Bugun...

Covıd-19: Büyük Resmi Ya Da Dekadns-2

VI. AYRIM: GELECEK(SİZLİK)

 

Önümüzde sınıf mücadelesi tarafından biçimlendirilecek bir gelecek(ya da geleceksizlik!) var.

Söz konusu gelecek(sizlik) konuşunda, “Şu böyle olacak” türünden (olumlu ya da olumsuz) bir kesinliğe bağlanmak mümkün değil… Ancak Stefan Zweig’ın, “Belirsizlik, kesinlikten çok daha kötüdür; kısa süreli olan büyük bir korku, belirsiz fakat hiç bitmeyen bir korkudan daha az zahmet verir”; Hannah Arendt’in, “Kötünün iyisini seçtiğimiz zaman, hâlâ kötü olanı seçtiğimizi çoğu zaman unuturuz”; José Saramago’nun, “Mutsuzluk da geçicidir”;[142] Anton Pavloviç Çehov’un, “Gelecekte, hapishane ve tımarhanelerin olmayacağı zamanlarda, pencerelerde parmaklıklar, kapılarda kilitler olmayacak”;[143] Raymond Ruyer’in, “Özgür halk, bu günkünden farklı şeyleri hâlâ tahayyül edebilen halktır”; Paulo Coelho’nun, “Eğer maceranın tehlikeli olduğunu düşünüyorsan, rutini dene; ölümcüldür,” uyarılarına mündemiç iddia ve umutları “es” geçmeden…

Salgının bir biçimde hız kesip “normale/rutine”(?) dönüldükten sonra hiçbir eskisi gibi kalmayacak, olamayacak. Yani yeni “normal/rutin” bile eskisinden farklı olacakken; V. İ. Lenin’in şu uyarısı da kulağımıza küpe olmalı: “Dıştan/ alttan bir baskı gelmediği sürece burjuvazinin içinden çıkamayacağı hiçbir kriz yoktur…”

Devamla: “Covid-19” virüsü, bir salgın hastalığın toplumsal yaşamı nasıl etkileyebileceğini bir kere daha gösterdi, dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal yapısı yeniden sorgulanır hâle geldi. Yaşanan tüm ölümlere, acılara, endişelere ve korkulara rağmen, olumsuz bir durumun olumlu gelişmelere evrilmesinin yolları açıldı. Kapitalizmin sürdürülebilir olmadığı sosyal yaşamın adil biçimde sürdürülemeyeceği bir kere daha görüldü.

‘İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’ (IstanPol) Genel Direktörü Seren Selvin Korkmaz’ın, “Tüm dünyayı politik, ekonomik ve sosyal anlamda etkileyen, gündelik hayatın akışını değiştiren küresel bir krizden söz ediyoruz. Sonuçlarının ne olacağını şimdiden kestirmek zor olsa da insanlığın deneyimleri bize böylesine büyük bir kriz sonrasında değişimin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor,”[144] notunu düştüğü kesit elbette bitecek; ancak buradan geriye kalan şeyin büyük bir enkaz olacağını görebiliriz. O yüzden, şimdiden, salgın sonrasında yükselecek mücadelenin hazırlıklarının yapılması gerekiyor.

Çünkü salgın felaketinden sonra da kapitalizm aynı yolda yürümeyi sürdürmeye çalışacak, bu günleri bir tür “yaratıcı yıkım”(?) olarak değerlendiren sermaye sınıfı sömürü ve otoriterleşmeyi derinleştirecek, zaten son nefesini vermek üzere olan dünyaya ve emekçi halklara daha büyük bir hınçla saldıracaktır.

Pandeminin tetiklediği hâl; üretici güçlerde devrimsel gelişmelerin olduğu, sınıfsal dönüşümlerin yaşandığı, neo-liberalizmin dünya çapında krizinin derinleştiği, totalitarizm ve faşizmlere büyük çaplı toplumsal hareketlerin eşlik ettiği koşulları içerirken; düzen içi/ karşıtı tüm üstyapısal kurumları sert bir dönüşüme zorluyor.

Yani corona bize, içinde bulunduğumuz sistemin kör noktalarına, eşitsizliğe, adaletsizliğe ayna tutuyor. Tıpkı 1300’lerde Avrupa’yı kasıp kavuran kara veba gibi, bugünkü salgınından sonra da dünya kapitalizmin işleyişi eskisi gibi olmayacak. Ancak nasıl olacağını virüs değil, mücadele belirleyecek.

Covid-19’un toplumsal alanda yarattığı sarsıntı, ki hemen öncesinde dünya geneline yayılan isyanlara tanık olmuştuk; kapitalist dünyanın geniş bir kesimce sorgulandığı bir zemin oluşmuştu. Kitleler sağlık sisteminin neden bu şekilde işlediğiyle yüzleşiyorlar, devletin sınıfsal doğasını keşfediyorlar, ekolojik krizin ölümcüllüğü gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorlar. Burayı manipüle etmek için, Sosyal Darwinizm temelli, bir adım sonrası faşizm olan ideolojiler harekete geçirilmek isteniyor.

Corona salgını ciddi bir halk sağlığı sorunudur ve bu virüsün yayılmasından kaynaklanan yıkım ve acılar çok büyük olacaktır. İşçi sınıfı ve dünya halkları, dünya burjuvazisinin bu krizden de paçayı bu şekilde yırtmasına izin verirse, büyük toplumsal yıkım ve ölümlerin ertesinde geniş bir nüfusun sefalet çukuruna yuvarlandığı, işsizliğin, yoksunluğun tavan yaptığı günlere uyanacak!

Böylece sürdürülemez kapitalizmin durdurulmasının, Covid-19 öncesinin mülkiyet, üretim ve bölüşüm ilişkilerinde aynı adaletsizlikleri yeniden üretecek şekilde devam edip etmemesi ise, bundan mağdur olanların tavrına, tarih sahnesine çıkıp çıkmaması bağlı.

Yani yaşanan felaket sorunu gerçek boyutlarıyla ortaya koydu ve insanlığın karşı karşıya bulunduğu seçeneklerle çıplak bir biçimde yüzleştirdi. Bir yanda devletin her bireyi sınırsız kontrol altına alacağı, üretim dışına düşenleri çeşitli hapis ve ölüm biçimleriyle fiilen yok eden bir kapitalist panoptik toplumsallık biçimi, diğer yanda “Dünya işçileri birleşiniz” diyen sosyalist toplumsallık.

Her kriz aynı zaman fırsatları barındırırken; kapitalizm birçok tarihsel krizden kendini “yenileyerek”(?) çıkmıştır. Ancak 2008 krizinden ise, kapitalizm yenilenerek çıkmadı. Asıl krizini erteleyerek çıktı. Ve hemen akabinde Ortadoğu’da başlayan isyanlar ve Suriye’de kilitlenen savaşla bu günlere gelindi. Covid-19 kapitalizmin bütün ezberini bozuyor.

Bugünden “Kapitalizmin kendini yenileyeceğini ya da ufukta bir sosyalizm”in olduğunu söylemek tahminden öteye gitmez. Asıl soru salgın sonrasında emekçilerin daha fazla örgütlü çıkıp çıkamayacağıdır. Ancak bir imkân olarak sosyalizmin yolu açıldığını da görmek gerek. Yaşananlar, ezilenlerin sistemi, dünyayı sorgulamasına yol açmıştır, açacaktır. Bunlar sosyalizmin olanaklarıdır.

Kolay mı? Salgın vakalarının daha önce dünyanın gidişatını etkilediği, değiştirdiği çok defa görülmüştür. Mevcut salgının egemenler açısından da ezilenler açısından yeni bir dünya kurmanın olanaklarının ortaya çıktığı bir kriz durumundan bahsediyoruz.

Dünyanın yeni bir sürece girdiği kesindir… Mevcut kapitalist üretim ilişkileri onu var eden üretici güçleri taşımıyor. Bu durumda toplumsal devrimler dünyanın her yerinde patlamaya hazır durumdadır.

Aslında bunun güçlü işaretlerini görüyorduk. Kapitalizm tüm rezillikleri ile dünyayı yok oluşa taşırken sosyalizmin üzerinde yükseleceği maddi zemini de hazırladı.

Dünya emekçileri, ezilenleri dünyanın bu gidişine karşı ayağa kalkıp geleceği ellerine almazlarsa, emperyalist küreselleşme kendisini yenilerken; bugün olduğundan daha beter kaoslara, savaşlara, ekolojik yıkımlara doğru sürükler…

Bunlar böyleyken; “Sosyal medyada gördüğüm -ilk kim paylaştı bilmiyorum- ‘galiba dünyanın final sezonuna rastlamışız’ sözü, son zamanlarda bazıları çok sevimsiz olabilen genç sarkazmının kötü olmayan örneklerinden,”[145] türünden “sivil toplumcu” soluksuzluk!

Ya da “Coronavirüsün istisnasız herkes için bir tehdit olduğu ve virüse yakalanma korkusunun hayatlarımızın her noktasına işlediği şu günlerde, bir bilgi bombardımanı ile karşı karşıya olduğumuz gibi, geleceğe yönelik iyimser ve kötümser senaryolar da birbiri ardına ortaya atılıyor. Kimileri kapitalizmin çökeceğinden söz ediyor; komünizm hayallerimizi yeniden diriltebileceğimizden, eşitlikçi bir dünyanın kurulabileceğinden… Ne güzel düşünce değil mi?” Gereksinmemiz olan şey, korkularımız kadar duygularımıza ve arzularımıza da teslim olmamak,”[146] diyen bir “akademik” malumatfuruşluk!

Veya “Yaşanan krizi, 1929 buhranına ya da 2008 mali krizine benzetmek, onlarla karşılaştırmak nafile bir çabadır… Olağanüstü sayıda ölümle er veya geç bu salgın yatıştığında, bugün dile getirilen ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ iddiasının hızla unutulma ihtimali ne yazık ki azımsanmayacak kadar kuvvetli… Her şeyden önce, ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diyenlerin çoğu, kendi tescilli markalı ürünlerinin biraz şeklini şemailini değiştirip, üzerine yeni bir etiket koyup, ortaya sürmeye devam ettikleri için bu ihtimal kuvvetli,”[147] diyen ucuz neo-liberal kehanet!

“Pandemi ‘kapitalizmin sonunu getirdi’ gibi sansasyonel ifadeler doğru değil. Kapitalizm sermaye ekonomisidir. Belki de bu aşamadan sonra daha fazla sermaye mobilize olacak. Daha fazla insan şirket kuracak. Piyasalarda çok büyük fırsatlar var. Çok sayıda şirket el değiştirecek. Bu tür krizlerin olumlu yanlarından biri de işini kaybeden insanların iş kurması oluyor. İş dünyası da ortaya çıkan kırılganlığa karşı bağışıklık kazanmaya çalışıyor. Demem o ki, sermaye ekonomisi güçlenerek devam edecek,”[148] biçimindeki kapitalist “nikbinlik” ciddiye alınabilir mi?![149]

Elbette hayır!

“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözüne katılanlardanız. Ancak “yeni”nin nasıl olacağı, sınıf reddiyesinden vazgeçilip, işçi sınıfının yeniden politik bir özne hâline gelmesi”ne bağlı olduğu kanısındayız. Eğer emekçiler, kendilerini evde açlıktan ya da işe gidip virüsten ölmek arasına seçime zorlayan sistem karşısında sınıf siyasetine sarılır ve yeniden politik bir özne hâline gelebilirse corona sonrası dünya çok daha yaşanası bir yere dönüşecektir. Ama bu başarılamazsa kapitalizm; hiç kuşkusuz, emeği de doğayı da bugüne kadar olduğundan daha vahşi biçimde sömürmeyi sürdürecektir.[150]

Tekrarlayalım: Sürdürülemez kapitalizm, çoktan eskimiştir ve insan(lık)a karşı, geleceği tehdit ederek, “zırh içindeki ölü” gibi “yaşamaktadır”! İş bu nedenle, insan(lık)ın önünde, ya sosyalizmi kurmak, yerküreyi kapitalist melanetten kurtarmak veya her geçen gün, her açıdan ölmek seçenekleri vardır.

Evet iki ihtimal var, eskiden beri ve hâlâ. Max Horkheimer ile Theodor W. Adorno bunu İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra şöyle ifade etmişti: “Aslında amacımız, insanlığın gerçekten insani bir düzeye çıkmak yerine niçin yeni türden bir barbarlığa düştüğünü anlamaktan fazlası değildi.”[151]

“İnsani bir düzey” mi, yoksa yeni türden bir barbarlık veya yok oluş mu?

“Kahinliğe düşmeden bir cevap imkânı yok, ama kabaca neyin önce çıkacağını anlamaya çalışmak için soru sormak elzem. En önemli soru ortada: Olacağın, geleceğin belirleyicileri kim olacak? Sürecin hâkimleri kimler?”[152]

Devasa bir değişimin orta yerinde yanıtını aranan ve bul(un)mak zorunda olduğumuz bu(dur)…

 

VI.1) DEĞİŞİM İMKÂN(LAR)I

 

Yuval Noah Harari’ye göre, coronavirüs salgını hem bilimsel hem de siyasi sorunları gündeme getirdi. Bilimsel sorunların bazılarına çözüm bulmaya yönelmiş durumdayız, ancak siyasi olanlara nasıl yanıt vereceğimiz üzerinde fazla düşünülmüyor.

“Bu bir sağlık krizinden ziyade siyasi bir kriz” diyor Harari ve ekliyor: “İnsanlığın elinde bu salgının üstesinden gelmek için ihtiyaç duyduğu her şey var. Ortaçağda değiliz. Veba ile karşı karşıya değiliz. İnsanlar ölüyor ama bunun nedenini ve ne yapmak gerektiğini bilmiyor da değiliz.”

“Neyle karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz ve onun üstesinden gelecek teknolojiye de ekonomik güce de sahibiz. Sorun, bu gücü nasıl kullanacağımızdır. Bu ise esas olarak siyasi bir sorundur” diyen Harari, olağanüstü durumlarda tarihsel sürecin hızlı işlediğini ve normalde üzerinde yıllarca düşünülüp alınan kararların bir gecede alındığını vurguluyorken,[153] haksız değil.

Büyük değişim, doğum sancıları çektirir.

Bu büyük dönüşüm, mevcut üretim ilişkilerinin direnişi ile karşılaşır.

Büyük değişimler, büyük kaosların önünü açar.

Ve kaos ve şaşkınlık yaygınlaştırıp, umut(suzluk)u çoğaltırken; her şeyi yeniden şekillendirir.

Kolay mı? Dünya düzeninin ekonomik, siyasi ve sosyolojik tüm çelişkileri suyun yüzeyine taşıyan pandemi, neo-liberalizmin krizine karşı isyanların ve toplumsal değişim dinamiklerinin son derece hareketli olduğu bir anda kapıyı çaldı. “Şimdi evinde olanlar”, yarının daha büyük kavgacıları olabilmenin imkânıdır elbette…

Pandemik çöküş isyanların gerekçeleri ve talepleri bu süreçte daha da keskinleşecek, derinleşecek ve bugün bomboş olan meydanlar yarın daha öfkeli sloganlarla geri dönüş yapacaktır.

 

VI.2) FÜTUROLOJİ Mİ?!

 

Sınıf mücadelesinin ezen(ler) ile ezilen(ler) arasındaki anlam ve bağlamında hiçbir şey değişmedi. Hâlâ ya ücretli kölesiniz ya da ücretli kölenin efendisi…

Bu çerçevede fütürologlara durmadan Jean-Paul Sartre’ın, “Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum!” deyişini anımsatmak “olmazsa olmaz”!

Nasıl olmasın?!

Siyasetin fütüroloji değil, yakın olasılıklarla geleceğin inşası olduğunu unutan kimi aklıevvellerin, “Pandemi, dijitalleşme sürecini de öne çekmiş oldu. Gelecek, bugüne geldi. İnsanlar artık evlerinden çalışıyor. Fabrikalarda robot teknolojisi kullanılmaya başlandı bile. Zamanla daha da yaygınlaşacak. Robot teknolojisi uzunca bir süredir işçi sınıfının varlığı için bir tehlike zaten. Yeni dünya kendini iyi eğitmiş, o robotları çalıştırabilecek nitelikli işçi sınıfına da ihtiyaç duyacak,”[154] dediği bir kesitten geçiyoruz!

Bu kadar değil!

“İnsanlık büyük bir dönüşümün eşiğinde. Yapay zekâ sayesinde, insansı robotların gelişimiyle birlikte insana özgü hizmetleri ve çalışmaları da artık insansı robotlar yapacak… Robotlar bildiğimiz hayatı tamamen değiştirecek… Bu süreç, yapay zekâ üretimi yapan yapay zekâların üretimiyle de tepe noktasına ulaşacak gibi görünüyor,” diyenler; “yapay zekâyı ve kapitalizmin sönümlenmesi fikri”nden söz ederek; “Hani devrimci öncü bir kuvvetin işçi sınıfını örgütlemesi sonucu yapılacak bir devrimle yıkılacaktı?”[155] diye sorabiliyorlar da!

Lafazan fikir jimnastiğinin haddi hududu olmadığını bilmeyen var mı?!

Ucuz fütürologlar “Yeni bir sanayi devrimi”, “İnformatik çağ”, “Dijital gerçeklikler”, “Akıllı fabrikalar” vs. derken, kapitalist ekolojik yıkımın geri dönülmez noktalara ilerlediği bir momentteyiz; tüm dünyayı bir panoptikon’a (büyük göz altıya, hapishaneye) çeviren virüsler çağında buluverdik kendmizi!

Sanghay Üniversitesi’nden Nurettin Akçay’ın, “Devletin birey üzerinde kontrolünün arttığı ve her anımızın gözetlendiği dijital diktatörlük çağı ile karşı karşıyayız,”[156] notunu düştüğü koordinatlarda kapitalizm, irrasyonel bir sistem olarak kendisini yıkımlarla var ederken; nihayet artık yeniden var olmanın da pek mümkün görünmeyip; gezegenimizdeki canlı yaşamın var oluşunu tehdit edecek bir yıkıma doğru hızlanarak ilerliyor; kafa yorulması gereken tam da bu!

Bir şey daha: “Corona sonrası dünya corona öncesi dünyaya hiç benzemeyecek, çok farklı olacak” derken; elbette, coronavirüs öncesindeki dünyanın (ve yerli yerinde kalırsa sonrasında) emperyalist-kapitalist temel işleyiş mekanizmaları her zamanki gibi olacak; biçim ne olursa olsun; öz aynı (ücretli kölelik olarak) kalacak. Ta ki köleler onu değiştirme cüretini göstersinler!

 

VI.3) VE UMUT(SUZLUK)

 

Pandemi ve sonrasındaki durumda iki sonuç söz konusu: birincisi, bütün teknik ve bilimsel imkânlar ile her türlü yönetme araçlarını gasp etmiş kapitalist haramilerin sistemi, gerçek anlamda “suçüstü” yakalanmıştır.

İkinci gerçeklik ise, yerkürenin gerçek sahiplerinin, işçilerin ve emekçi halkların itirazı için güçlü bir zeminin doğmuştur.

Covid-19 ile virüsü yaratan kapitalizme karşı, yaşamdan ve dünyanın kurtarılmasından yana olanların ortak hareket etmesi; “Umut” da buradadır.

Tarihi üretenin kötü yanı olduğunu asla unutmadan; “Asıl körlük, umudun tükendiği bu dünyada yaşamaktır,”[157] vurgusuyla José Saramago’yu veya Gabriel García Márquez’in, “… ‘Umut karın doyurmaz,’ dedi kadın. ‘Karın doyurmaz ama ayakta tutar,’ diye yanıtladı albay,”[158] diyalogunun altını çizmeliyiz ısrarla!

“Umut, evet! Ama nasıl bir umut? “Kötümserlik, evet! Ama nasıl bir kötümserlik?” sorularını yanıtlayan isyanlar umut üzerine kurulur. Bu umut, Terry Eagleton’ın ifade ettiği gibi, “İyimser olmayan bir umut” olmak zorunda. Çünkü tarihin “doğal” seyrine bel bağlayan bön bir iyimserliğin siyasal sonucu, isyan falan değil, felaketli sonuçlara yol açabilecek bir rehavettir.

Siz bakmayın; umutsuz bir adım dahi atılamayacağını unuturcasına; distopik söylencelere prim veren fantazyalara:

 “Alışmış olduğumuz korku filmleri, bizi sonunda yamyam zombilere dönüştüreceğini iddia ediyordu ama bu pandemi bizi iyi komşular hâline getirdi”![159]

“Kapitalizm denen sistemi hafife almaktan daha aptalca ve uyuşturucu bir şey olamaz”![160]

“Umut kırmak istemeyiz, ama gidişat toplumsal kurtuluşa değil, rıza gösterilen otoritarizme doğru gibi görünüyor”![161]

“Kimi toplumbilim falcıları var. Bu boynuzlu virüs salgınının toplumsal düzeni toptan değiştireceğini iddia etmekte”![162]

“2020 salgın döneminin direnişin dijital küreselleşmesine mi, yoksa dijital gözetim toplumunun otoriterleşmesine mi sahne olacağını beraber göreceğiz”![163]

“Dijital demokrasi otoriterleşmenin önünde engel olacak”![164]

“Umut neydi ki, her şeye rağmen hayatın devam ettiğini görmekten başka?”[165]

Bir an dahi unutulmasın: “Karl Marx yıllar önce ‘Komünist Manifesto’da kapitalizmin bu aşamaya geleceğini işaret etti. Slovoj Zizek Marksist-Leninistlerin yıllardır söylediği şeyi tekrarlıyorken; günümüzü en iyi Rosa Luxemburg’un ‘Ya barbarlık ya sosyalizm’ sözü tanımlar.

Günümüzde kapitalizm fiziksel sınırlarına dayandı. Bugün yaşadıklarımız küreselleşmenin iflasıdır. Artık dünyada üretim ilişkileri ile üretici güçlerin ulaştığı boyut yani kapitalizm sürdürülemez. 

Kapitalizmin insanlığın sırtına deli gömleği geçirdi. Zizek bu kadar net söylemiyor, ama bence insanlık ya bu gömleği yırtıp atacaktır ya da bu deli gömleğinin içinde barbarlık dediğimiz şeyi yaşayacağız.

Kapitalizm için bir sondan bahsediliyorsak, ortada bir başlangıç ihtimali var demektir. Ben kapitalist sonun çok açık bir başlangıç olduğunu belirtiyor ve bunun da bir çatal olduğunun altını çiziyorum. Çatalın bir yanı Karl Marx’ın ifade ettiği özgür üreticiler topluluğuna gidiyor. Diğer yanı ise dünyanın yeniden büyük totaliter barbarlıkla yönetilmesine…

Şimdi hayallere tutunma zamanıdır. Marksizm dediğimiz şey; imkânsızı isteme cüretidir. Ortalamacı olanlar Marksist ve Leninist olamazlar. ‘Örgüt yok mücadele yok, biz bir şey yapamayız’ diyorlar. O hâlde ben de şunu diyorum. ‘Örgüt kur, mücadele et yeni sistemin önünü aç. Ancak bu vurgumdan ‘Eğer yarın sabah bir şey olacağı’nı sonucu çıkarıyorlarsa, Marksizm’i anlamamışlardır. Sözünü ettiğim, belki de bir insanını ömrünü vermesi gereken mücadeledir. Biz bu mücadeleyi hayallerimize sarılarak sürdürmek zorundayız. Kapitalist sistem eskisi gibi işlemeyecek, duracak. Öyleyse hayat bize hizmet ediyor.

Önümüzde ‘Ya Sosyalizm ya da Totaliter Rejimler’den oluşan iki seçenek varken; hatırlayın: John Lennon, ‘Her şey sonunda iyi olacaktır. Eğer iyi değilse, henüz sonu gelmemiş demektir’ derdi.

Coronavirüs salgını sonrasında karşımızda, elbette totaliter rejim(ler) ihtimali de var. Halkı sürekli gözetim altında tutan, arzularımızı bile biçimlendirmesi olası bir denetim topluluğu... İnsan(lık)ın buna boyun eğme gibi bir lüksü olmaz.

Şimdi bir avuç Sovyet askerinin, 1941 yılı Kasım ayının on altısında ve takriben Moskova’nın yetmiş kilometre uzağında ‘28’lerin’lerin, toplam 50 Nazi tankları karşısında ‘Arkamız Moskova’dır’ kararlılığıyla ölüme geçit vermeyip, durduran direnişlerini düşünün.

Aslında mesele bundan ibaret, insanlık şimdi bu denkleme taraftır: Arkasında hayat vardır ve hayatı savunmaktadır. Ben bu hâlde ‘olağan insanlar’ın, olağanüstü işler yapacağını düşünüyorum.

Umutsuzluk çok kolay ama umutlu olmak sorumluktur. Bu bağlamda umutlu olmanın sorumluluğunu içerlerimizde hissetmeliyiz.[166]

İş böyle olunca da şunları -kim demiş olursa olsun- politik açıdan herhangi bir kıymet-i harbiyesi olmuyor:

“Uygarlık, kapitalizmin yapısal krizinin ‘kötü sonsuzunda’, gittikçe daha fazla dejenere oluyordu. Sonra Covid-19 geldi ve bir şok yarattı. Şoktan önce ‘Yarın başka bir gündü?’ (Brazil, Terry Gillian). Şimdi soruyoruz: ‘Şok geçtikten sonraki ‘yarın’ nasıl bir gün olacak?’

Bu soru, iyimser iki varsayıma dayanıyor: Şok geçecek ve yeni bir gün başlayacak. Ben iyimserliğe değer vermem. Önümde durana bakarım. Gördüklerim bu varsayımlara güvenmemek gerektiğini söylüyor.

Yanlış anlaşılmasın, ‘şok’ öncesindeki duruma geri dönme şansı yok! Heraklitos’un deyişiyle ’Panta Rhei’ (her şey(ler) değişir/akar). Ancak bu değişimlerin /akışın uygarlığı ‘kötü sonsuzdan’ çıkarabileceğini umut (sevemediğim bir başka kavram) etmek için henüz bir neden yok. Aksine, ‘şok’ altında başlayan değişimler, ‘kötü sonsuz’ içinde uygarlığın canavarlaşmaya devam edeceğini düşündürüyor.”[167]

Bu saptamalara itibar etmeyen biz; ısrarlı (kötümser) devrimci umudumuzla Cengiz Gündoğdu’nun kaleminden şunu haykırıyoruz:

“Kapitalizm insanlığı yok edecek bir biçimde kuruludur. BM Genel Sekreteri Guteries, Covid-19 nedeniyle dünyanın ikinci dünya savaşından beri en zorlu krizle karşı karşıya olduğunu söyledi. 25 Milyon kişi işini kaybedebilir.[168] 25 Milyon insan işsiz kalsa bile ben gelecekten umutsuz değilim.

Şuna inanıyorum. İnsanlık bu bunalımı aşacak. Yeni bir insan… Yeni bir anlayış… Yeni bir dünya kurulacak… Tarihsel akışın düzgün bir akış olacağını söylemiyorum.

Diyalektik, umuttur. Diyalektik akışlar tarihe yön verecek. Bu tarihsel akışta kapitalizm… Kapitalizmin türevlerinin şansı yoktur. Dünya… Uygarlık bir avuç kapitalist için değil, insan için kurulacak.”[169]

Tıpkı Anatole France’ın, “Hayal kurmak her şeydir”; Thomas Fuller’in, “Her şey kolay olmadan önce zordur”; Napoleon Hill’in, “Kendisi vazgeçene kadar hiç kimse mağlup edilemez,” uyarılarındaki üzere…

 

VII. AYRIM: ÇÖZÜM = ÖRGÜT(LENME) + MÜCADELE

 

“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar, ancak bunu serbestçe, kendi belirledikleri koşullar altında değil, ama daha önce var olan, verili ve geçmişten aktarılan koşullar altında yaparlar,”[170] gerçeği ışığında -elbette- çözüm ihtiyacı büyürken yanıt yine net ve Markus Zusak’ın deyişiyle, “Orada duruyor, birinin bir şeyler yapmasını bekliyordum; ama sonunda beklediğim kişinin kendim olduğunu anlamıştım…”

Max Horkheimer’ın, “İtiraz edilemeyecek bir şeyin başına hiçbir şey gelmez”; Napoleon Hill’in, “İnsanlığın en büyük zayıflıklarından biri ‘imkânsız’ kelimesinin sıklığıdır,” saptamalarından hareketle çözüm “kapitalizme içkin imkânsız”(!)[171] söylemine itibar etmeyen itirazdan geçiyor…

Tarihsel bir yol ayrımında olduğumuz, dünyanın (pozitif ya da negatif) topyekûn bir değişimin arifesinde olduğu, köklü-önlenemez yıkımların ufukta belirirken; somut, yaratıcı ve sonuç alıcı pratik ve perspektiflere ihtiyaç büyüktür.

Tam da burada Albert Camus’nün ‘Veba’ yapıtındaki “Artık bireysel kader yok, kolektif bir tarih var ve onun adı Veba… Umudu kaybetmek mi daha kötü? Yoksa umutsuzluğu kabullenip ona alışmak mı?... Herkes savaşıyor - herkes kendi usulünce. En büyük korkaklık diz çökmektir,” uyarısını unutmadan; yaşanan duruma sadece tehlike odağından bakmak; coronayı bir sağlık sorunu üzerinden tehdit olarak görme anlayışını acilen terk etmeliyiz.

Evet süreç bir tehlikedir; aynı zamanda da bir imkân! Sürecin sunduğu tehdit kadar devrimci olanakları da yok sayamayız/ saymamalıyız.

Covid-19’un yol açtığı kaotik atmosferde, devlete yönelik taleplerimiz olmalı ve bunlar talep edilmeli. Ancak devletin sınıf niteliğini unutmayıp; zorlayıcı gücün halka değil, sermayeye yönel(til)mesi kaydıyla…

Toplumun özgürleşmesi, sömürü biçimlerinden kurtulması ile sağlıklı olması arasında doğrudan bir ilişki var. Virüsle etkin biçimde başa çıkabilmek, kapitalizme yüklenilmesi gerekirken; “Kapitalizm işlemiyor, maşası devlet de…” gerçeğini (ve Küba örneğini[172]) öne çıkar(t)malıyız. Kapitalist yıkım ve açgözlülüğü propagandamızın merkezine koymalıyız.

Var olan kaynaklar herkese yeterli. Sorun bölüşümle ilgili. Kapitalizmi sorgulamak, onu terk etmek, yeni uygarlık kurmak “olmazsa olmaz”.

İnsan(lık)ın açlıktan ya da coronadan ölmesini gerektirecek yoksunluktan/ yetmezlikten söz edilemez. Aksine bolluk varken; açığın, acının, felaketin nedeni kapitalizm; Noam Chomsky’nin, “Bu krizi atlatabilmemiz için yegâne umudumuz: Halkın kendi kaderini ele geçirmesi. Eğer bu gerçekleşmezse o zaman bittik, kaderimizi sosyopat şaklabanlara bırakırsak mahvolduk demek. Ve bu yaklaşıyor,”[173] uyarısındaki üzere…

“Sosyopat şaklabanlar”a, sistemlerine “Hayır” denilebilmesi için kolektif proletaryanın gücü fark edip; kapitalizmin ona biçtiği “kurban” rolünü reddetmesi gerekiyor ki, bu da devrimci praksisi “olmazsa olmaz” kılıyor.

 

VII.1) DEVRİMCİ PRAKSİS

 

Albert Einstein’ın, “Eğer gerçeği açıklamak istiyorsan, zarafeti terziye bırak,” uyarısıyla betimlenmesi de mümkün olan devrimci praksis; Napoleon Hill’in, “Beklemeyin olduğunuz yerden başlayın, sahip olduğunuz araçlar ne ise onlarla başlayın. Daha iyi araçları ilerledikçe bulursunuz,” saptamasındaki ikircimsizliktir.

Ayağa kalkıp, tiranlık sancağının taşıyıcılarına meydan okumak ezilenlerin en büyük onurudur. Tiranları canavarlıklarını ifşa etmek, ezilenlerin tarihi kadar eski(meyen) bir hakikâttir.

Bu kadar da değil: “Herkes mücadele ettiği şeyin büyüklüğü kadar büyük”ken;[174] ekler Sylvia Plath: “Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var: Bir sözün veya bir dokunuşun...”[175]

Devrimci praksisin böyle olduğu unutulmadan; herkesin kapitalizmi sorguladığı günlerden geçtiğimizin ayırtına varmalıyız.

Pandeminin sürdürülemez kapitalist ekolojik yıkım ve sistemin savaş, kriz, açlık gibi çelişkileriyle bağı net biçimde karşımızdayken; ve ezilenlerin sistem karşıtlığının zemini açığa çıkarken; bugüne kadar kimlik politikaları eşliğinde kapitalizmle bağı koparılan soru(n)lar yeniden sınıfsal bir gerçek olarak insan(lık)ın acil gündem maddesi...

Corono salgını bütün dünyada sadece işbaşındaki hükümetlerin değil; 1980 sonrası uygulanan neo-liberal politikalar şahsında sistem olarak kapitalizmin sorgulanmasını da içeren, daha doğrusu bu yönde ilerletilip derinleşmeye müsait bir düşünsel sarsıntı yarattığı zeminde kriz safları netleşiyor ve daha da netleştirecekken; “Covid-19’un getirdiği yüklerin de orantısız bir biçimde işçi sınıfına ve yoksul kesimlere düşeceğini öngörmek mümkündür.”[176]

Pepe Mujica’nın ifadesiyle, “Kapitalizmin sonunu Covid-19 getirmeyecek. Kapitalizmin sonu yalnızca onu yaratmış olan insanların örgütlü isteği ile gelebilir. Her şeye hükmeden serbest piyasa tanrısı bizim zamanımızın fanatik bir dini. Bunu durduracak olan şeyin Covid-19 olduğuna inanmıyorum. Tersine çevrilebilir bir durum mu bilmiyorum. Ancak öyle olana kadar mücadele etmemiz gerektiriyor.”[177]

Çünkü virüs salgını tüm dünyayı sararken, emekçi kitlelerin salgına karşı mücadelesi kapitalistlere karşı bir sınıf mücadelesi hâlini aldı. İşçi sınıfı dünyanın her yerinde, kârlarını korumak derdindeki patronlara karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor, sağlıklı koşullarda çalışma hakkını da gerektiğinde ücretli izin hakkını da eylemlerle, grevlerle alıyor. Kapitalist ekonomi dünya çapında baş aşağı giderken, Coronavirüs salgını ile birlikte sermaye tüm dünyada işçi sınıfına kölelik koşullarını dayatırken, buna karşı verilen mücadeleler ülkeden ülkeye yayılıyor. Birbirine esin ve güç kaynağı oluyor, dünya çapında eş zamanlı bir sınıf hareketi dinamiği yaratıyorken, dahası da var ve olacak…

Hatırlanacağı üzere ‘Carnegie’nin araştırmasına göre, 2017’den coronavirüs krizinin hemen öncesindeki sürece kadar, dünya çapında 100 ayrı hükümet karşıtı protesto dalgası gerçekleşmiş. Bunları Sarı Yelekliler örneğinde görüldüğü gibi gelişmiş Kuzey toplumlarda da, Sudan gibi daha Güney ülkelerinde de görmek mümkün. Ve bu ayaklanmaların yaklaşık yüzde 20’si siyasi liderleri devirmeyi başarmış.

‘Bloomberg’den Andreas Kluth, bugünlerde sokağa çıkma yasaklarıyla olası protestoların önünü kesmiş olduğunu hatırlatırken; kapalı kapıların ardında büyük travmaların ve trajedilerin birikmekte olduğunu; bunların da sonunda bir patlamaya yol açacağına dikkat çekiyor.

Corona salgınının hem ülkeler arası hem de ülkeler içi eşitsizliklere büyüteç tuttuğunu ifade eden Kluth, yoksulların hem sosyal mesafelenme imkânına sahip olmadığını, hem de birikimleri olmadığı için sağlık hizmetlerine diğerleri kadar kolay erişemediğini aktarıyor. Salgın, ABD’nin sıkışık, stresli ve umutsuz mahallelerini daha kolay vuruyor. Birçok yerde siyahların ölüm oranı beyazlara göre çok daha yüksek.

Uluslararası Emek Örgütü’nün verilerine göre, salgın nedeniyle 195 milyon kişi işini kaybedecek. 1.25 milyar insanın geliri radikal bir şekilde düşecek.

‘Bloomberg’ yazarı, bu bağlamda, krizin ardından her şeyin eskisi gibi devam edeceğini düşünmenin naiflik olacağını dile getirip, öfke ve huzursuzluğun yeni kanalları açacağını söylüyor.[178]

Bu tabloda yerküreye yeni dizaynını vermek isteyen egemenler, topluma korku yayarak onu teslim almaya çalışıyor. Halkın dayanışmasını kırmaya çalışıyorlar. 

Söz konusu korkuya teslim olunmayıp, aşılması vazgeçilemezken; korkunun akılları ve ruhları teslim alması müthiş bir tehdittir. Üstelik “öncülük” iddiasındakileri de teslim alması, sadece kötü değil, aynı zamanda tehlikeli ve zararlıdır.

Şimdilerde yerküre büyük bir kaos içinde; ve korkunun panzehiri cesarettir!

Kapitalizm insanlığa felaketten başka bir şey sunmuyor ve alternatifi olan tek bir sistem var; sosyalizm. Sadece sağlık sistemlerini kıyaslayarak Küba’ya, Kübalı doktorların dünyaya yaydığı umuda bakalım. Sağlık sisteminin kâr amacıyla değil, herkesin yararına düzenlenebilmesi mümkün. Gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırıldığı, işçinin, kadının, emeklinin hakkının korunduğu bir sistem mümkün. Bugün dünyanın sosyalizme ihtiyacı var. Sonuçta coronavirüs salgını sınıf savaşını bir başka düzeye taşıdı ve sermaye sınıfı kendi çıkarları için, emekçiler, ezilenler hayatta kalmak için mücadele ediyor…

Talepler, politikalar, programlar, önlemler dünyaya hangi sınıf konumundan hangi gözle baktığınıza göre değişiyor. Tam da “sosyalizm” çağrısının bir ütopya olarak hakir görüldüğü değil, yaşamak için tek gerçek çözüm olduğu bir dünya bu. Mesele sosyalizm için mücadelenin salgın koşullarında devrimci biçimlerini bulabilmek…

İşçi sınıfının en veciz sloganlarından biri olan “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” nasıl da bu dönemin ruhunu taşıyor. Salgından devrim çıkar mı? Ezberlerimiz yetmeyecektir ama yarını kurmak için bugünden yapılması gereken çok şey var.[179]

O hâlde nasıl ki, sömürü mekanizmasının sürdürülmesi için oluşturulan toplumsal ilişkiler bütünü işçi sınıfını burjuvazi ile aynı gemi içine taşımıyor ve en şiddetli mücadeleleri gerektiriyorsa!

Nasıl ki, ekolojik yıkıma karşı mücadele bizi “aynı gemideyiz” söylemine esir edemiyorsa!

Virüsler aracılığıyla gerçekleştirilmek istenen biyopolitikalar da bize, aynı gemide olmayı değil, bu hâkimiyetten sıyrılabilmek için en şiddetli sınıf mücadelesini dayatmaktadır.

Bakın, Lübnan’ın Trablusşam bölgesinde halk, yeni coronavirüs salgını nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağını deldi. İşçi yoğunluklu ve yoksul mahallelerden Cebel Muhsin, Bab el-Tebbane ve Nehr Ebu Ali’de yüzlerce kişi “Yemek istiyoruz, açız. Bizi kapatmayın, bize yemek verin!” sloganlarıyla sokaklara indi[180]

Gerçekten de Karl Marx’ın “Zincirlerinden başka kaybedecek birşeyleri olmayan” dediği proleterler! Ölümden mi korkacaklar? Hayır, onlar zaten kapitalizmin gözden çıkarttığı, yaşayan ölülerdir!

Onlar yoksul ve sefil insanlardır; yaraları hep kanayan ezilen sınıflardır; savaşta korkunç biçimde katledilmiş askerlerdir; katliama uğramış, açlıkla terbiye edilmiş yığınlardır…

Başkaldırıdan başka seçenekleri de yoktur!

Yazının devamı



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI