP tüm Kürt halkını hedefleyen ve teslim almak isteyen bir konsepti yönetmek istemektedir. Bunu da öncelikle Önderlik üzerindeki tecritle başlatmıştır. Şimdi Önderliğimize karşı geliştirilen bu tecridin hangi yasal dayanağı vardır? Açık ki kendi normal yasalarını bile çiğneyerek savaş hukukunu esas almaktadır. Öncelikle AKP’nin bu politikasına karşı mücadele etmek ve bu savaşçı tutumunu eleştirerek ve buradan hareket ederek yeni bir ateşkes zemini oluşturulabilir. Bu da ancak gözlemci aracıların da bulunduğu, tahkim edilmiş çift taraflı ateşkesle yeni bir sürecin başlatılması biçiminde olabilir.
Bir de biz artık hareket olarak tek başımıza değiliz. Mesela önceden biz, ‘gerilla eylemleri dursun’ diye çağrı yapabiliyorduk, talimat da veriyorduk. Gerilla talimatla durur ama bugün direnen, çatışmanın tarafı olan sadece gerilla değildir. YDG-H gerçeği vardır; toplum gerçeği vardır. Artık biz bu konuda adım atarken Cizre, Gever, Amed halkından habersiz bir şey yapamayız. Orada direnen insanlar hayatını ortaya koymuşlardır. Bu konuda karşı taraftan saldırı olmayacağına dair bir sinyal olmadan, yani bir uzlaşma projesi olmadan bizim tek taraflı adım atmamızın koşulları aşılmıştır. Bazı dostlar, ‘PKK geçmişte nasıl tek taraflı ateşkes yaptıysa, şimdi de yapabilir’ diyorlar. Evet; geçmişte tek taraflı yapabiliyorduk. Çünkü o dönemler sadece HPG ve ordu karşı karşıyaydı. Şimdi öyle değil. Şimdi direniş toplumsallaşmıştır.

Yalan ve dezenformasyon geliştiriyorlar

Tümüyle yalana dayalı manşetler atmaktadırlar. Mesela Cizre’ye dağdan 280 kişinin gittiğini, kadrolarla doldurulduğunu hep işlediler. Peki Cizre’de çatışma oldu, 21 sivil insan şehit düştü. Bunların hangisi gerilladır! İçlerinde gerilla var mıdır? Yok. Ondan sonra AKP’nin İçişleri Bakanı Cizre’de sokağa çıkma yasağı sürdüğü süreçte kalkıp “32 teröristi öldürdük” dedi. Peki bunların cenazesi nerede? Bunların hepsi yalan. Şişirmedir hepsi. Cizre’de öyle gerilla falan yok; Cizre gençliği vardır, Cizre halkı vardır. Silopi’de bir evi kuşattılar, akşamdan sabaha kadar vurdular, yerle bir ettiler, sonuçta “3 PKK’li öldürdük” dediler. Sonra görüldü ki, 2’si her gün herkesin sokakta gördüğü, oranın yerlisi gençlerdir. Üçüncüsü ise Gaziantep Üniversitesi Edebiyat Bölümü’nde okuyan Eruhlu bir öğrencidir. Yani o gençleri kuşatmış, yok ediyor; ardından da, “PKK’lidir” diyor. Herkesi vuruyor; kadını vuruyor diyor, “PKK’lidir”; 75 yaşındaki insanı öldürüyor diyor, “PKK’lidir”; 35 günlük bebeği vuruyor, ona da “PKK’lidir” diyor. Bunun altyapısını da daha çok havuz medyası oluşturuyor. Bugün eğer Türkiye’nin çeşitli yerlerinde HDP’ye ve Kürtlere karşı bazı grupların organizeli saldırganlığı gelişiyorsa, yine bu havuz medyasının oluşturduğu psikolojik ortama dayanarak geliştirilmektedir. Kısaca tamamen yalana dayalı, hedef gösterme ve yoğun bir savaşı yürüttüğünü yansıtma ile oy almak istemektedirler.

Burada bahsedilen terör hangi terördür

Burada şunu da söyleyeyim: Basına daha çok sağ eğilimli 13 STK’nin “Teröre Hayır, Kardeşliğe Evet Yürüyüşü” yapacağı yansıdı. Şimdi burada kastedilen terör hangi terördür? Açık ki burada devlet teröründen bahsedilmiyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve Kürt halkı hedeflenerek sözüm ona kardeşlik savunuluyor. Kürt halkının 90 yıldır söylenen bu tür yalanlara karnı toktur. Bu tür tek taraflı, terör adı altında Kürt halkını hedefleyen pratiklerin sorunun çözümüne değil, çözümsüzlüğe hizmet edeceği açıktır.

 Süreci AKP ve Erdoğan’ın bitirdiğini söylüyorsunuz. O halde şiddeti tırmandırarak bu stratejiye katkı yapmış olmuyor musunuz?

Kısaca bizim yürüttüğümüz, kendimizi savunmadır. Şiddeti biz değil, AKP tırmandırıyor. Bu savunma temelinde verdiğimiz cevabın AKP’nin stratejisine en büyük katkıyı yaptığını da düşünmüyorum. Burası tartışmalı bir husustur. Örneğin onlar kontrollü bir savaşı geliştirerek ve Erdoğan’ın da dediği gibi bizi binlerle tasfiye ederek stratejilerinin gereklerini tamamlamak istiyorlar. Ama bizim kendimizi korumamız, darbe yemeden onları boşa çıkarmamız, kendi demokratik sistemimizi geliştirmemiz onların hesabını tümüyle boşa çıkarabilir. Bu yüzden, ‘mevcut yürütülen sürecin AKP’nin stratejisine hizmet ettiği’ tespiti tartışmalı bir tespittir. O bizi öldürerek oy almak istemektedir ama bizim kendimizi savunmamız ve daha da güçlenerek çıkmamız Saray’ın hesaplarını tümüyle boşa çıkaracaktır. Eğer böyle olursa evdeki hesapları  çarşıdakine uymayacak, onlar kaybedecek, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi ve Türkiye demokrasi güçleri kazanacaktır.
Sonuç olarak şunu da belirtmek istiyorum: Özellikle değerli insanların ve birçok barışçıl-demokratik çevre ve şahsiyetin çabalarına ve düşüncelerine değer veriyoruz. ‘Bu yönlü arayışların ve eleştirilerin olması gereklidir’ diye düşünüyoruz. Çünkü son tahlilde biz Türkiye halkıyla birlikte yaşama tercihi olarak çözümde ısrarlıyız. Bunun yolu da Türkiye’nin demokratikleştirilmesinden, Demokratik Özerkliğin Kürdistan ve Türkiye’de geliştirilmesinden geçmektedir. Bu tercihimiz önemli bir tercihtir. Türkiye yetkilileri özünde bu tercihimizi takdir etmeliydiler. Çünkü bizim başka seçeneklerimiz de vardır ama dikkat edin şimdi onları hiç tartışmıyoruz. Çünkü öncelikli gündemimiz değildir. Fakat bütün barışçıl ve çözümcül yaklaşımlarımıza rağmen tek düze bir biçimde, ‘ya köle olacaksınız ve bunun için teslim olacaksınız; ya da sizi öldüreceğim’ derlerse o zaman biz de başımızın çaresine bakmaya yönelmek durumunda kalırız. Bu açıdan şu an gelişen savaş süreci ve buna yaklaşım biçimi çok çok önemlidir. Bu çerçevede, çözüme dönük verilen her emeğe saygı duyduğumuzu ve değer biçtiğimizi bir kez daha belirtiyor, bu temelde selam ve saygılarımı iletiyorum.

Savaşla sonuç alamazsın tutumunu AKP’ye göstermek gerekir

Şimdi bu konuda birçok değerli insan ve çevre ateşkes için çağrı yapıyor. En son HDP Eşbaşkanlığı’nın ve temsilcilerinin daha çarpıcı çağrıları gelişti. Biz bunların hepsini çok değerli buluyor ve özüne de katılıyoruz. Hatta bazı kesimler tek taraflı olarak bizim ateşkes yapabileceğimizi de düşünmekte ve kendi söylemlerinde ifade etmektedirler. Ama bu değerli dostlar ve çağrıcılar, bir an için kendilerini bizim yerimize koyarak yaklaşmalıdırlar.
Savaşı durdurmak isteyen bütün kesimler şunu görmeli: Bu savaşı Erdoğan başlattı. Doğru; devlet içindeki bir takım inkarcı-imhacı eğilim taşıyan kesimler de ittifak halinde bu sürece dahil oldu ama Erdoğan esas olarak 400 milletvekili için bu savaşı yürütüyor. Normal koşullarda bu sonuca ulaşamayacağını görünce savaşla tüm dengeleri alt-üst ederek 1 Kasım seçimlerini kazanmak istiyor. Bu yüzden savaşı sürdürmek isteyen bir taraf var. İktidar olan bu tarafın tutumunun değişmesinde ısrar etmek gerekiyor. Yani ‘sen savaşla sonuç alamazsın’ tutumunu görürlerse, bundan vazgeçmeleri mümkün olabilir. Dolayısıyla Türkiye toplumun ve barış ile demokrasiden yana olan değişik çevreler seslerini daha fazla yükselterek ve de AKP’nin bu saldırganlığına daha fazla tepki göstererek onu bundan vazgeçirebilirler. Çünkü bu saldırılar durmadan, bizim tek taraflı bir biçimde savunma pozisyonumuzu zayıflatmamız, büyük darbe yememize yol açabilir ve bu durum sadece bize değil tüm demokrasi güçleri için kaldırılamaz sonuçlara yol açabilir.

AKP’nin kararı 1 Kasım’a kadar savaşı sürdürmektir

Evet biz de biliyoruz; bu savaş böyle sürerse seçimler olmaz. AKP de bunu biliyor. AKP sürekli anket yapıyor. Eğer seçimlerde sonuç alamayacağını tespit ederse, bu çatışma konumunu seçimleri erteletmeye gerekçe yapabilir. Bu, gündemdeki bir husustur. Bunun için savaşı sürdürmek isteyecektir. Aynı biçimde bu savaş koşullarının sonuç almakta olduğunu görürse yine sürdürür. Yani AKP’nin kararı 1 Kasım’a kadar savaşı sürdürmektir. Biz durdursak bile o durdurmaz. Dolayısıyla hem uluslararası hem de ulusal çevreler ve de STK’ler, AKP’nin bu savaşla oy alma zihniyetine karşı tavır geliştirirse belki bundan vazgeçer. Yoksa 1 Kasım’dan önce vazgeçmesinin olanakları pek gözükmüyor.

 




Kaynak: ANF

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1128 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Kürt halkı Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI