İdeolojik, Ekonomik Demokratik ve Siyasi Mücadelenin Diyalektiği Üzerine
İdeolojik, Ekonomik Demokratik ve Siyasi Mücadele, birbirini tamamlayan bir sürecin diyalektiğidir. Ekonomik Demokratik mücadele, siyasi mücadelenin nedeni ve siyasi mücadele sadece erk mücadelesiyle sınırlandırılır, "devrim stratejisi"yle ilişkilendirmezse sonuç sınıf mücadelesinin diyalektiğinden uzaklaşır.
Özetle Ekonomik Demokratik ve Siyasi Mücadele "devrim stratejisi"yle taçlandırılan sınıf mücadelesinin diyalektiğidir.
İdeolojinin Tarihçesi
Sosyal ve toplumsal bilimlerin, tarifi en zor kavramlarından biri olan ideoloji kavramının Tarihçesine kısaca gözatmakta yarar var.
İdeoloji, konu üzerinde çalışan hemen herkesin görüş birliği ettiği gibi, bütün sosyal bilimler içinde tarifi en zor kavramlardan biridir. İdeolojinin doğası üzerine olan bir tartışmada karşımıza çıkacak ilk sorun, üzerinde görüş birliğine varılmış bir tanımının olmayışıdır. Andrew Heywood'a göre bunun iki sebebi bulunmaktadır:
"İlk olarak, tüm ideoloji kavramları teori ile uygulama arasında bir bağın varlığını kabul ettiğinden bu terim; bir taraftan, siyasette fikirlerin rolü ve inançlarla teoriler arasındaki ilişki, diğer taraftan da maddi yaşam ve siyası tutum ( ... ) hayli sert tutumları gündeme getirmektedir.
İkinci olarak, ideoloji kavramı kendini, siyasi ideolojiler arasında süre giden mücadelenin dışında tutamamıştır. Tarihsel macerasının çoğunda ideoloji kavramı, rakip fikir ya da inanç sistemlerine saldırı silahı veya aracı olarak kullanılmıştır. 20. yüzyılın ta ikinci yarısına kadar, tarafsız ve nesnelliği açık olarak ifade edilmiş bir ideoloji kavramı, yaygın bir şekilde kullanılmamıştır."
İdeoloji terimi üzerine yakın dönemde yapılmış çalışmaların pek çoğu, kelimenin, Fransız Devrimi sürecinde bir grup düşünürle birlikte ortaya çıktığı konusunda görüş birliği içerisindedirler. Terimi ilk kez, Paris'teki hıstitut de France'da 1796-1798 yılları arasında "Memoire sur la Faculte de Pensee"
"Düşünce Fakültesindeki Bellek"
başlığı altında bölümler halinde sunduğu bildirilerinde, kendilerini ideologlar olarak adlandıran ve Cabanis, Condorcet, Constant, Daunou, Say, Madame de Stael vd. isimlerin oluşturduğu grup içerisinde yer alan- Aııtoine Louis Claud Destutt de Tracy kullandı. "Bu grup devrimci düşüncenin yeni bir merkezinin ( ... ) kurulması ile 1795 Konvansiyonu tarafından güvence altına alındı. 'İdeolojiler' teriminin ilk uygulandığı grup buydu. ( ... ) Bir zaman için bu düşünürler grubu, devrimci fikirler, 'düşüncedeki' Fransız Devrimi için sözcülük yaptılar. Onların amacı devrimin 'vaad'i olan söz ve düşünce özgürlüğünün pratikte gerçekleştirilmesiydi.
İdeoloji terimi, yunanca eidos ve logos kelimelerinin birleşiminden oluşur ve 'düşünceler bilimi' olarak karşılanabilir.
Heywood, günümüzde dahi bu görüş aynlıklarının
varlığını sürdürdüğünden bahisle, ideolojiyle ilişkilendirilen anlamlar arasında, en göze çarpanları şöyle sıralamaktadır: "
1) Siyasi bir inanç sistemi;
2) Eylem yönelimli siyasi fikirler kümesi;
3) Yönetici sınıfın fikirleri;
4) Belli bir sosyal sınıf veya sosyal grubun dünya görüşü;
5) Sınıfsal veya sosyal çıkarları dışarı vuran siyasi fikirler;
6) Sömürülenler veya baskı altındakiler arasında yanlış bilinci yayan fikirler;
7) Bireyi sosyal bir bağlamda konumlandıran ve müşterek aidiyet hissi yaratan fikirler;
8) Bir siyasi sistemi veya rejimi ıneşrulaştııınak üzere, resmi olarak ayrıcalık verilmiş fikirler kümesi;
9) Hakikat tekeli iddiasındaki her şeyi kapsayan siyasi öğreti;
10) Soyut ve oldukça sistematik nitelikteki siyasi idealler kümesi."
XVIII. yüzyılın son on yılı ve XIX. yüzyılın ilk yıllarında,
özellikle eğitimin denetlenmesi konusunda Katolik Kilisesi'ne karşı yürütülen şiddetli bir mücadelenin içerisinde bulunmuş bir kişi olarak Tracy, 'fikirlerin doğal kaynağını araştıracak' yeni bilimi tanımlamak için önerdiği ismin 'dini herhangi bir lekeden arınmış olmasına' özel bir önem vermiş ve bu çerçevede metafizik ve psikoloji terimlerini yetersiz bularak reddetmişti. "Bu bilim, düşüncelerin duyumlardan türemesinin nedenlerinin kesin bilgisine ulaşmayı amaçlıyordu. Doğuştan gelen bilgi reddediliyordu; yani fikirler dönüştürülmüş duyumlardır. Tracy, insan zihninin fizyolojik bir temeli olduğunu göstererek, ideolojiyi zoolojinin bir dalı olarak tanımlamıştır. Aynı aşırı empirist çizgideki Bacon, Descartes, Newton, Lavoisier ve Condillac gibi, Tracy de bu tür analizlerin içeriklerinin bilimsel prosedürlere göre dikkatle listelenerek detaylandırılması gerektiğini ileri sürmüştür." Tracy için ideoloji, teorilerin teorisiydi ve fikirlerini ister istemez kullanan diğer bütün bilimlerin zorunlu olarak önünde gittiği için de bilimlerin kraliçesiydi.
Tracy, XIX. yüzyılda zirveye çıkmış Avrupa toplumlarının bulundukları yerin açıklanması ve meşrulaştırılması işini 'düşünceler' düzeyinde yapmak istiyordu. İdeal modern bir toplumun nasıl
kurulabileceğine ilişkin düşüncelere paralel olarak, ideal modern bir 'birey'in nasıl doğru düşünebileceğinin de kesin formülünü ortaya koyma peşindeydi.
Stuart Hall'a , Kant'ın çalışmaları
İdeoloji teriminin gelişimindeki kritik eşiklerden birisini, belki de en belirleyici olanını, Marx'ın çalışmaları oluşturur.
Heywood, "ideolojinin siyasette anahtar bir kavram olma macerası"nı, kavramın Karl Marx'ın yazılarında kullanım biçimiyle başlatır. Bu bağlamda Stuart Ha da, İngiliz ve Amerikan sosyal ve siyaset teorisinin ideoloji kavramına mesafeli duruşu hakkındaki değerlendirmeleriyle, Heywood'un tespitini doğrulamaktadır. Hall; İngiliz siyaset teorisinin, ideoloji terimini büyük ölçüde betimleyici bir tarzda 'sistemli düşünce bütünü' anlamında kullanmasına karşın; Anglo-Sakson sosyal teorisinde kavramın 'hiçbir zaman tamamiyle özümsenmediği' tespitini yapar. Robert Merton'un 1949'da bir derleme eser için kaleme aldığı 'Bilgi Sosyolojisi' ve 'K. Mannlıeim' başlıklı iki yazısını, ideoloji kavramının 'Amerikan sosyal bilimleri içinde yeniden bulunması 'nın belirtisi olarak niteler. Merton'un "diğerlerinde olduğu gibi, bu konuda da Marksizm bilgi sosyolojisinin fırtınalı merkezidir. ( ... ) Esas olarak onun ilk formasyonlarına Marx ve Engels'in yazılarında rastlıyoruz." değerlendirmesini de alıntılayan Hall, Amerikan sosyolojisindeki ideoloji konusuna ilgisizliği "yakın zamana kadar, Marksist kavramlar ile açıkça çatışmanın ve bu düşünce geleneğine ilginin yokluğu" ile ilintilendirir.12
Marx'ın yanı sıra, sonraki dönemlerin Marksist düşünürlerinin kavrama gösterdiği ilgi, her ne kadar kavrama Marx'ın kullanımından hayli farklı anlamlar yüklemişlerse de, ideolojinin modem siyasal ve sosyal düşüncede edindiği şöhretin bir göstergesidir. Marx'ın ideoloji kuramına katkısı, düşünce ve bilincin oluşumu üzerindeki tartışmaları, insan psikolojisine dayalı açıklamalardan toplumsal koşullar üzerine kaydırmasıdır. Marx'ın ideoloji görüşünün en açık ifadesi Alman İdeolojisi (1846) isimli eserinde görülür. Andrew Vincent'e göre, Marx ilk yazılarında Tracy'ye iki anlamda göndermede bulunmaktadır: "İlkinde o basit bir tarihsel gözlem olarak, bir düşünürler
Hail, "Bilimin Geri Tarafı: İdeoloji ve 'Bilgi Sosyolojisi"', s. 73. 11 Heywood, Siyasi İdeoloji/er: Bir Giriş, s. 8. 12 Hail, "Bilimin Geri Tarafı: İdeoloji ve 'Bilgi Sosyolojisi"', s. 69-70.
190 Yücel Bulut
grubunun, yani ideologların varlığından söz eder. ( ... ) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı' da, Tracy'ı:ı,in Elenıents de l 'ldeologie 'sinin dördüncü cildine kısa atıflar vardır. İkinci anlamda ideolojiyi Marx erken dönem eseri Alnımı İdeolojisi'nin -ancak ölümünden sonra yayımlanabilmiştir- başlığında, dünyayı filozofça 'yorumlayan' fakat değiştirilebilir görmeyenlere (özellikle genç Hegelci gruba) atıfta bulunan daha pejoratif bir kavram olarak kullanır.
Marx da, Sol Hegelcileri 'gevezeler' ve masabaşı metafizikçileri olarak değerlendiriyordu.
Alman İdeolojisi'de Marx'ın ideoloji anlayışının ipuçlarını verir:
1) "Kendi tasarımlarının, kendi fikirlerinin vb. üreticileri insanlardır, ama gerçek, faal, kendi üretici güçlerinin ve bunlara tekabül eden ilişkilerin, alabilecekleri en geniş biçimleri de dahil olmak üzere, belirli bir gelişmesiyle koşullandırılan insanlardır. Bilinç hiçbir zaman bilinçli varlıktan (das bewusste Sein) başka bir şey olamaz ve insanların varlığı, onların gerçek yaşam bilinçleridir."
Bu paragrafta ifade edildiği üzere Marx, kişinin düşüncelerini şekillendiren temel unsur olarak kişinin içerisinde bulunduğu sosyal koşullara işaret eder.
Marx'ın bu değerlendirmeleri, bir ölçüde, Hegel'i ters çeviren Feurbach ve Sol Hegelci gelenek içerisinde kalır.
2) Marx'ın ideoloji terimine yaptığı önemli bir katkı ve kavrama yüklediği ikinci bir anlam, yani ideolojinin yalnızca pratik etkisizliğe değil, aynı zamanda hakikatın çarpıtılması, gerçekliğin karşıtı olarak illüzyon/yanılsamaya işaret ettiği şeklindeki değerlendirmesi Alman İdeolojisi'ndeki şu cümlelerinde karşımıza çıkar: "Ve her ideolojide insanlar ve onların ilişkileri bize camera obscura'daymış gibi baş aşağı görünüyorsa, bu görüngü de, tıpkı nesnelerin, gözün ağtabakası üzerinde ters durmasının onun doğrudan fiziksel yaşam sürecinden ileri gelmesi gibi, onların tarihsel yaşam süreçlerinden ileri gelir."
Marx'ın camera obscura metaforu ile tanımlamaya çalıştığı tersine dönme ilişkisi, yaygın olarak, Engels'in daha sonraları adlandırdığı şekliyle 'yanlış bilinç' olarak bilinir
Marx, burada ideoloji kavramıyla yanlış bir dünya görüşünü kasteder. Başka bir deyişle, buradaki ifadeleriyle Marx için ideoloji, yanıltma ve gizemleştirme ile uğraşmaktadır.
Vincent, Modern Politik İdeolojiler, s. 5. 14 Kari Marx ve Friedriclı Engels, Alman İdeolojisi [Feıırbach], çev. Sevim Belli, 2. bs., Ankara: Sol Yay., 1987,s.44. · 15 Marx ve Engels, Alman ideolojisi [Feıırbaclı], s. 44-45.
Bu çerçevede, söz konusu gizemleştirmenin maskesini düşürınek amacıyla eleştirel bir kavram olarak ideolojiden yararlanma yoluna gider. Kendi fikirlerini ise, tarih ve toplumun ürünlerini gün ışığına çıkarmak :üzere titizlikle tasarlanmış oldukları gerekçesiyle, bilimsel olarak niteler. Böylelikle ideoloji ile bilim ilk kez bu kapsamda bir karşıtlık içerisinde kullanılmaya başlanır. Sonraki Marksist düşünür kuşaklarına kadar. da, büyük ölçüde ideoloji ile bilim Marx'ın kullandığı şekliyle bir karşıtlık içerisinde kullanılır. Sosyolojinin doğuş döneminde sosyoloji ile ideolojinin birbirine karşıt iki kavram olarak ortaya çıkması ve ideolojik olmanın bir suçlama anlamı taşıması da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Burası, yani ideoloji ile bilimin, yanlışlık ile hakikatın arasındaki karşıtlık, Marx'ın ideoloji kavramını kullanınasında hayati bir önem taşımaktadır. Ancak Marx'ın 'bilim'den 'doğal bilim' anlamında mı yoksa Almanca'daki Wissenshaft anlamında mı kullandığı belirgin değildir.
XX. yüzyılın Marksist düşünürleri Genç Marx ile Olgun Marx arasında bir ayının yapmak suretiyle meseleyi açıklığa kavuşturmayı denediler. Ancak yine de, bu iki boyutun içinde nelerin ideoloji başlığı altına gireceği konusu açıklığa kavuşmuş değildir.
3) Marx, daha da önemli olarak, ideoloji kavramını bazı sınıfların iktidar ve tahakkümüyle özdeş olarak kullanır: "Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir de, başka bir deyişle, toplumun egemen nıaddf gücü olan sınıf, egemen nıanevf güçtür de. Madd\' üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretim araçlarını da eıminde bulundurur, bunlar o. kadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerin ezihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu
16 Heywood, Siyasi İdeolojiler: Bir Giriş, s. 8. 'Yanlış bilinç' kavramı, Alınan SDP'nin egemen olduğu ve Engels'in himayesinde gerçekleştirilen il. Entemasyonal'de Marksist bilim ile buıjuva ideolojisi arasındaki aynın üzerine gerçekleştiıilen tartışmalar esnasında yine Engels tarafından icat edilmişti. Bkz. Vincent, Modern Politik İdeolojiler, s. 9. Raymond Williams, bu çerçevede, Engels'in Melıring'e Mektup (1893) adlı eserinden şu alıntıyı yapar: "İdeoloji düşünür denilen kişi tarafından bilinçli olarak gerçekleştirilen bir süreçtir, aslında sahte bilinçle. Onu harekete geçiren gerçek nedenler kendisince bilinmeden kalır, öteki türlü bu ideolojik bir süreç olmazdı. Bu nedenle, yanlış ya da görünüşteki nedenleri düşünür. Çünkü biçimini de içeriğini de bütünüyle düşünceden, kendisinin ya da ondan önce gelenlerin düşüncelerinden çıkardığı bir düşünce sürecidir bu."
Bkz. Williams, Analılar Sözcükler, s. 187. Ancak Williams, Alman İdeolojisi'nden ve Fransa 'da Sınıf Mücadeleleri gibi eserlerden verdiği örneklerle -bu eserlerde ne Marx, ne de Engels tarafından doğrudan bu ifadeler kullanılmasa da- "yanılsama, yanlış bilinç, gerçekdışılık, tepe taklak gerçek olarak ideoloji şeklindeki bu anlam[ın], Marx ve Engels'in yapıtında egemen" olduğu görüşündedir. Bkz. Williams, Anahtar Sözcükler, a.y.
192 Yücel Bulut
egemen sınıfa bağımlıdır." ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, ideolojiyi sınıf temeliyle ilişkilendirir ve ideolojide içkin olan çarpıklığın, bu kavramın topluma, yönetici sınıfın çıkarlarını ve bakış açısını yansıtması gerçeğinden doğduğunu belirtir. Yönetici sınıf her zaman kendisini baskıcı olarak görme konusunda isteksizdir ve baskı altında tuttuklarını tahakkümlerine razı etme endişesini taşır. Marx 'a göre sınıf sistemi baş aşağı, tepetaklak biçimde var olur. Yukarıda da ifade edildiği üzere, Marx bu durumu camera obscura ifadesiyle dile getirir.
Marx'ta ideoloji, bir iktidar tezahürüdür. Kapitalizmin, genelde de tüm sınıflı toplumların dayandığı çelişkileri örtmekle ideoloji, sömürülen proleterden sömürüldüğü gerçeğini gizlemeye, böylece de, eşitsiz sınıf iktidarı sisteminin onaylanmasına hizmet eder. İdeoloji, tam anlamıyla çağın hakim düşüncelerini oluşturur. Bu Marx'ın 'ideolojiyi geçici bir şey olarak gördüğü' anlamına gelir. İdeolojinin sürekliliği, ancak onu doğuran sınıfın ayakta kaldığı süre ile sınırlıdır. Kapitalizmin 'mezar kazıcıları' olarak nitelediği proleter sınıfın tüm sınıf eşitsizliklerini ortadan kaldıracak olması, proleterlerin çıkarları ile bir bütün olarak toplumun çıkarlarının örtüşmesi demektir. Haliyle proleter sınıfının ideolojiye ihtiyacı yoktur. Zira bu sınıf, Marx'ta, yanlış bilince, yanılsamalara ihtiyaç duymayan yegane sınıf olarak değerlendirilir.
Sonraki Marksist düşünürler, ideoloji kavramıyla Marx'tan çok daha fazla
uğraşmışlardır. Bu, bir yönüyle de aslında, Marx'ın kapitalizmin .korkunç sonuna ilişkin öngörüsünün hayli iyimser bir öngörü olduğunu göstermektedir. Zira bu öngörünün gerçekleşmeyişi, sonraki dönemin Marksist düşünürlerini, kapitalizmin karşılaştığı krizlerin üstesinden gelme gücünü açıklamadaki etkenlerden biri olarak, ideoloji kavramı üzerinde yoğunlaşmaya sevk etti. Bu odaklanma ise, kavramın hayli önemli anlam değişikliklerine uğramasına sebep oldu.
Bu değişikliklerin en önemlisi, artık her sınıfın bir ideolojisinin olması gereğinden söz edilmesiyle birlikte ideolojinin negatif anlamından kurtarılarak pozitif bir anlama kavuşturulması olmuştur.
Lenin'in Ne Yapmalı
Bu çerçevede Lenin'in Ne Yapmalı? (1902) adlı eserinde proleter sınıfın düşüncelerini 'sosyalist ideoloji' veya 'marksist ideoloji' olarak betimlemesinden söz edilebilir.(19)
17 Marx ve Engels, Alman İdeolojisi [Feurbaclı], s. 79. 18 Heywood, Siyasi ideolojiler: Bir Giriş, s. 9. 19 Raymond Williams'ın, bu bağlamda Lenin'in Kuzey Federasyonuna Mektup başlıklı eserinden yaptığı bir başka alıntı meseleyi açıklayıcı niteliktedir: "İşçi sınıfının mücadelesinin ideolojisi olduğu ölçüde sosyalizm, bir ideolojinin doğuşu, gelişmesi ve güçlenmesine ilişkin genel koşullara uyar, yani insan İdeolojinin Tarihçesi 193
ifade, Marx için muhtemelen saçmalıktan öte bir anlam ifade etmezdi. Lenin ve 20. yüzyıl Marksistlerinin çoğuna göre ideoloji, belli bir sosyal sınıfın iç birlikteliğini sağlayan, onları taleplerini dillendirmeye ve onları elde etmeye yönelten kendilerine özgü fikirleri olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Böylelikle de ideoloji, tüm olumsuz ve aşağılayıcı negatif anlamlarından arındırılmış oluyordu. İdeoloji artık ne zorunlu olarak yanlış bilinci ve mistifıkasyonu ima etmekteydi, ne de bilimin ve hakikatin karşıtıydı. Dahası 'bilimsel sosyalizm' proleter sınıfın ideolojisi olarak kabul edilmekte ve hatta sosyalist ideoloji sınıf mücadelesinin etkili bir silahı olarak görülmelcteydi.20 Lenin'in ideoloji kavramının muhtevasına yönelik bu müdahalesi pratik gerekçelere de dayanıyordu. Zira ona göre, burjuva ideolojisi tarafından köleleştirilmiş proleterya, 'kendi başına asla kendi bilincine varamayacaktır.' Bu yüzden Lenin, kendilerine ait devrimci potansiyelleri gerçekleştirme yolunda işçi kitlelerine rehberlik edecek 'öncü' bir partiye olan ihtiyaçtan bahsetmekteydi.
*Lenin'in Ne yapmalı kitabında bi,ldiğiniz üzere parti üyeliğini tanımlarken emekçilerin en bilinçli en karalı esçkinleri partiye üye yapılmalı Martovla tartışmaları
Marksizm'deki ideoloji meselesi X:X:. yüzyılda daha da karışık bir hal alır. Lukacs gibi yazarlarla birlikte diyalektik materyalizm, burjuva ideolojisinden daha bilimsel olarak görülmekle birlikte, yine de bir ideoloji olarak kabul görür. Üstelik Lukacs'a göre ideoloji, sosyal ve siyasal hayatın Lenin'in tahayyül ettiğinden çok daha derinlerine kök salmıştır.
X:X:. yüzyılın ilk çeyreğinde Rusya'da Ekim Devrimi'nin gerçekleşmesi, Kıta A vrupasında girişilen birçok sosyalist devrim denemesine karşın kapitalist devletlerin bu süreçlerden başarıyla çıkmaları, Almanya ve İtalya başta olmak üzere kurulan faşist devletler ile tüm özgürlük vaadlerine karşın yeni kurulan SSCB 'deki Stalinist yapı arasında totaliterlik bağlamında benzerliklerin kurulması, iki dünya savaşında farklı ulusların proleter sınıflarının birbirine karşıt saflarda egemenleri için savaşıyor olmaları vs. gibi birçok sebep Marksizmin o ana kadar sunmuş olduğu analizlerden farklı noktalar üzerine yoğunlaşma ihtiyacı doğurdu. Özellikle de kapitalizmin girdiği
krizlerden yıkılmak bir yana daha da güçlenerek çıkması, kapitalist toplumlarda yaşanan ekonomik süreçlerin ötesinde siyasal, kültürel ve toplumsal süreçler ve dinamikler üzerine yoğunlaşılmasını beraberinde getirdi. "Gelişmiş kapitalist toplumların kültürel ve ideolojik süreçlerini anlamaya yönelik yeni kuramsal
bilgisinin tüm malzemesi üstüne kuruludur, üst düzey bir bilimi önvarsayar, bilimsel çalışına gerektirir, vb ... Kendiliğinden gelişen işçi sınıfının mücadelesinde, başlıca güçlerden biri olarak, kapitalist ilişkiler zeminine, sosyalizm ideologlar tarafından taşınır." Bkz. Williams, Analılar Sözciikler, s. 188. 20 Andrew Vincent, Lenin'in ideoloji kavramına yüklediği bu anlamın, kavramm 1830'larda Fransa'daki günümüzdeki anlamlarına çok yakın olduğunu belirtir. Bkz. Vinceııt, Modern Politikldeolojiler, s. 10.
194 Yücel Bulut
çabaların sorduğu temel soru, kapitalizmin nasıl olup da açık bir şiddete ve zorbalığa başvurmadan kitleleri yönetme becerisini gösterebildiğidir. Diğer bir deyişle, artık yanıtı aranan soru, kapitalizmin üretim pratiklerinin yarattığı toplumsal çarpıklıklar değil, kapitalizmin parlamenter demokratik bir siyasal sistem içinde yönetilen sınıfların onayını nasıl kazandığıdır."21 Frankfurt Okulu düşünürlerinin, Gramsci'nin, Althusser'in, Foucault'un ve diğerlerinin özellikle 1930'lar sonrasında üzerinde yoğunlaştıkları ana çalışma konusu bu doğrultuda gelişmiştir. Bu çalışmalar ideoloji kavramının kavranışında yeni anlamlar ortaya çıkardığı, tartışmaya yeni boyutlar getirdiği gibi kültürel çalışmalar22 ve söylem analizleri gibi yeni çalışma alanlarının ve yaklaşımların ortaya çıkışı üzerinde de etkili olmuştur.
Kapitalizmin meşruiyet üretme becerileriyle istikrarını korumayı başarma kapasitesi Frankfurt Okulu düşünürlerinin de özel ilgi alanıydı. Yahudi kökenli sosyalist Alman düşünürlerin teşkil ettikleri bu okul, genelde devlet sistemlerinin, özelde ise Nazizmin/Faşizmin kendi çıkarlarını tüm toplum kesimleri tarafından içselleştirmeyi nasıl başardığını anlamaya ve göstermeye çalıştı. Bir dönem bu okul üyeleri arasında bulunan Herbert Marcuse, Tek Boyutlu İnsan23 adlı çalışmasında; ileri sanayi toplumunun, düşünceyi yönlendirmek ve karşıt görüş sahiplerini kendilerini ifade etmekten yoksun bırakmak üzere, kendi ideoloji kapasitesinde 'totaliter' bir nitelik geliştirdiğini öne sürmüştü. Modem toplumlar, sahte ihtiyaçlar üretmekle beraber, insanları gözü doymaz tüketicilere dönüştürmenin yanında, yaygın/kapsamlı ve aptallaştırıcı refahın yayılmasıyla, eleştiriyi felce uğratmayı başarmıştır. Marcuse'ye göre, liberal kapitalizmin tartışmasız hoşgörüsü bile baskıcı bir amaca hizmet etmekteydi. Çünkü liberalizm özgür tartışma ve iddiada bulunma izlenimi vermekte, böylece de aşılama ve ideolojik denetimin vardığı düzeyi gizlemektedir.
21 Seıpil Sancar Üşür, İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan Söyleme, Ankara: İmge Kitabevi, 1997, s. 25-26. 22 Kültürel Çalışmaların doğuşu ve gelişimi için bkz. Simon During, "lntroduction", Simon During (ed.), Tize Cııltural Studies Reader, 2. bs., Londra ve New York: Routledge, 1999, s. 1-28; Lawrence Grossberg, Caıy Nelson ve Paula Treiclıler, Cııltural Studies, Londra ve New York: Routledge, 1992, özellikle s. 122 ve 277-294. Marksizm, ideoloji ve kültürel incelemeler ilişkileıi ve problem alanlan Stuart Hail üzerine gerçekleştirilen şu
Stuart Hali: Critical Dialogues in Cultural Studies, Londra ve New York: Routledge, 1996. 23 Herbert Marcuse, Tek Boyutlu insan: ileri Endüstriyel Toplumun ideolojisi Üzerine inceleme, çev. Seçkin Çağan, İstanbul: May Yay., 1968.
İdeolojinin Tarihçesi 195
Frankfurt Okulu üyeleri, Nazilerden kaçmak üzere önce Alınanya'yı ve sonrasında da Avrupa'yı terk ederek ABD'ne yerleşmeleri sonrasında yine bu çerçevedeki problemleri çözümleyebilmek üzere popüler kültür incelemelerine ve Otoritaryen Kişilik24 hakkında geniş çaplı bir çalışına üzerine gayretlerini yoğunlaştınnışlardı.
Marksist ideoloji teorisinin gelişiminde önemli dönüm noktalarından birisi muhakkak ki Antonio Gramsci'dir. Graınsci, aslında, ideoloji kavramını çok sık kullanmaz. O, "az çok aynı anlamı veren 'felsefeler', 'dünya görüşleri', 'düşünce sistemleri' ve bilinçlilik biçimleri gibi bir dizi terimden yararlanır. İdeolojilerin eşdeğeri olmamakla birlikte 'sağduyu' gibi bunların aşağı katmanlarına işaret eden kavramları da kullanınaktadır."25 Graınsci'nin ideolojiyi nasıl kavradığını; yeni ürettiği ya da Marksist literatür içinde kullanılan bazı kavramları yeniden kavramsallaştırmak suretiyle yeni anlamlar yüklediği hegemonya, organik aydın, yapı, alt yapı-üst yapı, devlet ve sivil toplum gibi eski kavramlar üzerinden takip etmek mümkündür. Kavramları yer yer farklı anlamlarda kullanıyor olması, onun ideoloji anlayışını kavramayı güçleştiren bir etkendir.26
Graınsci'nin daha önce Marksist literatürde kullanılan, fakat yeni anlamlar yükleyerek yeniden kullandığı bir kavram, hegemonya kavramıdır. Marksist literatürde kullanıldığı biçimiyle hegemonya, proleteryanın burjuvazi ile mücadelesinde ittifak kuracağı kesimler bağlamında gündeme gelmişti. Fakat Gramsci, "işçi sınıfının feodal bir düzene karşı burjuva devrimindeki rolü bağlamında üretilmiş hegemonya kavramını istikrarlı bir sermaye toplumunda işçi sınıfı üzerinde burjuva egemenlik mekanizmasını kapsayacak kadar genişletmiştir. ( ... ) Gramsci hegemonya kavrammı Batıdaki burjuva iktidarlarının yapısının ayrıntılı tahlili için kullanmıştır."27 Fikirlerini siyaset
24 Frankfurt Toplumsal Araştınnalar Enstitüsü üyeleri, Nazi Alınanyasını terk ederek yerleştikleri ABD'nde -başka araştınnacılarla birlikte- 'Önyargı Üzerine Araştırmalar' başlığı altında 5 cilt olarak topladıklan. geniş bir çalışına gerçekleştinnişlerdi. Bu serinin üçüncü cildinin başlığı Otoritaıyen Kişilik adını taşımaktadır. Eser, T. W. Adomo, Else Frenkel-Brunswik, Daniel J. Levinson ve R. Nevit! Sanford'un iınzalanyla yayınlanmıştır (New York: Harper, 1950). Bin sayfa civanndaki bu hacimli çalışmanın "Niteliksel ideoloji İncelemeleri" başlıklı dört bölümü Türkçe'ye de tercüme edilmiştir. Bkz. T. W. Adomo, Otoritaıyeıı Kişilik Üstiiııe: Niteliksel İdeoloji İncelemeleri, çev. Doğan Şahiner, İstanbul: OM Yay., 2003. 25 Stuart Hail, Bob Luınley ve Gregor McLennan, Siyaset ve ideoloji - "İdeoloji", çev. Sadun Eınrealp, Ankara: Birey ve Toplum Yay., 1985, s. 5. 26 Gramsci'nin kavraınlanndaki ınuğliik.lıklar, ınetinleıini hapishanede kaleme alınış olmasına ve sansürden kaçına çabasına bağlanmaktadır. 27 Perry Aııderson, Gramsci: Hegemonya, Doğu/Batı Sorıınıı ve Strateji, çev. Tank Günersel, İstanbul: Alan Yay., 1988, s. 39.
196 Yücel Bulut
sosyolojisinin genel bağlamı içinde sunan Gramsci, kavrama yüklediği yeni anlamlar için Machiavelli 'den hareket ederek, her siyasal eylemde ikili perspektifleri vurgular. Bu çerçevede devlet (siyasal toplum) ve sivil toplum ayrımını vurgular. Her iki alana denk gelecek şekilde de ikiliklerden söz eder: 'Zor', 'egemenlik' ve 'şiddet' siyasal topluma karşılık gelen devlete; 'rıza', 'hegemonya' ve 'uygarlık' ise sivil topluma özgü olarak zikredilir.
Gramsci'nin incelemesinin dayandığı "( ... ) yöntembilimsel ölçüt şudur: Bir toplumsal grubun baskınlığı (suprematie), 'egemenlik' (domination) olarak ve 'entelektüel ve moral yönetim' olarak, kendini iki biçimde gösterir. Bir toplumsal grup, 'temizleme' ya da boyun eğdirme amacını güttüğü hasım gruplar üzerinde, gereğinde silahların gücüyle de olsa, egemenliğini (buyurganlığını) uygular, ve kendine yakın ya da bağlaşık grupları yönetir. Bir toplumsal grup, hükümet erkliğini fethetmeden önce de yönetici olabilir ve hatta olmalıdır da (ve erkliğin kendisinin fethi için başlıca koşullardan biri de işte budur); sonra, erkliği kullandığı zaman, ve onu elinde sıkı sıkıya da tutuyorsa, egemen (buyurgan) grup durumuna gelir, ama 'yönetici' (dirigeant) grup olmayı da sürdürrnelidir."28
Gramsci, toplumsal sınıfların ideolojik düzeyde çıkarlarının temsilini mümkün görür. Bu çerçevede ideolojiyi, toplumsal sınıfların dünya görüşü olarak kavrar. Ancak ona göre bir toplumsal sınıfın çıkarları, sınıflar arasındaki farklılığın yaşanmasının siyasal düzey aracılığıyla tanımlandığı bir çatışma ve sınıf mücadelesi içinde stratejik olarak kurulma alanıdır. Hegemonik bir iktidar kapitalist üretim biçiminin temel sınıflara yapısal bir zorunluluk olarak getirdiği bir nesnellik değil, sınıf mücadelesi içinde toplumsal sınıfların politik ve ideolojik düzeydeki becerisine bağlı olarak gelişen bir durumdur. Yani hegemonya kurulabilir, ama kurulmayabilir de. "Gramsci 'nin ideoloji tanımı, madd1 bir pratik içindeki kolektif öznelerin (sınıfların), bu pratik içindeki konumlarını tanımlamaları ve bunun mücadelesi dolayırnıyla oluşturdukları bilinç olarak somutlanır."29 Bu çerçevede Gramsci'ye göre "( ... ) belli bir yapı için zorunlu, tarihsel olarak organik ideolojilerle, keyfe bağlı, usçu, 'ısmarlama' ideolojiler arasında ayrım yapmak gerekir. Tarihsel bakımdan zorunlu ideolojiler olarak, 'psikolojik' bir geçerlilikleri vardır ideolojilerin, insan
28 Antonio Graınsci, Hapishane Defterleri: Tarih, Politika, Felsefe ve Kiiltiir Sarımları Üzerine Seçme Metinler, çev. Kenan Somer, İstanbul: Onur Yay., 1986, s. 14-15. [Hapishane Defterleri'nin Türkçe'de Adnan Ceıngil tarafından tercüme edilmiş bir başka nüshası daha bulunmaktadır: lstanbul: Belge Yay., 1986. İlk baskısı Paye! Yayınlan tarafından l 975'te yapılan eserde, bu kısım yer almamaktadır.] 29 Üşür, ideolojinin Seriiveni, s. 32.
İdeolojinin Tarihçesi 197
yığınlarını 'örgütlerler', insanların devindikleri, durumlarının bilincine vardıkları, savaşım verdikleri, vb., alanı oluştururlar onlar. 'Keyfe bağlı' ideolojiler olarak da, bireysel 'devinim'lerden, polemiklerden ... başka hiçbir şeye yol açmazlar (bunlar da büsbütün yararsız değildirler; gerçeğe karşı koyan ve onu olumlayan yanılgı gibidirler çünkü)."30 Gramsci, bu bağlamda ideolojileri gerçeklik ve .sahtelik ölçütüne göre değil, sınıfları ve sınıf bölümlerini bağımlılık ve boyun eğme konumlarında birbirine bağlamaktaki işlevi ve etkinlik derecesine göre değerlendirmektedir. İdeoloji toplumsal bloku 'yapıştırma ve birleştirme' işlevi görmektedir.
Ona göre kapitalist sınıf sistemini ayakta tutan şey, sadece bu sınıfın eşitsiz siyası ve iktisadi iktidarı değil, Gramsci 'nin kavramlaştırmasıyla burjuva fikir ve ideolojilerinin 'lıegemonya'sıdır. Başka bir deyişle, kapitalizmde tahakküm sadece yasal ya da fiziki baskı ile değil, aynı zamanda dilin, ahlakın, kültürün ve sağduyunun tahakkümüdür. "Hegemonya, 'kendiliğinden oluşan' rızanın örgütlenmesini içerir" ve sistemleştirilmiş olmakla ve kendisini evrensel olarak sunmakla birlikte bütünüyle yönetici sınıftan kaynaklanmaz; o, sınıflar arası ve blok içi mücadeleler sürecinde ortaya çıkan bir şeydir.
İdeolojik hegemonyanın anlamı, burjuva fikirlerinin karşıt görüşlerin yerini alıp, çağın sağduyusu haline gelmesidir. Gramsci, ideolojinin sanatta, edebiyatta, eğitim sisteminde, kitle iletişiminde, günlük dilde ve popüler kültürde, kısaca tüm toplumsal düzeylerde ne derece yaygın ve gömülü olduğuna dikkat çeker. İktidarın hegemonik fikirleri, aşağı sınıfların gerçek yaşantıları haline gelir. Bu karmaşık hegemonik aygıtı ise, geleneksel entelektüeller inşa etmektedirler. Gramsci, burjuva hegemonyasının proleteryanın kişisel inançlarını, normlarını ve emellerini biçiınlendirdiği kanaatinde olduğu için, ısrarlı bir biçimde bu burjuva hegemonyasına karşı bir mücadelenin ancak siyası ve entelektüel düzeyde, başka bir deyişle, ideoloji düzeyinde mümkün olabileceğini savunuyordu. Onun önerisi, ışçı sınıfı içerisinde yer alan organik entelektüellerin, karşıt bir hegemonya kurarak burjuva hegemonyasını destekleyen geleneksel entelektüellere karşı bir mücadele içine girmeleridir.
Gramsci'nin kuramı, temelde sınıf mücadelesine bağlı olarak ortaya çıkar. Sınıfların kendi çıkarlarının bilincine varmaları bu mücadele içerisinde gerçekleşir. Bu noktada maddi toplumsal pratikler ile sınıf egemenliğini olanaklı kılan organik ideoloji arasında kurduğu ilişkide indirgemeci duruma
311 Gramsci, Hapishane Defterleri, s. 254.
198 Yücel Bulut
düşmemesi, ürettiği tarihsel blok anlayışıyla mümkün olur. Tarihsel blok, belli bir toplumsal anda maddi toplumsal pratikler (alt yapı) ile çok sayıda olası ideolojik form arasından siyasal/ideolojik mücadelenin belirlediği bilinçliliğin oluşturduğu somut ve sadece bu belli tarihsel ana özgü bütünlüktür. Yani belli bir maddi toplumsal pratik düzeyine karşılık gelebilecek sonsuz sayıda ideolojik form mevcuttur. Bu ideolojik formun nasıl biçimleneceği ise siyasal mücadele içinde, toplumsal sınıflar arası ilişkilerin oluşturduğu somut bilinçlenme biçimlerine bağlıdır.
Gramsci 'nin analizlerinde Marksist bilim ve ideoloji tezine, diyalektik materyalizme, saf determinizme, yanlış bilinç tezine ve sosyalist ideoloji tezine ilişkin sınırlamalar ve değişiklikler vardır. Onun yaklaşımı, ayrıntılı ve sofistike bir yaklaşımdır; fakat yine de, Marksist 'hakikat' diğer yaklaşımlara karşıt bir şey olarak sunulmaktadır. Bu anlamda, eski ayrımların Graınsci' de farklı biçimlerde yeniden ortaya çıktığı söylenebilir.
Gramsci'nin çabasının bir benzerini Louis Althusser'in çalışmalarında da görebiliriz. O da, Gramsci gibi, gelişmiş, istikrarlı bir kapitalist sistem içerisinde ideoloji ile iktidar arasındaki ilişkiyi açığa çıkarmaya uğraşır. Açık bir baskıya dayanmayan
yönetme süreçlerinin bilgisini açığa çıkarma, onun ideoloji yaklaşımının temelini teşkil eder. Althusser için ideoloji; toplumsal forınasyonu meydana getiren üç ana düzeyden biridir ve 'insanın kendi hayatıyla yaşayan ilişkisi' demektir. Althusser'de diğer iki düzey, ekonomik düzey ve siyasal düzey olarak tanımlanır. Althusser ideolojiyi, onu ekonomik yapının/altyapının doğrudan ya da tersine çevrilmiş bir şekilde yansıması olarak kavrayan klasik Marksist kuramdan farklı olarak, nihai noktada ekonomi tarafından belirlenınekle beraber, özerk bir alanı olan maddi bir pratik olarak kavrar: "Toplumsal nesnelliğin bir düzeyi olarak ideolojinin göreli özerkliği demek, kendi içinde özgün belirlenme mekanizmalarına sahip bir alan olarak ideolojinin tanımlanması demektir. "31 İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları'nda Althusser'in merkezi konusu 'üretim koşullarının yeniden-üretimi'dir. Bu çerçevede, üretim-araçlarının yeniden üretimi üzerinde durduktan sonra, emek-gücünün yeniden üretimi üzerine yoğunlaşır. Fakat emek-gücünün işletme içinde yeniden üretiminden ziyade işletme dışındaki üretimini anlama ve açıklama çabasına girişir: "Emekgücünün bu (zengin bir çeşitlilik arzeden) vasıflarının yeniden-üretimi kapitalist
31 Üşür, İdeolojinin Seriiveni, s. 41.
F-14
İdeolojinin Tarihçesi 199
düzende nasıl sağlanır? Köleci ve serfçi toplumsal formasyonlardan farklı olarak, emek-gücünün vasıflarının yeniden-üretimi gitgide 'yerinde' (üretim içinde eğitim) değil, fakat gitgide daha çok üretim dışında sağlanmaya yöneliyor (bu, belli bir yönseme gösteren bir yasa): Kapitalist eğitim sistemi içinde, başka kurum ve kertelerde."32 Okulda pek çok know-how'ın yanı sıra 'işbölümünün her görevlisinin tayin edildiği yere göre uyması gereken terbiye ve saygı kurallarının öğretildiğinden söz ettikten sonra şöyle diyor: "Başka bir söyleyişle, okul (fakat aynı zamanda Kilise gibi başka devlet kurumları, ya da ordu gibi başka devlet aygıtları da) bir sürü beceri öğretiyor, fakat bunu yönetici ideolojiye boyun eğmeyi ya da bu ideolojinin 'pratiğinin' egemenliğini sağlayan biçimlerde yapıyor."33 Bu konudaki son değerlendirmesini "çünkü enıekgiicünün vasıflarının yeniden-üretimi, ideolojik boyun-eğme biçimlerinin altında ve içinde sağlanıyor" şeklinde ifade ettikten sonra altyapı ve üstyapı kavramlarının açıklamasına geçer ve bu çerçevede devlet ve ideolojinin açıklamasına girişir.
Althusser, Marksist gelenekten hareket ederek, devleti bir baskı aracı olarak kabul eder.34 Devlet teorisini geliştirmek için, yapmış olduğu devlet aygıtı ile devlet iktidarı ayrımına ek olarak, devletin baskı aygıtının yanında, fakat onunla karıştırılmaması gerektiğini önemle vurguladığı yeni bir kavram kullanır: Devletin İdeolojik Aygıtı [DİA]. Devlet aygıtını/devletin baskı aygıtını oluşturan hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler vb. zor kullanırlar. Althusser, Devletin İdeolojik Aygıtları ile "gözlemcinin karşısına, birbirinden ayrı ve özelleşmiş kurumlar biçiıninde dolaysız olarak çıkan belirli sayıda gerçeklikleri" kast eder ve örnek olarak da dini, öğretimsel, aile, hukuki, siyasal, sendikal, haberleşme ve kültürel DİA'lan verir. İlk olarak, Devletin tek bir baskı aygıtı olmasına karşın, birçok DİA'sı bulunmaktadır. Fakat bu sayıdaki DİA'nın bütünleşmesini sağlayan birlik dolaysızca
gözlemlenemez. İkinci olarak, devletin baskı aygıtı bütünüyle kamuda yer almasına karşın DİA'ların en büyük bölümü özel alan içinde yer alır: Kiliseler, partiler, sendikalar, aileler, bazı okullar vb. gibi. En nihai noktada Althusser'e göre DİA'ları Devletin baskı
32 Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin ideolojik Aygıtları, çev. Yusuf Alp ve Mahmut Özışık, 3. bs., İstanbul: İletişim Yay., 1991, s. 22. 33 Althusser, İdeoloji ve Devletin ideolojik Aygıtları, s. 23. 34 "Devlet böylece her şeyden önce, Marksist klasiklerin devlet aygıtı adını verdikleri şeydir. Bu terim ile şu anlaşılır: Hukuki pratiğin gereklerine ilişkin olarak zoruıiluluğunu ve varlığını tanıdığımız (dar anlamıyla) özdeşleşmiş aygıt, yani yalnızca polis, mahkemeler, hapishaneler değil, fakat aynı zamanda polis ve uzmanlaşmış yardımcı birlikleri 'olaylarla başa çıkamadıklarında' son kertede ek bir baskı gücü olarak doğrudan doğruya müdahale eden (proleterya bu dersi kanıyla öğrendi) ordu ve bu bütünün üzeıinde devlet başkanı, hükümet ve yönetim." Bkz. Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s. 27.
200 Yücel Bulut
aygıtından ayıran temel fark şudur: "Devlet'in (Baskı) Aygıtı 'zor kullanarak' işler, oysa DİA'lar 'ideoloji kullanarak işler. "'35
Althusser, ideolojiyi "bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki hayali ilişkilerin bir 'tasarımı"'36 olarak tanımlar. Eserinin ilerleyen sayfalarında "'İnsanlar' ideolojide gerçek varoluş koşullarını, gerçek dünyalarını 'kendilerine temsil etmezler'; orada onlara temsil edilen, kendilerinin bu varoluş koşullarına karşı ilişkilerdir. Gerçek dünyanın ideolojik, yani hayali olarak her tasarlanmasının merkezinde bu ilişki yer alır."37 şeklinde yazarak ideoloji hakkındaki düşüncelerini daha da açar. Ona göre her ideoloji, bireylerin 'üretim ilişkileri ve onlardan türeyen ilişkilerle olan (hayali) ilişkisini temsil eder.' Başka bir deyişle, ideolojide insanlar kendileri ile varoluş koşulları arasındaki ilişkiyi değil, bu ilişkiyi yaşama biçimlerini de ifade ederler. "İdeolojide gerçek ilişki, kaçınılmaz olarak, bir gerçekliği tanımlamaktan ziyade bir iradeyi (muhafazakar, konformist, reformist ya da devrimci), bir umut ya da bir nostaljiyi ifade eden hayali ilişkiye sarmalanmış olarak bulunur."38
İdeolojiyi bir veri olarak kabul eden Gramsci'den bir adım ileri giderek ideolojinin nereden kaynaklandığını araştıran Althusser'e göre, bireyler kendilerini bir toplumsal formasyon içerisinde, yani önceden belirlenmiş ilişkiler içinde bulurlar. Üretici güçler dolayımıyla belirlenen toplumsal formasyon içerisinde bireylerin oynayacağı roller de belirlenmiştir. Bu anlamda, toplumun bireyler-arası ilişkiler olarak tanımlanması doğru olmaz. Zira bireyler bu ilişkilere, belirleyici özneler olarak değil, toplumsal ilişkiler içinde belirlenen bireyler olarak girmektedirler. Ancak toplumsal formasyonun işleyişi içinde, ilişkilerin bütününü hiçbir zaman göremeyen bireyler, kendilerini özneler olarak görmektedirler. İdeolojinin önemi de burada ortaya çıkıyor. Bu noktada ideoloji, Althusser tarafından, toplumsal ilişkilerin taşıyıcısı olan bireyleri, bu ilişkilerin öznesi haline getiren bir şey olarak kavramsallaştırılır.39 Onun için ideolojinin varoluşu ile bireylerin özneler olarak çağrılmaları/adlandırılmaları bir ve aynı şeydir. "( ... ) Böylece ideolojinin dışında ( ... ) geçtiği sanılan şeyler gerçekte ideolojinin içinde geçerler. Demek oluyor ki, gerçekte ideolojinin içinde geçen şeyler
onun dışında geçermiş gibi görünüyor. Bunun içindir ki ideolojinin içinde
35 Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s. 34-35. 36 Althusser, ideoloji ve Deıı/etin ideolojik Aygıtları, 51. 37 Althusser, ideoloji ve Devletiıı ldeo/ojik Aygıtları, s. 54. 38 Louis Althusser, "Marxism and Humanism", For Marx, http://www.marxists.org/reference/arclıive/althusser/ 1964/marxism-humanism.htm 39 Althusser, "İdeoloji Bireyleri Özne Diye Adlandınr", ideoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s. 60.
İdeolojinin Tarihçesi 201
yer alan kişiler kendilerini tanını gereği ideolojinin dışında sanırlar: İdeoloji aracılığıyla, ideolojinin ideolojik karakterinin fiil! yadsıması ideolojinin etkilerindendir: İdeoloji hiçbir zaman 'Ben ideolojikim' demez. ( ... )İdeolojinin içinde bulunmak suçlamasının, hiçbir zaman suçlamayı yapan değil, fakat hep başkalan için geçerli olduğu pek iyi bilinir. ( ... ) Demek oluyor ki, ideoloji bireyleri özneler olarak çağırır veya adlandırır. ( ... ) İdeoloji bireyleri her zaman ve zaten özneler olarak çağırdı. Bu ise bireylerin her zaman ve zaten, ideoloji tarafından özneler olarak çağrıldığı demektir, ki bu da bizi zorunlu olarak son · bir önermeye götürür: Bireyler her zaman ve zaten öznedirler. ( ... ) Bir bireyin her zaman-zaten, doğmadan önce bile, özne olması herkesin anlayabileceği bir şeydir ve hiç mi hiç paradoks değildir."40
Michel Foucault, ideoloji kavramını kullanmayı tercih etmez ve bu tercih etıneyişin nedenlerini, "Bana göre, üç nedenden dolayı ideoloji nosyonundan yararlanmak güç görünüyor. Birincisi, ister hoşlanalım ister hoşlanınayalıın, ideoloji nosyonu hakikat olduğu varsayılan başka bir şeyle daima potansiyel bir karşıtlık duıuınunda yer alır. Ben şimdi, sorunun, bir söylemde bilimsellik ya da hakikate ait olan şeyler ile başka şeye ait olan şeyler arasına bir çizgi çizmekte değil; kendi başlarına ne doğru ne de yanlış olan söylemler içinde hakikat etkilerinin nasıl üretildiğini tarihsel bakımdan anlamakta yattığı inancındayım. İkinci sakıncanın kaynaklandığı nokta, ideoloji kavramının, sanının kaçınılmaz olarak, bir tür özneye göndermede bulunmasıdır. Üçüncüsü, ideoloji onun altyapısı, maddi, ekonomik belirleyicisi vb. işlevi gören bir şey karşısında ikincil düzeydeki bir konumda yer alır. İşte bu üç nedenden, ideolojinin ihtiyatla yaklaşılmadan kullanılamayacak bir nosyon olduğunu düşünüyoruın."41 şeklinde ifade eder. Barret, Foucault'nun bu ifadelerini bir anlamda şu cümlelerle tefsir eder: "Foucault'nun ideoloji kavramını (1) madalyonun öteki yüzü olarak kabul edilemez hakikat iddialarıyla ilgili olduğu; (2) humanist bir bireysel özne anlayışına dayandığı ve (3) Marksizmdeki yetersiz ve determinist temel-üstyapı modeline yakalandığı için reddettiğini belirtmek yeterlidir.'ı42 Burada, şimdilik yalnızca Foucault'nun ideoloji kavramına alternatif olarak, temel eserlerinden biri olan, belki de başlıca metodolojik kitabı olan Bilginin
411 Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, s. 64-66. 41 Michel Foucault, "Hakikat ve İktidar", Seçme Yazılar !: Entelektüelin Siyasi işlevi, çev. Işık Ergüden, Osman Akınlıay ve Ferda Keskin, 2. bs., İstanbul: Aynııtı Yay., 2005, s. 69. 42 Michele Barret, Marx'tan Foııcaıılt'ya İdeoloji, çev. Ahmet Fethi, İstanbul: Sannal Yay., 1996, s. 138.
202 Yücel Bulut
21
Arkeolojisı43 adlı çalışmasında açıkladığı, 'söylem' teorisini geliştirdiğini belirtmekle yetinelim.
Marksizm dışında bir ideoloji kuramı geliştirmeye yönelik ilk teşebbüslerden bir tanesi, Lucaks'ın öğrencisi olan -bilgi sosyolojisinin kurucu isimlerindenKarl Mannheim'e aittir. Mannheim'in ideoloji üzerine yapmış olduğu analizler kapalı kalmış birçok boyutu bünyesinde barındırır ve karmaşık bir özellik taşır. Aslında Mannheim da Marksist terminolojiyi kullanır, fakat farklı sonuçlara varır. İdeoloji ve Ütopya (1929) adlı eserinde Mannheim, ideolojileri belli bir sosyal düzeni savunmaya hizmet eden düşünce sistemleri ve bu düzendeki baskın ya da yönetici grubun çıkarlarının kabaca ifadesi olarak tanımlamıştır. Bunun karşıtı olarak ise ütopyaları önemsemekteydi. Ona göre, ütopyalar, geleceğin idealleştirilmiş temsilleridir. Ütopyalar büyük kapsamlı bir değişim önererek geleceğe bakma ve mevcut sosyal gerçekliği eleştirıne özelliğine sahiptiler. Bu, ütopyaların her zaman baskı altındaki grupların çıkarlarına hizmet eden radikal bir sosyal değişim ihtiyacına denk geldiği anlamına gelir. Mannheim, ayrıca ideoloji kavramını 'total' ve 'tikel' [kısnıf ve bütünlükçü] ideoloji olmak üzere ikiye ayırır. 'Tikel' ideolojiler meseleye birey açısından bakarlar ve onlar için önemli olan bireylerin karşıtları karşısındaki psikolojileri, inançları ve özel çıkarlarıdır. 'Total' ideolojiler ise, bir sosyal sınıfın, kolektif bir kültürün ya da toplumun hatta bir tarihsel dönemin bütün Weltanschauııng'unu kapsayabilir.44 Değerlendirmesinin ilerleyen kısımlarında
43 Michel Foucault, Bilginin Arkeolojisi, çev. Veli Urhan, İstanbul: Birey Yay., J 999. 44 "( ... )tarihsel-toplumsal analiz yönteminin uyarlanmasını, ilk başta anlamsal dalgalanınlann, 'hazır', yani şu ana dek oluşmuş olan mevcut kavramsallığa dayanması sağlamaktadır. Böyle bir analiz, 'ideoloji' kavramını genelde birbirinden farklı olan iki anlamda kullanabileceğimizi göstennektedir. Sözcük anlamının ilk vaıyantını kısmi, ikincisini ise biitiinliikçii ideoloji kavramı olarak adlandıracağız. Bu sözcükle, karşı tarafın belli başlı 'fikir' ve 'düşünceler'ine inanılınamak gerektiği kastediliyorsa eğer, o zaman söz konusu olan kısmi bir ideoloji kavramıdır. Zira, bu 'fikir' ve 'düşünce'ler, karşı tarafın çıkaıına uygun olmayan bir gerçeğin bilinçli bir şekilde örtbas edilmesi olarak ele alınır. ( ... ) Kısmi niteliği, karşısına radikal, biiliinliikçii bir ideoloji kavramı çıkartıldığında, anında göze çarpmaktadır. Bir çağın ya da tarihsel-toplumsal açıdan somut tanımlanabilen bir grubun -örneğin bir sınıfın- ideolojisinden bahsetmek bu çağın ya da bu gruplaıın bütünlükçü bilinç yapılarıııın özellikleri ve niteliği bağlamında mümkün olabilir. ( ... ) Kısmi ideoloji kavramı, karşı tarafın iddialarının sadece bir kısmını -ve bunları da sadece içeriksel niteliği açısından- ideoloji olarak kabul ederken; bütünlükçü ideoloji kavramı, (kategorik aparat dahil olmak üzere) karşı tarafın tüm dünya görüşünü sorgulayıp bu kategoıileri kolektif özneden hareketle anlamaya çalışır. ( ... ) İşlevselleŞlirıne, kısmi ideoloji kavramı söz konusu olduğunda, sadece psikoloji düzeyinde cereyan eder.( ... ) Bütünlükçü ideoloji söz konusu olduğunda durum değişir.( ... ) Bir taraftan [kısmi ideolojide] pür psikoloji düzeyinde cereyan eden işlevselleştiııne, öbür taraftan [bütünlükçü ideolojide] ise, tinsel bilimlerle ilgili düzeyin işlevselleştirilmesi söz konusudur. Bu farklılık esas alındığında, kısmi ideoloji kavramı öncelikle çıkar psikolojisinden; bütünlükçü ideoloji kavramı ise, çok daha foıınelleştiıilmiş ve muhtemelen nesnel yapısal ilişkilerin ortaya çıkarılmasını
ayrıca özel ve genel ayrımı da yapınaktadır.45 Bu ayırıınlardan hareketle de Marx'ın ideoloji anlayışını ve 'bizzat Marksist bir kavram' olarak değerlendirdiği yanlış bilinç yaklaşımını eleştirir.46 Marx'ın ve Marksistlerin, 'burjuva' toplumunun ideolojisi üzerine analiz yaparken kendi konumlarını da bu çerçevede sorgulamaları gerektiğini dile getirir. Yanlış bilinç ve gerçeklik problemi üzerine değerlendirmelerinin devaınmda "( ... ) gerçeklik problemine bu aşamadan hareketle etraflıca bakmak iki farklı çözüme -birbiriyle karıştırılmaması gereken ya bir göreciliğe ya da ilişkilendiriciliğe- yol açabilir"47 diyerek yeni bir aynın noktası daha sunar. 'Genel ve bütünlükçü ideoloji" kavramı aşamasında, değer serbestisine sahip olan ve değerlendirici (epistemolojiyle ilgili-metafiziksel) yönelimli ideoloji kavraınlan şeklinde ikili bir aynın daha yaparak ideoloji kuraınmı geliştirmeye devam eder. Özellikle değerlendirici yaklaşım, Mannheiın için, hem üzerinde çalışılan konunun ve hem de araştınnacının kendi hakkmda tam bir bilince sahip olmasını gerektirir, ki bu bilgi sosyolojisi için en uygun yöntemdir.
Mannheiın, ütopyalar da dahil olmak üzere tüm ideolojik sistemlerin çarpıtıldığını savunmaktadır. Çünkü her ideolojik sistem sosyal gerçekliğe ilişkin kısmi, zorunlu olarak da bencil çıkarlara dayalı bir bakış açısmı yansıtır. Buna karşm o, nesnel gerçekliğin ortaya çıkarılması çabasından da vazgeçilmemesi gereğini savunur. Eseıinin "Bilim Olarak Siyaset Mümkün
amaçlayan işlevsellik kavramından hareketle yola çıkar." Bkz. Kar! Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, çev. Mehmet Okyayuz, Ankara: Epos Yay., 2002, s. 82-85. 45 "Demek ki şu ana değin kaleme alınan kısmf-biitiiııliikçii karşıolum ikilisinin yanı sıra bir de bir öze/genel ikilisi mevcuttur. Karşıolum ikilisinin ilkinde, sııuflandınna açısından, temelde bireysel fikirlerin ya da tüm bilincin ideolojik olarak değerlendirilip değerlendiıilemeyeceğine ve psikolojik ya da tinsel bilimlerle ilgili düzeyin işlevselleştirilip işlevselleştirilmediğine ilişkin soru söz konusu iken; özel-genel ikilisinde söz konusu olan, (kendimizinki de dahil olmak üzere) tiim tarafların mı yoksa yalııızca karşı tarafın düşüncelerinin mi toplumla ilintili olup olmadığıdır." Bkz. Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, s. l 03, 20 nolu dipnot. 46 "Karşı tarafın yalııızca deneyim düzeyindeki dar kapsamının eleştirilmesi ve sadece yanılmalarını göstennek eğiliminin yerine; giderek bilinçsel-düşünsel yapısını sosyolojik bir eleştiriye tabi tutma çabası geçmektedir. Ancak bu eleştirel analizde, kendi düşüncelerimizin bulunduğu yer problemsiz ve mutlak biçimde konuınlandınldığıııda ve bunun karşısında karşı tarafla ilgili her şeyin toplumsal olarak işlevselleştirildiği şartlarda, bizi ilgilenmek durumunda olduğumuz bir sonraki evreye götürecek olan en önemli adım atılamaz. ( ... ) biitiinliikçii ideoloji kavramının genel versiyonuna ise, yalnızca karşı tarafın değil, prensip olarak tüm bakış açılarının (yani kendi bakış açısıııı da bııııa dahil ederek) ideolojik olarak değerlendirıne cesaretine sahip olunduğunda ulaşılabilecektir. Tüm çağlar boyunca tüm tarafların taşıdığı insani düşüncenin ideolojik olduğu iddiasında bulunan biitiinliikçii ideoloji kavramının bıı genel vaıyaııtını görınezden gelmek oldukça zordur.Tarihsel değişime uğramayan ve günümüzde toplumsal olarak farklılaştığını gösteremeyeceğimiz bir düşünsel bakış açısı ki, bu konuda Marksizmin düşünsel bakış açısı da bir istisna oluşturınaz- neredeyse mevcut değildir. Marksizmin; toplumsal ilişkilendirilınelerinin bir Marksist için farkına varılması zor olmaması gereken çeşitli varyantları vardır." Bkz. Maımheim, İdeoloji ve Ütopya, s. 103. 47 Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, s. 104.
204 Yücel Bulut
mü?" başlıklı üçüncü bölümünde Mannheim, bu meseleyi tartışır ve söz konusu nesnel gerçekliği -ya da onun deyimiyle 'sentez'- 'sosyal açıdan bağımsız bir entelijensiya'nın kurabileceğini iddia eder.48 Bu entelijensiya, kendilerine ait bir iktisadi çıkar kaygısı taşımadığından, soğukkanlı ve disiplinli bir şekilde araştırma faaliyeti ile meşgul olabilecek aydınlardan oluşan yegane sınıftır.
İdeoloji kavramının sonraki dönemlerdeki serüveni, büyük ölçüde iki savaş arasında ortaya çıkan totaliter rejimler ve 1950-1960'lardaki soğuk savaşın artaıı ideolojik gerilimleri tarafından yönlendirilmiştir. Bu çerçevede 'ideolojilerin sonu' yaklaşımına sahip düşünürlerden söz edilebilir. Özellikle Amerikan sosyal bilim çevrelerinde yaygınlık kazanan 'ideolojilerin sonu' yaklaşımı, büyük ölçüde soğuk savaş dönemi koşullarının ürünü olan Doğu Avrupa komünizminin çökmesi ve liberal piyasa ekonomilerine dönüşle birlikte yaygınlaşan bir yaklaşımdı. Söz konusu yaklaşımın en tipik örneklerinden birisi Daniel Bell'in meşhur çalışması The End of Jdeology'de bulunabilir. 49 48 49
"Daima deneyimlerle yaşayan ve, içinde toplumsal duyarlılık geliştiren dolayısıyla yöniiııii dinamizm ve biitiinse//iğe göre tayin eden böyle bir tutuma sahip çıkılması, ortada konumlandırılmış bir sınıftan değil, ancak göreli bir sınıf temeli olmayan ve dolayısıyla toplumsal mekanda gereğinden katı konumlandırılmamış bir tabakadan beklenebilir.( ... ) Kesin bir şekilde komımlandmlmamış, göreli olarak sınıf temeli olmayan bu tabaka (bunu Alfred Weber'in terıninolojisini kullanarak ifade etmek gerekiyorsa eğer), toplumsal olarak serbestçe siiziilen entelijensiyadır. ( ... )Sadece sınıfları temel alan bir sosyoloji, bu olguyu asla tam olarak kavrayamaz. Bizzat entelijensiyayı bir sınıf olarak ya da en azından bir sınıfın eklemlenmesi olarak kavramaya çalışacaktır." Bkz. Mannheim, ideoloji ve Ütopya, s. 178. Daniel Beli, söz konusu eserinde, asıl olarak, Amerikan toplumunda yaşanan ekonomik gelişmeler ve sınıfsal dönüşümler üzerine yoğunlaşır. İdeoloji teriminin Fransız filozofları arasında doğuşundan, Feurbach ve Marx'ın konu ile ilgili değerlendirmelerinden, yanlış bilinç-hakikat karşıtlıklanndan ve ideolojinin diğer bazı özelliklerinden bahsettikten sonra eserini kaleme aldığı dönemde ideolojinin durumuna ilişkin şunları söylüyor: "Günümüzde bu ideolojiler tüketilmiştir. Bu önemli sosyolojik dönüşümün ardındaki olaylar karmaşık ve çeşit çeşittir. Bir tarafta Moskova yargılamaları, Nazi-Sovyet paktı, toplama kampları, Macar işçilerinin bastmlması gibi belli facialar; öte yanda Refah Devleti'nin yükselişi, kapitalizmin bazı yönlerinin düzeltilmesi gibi belli sosyal dönüşümler. Felsefede basite indirgemenin, rasyonalistik inançların ve -Freud, Tillich, Jaspers gibi örneklerde görüleceği üzere- yeni stoacı-teolojik insan anlayışının yaygınlaşmasının izleri görülebilir. Bu, ltalya'da ve Fransa'da komünizm gibi ideolojilerin bir ağırlığa sahip olmadıkları anlamına gelmez( ... ). Basit bir gerçek orta yerde duruyor: Radikal entelijensiyaya göre, eski ideolojiler kendi 'hakikatleri'ni ve ikııa güçlerini kaybettiler. Artık çok az sayıda ciddi zihin, sosyal bütünleşmeyi sağlamaya yönelik yeni bir ütopyayı doğuracak bir 'sosyal mühendislik projesi'nin getirilebileceğine inanıyor. Aynı zamanda, daha da eski 'aykm/karşıt inançlar' entelektüel güçlerini de kaybediyor. Çok az sayıda 'klasik' liberal, devletin ekonomide bir rol oynamaması gerektiği hususunda ısrar ediyor.
'Özgürlüğe giden yegline yol'un Refah Devleti olduğuna inanan çok az ciddi ınuhafazaklir kaldı, en azından İngiltere'de ve Kıt.a Avrupası'nda. Dolayısıyla Batı dünyasında, siyasal meselelere ilişkin olarak entelektüeller arasında kabaca bir uzlaşı mevut: Refah Devleti'nin kabulü, merkezi olmayan güçlere duyulan cazibe, karına ekonomi sistemi ve siyasal çoğulculuk. İdeolojik çağ, bu anlamda da sona erdi. Olağanüstü bir durum daha var: XIX. yüzyıl ürünü ideolojiler ve entelektüel tartışınalann tüketilmiş olmasının yanı sıra, Asya ve Afrika'nın yükselen devletleri farklı gerekçelerle halklarına yeni ideolojiler sunuyorlar: Endüstrileşme, modernleşme, Pan-Arapçılık, siyah milliyetçiliği ve ulus milliyetçilikleri gibi. Bu iki çeşit ideoloji arasındaki ayırt edici farkta, XX. yüzyılın ikinci yarısının büyük sosyal ve. siyasal problemleri yatmaktadır. XIX. yüzyılın ideolojileri; evrenselciydiler, hümanisttiler ve entelektüeller
İdeolojinin Tarihçesi 205
Söz konusu yaklaşımın Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında biçim değiştirerek ve hatta daha da genişletilerek 'Tarihin Sonu' tartışmalarıyla devam ettirildiğini söyleyebiliriz.50
Geleneğin önemine vurgu yapan ve XX. yüzyılın en önemli muhafazakar düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Michael Oakeshott, İkinci Savaş sonrası dönemde İngiltere'deki yönelimler ve özellikle de sosyalist ideolojinin yaygınlaşmasıyla ilgili kaleme aldığı polemiklerin yer aldığı çok bilinen Rationalism in Politics and Other Essays (Londra: Methuen, 1962) adlı eserinde, siyasetteki gelenekçi duruş ile ideolojik duruşu birbirinden ayırt eder. Ona göre ideoloji, toplumsal gerçekliğin basitleştirilmesini temsil eder; ideologlar çok daha karmaşık bir öze sahip olan sosyal gerçekliği basitleştirmeye çalıştılar ve bu nedenle de onu çarpıttılar. Oakeslıott'un bu yaklaşımı, bazı değişikliklerle birlikte sonraki dönemin yazarlarında da karşımıza çıkar. İki savaş arası ve sonrası ortamın özelliklerini bünyesinde taşıyan bu yaklaşımlarda ideoloji daha çok siyasal tartışmaları engellediği varsayılan totaliter zihniyetlerle özdeşleştirilir. İdeolojik toplum; çoğulcu, özgür, hoşgörülü, rasyonel bir toplumun karşıtı olarak, faşizm ve komünizmde en önemli örneklerini bulan totaliter ve kapalı bir toplum olarak nitelenir. Bu tür değerlendirmelerin bilinen ilk örneklerinden birini Karl Popper'ın açık toplum ve kapalı toplum ayrımında bulmak mümkündür.51
Andrew Vincent, 'ideolojilerin sonu' yaklaşımının Amerikan versiyonunun -ki bu yaklaşım, hemen tüm dünyada kısa sürede egemen yaklaşım haline gelmiştir- üç temel kaynaktan beslendiğini iddia eder: "İlkin 1930 ve 1960 yıllarında -savaşları, Gulagları, göstermelik yargılamaları, Nazizmi ( ... )
tarafından üretilmişlerdi. Asya ve Afrika'nın kitle ideolojileri ise;· sınırlıdırlar, araçsaldırlar ve siyasal liderler tarafından yaratılmışlardır. Eski ideolojilerin itici güçleri, sosyal eşitlik ve -en geniş anlamıylaözgürlüktü. Bu yeni ideolojilerin muharrik gücü ise, ekonomik gelişme ve ulusal güçtür. Bu çaba için modeller, Rusya ve Çin oldu. Bu ülkeleri büyüleyen, artık, özgür topluma ilişkin o eski düşünce değil, ekonomik büyüme hedefidir.( ... ) Hatta Batı'daki bazı libereller için bile 'ekonomik gelişme',( ... ) yeni ideoloji haline geldi." Daniel Beli, Tlıe End of Jdeology, lllinois: The Free Press of Glencoe, 1960, s. 3 73374. l 950'lerin sonunda, geçmiş
ideolojilerin geçerliliğini yitinnesinden kaynaklanan endişe dolu bir duraksamadan bahseden Bel!, genç entelektüeller arasında bir mutsuzluğun ve aynı zamanda da bir arayışın olduğundan da söz ediyor. Bu yeni nesil genç entelektüeller, eneıjilerini ve arayışlarını tatmin etmek için, Bell'e göre, bilimde ya da üniversite uğraşlarında buldu, bir kısım da sanatsal faaliyetlerde. 511 Francis Fukuyama, "Tlıe End of History?", Tlıe Nalional Interest, Yaz 1992 [Türkçesi için bkz. Mustafa Aydın ve Ertan Özensel (der.), Tarihin Sonu mu?, Ankara: Vadi Yay., s. 22-49]; a.mlf., T1ıe End of History and the Lası Man, New York: Free Press, 1992 [Türkçesi için bkz. Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev. Zülfü Dicleli, İstanbul: Simavi Yay., 1993]. 51 Kar! R. Popper, Açık Toplum ve Diişmanları, çev. Mete Tunçay, 2 cilt, Ankara: Sevinç Matbaası, 19671968 (yeni baskı: Ankara: Liberte Yay., 2008]. Kitabın kendi dilindeki ilk baskısı 1945 yılında yapılmıştır.
206 Yücel Bulut
yaşayan bir nesil arasında, 1950'li yıllarda ideolojik politikanın bir saplantılar serisi olduğu yolunda bir inanç vardı. ( ... ) İkincisi, ideolojiler gelişmemiş toplumları geliştirme amacına hizmet etmesine rağmen, endüstrileşmiş demokratik toplumlarda ideolojilerin artık bir aksesuar rolü dışında bir rol oynamadıklarına inanılmasıydı. ( ... ) Üçüncüsü, 'ideolojinin sonu' sosyolojinin kahramanlık çağı ile aynı zamana rastladı. Özellikle de, Amerikan sosyolojisi 'hurafelerden bağımsız bir toplum 'bilimi' önerdiği için 'dünyaya ideolojiden bağımsızlık' vaadinde bulunuyordu. Terminoloji değişmiş olsa da, bazı bakımlardan bu kısmen Tracy'ye bir geri dönüştü. Tracy'de ideoloji, hurafeleri ortaya çıkaracak bir bilimdi. 1950'lerin sosyal bilimlerinde, ideoloji ortaya çıkarılması gereken bir hurafeydi. Terminoloji farklılığına rağmen her ikisini motive eden şey de aynıydı; yani, rasyonel bilimsel faaliyet, hurafe ve entelektüel boş laf arasındaki çelişkiydi."52
Kısa zamanda tüm dünyada etkinliğini hissettirecek olan sosyal bilimin ideolojiye bu tarzda yaklaşımı, bir yönüyle de, Marx'a atfedilen yanlış bilinçbilim ayrımına da bir geri dönüştü. Hurafe ile gerçeklik, ideoloji ile bilim arasındaki karşıtlıkta kendilerinin düşüncelerini bilimsel bir gerçeklik, ötekilerininkini ise ideolojik, dolayısıyla da gerçeğin çarpıtılması olarak değerlendiren yaklaşımlar, bizi aynı zamanda Mannheim'in yüzyıl başındaki yöntemsel önerisine geri götürüyor. Mannheim, araştırmacılara karşıtları için yaptıkları analizleri kendileri için de yapmaları gerektiğini öneriyordu. Bu çerçevede yalnızca 'ideolojilerin sonu' yaklaşımı çerçevesinde dile getirilenlerin bilimsel bir temele dayandığı, diğerlerinin ise yanlış bilinç, gerçekliğin çarpıtılmış hali olduğu vs. iddiası bir entelektüel safsatadan öteye geçemez. Zira 'ideolojilerin sonu' yaklaşımına sahip olanlar da nihai noktada ideolojik bir konumdan, -Soğuk Savaş sonrasında hakimiyeti kesinleşen- piyasa liberalizminden hareketle konuşmaktadırlar.
52 Vincent, Modern Politik ldeolojiler, s. 16-18.
İdeolojik mücadele sadece karşı ideolojiye (genel burjuva liberal reformist.) mücadele olarak algılamak bu mücadelenin önemini küçültür
Dünyamızda ve yerelimizdeki gelişmeler tarihsel olarak toplumsal varlığının sosyolojik yapısında oluşturduğu değişiklikler sınıf mücadelesinde Kılavuz görevi gören program ve tüzüğümüzün güncellenmesini zorunlu kılmıştır
"Sosyalizm “in çözülmesiyle bu sürçte daha bir ilerleme görülmüştür.
Ülkede sınıf mücadelesinin öznesine aday yapılarda iki ana akım vardı.
1- Sosyalist sisteme geçmişte eleştirel yaklaşımda bulunan örgütsel yapılar
2- Diğeri ise sosyalist sisteme daha doğrusu Sovyetler birliğine bağımlı, orada üretilenleri ülkeye uyarlamaya çalışan örgütsel kesimdir.
3-porto alegre hareketi ve marksizm
Reel sosyalizmin çöküşünden sonrası reformist sol yeni proğramlarla toparlanmaya çalışırken Tony Blair ve Bill Clinton da merkez sağı güçlendirerek dinamizim kazandırdığını hatırlayalım.
kazandirdigini goruyoruz. dunya kapitalizminin seckin yoneticileri on bes yil once ronald reagan ve margaret thatcher’in birlikte belirledikleri bilisim/enformatik devrimine dayanan programi yururluge koyarak uygulamasini hizlandirdilar. paranin dunya capindaki korkunc akiskanligi ve rekabetine, metalasmanin sinirsiz bicimde yayginlasmasina kimse karsi koyamiyor artik. kisaca ozetledigim bu ekonomik ve siyasal ortamda rafa kaldirildigi soylenen marksizmin yerine yeni bir hareketin “yeni dunyacilik” in (altermondializm); sozgelimi bir tur gozden gecirilmis ve yeniden yorumlanmis marksizm’in yani “altermarksizm”in aldigi soyleniyor.
porto alegre hareketi anarsik bir bicimde gelismis olsa da ozunde kapitalizm karsiti bir harekettir. bu hareketin metinleri cokuluslu sirketleri, sermayenin uluslararasi serbest dolasimini ve borsalari
elestirmektedir. porto alegre hareketi, dunya olceginde gerceklestirilen sinirsiz metalasmanin mantigina karsi cikan yoksullari, yasadisi gocmenleri, reddedilmisleri uluslararasi siyasi bir hareket
olarak orgutlemek cabasindadir. kendini marksizmin mirascisi olarak gormektedir. ancak, yapisinda “sinifsallik” yoktur. buna gore “altermondializm” ayni zamanda bir “altermarksizm”dir. yani, turkce anlatimiyla “yeni dunyacilik” hareketi, bu hareketin yorumcularina gore anti-kapitalist olmasi bakimindan “yeni bir marksizm” hareketidir.
Türkiye solunun teori alanındaki aşırı teslimiyetçi tutumunun ardında iki temel neden olduğunu sanıyorum. Bunlardan birincisi "teori" den yalnızca, çok sınırlı bir alanın anlaşılması, ikincisi ise teori ile pratik arasındaki ilişkilerin son derece mekanik biçimde algılanmasıdır.
Tamamen nihilist bir yaklaşım yerine;80'li yılların 2. yarısında mevcut teorilerin ışığında hazırlanan programların yetersizliği, kılavuz görevi görmediği görülmüş bu konuda adımlar atılmış, ancak kararlıca yürünememiştir. Yenilenme ve kadro politikası üzerine 1985’deki plenum kararları 27. kongreye sunulmuş onaylanmıştır da. Ama onaylanmış olması içselleştirildiği sonucu vermiyordu.
Bir düşünün yerleşik bir yapıyı etkisizleştirerek yeniden örgütlenecek çok zor zor olduğu kadar zaman isteyendir olguydu. Oysa gemi çoktan su almaya başlamıştı.
Konuyu dağıtmadan İdeolojik mücadeleye dönersem,
Teori ve Pratik Üzerine
Teori ve pratik üzerine iki temel yanlışa dikkat çekmek istiyorum
Teoriyi
Geleneksel dar pratiklik teorik temelin yokluğuna değil, tersine aşırı köşeli biçimde varlığına dayanır. Dar pratiklik, teorik temelleri olan bir tür aşırı determinizmin ürünüdür. Bu determinism, örnegn "işçi sınıfının doğası gereği sosyalizme yatkınlığı" ya da belirli bir devrim stratejisinin bir ülke için "biçilmiş kaftan olduğu" Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek bir şşyi olmaması gibi inançlarda ifade bullur.
Burada itiraz edilen, kitle çalışması değil kuşkusuz. İtiraz edilen, kitle çalışmasının tek yönlü ve tek boyutlu bir "bilinç taşıma" işine indirgenmesidir. Bilincin "dışarıdan" taşınacağı konusunda şüphe yok; ancak bilinç demek, teori demek değildir.
Pratiği öncelemek
Sınıf temeli, yönelimi ve sürekliliği ne olursa olsun her türden hareketliliğin içine dalmak, yola çıkarken elde olmayanın (teori) bu hareketliliklerle ikame edilebileceğine inanmaktır.
Yaşam’ı bütün yönleriyle kucaklayabilmektir. Hedef, en genel anlamıyla özgürlük’ tür. Böyle olunca, kendi özel alanlarında kendi tanımladıkları özgürlükleri arayan bütün kesimler (uluslar, kadınlar, eşcinseller, dinciler, gençler vb.) bol pratikliler için sınıf hareketi ölçüsünde anlam taşır. Bol pratiklilere göre, hareketin içinde olmak herhangi bir araç ya da yöntem değil, doğrudan doğruya devrimci kimliklerin gerçekleşmesidir. "Haydi", "yaşamın her alanında özgürlük",”İnadına özgürlük” "hemen, şimdi, burada" türü sloganlar, bol particiliğin özenti HİSLERİNİ AÇIĞA ÇIKARIR
Lenin'in ünlü sözü "devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz" ın Türkiye solunda fiilen en itibarsız dönemini Pratiği önceleyenlerde görülür
Teori gerçekten bu kadar önemli, bu kadar gerekli mi?
Bunu tartışırken, herhangi bir siyasal etkinlik ve siyasal iktidar hedefi taşımayanları ayırmak gerekir. Böyleleri için teorinin gerçekten herhangi bir önemi olamaz. Buna karşılık, siyasal eylem ve iktidar hedefi taşıdıklarını, hele hele Marksist ve Leninist olduklarını söyleyenlerin teoriye ilişkin fiili umursamazlıklarını mutlaka gözden geçirmeleri gerekir. Çünkü, hareketin zaman içindeki kesintisizliği, siyasal etkinliğin olmazsa olmaz koşuludur. Oysa elde teori yoksa, herhangi bir siyasal hareketin zaman içinde süreklilik taşıyabilmesi, dış olgular ötesinde kendi adına bir eylemlilik hali tanımlayabilmesi mümkün değildir. Siyasal öznenin, kendi dışında gelişenlerden önce sürekli ve bağımsız bir mesai’ ye sahip olabilmesi ancak teoriyle mümkündür
*Türkiye solunun teori alanındaki aşırı teslimiyetçi tutumunun ardında iki temel neden olduğunu sanıyorum. Bunlardan birincisi "teori" den yalnızca, çok sınırlı bir alanın anlaşılması, ikincisi ise teori ile pratik arasındaki ilişkilerin son derece mekanik biçimde algılanmasıdır.
İlkiyle başlayalım.
Teori denildiğinde ortalama solcunun aklına "klasikler" adı verilen birtakım kalın kitaplar gelecektir. Bu büsbütün yanlış değildir elbette. Çünkü, klasiklerde gerçekten teori vardır. İyi de klasiklerde dile getirilen bu teorilerin, yeniden işlenmeden hep birlikte ve kendi kendilerine oluşturdukları tek bir TEORİ var mıdır? Benim yanıtım şu: Yoktur.
Bunu açabilirim. Örneğin klasiklerde (Marx ve Engels'i kastediyorum) bir sınıf mücadelesi teorisi vardır, değer teorisi vardır, kapitalist bunalım teorisi vardır, devlet teorisi vardır ve başka teoriler vardır. Vardır da, bunların hepsini birbiriyle daha soyut düzeyde bağlayıp kucaklayan ve bu haliyle de pratik tarafından "sınanmayı" bekleyen bir tür üst teori yoktur. Sayılanların hepsinin diyalektik ve tarihsel maddeciliğin kapsamına girdiği, gene hepsinin Marx'ın maddeci dünya görüşünün ürünü olduğu söylenebilir ve doğrudur. Ama gene de bunların hepsi birlikte, kurulmuş bir teori oluşturmazlar. Marx'ın dünya görüşü içinde yer alan çeşitli teoriler arasında bazı boşlukların, hatta birbirini çelen bazı noktaların bulunması, söz konusu toplama sözcüğün tam karşılığıyla teori denemeyeceğini gösterir.
Bundan hareketle gelmek istediğim nokta şu: Eğer tekil teoriler kendi başlarına bir üst teori oluşturmuyorlarsa, Marx'ın bıraktığı mirasın, içerdiği teorilerle birlikte özel bir teorik yapı çerçevesinde düzenlenip yeniden üretilmesi gerekir. İşte asıl önemli sonuç da burada ortaya çıkıyor: Sözü edilen düzenleme işlemi, en anlamlı ve verimli ürününü, özgül bir bağlamda (burada bağlam sözcüğünü "context" karşılığı kullanıyorum) oluşturulmuş bir devrim perspektifinin katalizörlüğünde verebilecektir.
Mümkün ve gerekli olanın yalnızca bu olduğunu söylemiyorum. Siyasal açıdan en verimli yolun bu olduğunu söylüyorum. Yoksa, Marksist aydınların özgül herhangi bir bağlam ve siyasal perspektif gözetmeksizin birtakım teorik çabalara girişmeleri mümkündür. Üstelik, bunların yararlı olacakları da söylenebilir. Ne ki, "pratik"le doğrudan ilişkiye geçmesi murad edilen teoriler bunlar olamaz. Öte yandan, Marx'ın çeşitli alanlardaki teorik açılımlarının kendi sınırları içinde güncelleştirilmesi ve geliştirilmesi de önemli bir uğraştır. Ancak, kendi başlarına bunlar da ana teorik gereksinimin karşılığı olamazlar.
O halde, şu sonucu yazmakta sakınca olmasa gerek: Devrimci hareketi önceleyen devrimci teori, ne şu ne bu, özgül bağlamda üretilmiş bir devrim teorisidir... Eğer buraya kadar söylenenler "zorlama" bulunursa şunu açıkça söyleyebilirim: Marx'ın ve Engels'in ardından Lenin'in Rusya'daki teorik etkinliğini (faaliyetini) bu yaklaşım dışında başka herhangi bir yoldan anlamlandırmak ve açıklamak mümkün değildir.
Sıkça dile getirilen bir değerlendirme, yani "Lenin'in, Marx'ın teorisini alıp Rusya koşullarına uyguladığı" değerlendirmesi, buradaki yaklaşım açısından bana doğru gelmiyor. Bence Lenin'in yaptığı, Rusya için geliştirilen bir devrim teorisi katalizörlüğünde Marx'ın teorik mirasını yeniden üretmektir.
: Bunun içinde bir teorinin inşası için teorik bir ön donanım zorunlu bir ihtiyaçtır.
Eğer bu ön donanım bizzat Marx'ın düşüncesinin kendisi ise burada savunulan yaklaşımın farkı nerededir? Aynı soru, biraz farklı biçimde şöyle de sorulabilir: Marksist formasyonu olmayan bir siyasal öznenin, sözü edilen anlamda gelişkin bir teori inşa etmesi mümkün müdür?
Kesinlikle değildir. Ne var ki bu, özel bağlamdaki devrim teorisini Marx'ın mirasına göre ikincil saymanın ya da onu "Marx'ın teorisinin belirli koşullara uygulanması"na indirgemenin gerekçesi olamaz. Çünkü, devrim teorisinin basit bir "iktidar fethi" programının ötesine geçip gerçekten bir devrim teorisi olması ancak Marksizmin yardımıyla mümkünse, Marx donanımının gerçek anlamda bir eylem kılavuzu olabilmesi de ancak özgül bağlamdaki devrim teorisiyle mümkündür. Özet şöyle oluyor: Blankist olmak için hiç de gerekli olmayan Marx, Leninist olmanın zorunlu koşuludur; buna karşılık Marksist olmak için gerekli olmayan Leninizm, Marksizmden hareketle bir devrim teorisi üretmek için gereklidir.
Marx ve Lenin'e yaklaşım
Teori dendiğinde neyin anlaşılması gerektiği, bu söylenenlerle az çok açıklanmış olsa gerek. Peki, neden bu kadar önemlidir bu teori? Marx'ın bıraktığı teorik yapıların ötesinde 1 , özgül bağlamda üretilecek devrim teorisinin taşıdığı üstünlük nerededir?
Nisbeten daha soyut teorik alanları özgül bağlamda yeniden üretip kaynaştıran yapı, yani burada öne çıkarılan devrim teorisi, en başta siyasal öznenin tanımını ve görevlerini netleştirdiği, bu siyasal özneye başka türlü ulaşılamayacak gözlemlere, ilişkilere, çözümlemelere ve esnekliklere ulaşma olanağı tanıdığı için önemli ve "üstün"dür. Daha açık söylemek gerekirse: Elinde bu anlamda bir teori bulunan özne, örneğin devlet, sınıf mücadeleleri, vb. teorilere aralarında belirli bir bütünlük kurmadan ancak tek tek nüfuz edebilmiş bir aydına göre çok daha derin gözlemlerde bulunacak, mücadelenin değişken evreleri konusunda çok daha işlevsel çözümlemeler yapabilecektir.
Bu çerçevenin, Marksist mirasın bütününe yönelik seçmeci bir yaklaşımı öngördüğü açıktır. Gerçekten de, Marx'ın bıraktığı mirasın bütün alanlarını eşit ölçüde içselleştirip bu anlamda "tüketecek" kapsamda bir devrim teorisinin oluşturulabileceğini, oluşturulsa bile böyle bir teorinin somut siyasete olanak tanıyan bir yapı taşıyabileceğini hiç düşünmüyorum. Devrim teorisi seçici olmak, teorik girdilere değişik ağırlıklar vermesini bilmek zorundadır. Ancak bu, mirasın belirli yönlerinin baştan sona hep geride ve gölgede kalması anlamına gelmez. Çünkü, sözünü ettiğim özel bağlamdaki devrim teorisinin kendisi de değişime açık bir nitelik taşır. Zamana yayılmış, olağan sayılabilecek küçük çaptaki değişikliklerin yanı sıra, süreç içerisinde karşılaşılacak bazı özel uğraklar, bu teorinin daha köklü dönüşümler geçirmesini de gerektirebilecektir. Bir dönem için nisbeten boşlanan öğelerin bir başka dönemde ön plana çıkması, bu yüzden olağan sayılmalıdır.
Önem taşıyan bir başka nokta daha var ve o da şu: Marx'ın mirasına özgül bağlamdaki devrim teorisi ile yapılacak yaklaşım, Lenin'in bıraktığı miras için de geçerli olmalıdır. Örnek vermek gerekirse, en başta Lenin'in örgüt ve öncülük konusundaki teorik çerçevesi, Çarlık Rusyası bağlamındaki kendi özgül gerekçelerinin ötesinde, bir de güncel bağlam içerisinde temellendirilmelidir. İnşa edilecek devrim teorisi Marx'ın mirasına yaklaşımda nasıl seçici olabiliyorsa (Lenin örneğinde fiilen olmuşsa), Lenin'in mirasına yaklaşımda da aynı işi becerebilmelidir.
Bir şey daha eklemek istiyorum: Bu genel yaklaşımın ancak ve ancak devrimci olanlar tarafından izlenebileceğini iddia etmiyorum. Tersine, belirli bir olgunluk düzeyine ulaşmışlarsa, reformistler ve revizyonistlerin de aynı yolu izlemeleri gerekir. Örneğin bir zamanların Avrupa Komünizmi öncelikle Avrupa'ya özgü bir değişim (devrim değil) teorisi inşa etmiş, Marx ve Lenin'e bu teorinin seçiciliğinde yaklaşmıştır. Ancak, hiç şaşmayan bir kural vardır: Reform amacıyla yola çıkan bir yapı, sonunda, Lenin bir yana Marx'tan da uzaklaşmak zorunda kalacaktır. Devrim perspektifiyle yola çıkan yapı ise, Marx'a en çoğu önemli bazı rötuşlar getirse bile, bu mirasın özünden uzaklaşmayacaktır. Yola daha dar bir radikalizmden başlayanlar bile, bir noktadan sonra ayakta kalabilmek için mutlaka Marx'a daha çok dönme zorunluluğunu duyacaklardır.
Bu kural, kimilerinin iddialarının tersine, Marx'ın bıraktığı mirasın içsel anlamda oturmuş bir devrimci öz barındırdığını gösterir. Biri Bernstein'dan Avrupa Komünizmine ve yeni politik düşünceye, öteki ise Lenin'den Castro'ya uzanan iki çizgi aynı zamanda Marx'a yönelik olarak yöntemde benzer ama hedefte farklı iki yaklaşımın özetini verir. Daha yakın bir örnek de verilebilir. Türkiye'deki reformist kesim, bugüne dek ülke bağlamında tek bir özgün görüş üretmemiş, tek bir teorik temellendirme gerçekleştirememiştir. Yılların Aybar'ı, "Türkiye'ye özgü sosyalizm" demiş, ama yirmi küsur yıldır Leninist örgüt anlayışıyla uğraşmanın dışında başka hiçbir şey üretmemiştir. Leninist olmayan yeni sol'un bu ülke bağlamında yapabildiği, dilek ve temenninin ötesine geçebilen hiçbir şey yoktur. Nihayet TBKP ve SBP' nin geveze yenilikçileri de aynı anlamda en küçük bir iş yapamamışlardır. Çünkü, atılan bütün yenilenme nutuklarına rağmen kullanılan yöntemin özü değişmemiştir. "Ülke somutuna indirileceği" iddiasıyla dün Marksizm-Leninizmin çevresinde dönülürken, bugün aynı dolap beygirliği Sovyetler'deki yeni ideologların tezleri çevresinde yapılmaktadır.
Şimdi bir özet yapılabilir.
Bir: Devrimci hareketi önceleyecek teori gereksinimini, Marx ve Lenin'in bıraktıkları miras kendi başına karşılayamaz.
İki: Devrimci hareketi önceleyecek devrimci teori, bir yerden getirtilecek hazır bir yapı değil, ülke bağlamında gerçekleştirilecek bir üretimin konusudur.
Üç: Teori, yaşamın kendisine göre "gri" olabilir; ama üretilecek özgül teori, kitaplarda yazılanlara göre her zaman çok daha canlı renkler taşıyacaktır.
Dört: Marx ile Lenin'in kendi teorik yapılarının ve ilkelerinin içinde işlev kazanabilecekleri asıl çerçeve, böyle bir teoridir.
Beş: Çok kullanılan deyimle "pratik sınanması" gereken, bu yapıdır.
Nihayet altı: Bu anlamdaki bir teori, nerede olursa olsun, herhangi bir devrimci etkinlik için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Son bir nokta daha: Devrim teorisinin inşasını önceleyen bir pratik vardır mutlaka. Ne ki bu, belirli bir öznenin kendi özel eylemi ya da pratiği olmak zorunda değildir. Devrimci teorinin inşası için ilk planda gerekli olan, bağlam'ın kendi somut tarihsel pratiği, daha açığı sınıf ilişki ve mücadelelerinin birikmiş deneyimleridir.
Teori-pratik ilişkileri üstüne
Diyelim ki bu koşul yerine geldi. Diyelim "devrimci teori" dendiğinde artık özgül bağlamda geliştirilmiş, somut durumun somut çözümlemesini içeren yapı anlaşılıyor. Gene de, iş burada bitmiş olmayacaktır. Çünkü, teori ile pratik arasındaki ilişkilerin hakkı verilmediği sürece, teori tanımımda yapılan seçim isabetli de olsa ortaya büyük yanlışlar çıkabilecektir.
Türkiye solunda teori ile pratik arasındaki ilişkilere yaklaşımda her zaman tekdüze bir anlayış egemen olmuştur. Daha ileri giderek şunu da söyleyebilirim: Türkiye'de ortalama solcunun teori ile pratik arasındaki ilişkilere yaklaşımı, söz konusu kişi Maocu olsun olmasın, büyük ölçüde Teori ve Pratik adlı derlemenin damgasını taşımıştır.
Mao'ya yönelik itirazımın yanlış anlaşılmasını istemem. Mao, devrimci teoriden neyin anlaşılması gerektiğini büyük ölçüde görebilmiş, Marx ve Lenin'in mirasından Çin pratiğine dolaysız iniş yapma gibi bir yanlışa pek düşmemiştir. Buna karşılık Mao'nun teori-pratik ilişkilerine yaklaşımı, aşırı şematizmden kaynaklanan bazı zaaflarla maluldür.
Bir kere Mao, teori ile pratik arasındaki ilişkilerin diyalektik boyutuna, zamana yayılan ve süreçteki özne-nesne etkileşimini de hesaba katan bir tarzda bakamamıştır. Mao'nun çözümlemelerinde teori, belirli bir uğrakta inşa edilen ve "biten" bir kurgudur. Ardından bu kurgu pratikte sınanır ve sonuç olarak doğrulanır ya da yanlışlanır.
Bu, aşırı şematik bir yaklaşımdır. Gerçekte ise, teori ile pratik arasındaki ilişkilerin böylesine birebir ve dolaysız olduğunu söylemek mümkün değildir. Ayrıca, kurulan teorinin sınanmasıyla ilgili bir ölçüte peşinen sahip olunabileceğini söylemek de güçtür. Teori, en başta belirli bir eylemlilik durumuna imkan tanıdığı için ve bu ölçüde teoridir. Gelgelelim, bu eylemliliğin, teori için nihai ve gerçekten nesnel bir yargıya olanak tanıyacak netlikte sonuçlar vermesi kolay değildir. Başka deyişle, bir fizik ya da kimya teorisinin laboratuvar da sınanması ile siyaseti kucaklayan bir teorinin insan etkinliği içinde sınanması arasında önemli bir fark vardır. Eğer "teori" dediğimizde bundan anlaşılan çeşitli bilgiler ve varsayımlardan oluşan bir sistem ise (yani tek ve yalın bir varsayım değilse) bunun pratikte doğrulanması ya da yanlış laması da eşitsiz ve karmaşık biçimde gerçekleşecektir. Örneğin siyasal uğraş söz konusu olduğunda, belirli bir teorik yapının henüz pratikte hiç sınanmadan terki gerekebileceği gibi, pratikteki bazı açmazların mutlaka teorinin reddini ve terkini gerektirmesi gibi bir kural da söz konusu değildir.
Tekrar ediyorum: Burada sözünü ettiğim, Marksist miras ve onun parçaları olan teoriler ile belirli bir somutluk arasındaki bağlantıyı kurmaya aday olan teoridir. Bu kapsamdaki bir yapı, bazı önemli alt tonları ve özel teorik bölmeleri de içinde barındırır. Böyle bir sistemin sınanması, dar anlamda bir pratiğin işi olamaz. Örneğin Leninist örgüt ve öncülük teorisinin 1900'lerin başındaki şekillenişini alacak olursak, ne daha sonraları başlatılan "sınıfa açılma" kampanyasının ne de Sovyet örgütlenmesi pratiğinin bu teoriyi yadsıdığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde, Leninist teorinin tek başına 1917 Ekim Devrimi ile "doğrulandığını" söylemenin de dar ve kestirmece bir bakışı yansıttığı açıktır.
Bütün bunların ardından benim ulaştığım sonuç şu: Devrimci teoride aranacak nitelik olarak bu teorinin pratikte sınana bilirliği ve peş peşe "doğrulanması" yerine, aynı teorinin devrimci eyleme, siyasette esnekliğe, yeni alanlardaki teorik üretimlere ne ölçüde olanak tanıdığına bakılması çok daha yerinde olacaktır. O halde devrimci teori, önce kendi iç tutarlılığıyla, sonra da yukarıda değinilen türde özellikleriyle yargılanmalıdır. Kuşkusuz, teorinin bu özellikleri taşıyıp taşımadığının görülebileceği yer gene pratiktir; ancak bu, teorinin doğruluğuna ya da yanlışlığına değil, işlevsel olup olmadığına hüküm verecek bir pratiktir artık.
Hemen ilk planda yanlışlanması mümkün şeyler de olabilir elbette. Ancak bunlar genellikle gelişkin teoriler değil, bu tür teorilerin içinde yer alan bazı parçalardır. Gelişkin bir teorik yapının bütünü söz konusu olduğunda, bu yapının pratikle ilişkisi, doğrulanma ya da yanlışlanma kavramları yerine "pekişme" ve "dönüşüme uğrama" kavramlarıyla birlikte ele alınmalıdır. Bunların ne zaman gündeme geleceğine karar verecek olan da, önce de söylendi, tarihsel pratiktir. Tarihsel pratiğin herhangi bir teori hakkında nihai yargısını vermiş olduğunun söylenebileceği durumlarda bile, yargının hedefi olan teorinin o zamana kadar geçirdiği değişim, yargının tam tamına neye yönelik olduğunu bile
tartışmalı kılabilecektir. Böyle durumlarda, pratik denen ölçütün pervasızca kullanılması yüzünden kurunun yanında yaşın da yanması ya da "yanmaz" yargısıyla kurunun da bir kenara atılması gibi sonuçlarla karşılaşılabilir.
Kapsam ve zenginlik
Bu yazıda söylenenlerin gerçekten bir anlam taşıyabilmesi için, zaman zaman "devrim teorisi" zaman zaman da "devrimci teori" olarak atıfta bulunduğum özel bağlamdaki devrim teorisi ile Marksist düşünsel/teorik miras arasındaki ilişkinin en başta doğru kurulması gereklidir.
Belirli bir uğraktaki teorik/pratik gereksinimlere yanıt vermesi beklenen devrim teorisini bir "devrim programı" ya da "devrim stratejisi" ile özdeş görmek, yapılabilecek yanlışların en büyüğü olacaktır. Burada "devrim teorisi" olarak adlandırılan yapı, bir ülkede devrimin hangi güçlerle, kimlere karşı ve hangi yoldan gerçekleştirilebileceğine ilişkin programa indirgenemez. Bu tür programlar teori'nin içinden çıkarlar, bu doğru. Ancak devrimci teori, dar anlamıyla programatik belirlemeleri kuşatan çok daha derin ve ayrıntılı ekonomik, toplumsal, siyasal, ideolojik, kültürel çözümlemelere, tezlere ve varsayımlara sahip olmalıdır. Esasen, devrimci teori ile marksist miras arasındaki ilişki tam da burada belirginleşir. Çünkü, az önce sayılan başlıkları içermeyen bir yapı, bir devrim teorisi değil, olsa olsa bir iktidar programı olabilir. Ancak, sıralanan başlıkları içselleştirme amacıyla yola koyulan bir teorik çabanın da Marx, Engels ve Lenin tarafından geliştirilmiş düşünce ve teorilerle verimli bir etkileşim içine girmemesi düşünülemez.
İdolojik mücadelenin en önemli as konularından olan;Marx'ın, Engels'in ve Lenin'in geride bıraktığı düşünce mirasını geliştirmektir. Yani: yeniden üretmektir.
Marx'ın çeşitli alanlardaki teorik açılımlarının(devlet,aile,iktidar...) kendi sınırları içinde güncelleştirilmesi ve geliştirilmesi de önemli idolojik mücadele uğraştır.
"devrimci teori" dendiğinde artık özgül bağlamda geliştirilmiş, somut durumun somut çözümlemesi içeren toeriler anlaşılmalıdır.
Kısacık somut durumun somut analizinde 1917 Ekim devrimi Marx ve Engels'in devrim teorisinin (Avrupa devrimleri)aksine bir olgu,iktidar alınıyor,devrimde koca bir adım atılıyor
Lenin'in yaptığı, Rusya için geliştirilen bir devrim teorisi Marx'ın teorik mirasını yeniden üretmesidir.
Türkiye solunun teorik çabalarının önde gelen başlıkları arasında;
Ancak burada altını çizmemiz gereken; yukarda birkaç konuda ki teorik üretimde dikkate alacağımız marx, Engels ve Lenin ve diğer teorik üretimler gerçekleştirmiş olan mirasın odağında üretilmesi gerekiyor.
Çünkü tarihsel materyalizmin temel yasalıklarından biri "hiçbir şey yoktan var edilmez “ligini dikkatte aldığımızda önemi daha bir anlaşılır olduğunu düşünüyorum.
Sonuç:
İdeolojik mücadelenin ana omurgası Marx,Enges, Lenin , Antonio Gramsci, Aııtoine Louis Claud Destutt de Tracy,Georg Lukács,Mustafa Suphi,Mahir çayan,Behice Boran,Mihri Belli,...bize bıraktığı mirasın üzerindenyeniden yeniden üretmeliyiz
Kim üretecek?
Bizle,Komünist akademisyenler,geleceğe ilişkin umudunu özlemlerini yirmiyenler...
Ancak üreten bir çok bu konuda bilim insanı var ancakbrey bazında eksik olan bence aralarında bir kordinasyon oluşturulması kolektif üretimlere geçilmesi
90 yılarda bir çok üretim vardı şimdi kısırlaştı,canlandırmalıyız
Kuruçeşme,Karaburun gibi terik etkinlikler zenginleştirimeli
Sol kötü bir mirasımız olan rekabetci kültürü sıyırıp atmalı....