KCK konsey üyesi Besê HOZAT Özgür Gündem gazetesinde ki    yazısında  Fırtınalar koparılan “Demokratik özerklik “ üzerine yazdı. “Demokratik özerklik Türkiye’nin demokratikleşme çözümüdür” başlığıyla yazdığı  yazı;

Demokratik özerklik Türkiye’nin demokratikleşme çözümüdür

Besê HOZAT

Bir ülkede devletin başında bulunan resmi Cumhurbaşkanı tarafından darbe yapılması tarihte bir ilktir. Hep ilklerle anılmak istenen padişah özentili kompleks küpü diktatör Erdoğan bir ilki de bu şekilde Türkiye’ye yaşatmış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan 8 Haziran’da toplumun ortaya koyduğu iradeye ve sandıkta zaferle çıkan Türkiye demokrasisine darbe yaparak tek taraflı tekrar seçim kararı aldı. Halkın yaptığı seçimi ve ortaya koyduğu iradeyi reddetti, Kürtlere, Türkiye toplumuna topyekun savaş açtı. Dünyaya ve Türkiye toplumuna tarihte bir ilk olan bu darbe biçimini başkomutan olmanın bir hakkı-ayrıcalığı olarak anlatmaya çalıştı ve bir nevi bu darbenin sivil maskeli militarist karakterli bir darbe olduğunu da itiraf etmiş oldu. “Başkomutan Erdoğan” darbenin gerekçelerini fiili olarak değişmiş yeni rejimi şekillendirmenin zaruri bir ihtiyacı biçiminde ifade ederek açıktan yaptığı darbeyi de savundu.

Türkiye’nin 7 Haziran sonrası Suriye’yi andıran bir savaş sürecine girmesi, faşist sivil Saray darbesinin amacını ve şiddetini de çok açık ortaya koyuyor. IŞİD zihniyetli darbeci Saray gladyosu Kürdistan’da sıkıyönetim ilan etmiş ve katliam üzerine katliam yapıyor. Her gün sivil insanları ve çocukları infaz ediyor, tanklarla, toplarla kasabaları, şehirleri bombalıyor, evleri tarıyor ve insanları göçe zorluyor. Kürdistan’da Erdoğan gladyosunun hiçbir kanun ve hukuk tanımadan yürüttüğü bu kirli savaş gün be gün Türkiye’yi Suriye’den ve Irak’tan beter bir sürecin içine çekiyor.

Diktatör Erdoğan’ın şahsında tekrar vücut bulan bu darbeci ve komplocu gelenek her zamanki gibi askeri yolla sonuç alacağını, Kürtleri ezeceğini, teslim alacağını ve tasfiye edeceğini düşünüyor. Oysa Türkiye askeri yolla yolun sonuna çoktan gelmiştir. Sonu gelen yolda ısrar, Türkiye devletinin tümden parçalanmasını ve dağılmasını kaçınılmaz hale getirecek, bir yüzyıl daha iç çatışma ve savaşla oluk oluk kanın akmasına sebep olacaktır.

Artık bilmek gerekir ki “tek vatan, tek millet, tek dil, tek bayrak, tek din” edebiyatı  tarihe karışmıştır. Faşist zihniyetin ürünü olan bu laf kalabalığı edebiyatın-politikaların, günümüz dünyasında bir avuç faşist-ırkçı güruhun dışında fazla bir karşılığı kalmamıştır. Toplumsal diyalektik, sosyolojik gerçeklik toplumun doğasına aykırı içi boş bu laf düzmecelerini yüzlerce belki de binlerce defa sahiplerine ziyadesiyle iade etmiştir. Toplumsal hakikat karşısında değişime karşı direnen tekçi-ırkçı kafalar son noktada birer birer tasfiye olmaktan kurtulamamıştır. İnsanlık tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.

Türkiye’de ve bölgede  inkarcı ve imhacı ulus-devlet sistemi ömrünün son anlarını yaşıyor. Alternatif olarak Türkiye’de ve bölgede demokratik ulus anlayışına dayalı yeni bir toplumsal sistem şekilleniyor ve Kürtler bunun başını çekiyor. Türkiye’de ve bölgede yaşanan bu büyük kaosa ve savaşa tek gerçek çarenin ve çözümün de bu olduğu açıktır. Çare demokratik ulus çözümüdür.

Şu anda Kürtler öz  yönetim ilanlarıyla buna öncülük ediyor. Kürtlerin ortaya koyduğu demokratik özerklik çözüm modeli Türkiye’nin demokratikleşmesinin de yoludur, kilididir. Bu bakımdan Kürdistan’da halkın geliştirdiği öz yönetimlere sahip çıkmak aynı zamanda Türkiye demokrasisine sahip çıkmakla eşdeğerdir. Demokratik Özerklik çözüm modeli tekçi, milliyetçi ve  merkeziyetçi faşist devlet yapılanmasının aşılmasında tek gerçek çözüm modelidir. Bu çözüm modeli bütün Türkiye’yi gerçek bir demokrasiye ve kalıcı bir barışa taşıma potansiyeline ve özelliğine sahiptir. Bu açıdan Türkiye toplumu Kürt halkının ortaya koyduğu Demokratik Özerklik çözümüne Kürtlerden daha çok sahip çıkmalı ve kendi varlık gerekçesi olarak görebilmelidir. Çünkü gerçekten demokratik özerklik çözümü Türklerin ve de bir bütünen Türkiye toplumunun varlık, özgürlük ve barış gerekçesidir. Bu çözüm yöntemi hayat bulmadan Türkiye’de demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten ve barıştan söz etmek mümkün değildir.

Darbeci-komplocu Erdoğan kliğinin Türkiye’yi içine koyduğu bu cehennemden çıkaracak tek güç Kürtlerin yanında tüm Türkiye toplumunun mücadeleye ve direnişe kalkmasıdır. Türkiye toplumunun, demokratik çözümü ve  gerçek kalıcı bir barışı tek çözüm seçeneği olarak ortaya koyması, bunu en güçlü bir biçimde sahiplenmesi, mücadele etmesi Türkiye’yi kaostan çıkaracaktır. Türkiye toplumunun yüzde 80’i demokratik çözümden ve barıştan yanadır. Demokratik çözümden ve barıştan yana olan yüzde 80’lik toplum ayağa kalkarsa ki bu, bir bütün Türkiye toplumu demektir, işte o zaman faşist diktatörlük de dahil hiçbir güç bu görkemli halk iradesi karşısında ayakta duramaz. Toplumun bu direnişi, iradesi karşısında hiçbir savaş konsepti hayat bulamaz ve sonuç alamaz. Gerçek barış, güçlü bir toplumsal direnişle, demokrasi mücadelesiyle gelişir ve pratikleşir.

1 Eylül Dünya Barış Günü Türkiye’de böyle görkemli bir gelişmeye vesile olabilir. Türkiye ve Kürdistan halkları, kadınları ayağa kalkarak demokrasi ve barış mücadelesini yükselterek, her günü büyük bir mücadele günü haline getirerek demokratik çözümü ve gerçek barışı gerçekleştirebilir. 1 Eylül Dünya Barış Günü gerçek anlamına ancak bu direniş-mücadele ruhuyla kavuşabilir. Demokrasi ve barış mücadelesini yükseltme temelinde tüm halkların ve kadınların Dünya Barış Günü’nü kutluyorum!