Bugun...



Emek ve Demokrasi için Güç Birliği 1 Eylül programı:Barış için Alanlara!

Emek ve Demokrasi için Güç Birliği, 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde, "Faşizme, darbelere ve savaşa karşı demokrasi ve barış istiyoruz" şiarıyla mitingler düzenleyeceğini açıkladı.

facebook-paylas
Tarih: 28-08-2016 11:07

Emek ve Demokrasi için Güç Birliği 1 Eylül programı:Barış için Alanlara!

Barış için Alanlara!

Emek ve Demokrasi için Güç Birliği

1 Eylül programını açıkladı

 

HAKİKAT VE BARIŞ HAKKIMIZDAN VAZGEÇMEYECEĞİZ

Sevda ÇETİNKAYA
(Barış İçin Kadın Girişimi Aktivisti)

 

“BİRİSİ barışı başlatmalı, tıpkı birilerinin savaşı başlattığı gibi!”

Ama nasıl, nereden başlamalı?

Bizim bulabildiğimiz birinci en iyi cevap:

Hakikati sorarak...

Peki ama hakikatin yalan, yalanın da hakikat olduğu, herkesin her şeye inandığı kimsenin hiçbir şeye inanmadığı bu zamanda nasıl olacak bu?

Yıkımları, bombaları, mezarsız ölüleri, bodrumlarda yakılanları, kayıpları, yersiz yurtsuz kalmış insanları seyretmişken nasıl olacak?

Ve bu seyir farkında olanın da olmayanın da ruhunda kara delikler açmışken, bu kadar tahribat yapmışken nasıl olacak? 

Bize ne oldu, ne oluyor? Neler yaşanıyor? Kim yapıyor?

Fail kim diye sormadan bize ne oldu diye sormak failin yüzünü silikleştiriyor. Failin yüzü ne kadar silik olursa yüzleşme de o kadar imkansızlaşıyor.

Tıpkı mağdurun dilini kullanmanın ve mağduriyeti yüceltmenin aslında faili yüceltmesi gibi. “Zaten kötülük dediğin, aşırıya kaçmış iyilik değil de ne ki? (Woody Allen)”

Mutabakat, tencere, kapak...

Şimdi mutabakat zamanı deniyor ve herkes mutabık olmaya çağrılıyor (Siz zorlanıyor diye de okuyabilirsiniz)

Mutabakat Arapça tbk kökünden geliyor, aynı anlama gelen tibak sözcüğü ile eş kökenli. Bir şeyi tam olarak örten kapak, tencere kapağı demek.

Mutabık olmak tencereye kapak olmak gibi. O kadar uyumlu bir şey yani.

O zaman sormadan edemiyoruz: Kimle nasıl hangi tencereye kapak olacağız? İçinde ne var?

 

‘HAKİKATİ BİLMEK HAKKIMIZ’

 

Çok somut, çok maddi, basbayağı politik bir şey istiyoruz.

Barış isteyen barışa ihtiyacı olan kadınlarla buradan başlamak istiyoruz. Buna mecburuz. Çünkü, barış hakkımız! (Bulabildiğimiz ikinci en iyi cevabımız)

Stefan Zweig “Birisi barışı başlatmalı” demiş; biz de “Kadınlar hakikatleri sormaya başlamalı” diyoruz.

Mesela Aslı Erdoğan’ı parmaklıklar ardına koyan asli fail kim, bundaki saik ne?

Mesela ölenlerin büyük çoğunluğunun çocuk olduğu Antep’teki canlı bomba saldırısının haberini veren bazı medya organları, niye ilk olarak “PKK gösterilerinin yapıldığı yer olarak bilinen mahalle” gibi bir vurgu yapma ihtiyacı duyuyor?

Mesela 15 Temmuz’dan sonra “kandırıldık” özrü niye sadece bir zümre için geçerli ve yeterli bir af argümanı olabiliyor? ( Bu arada kandırılmak bir hak değildir ama hakikati bilmek ve barış talebi bir haktır.)

Mesela tankların üstüne çıkıp kahramanlık yapmaya mecbur bırakılmak değil barış koşullarında yaşamak istediğini söylemek niye suçlu ve vatan haini muamelesi görmeye yetiyor?

Mesela insanları tankların önüne yatmak zorunda bırakan sürece nasıl gelindi?

Mesela Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, İdil’de, Yüksekova’da, Silvan’da, Lice’de, Şırnak’ta, Nusaybin’de sivil insanlar, kadınlar, çocuklar neden öldürüldü?

Mesela çatışma ve savaş bölgelerinde kadınlara savaş ganimeti gibi tecavüz edilmesi, edilmese bile tecavüzle korkutulması, küfür ve hakaretlere maruz kalması neden kanıksanıyor neden cezalandırılmıyor?

Mesela içimize bir nebze su serpen ve bu topraklarda barış ihtimalini umut etmemize neden olan müzakere süreci niye sona erdi?

Hakiki cevaplar istiyoruz ama. Hakikatin yerine geçmiş yalanlar değil.

Gündelik hayatınızdaki yalan ahlaki bir mesele olabilir, ama kamusal alana söylenen yalan asla. Ahlakınızla ilgilenmiyoruz ama hakikati istiyoruz.

Halimiz ne kadar olağanüstü olursa olsun, ne hakikat hakkımızdan ne de barış hakkımızdan vazgeçmeye niyetimiz yok.

 

TEK ÇIKAR YOL: AYRIM YAPMADAN ORTAK MÜCADELE

Ayşegül KOCAASLAN
(Eğitim Sen İzmir 1 Nolu Şube
Kadın Sekreteri)

 

1 EYLÜL Dünya Barış Günü’ne içeride ve dışarıda yaşanan savaş ortamında giriyoruz. Barış ülkemiz ve dünya için en yakıcı, en acil talep olarak önümüzde duruyor.

7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana ülkede yaşanan savaş ortamı başta Kürt halkı olmak üzere tüm muhaliflere hayatı dar etmiş durumda. Doğu ve Güneydoğu’da şehirler yakılıp yıkılmış, günlerce sokağa çıkma yasakları uygulanarak insanlar en temel insan hakkı olan yaşam haklarından mahrum bırakılmıştır. Süregelen bu savaş ortamından en çok kadınlar ve çocuklar etkilenmiş, kadınlar hayatlarını kaybederken, geride kalanlar da her gün çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin ölümlerini izlemek durumunda kalmıştır. Sürdürülen bu savaş politikaları zorunlu göçe neden olmuş, insanlar yaşadığı topraklardan koparılmış, gittikleri ülkelerde ve şehirlerde işsizlik ya da ucuz iş gücü olarak çalıştırılmış; açlık ve yoksullukla yüz yüze bırakılmıştır. Pek çok kadın ya ikinci, üçüncü eş olarak satılmış ya da fuhuşa zorlanmıştır. Daha birkaç gün önce Gaziantep’te yaşanan canlı bomba saldırısında 33’ü çocuk olmak  üzere 57 insan hayatını kaybetti. Maalesef bu Türkiye’de ilk yaşanan patlama değildi. 2015 yılından bu yana bu ülkede defalarca canlı bomba saldırıları yaşandı ve yüzlerce insan hayatını kaybetti. Sadece 5 Haziran 2015 tarihinden bu yana 48’i bombalı saldırılarda olmak üzere 136 çocuk yaşamını kaybetti.

 

SAVAŞIN ŞİDDETİ İÇİNDE GÖRÜNMEZLEŞEN ŞİDDET

 

Kadınların yaşadığı olumsuzluklar bu kadar da değil maalesef. Bu ülkede  kadınlar her gün en yakınları tarafından “eş, sevgili, eski  kocası ya da ailesi” öldürülüyor, şiddete maruz bırakılıyor, diğer yandan yaşanan nefret cinayetleri had safhaya ulaşmış durumda, kısa bir süre önce Trans kadın Hande Kader’in tıpkı Özgecan Aslan gibi tecavüze uğrayıp ardından yakılarak öldürülmesi, ardından Azize’nin toplum baskısı nedeniyle intihar etmesi yaşanan örneklerden birkaçıydı sadece. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerde erkekler adeta yargı ve devlet tarafından ödüllendiriliyor, iyi hal indirimleri alarak, kısa sürede tekrar toplum içerisine karışıp yeni şiddet ve cinayetlere neden oluyor ne yazık ki.

Dahası 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çeviren sermaye ve iktidar bir süredir kadınlar için uygulamaya koyduğu muhafazakar, gerici politikalar, öte yandan esnek çalışma “müjde”siyle kadınları hem sermayeye ucuz iş gücü olarak sunan, daha kolay kontrol etmek adına toplum içerisinde kadını sadece anne ve eş olarak kutsayarak eve hapseden politikalarına daha da rahat uygulayacağı bir ortam yaratmaya çalışmaktadır. Tüm bunlar bu ülkede ne kadınların özgür olduğunun, ne toplumsal barışın, ne halkların barışının, ne de komşularımızla barışın sağlanamadığı dahası ülkeyi yönetenlerin hiç de böyle bir derdi olmadığını gösteriyor.

Peki böyle bir ortamda kadınlar ne yapacak?

Bence bu süreçte kadınların en öncelikli işi toplumun tüm kesimlerinden kadınlar ve ötekileştirilmiş bireyleriyle tüm yapay ayrımları bir kenara bırakarak, artık zorunlu olan ortak mücadeleyi örmek ve tıpkı 25 Kasım’larda, 8 Mart’larda olduğu gibi hep bir ağızdan, en güçlü şekilde bugünün en acil ve öncelikli ihtiyaçları olan iş, barış, yaşam ve özgürlük hakkı taleplerini olabildiğince yüksek sesle haykırmak olmalı.

Yaşasın iş, barış, yaşam, özgürlük mücadelemiz!

Yaşasın kadın dayanışması! 

Emek ve Demokrasi için Güç Birliği, 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde, "Faşizme, darbelere ve savaşa karşı demokrasi ve barış istiyoruz" şiarıyla mitingler düzenleyeceğini açıkladı.

Emek-Demokrasi Güç Birliği, bileşen temsilcilerinin katılımıyla Ankara Mülkiyeliler Birliği'nde 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliklerine ilişkin basın toplantısı düzenledi.

 

Toplantıya KESK Eş Başkanları Lami Özgen, Şaziye Özgen, DİSK Genel Başkanı Kani Beko, TTB 2'inci Başkanı Sinan Adıyaman, Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy, HDP MYK üyesi Alp Altınörs ve parti yöneticisi Ali Ürküt, EMEP, ABF, İHD ve Güç Birliği bileşenlerinin yöneticileri katıldı.

 

Basın toplantısında konuşan KESK Eş Genel Başkanı Şaziye Köse, 1 Eylül Dünya Barış Günü'nün tarihçesinden bahsetti. Köse, geçmişten bu yana emekçiler ve ezilen halklar savaşa karşı barışı savunurken, dünyayı yöneten güçler hala savaştan, kan dökmekten, barbarlıktan vazgeçmediğini vurguladı.

 

Küresel emperyalist güçlerin isteği ve yönlendirmesiyle, uzun süredir Suriye ve Irak'ta savaşın sürdüğünü kaydeden Köse, konuşmasını şöyle sürdürdü: "AKP iktidarı öteden beri yanlış olan Suriye politikasındaki ısrarını Cerablus'a yönelik saldırgan girişimini derinleştirerek sürdürüyor. Hala kadınlar, çocuklar, gençler ölüyor, sakat kalıyor, salgın hastalıklar, evsizler, sığınmacılar çoğalıyor. Çağdışı cihatçı DAİŞ vb. örgütler en çok kadınların hayatını cehenneme çeviriyor, Ortadoğu halklarına dünyayı dar ediyor. Milyonlarca savaş mağduru insanlık dışı koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalışıyor, binlercesi, göç yollarında can veriyor. AKP Hükümeti ve Avrupa devletleri mültecilik üzerinden insanlık değerlerini pazarlıyor, ayaklar altına alıyorlar."

 

15 Temmuz darbe girişimi ile AKP'nin iktidar ortağı olan Gülen Cemaatinin ülkenin geleceğine el koymak istediğini söyleyen Köse, "Cemaatin kanlı planlarının boşa çıkarılması, darbe girişiminin bastırılmış olması Türkiye'nin içine sürüklendiği karanlığı ortadan kaldırmadı. OHAL uygulamalarını 'milli mutabakat' ile maskelemeye çalışan AKP, darbe girişiminin oluşturduğu atmosferi faşizan, sömürücü ve savaş yanlısı dikta rejimini derinleştirmek için fırsata dönüştürdü" dedi.

 

"Ya biz ya kaos" denilerek Haziran 2015'ten beri bitmek bilmeyen çatışmalar, ölümler, bombalı katliamlar, sivillerin yakıldığı bodrumlar, yakılan/yıkılan/yok edilen kentler/ilçeler/kasabalar eksik olmadığının altını çizen Köse, "Hemen her gün ülkenin dört bir yanında patlayan bombalarla onlarca insanımız hayatını kaybediyor, yüzlerce insanımız yaralanıyor. Daha bir hafta önce Antep'te insanların en mutlu gününe, düğüne yapılan alçakça saldırı sonucu çoğu çocuk en az 54 insanımız yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı" diye belirtti.

 

"Her yer yanıyor, yüreklerimiz de" diyen Köse, çatışmaların artarak devam ettiğini, bu çatışmalarda gençlerin, çocukların birer birer toprağa düştüğünü kaydetti.

 

Böylesi bir ortamda 1 Eylül Dünya Barış Günü'ne gittiklerini söyleyen Köse, "Bu savaş bizim savaşımız değil! Savaşa mecbur olan halklarımız ve emekçiler değil, iktidarını savaşa, gerilime ve kaosa bağlayan AKP'dir" diye konuştu.

 

Darbelerin, savaşların ve ekonomik krizlerin bedelini halkın ve emekçilerin ödediğini vurgulayan Köse, "Savaş naraları atanların çocukları değil, yoksul halkımızın çocuklarının kanı akıtılmaktadır. O yüzden barışa dair tüm çabalar, eylemler yaşamsaldır" dedi.

 

Köse, açıklamasının devamında şu ifadelere yer verdi: "Bizler, bir canımız daha yitmesin, salgın hastalıklar, sakatlıklar toplu ölümler olmasın, insanlar evlerini terk etmesin, doğaya kıyılmasın diye bu çılgınlığı durdurmak istiyoruz. Bizler, Kürt sorununda; ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç üretmeyen savaş/şiddet odaklı politikaların derhal terkedilmesini, barışçıl ve demokratik yollarla çözüm için gerekli adımların acilen atılmasını istiyoruz."

 

Bu yıl 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde alanlara çıkmak, ses çıkartmak, halka gerçekleri anlatmanın her zamankinden daha önemli ve anlamlı olduğunu söyleyen Köse, bunun için ülkenin dört bir yanında Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği'nin "Faşizme, darbelere ve savaşa karşı demokrasi ve barış istiyoruz" şiarıyla barışı sahiplenecek ve barışa ses vereceklerini belirtti.

 

Ülkenin geleceğine sahip çıkmak, demokrasiyi, laikliği, bağımsızlığı, barışı, eşitliği, özgürlüğü, adaleti savunmak ve gerçek kılmak için 1 Eylül'de alanlarda olacaklarının altını çizen Köse, "1 Eylül'de ülkemizin dört bir yanında darbeleri ve savaşı durdurmak, OHAL'i kaldırmak için sesimizi daha çok yükselteceğiz. Tüm yurttaşlarımızı barış için ses vermeye, bulundukları illerde gerçekleşecek ortak barış eylem ve etkinliklerine katılmaya çağırıyoruz. Kirli hesaplara kurban edilecek bir tek canımız bile yok. Barışın iyileştirici gücüne hepimizin ihtiyacı var. Haydi, hep birlikte 1 Eylül'de barış için sesimizi yükseltmeye…" dedi.

 

Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği, 1 Eylül Perşembe günü İzmir'de, 3 Eylül Cumartesi günü Ankara'da, 4 Eylül Pazar günü ise İstanbul'da merkezi mitingler gerçekleştirecek.




Kaynak: ETHA

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1276 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Siyasi Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI