Bugun...



'Bu suç duyurusu polise değil savcıya değil, tarihe... '

Çağrı Sarı insan hakları anıtı önünde işlenen insanlık suçunu ve anıtın gözaltına alınışını yazdı. Hayır! Bu suç duyurusu polise değil savcıya değil, tarihe... Kayıt altına alınsın, unutulmasın affedilmesin diye... Günlerden 22 Mayıs’tı...

facebook-paylas
Güncelleme: 24-05-2017 18:00:27 Tarih: 24-05-2017 17:17

'Bu suç duyurusu polise değil savcıya değil, tarihe... '

Suç duyurusu

İnsan hakları heykelininin önünde insanlık suçu işlendi.

Çağrı SARI
Evrensel Gazetesi çalışanı
Hayır! Bu suç duyurusu polise değil savcıya değil, tarihe... Kayıt altına alınsın, unutulmasın affedilmesin diye...
 

Polis şiddeti bu fotoğraftan sonra da devam etti

Tutuklanan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için önceki gün yapılan eylemlerde polis şiddetine uğrayan Kezban Saçılık ve Bilge Yılmaz, yaşadıklarını anlattı.

Tutuklanan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek olmak için Yüksel Caddesi’ndeki eylemlere katılan Bilge Yılmaz (19), İnsan Hakları Anıtı önünde polisin saçlarından tutarak çiçekler arasında sürüklenirken görüntülendi.

 

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Yılmaz, polisin 2 kadın eylemciye şiddet uygulaması sonucu olaya müdahil olduğunu ve aynı şiddete maruz kaldığını söyledi. Gülmen ve Özakça için “Mücadelelerini onurlu buluyorum” diyen Yılmaz, ilk günden beri eylemleri takip ettiğini aktardı.

Yılmaz, uygulamalarına dair şunları söyledi: “Yüksel ile Selanik caddesinin kesiştiği noktaya kadar beni ve arkadaşımı itmeye başladılar. Polis, bize ‘burası halka ait’ diyerek ittirmeye başladı. Sanki biz başka bir şeymişiz gibi. Sonra darp ettiler, cinsiyetçi küfürler ettiler. Biz tepki gösterdik. Sonra gözaltına almaya başladılar. Sanıyorum bir polis amiri beni saçımdan tutup, çok sert bir şekilde çekti. Sonra montumdan çekmeye başladı. Belli bir süre sürükledikten sonra ters kelepçe yaptılar.”

‘Şiddet Devam Etti’

Yılmaz, karakolda yaşananları da şöyle söyledi: “Ben araçtan inmek istemedim. Çünkü keyfi ve hukuksuz olarak oraya getirildik. O sırada bir sivil polis işkence yaptı bize. Sürükleyerek karakola götürdüler. Yanımda bulunan kadın arkadaşımı ise araç içinde yumrukladılar. Vücudumun çeşitli yerlerinde darp izleri var. Sonra karakolun dördüncü katına çıktık. Asansör kullanmak yerine bizi merdivenle çıkarttılar, iki kolumdan ve iki bacağımdan farklı kişiler tuturak. Dördüncü katta götürdükleri odada tekrar darp edildim. Buna itiraz ettiğimiz zaman da ‘bizim de güç ve işkence kullanma hakkımız var’ dediler. O odalarda hiç kamera yoktu. Başka bir yere geldiğimiz de ise polis kameralarını çıkardı ve ‘yapmayın sakin olun’ dediler. Olayı manipüle edip kahramanlarmış gibi davranmaya başladılar. Diğer kadın arkadaşın kollarını tutup duvara bastırıyorlardı. Ben buna müdahale etmek istediğim zaman çevik polis beni saçımdan tutup yere fırlattı.

Yılmaz, avukatlara karakolda yaşadığı şiddeti anlattığını ancak polislerin sicil numaralarını alamadığını, polis amirinin “gerekli işlemleri sonra yaparsınız” diye olayın üstünü örtmeye çalıştığını ifade etti. Yılmaz, gördüğü bu şiddetin üzerine bir de kabahatler kanunun üzerinden para cezası aldığı söyledi.

 

Yılmaz, Yüksel Caddesi’ndeki eylemleri sahipleme çağrısı yaptı.

Ben bir anneyim, kenar da nasıl oturabilirim’

 

Yüksel eylemlerinin sembol isimlerinden Veli Saçılık’ın annesi Kezban Saçılık da, polisin şiddetine maruz kaldığ

ı görüntüler yansımış ve “BuKadinBenimAnnem” etiketiyle sosyal medyada gündem olmuştu.

Görüntülerdeki polisin yüzüne tekme attığını belirten Kezban Saçılık, “Otururken polis bunlara çok şiddetli bir şekilde saldırdı. Veli’nin üstünü soydular. Üstünde atlet kalmıştı. Atleti de yırtmışlardı. Bana da diyorlar ki ‘sen kenara çekil, kenara otur’ diyorlar. Kedinin bile yavrusuna dokununca kedi ellini yüzünü tırmalıyor. Ben bir anneyim, kenar da nasıl oturabilirim” diye konuştu.

Çıplaktı benim çocuğum’

Anne Saçılık, yaşadıklarını şöyle ifade etti: “Arabanın içine gazı sıktılar. Çıplaktı benim çocuğum. Kapısını kapattılar arabanın. Nazi kampı gibi. Arabanın içine gaz sıkılır mı? Bu Nazileri kınıyor. Eyy Tayyip ben de yerler de sürükleniyorum! Eyyy desin ‘benim de vatandaşımı yerler de sürüklüyor’ desin. Eyy! diyerek konuşuyor. Ben kimim peki, ben kimim. Ben 75 yaşında bir anayım. Ekmeğimiz aldılar. ‘eve gidin oturun’ diyorlar. Ev de aç mı oturalım. İşini elinden aldı, aşını elinden aldı. Evimiz kira, 6 yaşından çocuğumuz var. Kendi karnı tok, bin odalı yer de oturuyor. Kolum çıktı, sürüklediler. Tekmeyle başıma vurdular. Biz ekmek istiyoruz.. Biz FETÖ’cü değiliz. Bu kadar FETÖ’cü devletin içine girerken, askeriyeye girerken, Sakarya’da 4 kişiyi nasıl gördü bu devlet. Bunca okullar, marketler, bunca iş yerleri açılmış bunları görmemişte bu 4 kişiyi nasıl gördü. Bizi aptal sayıyorlar. Biz aptal filan değiliz. Bizim aklımız her şeye yetiyor. Biz aklımızla karanlığa ışık tutan insanlarız.

Günlerden 22 Mayıs’tı...

Ankara Yüksel’de İnsan Hakları Anıtı’nın önünde insanlık suçu işlendi. İnsan Hakları Anıtı da gözaltına alındı!

1948 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi imzalanmış. O dönem 2. Dünya Savaşı’ndan yorgun düşen ‘dünya’, insanların çeşitli haklarını güvence altına almak için bir bildiriye imza atmış...

Herkes eşittir diyor özetle bildirge.... Bütün insanlar için diyor ki; ırk, renk, cins, dil, din, ayrımı diye bir şey olamaz, herkes eşittir.

Ve diyor ki; Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır. (Madde 3)

Günlerden 22 Mayıs’tı... Ankara Yüksel’de İnsan Hakları Anıtı’nın önünde insanlık suçu işlendi...

‘Ölüm değil yaşam’ isteyenlerin hürriyeti gasbedildi. Emniyet dersen her ferde gününü gösterdi!

İşlerine iade edilmek isteyen iki eğitimcinin başlattığı açlık grevine saldıran polis, çevrede ne var ne yok her şeyi darmadağın etti, yerlerde anneleri sürükledi, genç kadınların saçlarından çekti tekmeledi... Manzara tam da insanlığa yakışmayan ama ‘2017 Türkiyesi’ne yakışır cinstendi.

Bir fotoğraf...

Bir anne yerlerde sürükleniyor... Veli Saçılık’ın annesiymiş... Devlet seneler evvel bir gün cezaevinde kalan mahkumları ‘hayata döndürme’ye çalırken kepçeyle Veli Saçılık’ın kolunu koparmıştı. Sonra o kol bir köpeğin ağzında bulunmuştu. Sonra mı tazminatlar KHK ile işten atmalar, mahkemeler falan... Tazminat derken devletin ödediği değil yanlış anlaşılmasın. Veli Saçılık’a kesilen... Bedel hâlâ ödetiliyor... Şimdi bir anne yerlerde sürükleniyor. Kendi oğlundan bile küçük bir polis tarafından tekmeleniyor. Tüm insanlığı utandırırcasına o tekmeler bir bir iniyor annenin vücuduna!

Bir fotoğraf daha...

İnsan Hakları Anıtı’nın etrafı sarıp sarmalanmış polis bariyerleriyle... Yaklaşmak yasak...

Ne çok şey anlatıyor o fotoğraf... Yasaklanan o heykel mi, heykelin önündeki çiçekler mi, insanlık mı yoksa o heykelin hatırlattıkları mı?

İnsan haklarına yaklaşmak yasak... Hiç yaklaştırılmamıştı ki zaten...

Bir kadın...İnsanlık bildirgesini okuyor. Yıllardır...

Bazı mekanların simgeleri vardır. İnsan ile iletişim kurar. Dokunsan, baksan çok şey anlatır... Ne çok şeye şahit oldu bildirgeyi okuyan kadın.

1990 yılında yapılan bir heykel, İnsan Hakları Anıtı... 1948 yılında imzalanan bildirgeyi okuyor.. Okumaktan hiç kafasını kaldırmıyor. Nasıl kaldırsın. Günbegün uzaklaşırken eşitlik ve hürriyet hakkından, daha hızlı, daha çok okuyor sanki. Daha çok başını eğiyor kitaba sanki...  Okudukça iyileşecekmiş gibi.

Neredeyse 30 yıl olmuş heykel yapılalı... 30 yılın Türkiyesi aslında o fotoğraf barikata alınmış İnsan Hakları Anıtı.

’90’lı yıllar... Darbenin hemen ardından yaşanan o yıllar... İzleri binlerce yıla kalacak o yıllar. ’90’lar, 2000’ler... 2017... 
Türlü acılara şahit...O utanıyor biz utanıyoruz... Evladını kaybedenin, yakını işkence görenin derdine ortak, öfkesine şahit bir heykel.
Neden yapıldı o heykel? Aslında cevabını tahmin ettiğim sorunun yanıtı için aramıştım yıllar evvel Metin Ağabeyi... “Bir daha acılar yaşanmasın diye” demişti...
Metin Yurdanur, Ankara’nın heykellerinin sahibi! Sahibi derken lafın gelişi aslında. Çünkü o heykel artık senin, benim yarının. Kim diyebilir ki Nuriye ve Semih’in değildir diye mesela...
Ankara’da bir çok kişinin yanından geçtiği, belki gölgesinden yararlandığı belki önünde fotoğraf çektirdiği heykellerin mimarı Metin Yurdanur. O heykel Abdi İpekçi Parkındaki el, Olgunlar’daki Madenci ya da Yüksel’deki İnsan Hakları Anıtı. 
Yıllar evvel heykellere dair yapılan ‘ucube’ bir saldırıda kendisine sormuştum ‘Ne düşünüyorsun?’ diye. 
Şöyle demişti: “Sanat eseri değerlidir. Bir insanın düşüncesinin ortaya çıkışıdır. Sanatçı dediğin her zaman rejim ile bir düşen eserleri yapmaz. İktidarlar sanat eserlerine verdiği (vermediği) değer üzerinden yıllar sonra, o gün ne zaman ise, tarih dedeye hesap verecektir. Tarih her şeyi kayıt altına alır. Bu ne zaman ise; 10 yıl 20 ya da 50 yıl bilemeyiz. Ama işte o zaman tarih hesap soracaktır.”
İşte bu yazı o nedenle yazıldı. Tarihe suç duyurusunda bulunmak için. Her şeyi kayıt altına alıyormuş ya... Bunu da alsın diye...
Veli Saçılık’ın başına gelenleri de bir anneye atılan o tekmeyi de... 75 gündür aç Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın gözaltına alınışını  ve elbetteki İnsan Hakları Heykeli’nin insanlıkla arasına kurulan bariyerleri de.




Kaynak: Evrensel gazetesi

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 865 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Basından yazılar Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI