Bugun...



Barışı kazanmak için ne yapmalı?

'Her şeyden önce savaşın nedenleri ortadan kaldırılmalı' Savaşın sona erip, kalıcı barışın kazanılabilmesi için her şeyden önce savaşın nedenlerinin ortadan kaldırılması gerekir. Tarihsel olarak bakıldığında savaşların hemen tümünün ekonomik nedenlere dayandığı görülür. Egemen güçler, egemenlik alanlarını genişletmek ya da egemenliklerini kaybetmemek için sav

facebook-paylas
Güncelleme: 31-08-2015 06:59:02 Tarih: 31-08-2015 05:25

Barışı kazanmak için ne yapmalı?

 

'Her şeyden önce savaşın nedenleri ortadan kaldırılmalı'

Savaşın sona erip, kalıcı barışın kazanılabilmesi için her şeyden önce savaşın nedenlerinin ortadan kaldırılması gerekir. Tarihsel olarak bakıldığında savaşların hemen tümünün ekonomik nedenlere dayandığı görülür. Egemen güçler, egemenlik alanlarını genişletmek ya da egemenliklerini kaybetmemek için sav

aşları bir araç haline getirmiştir. Örneğin kapitalizm öncesinde savaşlar; değerli mallara el koymak,

 yeni topraklar elde etmek, vergi almak için yapılırdı. Kapitalizmde ise savaşlar sermaye birikiminin ve burjuvazinin egemenliğinin aracı olmuştur. Özellikle sanayi devrimi sonrasında, artan rekabet ortamında ulusal sermayelerine üstünlük kazandırmak isteyen devletler bir taraftan çevre ülkeleri sö

mürge haline getirerek ucuz hammadde, ucuz enerji kaynakları ve ucuz emek gücüne sahip olmak ve yeni pazarlar elde etmek için savaşlar çıkartırken; öte taraftan da diğer sanayileşmiş ülkelerle paylaşım savaşlarına girişmişlerdir. Ayrıca kapitalizme özgü ulus devletlerin inşa süreçlerinde; ekonomik ve siyasi krizler nedeniyle hoşnutsuzluğun arttığı, sistemin sorgulandığı dönemlerde de yine savaş yoluna başvurulmuştur.


Ekonomik ve beraberinde de siyasi hegemonya alanını genişletmek ya da korumak için kullanılan savaşları çıkartan ve yönlendiren daima burjuvazi ve onun çıkarlarını temsil eden siyasi aktörler olmuştur. Savaş, sermaye ve onun çıkarlarının temsilcisi olan küçük bir kesime hizmet ederken, savaşın bedelini ödeyenler (Savaşan taraflardan hangisi kazanırsa kazansın) daima bunlar dışında kalan toplumun geniş kesimleridir.  Kapitalizmin “barış” zamanında sömürdüğü, yoksullaştırdığı ve çoğunluğunu emekçi, küçük esnaf, zanaatkar ve çiftçilerin oluşturduğu kesimler, savaş zamanında da gerek doğrudan cephede canlarını vererek, gerekse savaşın yarattığı yıkımın sonucunda daha da yoksullaşarak savaşın bedelini ödeyen taraf olmuştur.Yani kapitalizmde savaşı, sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden ama bedelini yoksulların, emekçilerin ödediği ekonomik bir faaliyet olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
7 Haziran sonrasında yeniden başlayan savaşın nedeni…
Türkiye’de Kürt sorunu ve bu sorunun demokratik yollardan çözül(e)meyip bir savaş durumunun ortaya çıkması da diğer savaşlar gibi sınıfsal içeriğe sahiptir ve nedenleri ekonomiktir. Kısaca hatırlarsak Kürt sorununun kökenleri, Osmanlının dağılmasının ardından kapitalizme eklemlenmeye çabalayan Türkiye’nin ulus devleti inşa sürecine dayanmaktadır. Trakya, Anadolu ve Mezopotamya toprakları üzerinde inşa edilen ulus devlet, Türk milliyetçiliğine dayanmış, bu topraklarda yaşayan diğer halkları dışlamış, ötekileştirmiş, Türk kimliğini kabule zorlanmış ya da zorla göç ettirmiştir. Buna karşı çıkanlar baskı altına alınmış ve şiddete maruz kalmıştır. Türkiye’nin ulus devleti inşa sürecinde kimliksizleştirilme ve asimilasyon politikalarına karşı sesini en çok yükselten Kürtler olmuştur. Bu nedenle de Kürtler, 20. yüzyılın başından bu yana birçok kez baskıya, şiddete maruz kalmış, Kürdistan ekonomik olarak geri bırakılmıştır. 12 Eylül darbesi sonrasında Kürtlere yönelik şiddet iyice artmış; bunun üzerine kültürel ve siyasal haklarıyla birlikte eşit yurttaşlık isteyen Kürtler silahlı mücadeleyi de içeren bir hareket başlatmıştır. Bu (Çatışmasızlığın olduğu kısa aralarla birlikte) yaklaşık 35 yıldır süren bir savaşın da başlangıcı olmuştur. Savaşta 40 bin dolayında Türk ve Kürt yaşamını yitirmiş, on binlerce Kürt özgürlüğünden yoksun bırakılmış, milyonlarca Kürt yaşamını sürdürecek bir gelir elde etmenin olanakları kalmadığı için yerini yurdunu bırakarak göç etmek zorunda kalmıştır.
2013 Newrozu’nda ilan edilen müzakere süreciyle birlikte silahların karşılıklı olarak susması, barış ortamının sağlanması için bir fırsat yaratmıştır. HDK ve HDP tüm bileşenleriyle birlikte bu fırsattan yararlanarak halklar arasındaki düşmanlığı sona erdirip, Kürt halkının demokratik taleplerini esas alan bir perspektifte barışın, kardeşliğin tesis edilmesi için çaba harcamıştır. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin aldığı yüzde 13 oy sınırlı da olsa bu çabanın karşılık bulduğunu göstermiştir. Ancak egemenliğini halkları düşmanlaştırmak üzerine kurmuş olan ekonomik ve siyasi erk, kardeşleşme ve barış çabalarının toplumda karşılık bulmasını bir tehdit olarak algılamış ve savaşı yeniden başlatmıştır.
7 Haziran’da bir avuç sermayedarın ve siyasetçinin çıkarları için başlayan savaşın diğer savaşlar gibi sınıfsal içeriği açıkça görülmektedir. Kürtlerin en temel insan hakları içerisinde kabul edilmesi gereken siyasal ve kültürel haklarını, eşit yurttaşlık taleplerini vermemek için yeniden başlatılan savaşta, cepheye sürülenler yine ataması yapılmadığı için polis olmak zorunda kalmış öğretmenler, iş bulamadığı için uzman çavuş olmuş emekçiler ve parası olmadığı için bedelli askerliğin bedelini canıyla ödemek durumunda kalan yoksullardır. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan bu kesimler savaşın bedelini sadece canlarıyla ödemekle de kalmamaktadır. Zira savaş, aynı zamanda demokrasinin ortadan kalkması anlamına da gelmektedir. Savaş koşullarında işçiler, emekçiler, kadınlar, çevre savunucuları en temel taleplerini dahi dillendirebilecekleri demokratik koşullardan yoksun kalır; sömürü ve baskı daha da artar. Kamu bütçesinde eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe ayrılması gereken kaynaklar savaşa ayrılır ve yoksulluk daha da derinleşir.
Sonuç olarak, 7 Haziran’da yeniden başlayan savaşın gerçek nedeni Kürt halkının en temel insan haklarını içeren siyasal ve kültürel taleplerinin yerine getirilmemesidir. Kürt halkının bu taleplerinin, savaşın bedelini ödeyen Türkiye’nin emekçi, yoksul, ezilen halkının çıkarlarıyla çelişen hiçbir tarafı yoktur. Kürtlerin ana dillerinde eğitim alması eşit yurttaşlık haklarına sahip olmaları, Trakyalı, Egeli, Karadenizli emekçinin, köylünün hiçbir hakkını ortadan kaldırmayacaktır. Aksine Kürt sorununun demokratik çözümü Türkiye’nin her yanında demokrasinin gelişmesini sağlayacak ki bu da işçinin, köylünün, esnafın sofrasındaki ekmeği büyütecek, çalışma ve yaşama koşullarının daha insanca olmasını sağlayacaktır. Kalıcı bir barışın kazanılmasının yolu, savaşın gerçek nedenlerinin topluma anlatılması ve savaşın nedenlerinin ortadan kaldırılması için topyekün bir mücadeleye girişilmesine bağlıdır.

‘İnadına barış’ diyorum

Avukat Gürkan Korkmaz
(Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi)

Öncelikle insan olduğumuz hatırlamalıyız. Sırf asker olduğu için ya da tam tersi Kobanê’yi yeniden inşa etmek, oradaki çocuklara umut olsun diye oyuncak götürmek için Kobanê’ye doğru yola çıkarken Suruç’taki  patlamada ölen gençlere, sadece “Kürt destekçisi” olduğu gerekçesiyle bir milliyetçinin üzülmemesi de doğru değil. Aslında insan olduğumuzu, aynı topraklarda, aynı kültürde büyüdüğümüzü aynı havayı soluduğumuzu ama insanlık gereği, doğa ve  tabiat gereği farklı düşüncelerde farklı etnik kökenlerde olduğumuzu, Gezi’de olduğu gibi farklı kimlik, inanç, görüşte olsak da omuz omuza yaşabildiğimizi hatırlamamız barış ortamı için yeterli. Siyasilerin kirli hedefleri dışında, insan temelinde, halk temelinde yani halkın barışı sağlayabileceğine inanıyorum. Dini milliyetçilik, ırkçılık, mezhepçilik değil, tamamen insani değerlerle kendimizi tanımlamamızla mümkün olabileceğine inanıyorum. Maalesef bugünleri üzülerek takip ediyoruz. Yani burada ölen polise de, askere de, sokaktaki gence de üzülüyorum... Buradan bütün annelere başsağlığı diliyorum. Devlet terörüyle, polis şiddetiyle kardeşi katledilmiş biri olarak ne polis, ne asker, ne sokaktaki çocuk, ne hakkını aramak isteyen gençler ölmesin. Bu devlete polis de lazım, asker de lazım. Yeter ki gerçekten kamu düzenci bilinci, hukukun üstünlüğü, insani, evrensel değerlerin üstünlüğü esas alınsın. Ne kimsenin askeri olsun ne kimsenin polisi. Tamamen halkın güvenliğini esas alarak hareket edildiği sürece barış mümkün olabilir. Bunu umut ediyorum ve “İnadına Barış” diyorum.


Acil olarak ölümler durdurulmalı

Av. Nurşan Rotinda Polat
(ÖHD Eş Genel Başkanı):

ACİL olarak yapılması gereken, ölümlerin durdurulmasıdır. Bunun için hiç vakit kaybetmeden  her iki tarafın da  çatışmasızlık koşullarına geri dönmesi gerekmektedir. Geçici hükümet, kendi siyasi çıkarları uğruna giriştiği askeri ve siyasi operasyonları derhal durdurmalıdır. Buna karşılık PKK ise, eylemsizlik pozisyonuna geçtiğini deklare etmelidir. AKP hükümeti, 7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda  ortaya çıkan siyasi tablodan memnun olmadığı için ve tek başına iktidar olamayacağı için tekrar bir çatışma ortamı yaratarak, buradan erken seçim zemini yaratmaya çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kontrolünde başlatılan ve ısrarla devam ettirilen bu kirli savaş stratejisini ve bu kirli oyunu boşa çıkarmak için  Türkiye kamuoyuna  ve demokrasi güçlerine çok iş düşmektedir. Hiç zaman kaybetmeden hükümeti çatışmasızlığa geri döndürmek ve müzakere sürecini yeniden başlatmak gerekmektedir. Çatışmasızlık  koşullarının yaratılması ve daha sağlıklı, kalıcı  bir barışın inşası için; her iki tarafın haricinde, bir üçüncü tarafın varlığına ihtiyaç duyulmaktadır. KCK’nin son çağrısında belirttiği üzere tahkim edilmiş bir ateşkesle birlikte, yine sonrasında devam edecek barış sürecinin de aynı esas üzerinden yürütülmesi gerekmektedir. Fakat bu kez “Akil İnsanlar Heyeti” gibi cılız ve hükümetin insafına bırakılmış bir düzeyde değil, yasal çerçevesi çizilmiş ve statüsü güçlendirilmiş bir tahkim gerekmektedir. Bu sağlanmadığı sürece; son süreçte yaşadığımız  gibi hükümet bir anda savaş başlatıp ülkeyi bir kaos ortamına çevirebilecektir.

 

ASLOLAN BARIŞTIR

Metin Bakkalcı (Türkiye İnsan Hakları Vakfı/TİHV Genel Başkanı):

Tek cümleyle: ‘Savaş öldürür!’ İnsanları öldürüyor, canlıları öldürüyor. Doğayı bütünüyle yaşanamaz hale getiriyor. Her şeyden önemlisi, insanların yaşamı olduğuna göre aslolan barıştır. Bundan öte hiçbir şey kıymetli olamaz. Türkiye’de ne yapılacak ne edilecekse her şey insan yaşamı için olmalıdır. Ama göz göre göre Türkiye’de her gün yeniden acılara tanıklık ediyoruz, tanıklıktan öte bu acıları yaşıyoruz. Bir an önce bu acıların son bulması, bu çatışmanın son bulması için ‘Aslolan barıştır’ şiarıyla bütün toplum olarak doğrudan barışa müdahil olmak zorundayız. Şahsen ben büyük bir utanç duyuyorum. Savaş denen şey politikanın yürütülüş şekillerinden birisi. Biz sözün alanını büyüteceğiz ki toplumun her bir yanında çatışma ortamını, küçük bir kesimin istediği bu ortamı ortadan kaldıralım.


SUSMA, SUSTUKÇA CENAZELER GELECEK

İrfan Aktan (Gazeteci-Yazar)

1 Mart 2003’te ABD’nin Irak işgalini protesto etmek ve TBMM’nin savaş tezkeresini onaylamasını engellemek üzere yüz binlerce insan Ankara’nın Sıhhiye Meydanı’nda toplanmıştı. Biz gazeteciler, Türkiye Gazeteciler Sendikasının “Savaşa değil, barışa haber” pankartının arkasında yürüyorduk. Ülkenin dört bir yanından otobüslere, trenlere doluşan insanlar meydanda haykırıyordu: “Susma, sustukça cenazeler gelecek”, “çıkarsa tezkere Tayyip gitsin askere.” Türkiye’de devletin Kürt hareketine yönelik savaşına karşı aynı sloganları gür bir sesle dile getirenleri ise göremiyoruz meydanlarda.   
Biliyoruz, başkasının savaşına karşı çıkmanın maliyeti, kendi devletinin savaşına karşı çıkmaktan çok daha düşüktür.Türkiye’den İsrail’e karşı Filistin’in yanında yer almakla İsrail’den Filistin’in yanında yer almak kıyaslanabilecek pozisyonlar değil. Tel Aviv’de Filistinli çocukların maruz kaldığı katliamlara, Ankara’da, İstanbul’da Ağrı Diyadinli iki fırıncı çocuğun katline itiraz edebilenlerdir cesur insanlar.
Savaşlar pısırıklar çağında derinleşir. Korkakların konforlu bir hayatla ödüllendirildiği zamanlarda “kariyer ve statüyü” özgür bir ülkede yaşamaktan ibaret sayıp Kobanêli çocuklar için park yapmak üzere Suruç’a giden ve orada katledilenlerdir kahramanlar.
Savaşın müsebbipleri güçlüler olunca barış talebini sadece cesurlar dile getirir. Devlet “çözümden” bahsettiğinde savaş zamanının “apoletlileri”, yıllarını barış mücadelesine adamış olanları sağa-sola itekleyip sahnenin en önünde belirirler. Şu sıralar yine bunun kesif örneklerine tanığız. Kimileri hararetle, kimileri de utana-sıkıla barış gemisini terk edip iktidarın limanına demir atmaya başladı bile. Yarın-öbür gün “çözüm” süreci başladığında yine sahnenin en görünür yerine onlar kurulacak. Çünkü bu ülkede suçluları günahlarından arındıran hafızasızlık ırmağı her zaman coşkuyla akar.
Türkiye devleti Kürtlere, hareketlerine yönelik savaş kararı aldığında sahne de dekor da değişiyor ve ortaya bir anda “o ses Türkiye” yarışması çıkıyor. Dünün “çözümcüleri” devletin savaş gerekçelerine kılıf uydurmaya, dilinden barışı eksik etmeyen Kürt liderlerine parmak sallamakta birbirleriyle yarışıyorlar.
Antikürt hıncı 24 Temmuz’dan bu yana kapsamlı savaşının meşruiyet zemini olarak kullanan devlete karşı birkaç cılız ses dışında Türkiye’nin batısında ABD’nin Irak savaşına karşı yapılanın binde biri oranında itiraz yükselmiyor. “Çözüm sürecinde” olabildiğince barış yanlısı olarak konumlananlar, savaş tamtamları çalınınca yavaş yavaş “güçlüye” meylediyor. Ama güçlünün “sıcak çorbası” onları zehirleyip onursuzlaştırırken, suskunluk sarmalını cesurlar, onurlular, evlatlarını kaybeden acılılar yıkıyor, yıkacak. Onlar susmadıkça gözlerini gelen tabutlara dikmiş, AKP’li Salim Uslu’nun tabiriyle cenaze törenlerini “başarılı organize” edenler kaybedecek, cenazeler gelmeyecek.


HER TÜRLÜ ŞİDDETİN VE AYRIMCILIĞIN KARŞISINDAYIZ

Av. Yasemin Öz (Kaos GL Yönetim Kurulu Üyesi, Feminist Aktivist):

Türkiye’de barışın oluşabilmesi için iktidar ve güç olanakları için kullanılan şiddet son bulmalı, konuyla ilgili yasal düzenlemeler yapılmalıdır. AKP, Türkiye’de erken seçime gidilirken kaos yaratmak için provoke etmektedir. Şu dönemdeki bütün şiddetin sebebi ve sorumlusu AKP ve iktidar hırsıdır. Bu noktada Kürt hareketi de çok dikkatli davranmalıdır. Şiddete şiddetle karşılık vermekten ve misilleme türü eylemlerden vazgeçmeli, devlet şiddetini teşhir eden bir çizgide muhalefet yapmalıdır. LGBT hareketi yirmi yıldır barış için ses çıkarıyor. Her türlü ayrımcılık ve şiddetin karşısındalar, bugün de yaşanan şiddet ortamında sessiz kalmıyor, her türlü şiddete; hem kadına yönelik şiddete, hem Kürt halkına dönük şiddete karşı açıkça taraf oluyor. Tüm muhalif kesimlerin de bu şiddet ortamının bir an önce durması, barışın tesis edilmesi için daha aktif, daha sorumluluk alan bir çizgiye gelmesi gerekiyor. LGBT hareketi ilk günden beri barışla ilgili inisiyatif aldı. Tüm diğer toplum kesimlerinden de aynı duyarlılığı göstermesini bekliyoruz.




Kaynak: Evrensel gazetesi

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1319 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Güncel Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI