Bugun...

Gezi/ Haziran’ın Büyük Fotpoğrafı-4

X.3) ESKİŞEHİR İLE ALİ İSMAİL KORKMAZ’I

 

Eskişehir ile Ali İsmail Korkmaz’ına gelince…

Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’la aynı gece, aynı sokakta dövülen Doğukan Bilir’i darp eden polislere verilen 3 biner lira para cezası Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nce ertelendi; Bilir’e odunla saldıran Serkan Kavak’ın cezayı 12 taksitte ödemesine karar verildi![322]

Ve Ali İsmail Korkmaz![323]

Eskişehir’deki Gezi protestolarında sokak ortasında dövülerek katledilen 19 yaşında Ali İsmail Korkmaz davasında mahkeme, sanıkların suçunu “kasten adam öldürme” olarak değil, “kasten yaralama suretiyle ölüme sebebiyet verme” kararlar verdi.[324]

Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 100 sayfalık gerekçeli kararında, “sanıklar ile maktul arasında öldürmeyi gerektirir bir husumet bulunmadığı ve sanıkların öldürme kastlarının olmadığı,” belirtildi.[325]

Davanın temyiz duruşması Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde yapılırken; Ali İsmail Kormaz’a son tekmeyi atarak ölümüne neden olmaktan 10 yıl 10 ay hapis cezası alan polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “emri ben verdim” dediğine dikkati çekerek; “Ama ne hikmetse görevi verenler değil sadece görevi alanlar, müvekkil konu mankeni olarak bu suçu işlediği yönünde algı oluşturulmuştur. Yargılamanın selameti açısından eğer yargılama olacaksa bahsettiğimiz kişiler de yargılamaya dahil edilmelidir,” dedi.[326]

Bu arada Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü sokağa bakan otele ait güvenlik kamerasını, “Kameraları kapatın, hatta daha önceki saate gel, on dakika öncesine” şeklinde emir vererek sildiren polis memuru Hüseyin Engin ile bu emre uyup şalteri indirerek görüntülerin silinmesine yol açan otel sahibi Erdoğan Gözseçen beraat etti.[327] Hüseyin Engin’e verilen 9 aylık ceza önce “iyi hâl”den 7.5 aya indirildi, ardından da “bir daha suç işlemeyeceğine” kanaat getirilerek ertelendi.[328]

Daha sonra da İçişleri Bakanlığı, Gezi protestolarında polis ve esnafın dayağı sonucu öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın ailesine 709 bin lira tazminat ödenmesine hükmeden mahkemenin kararının bozulması için istinaf mahkemesine başvurdu. Korkmaz’ın öldürülmesinde Bakanlığın “hizmet kusuru” olmadığını ve polislerin suç teşkil eden eylemlerinden devletin sorumlu tutulamayacağını savunan bakanlık, ayrıca emsal kararlara göre hükmedilen 650 bin TL manevi tazminatın fahiş olduğunu ve sebepsiz zenginleşmeye neden olduğunu ileri sürdü.[329]

Bu arada davaya ilişkin Yargıtay’ın bozma kararının ardından Kayseri 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi kararında direndi. Fırıncı üç sanık tutuklu kaldıkları süre dikkate alınarak tahliye edildi. Anne Emel Korkmaz “Bu ülkenin adaleti buymuş. Başka bir şey demiyorum. 19 yaşındaki bir çocuğun değeri bu kadarmış,” diye haykırırken;[330] Yargıtay 1. Ceza Dairesi, polis memurları Mevlüt Saldoğan’a verilen 10 yıl 10 ay ve Yalçın Akbulut’a verilen 10 yıl hapis cezasını onaylayıverdi.[331]

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Ali İsmail Korkmaz’a son tekmeyi atan polis memuru Mevlüt Saldoğan’ın avukatı, yargılandığı FETÖ davasında 6 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Avukat Mutlu Karayılan’ın “varis ameliyatı olacağı” için karar duruşmasından önce tahliye edildiği ortaya çıktı![332]

Toparlarsak: Ali İsmail Korkmaz davasında sanıklara “yaralama sonucu ölüme neden olmak” suçundan ceza verilmesi benzer durumdaki davaları hatırlattı. Çok sayıda davada da “işkence fiillerinin yaralama” kapsamına alınması, sanıkların daha az ceza almasına yol açtı...[333]

“Son”(uç) malumdu!

 

X.4) ANTAKYA İLE ABDULLAH CÖMERT’İ

 

Antakya ile Abdullah Cömert’ine gelince…

Antakya’daki Gezi gösterilerinde Abdullah Cömert’in biber gaz fişeği atarak ölümüne yol açtığı için Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “olası kastla öldürme” suçundan en az yirmi yıl hapis verilmesi istenen polis Ahmet Kuş’a, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce “işlem yapmaya gerek görülmediği” ve şüpheli polisler hakkında yürütülen idari soruşturma evrakının ulaşması sonucu “aklama raporu” açığa çıktı.[334]

Balıkesir’deki duruşmaya Antakya’dan gelen anne Hatice Cömert, “Ne adalet var ne vicdan,” diye isyan edip, Hatay’dan Balıkesir’e 18 saatte geldiklerini belirterek, “Katile değil bize ceza veriyorlar,” dedi.[335]

Gerçekten de öyle oldu; Abdullah Cömert’i öldüren polis memuru Ahmet Kuş, 13 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sanığa yurt dışı yasağı koyan mahkeme ayrıca, kararın temyize açık olması nedeniyle tutuklamayı da gerekli görmedi.[336] Polis Ahmet Kuş için “kasten öldürme” ya da “olası kastla öldürme” suçlarından ceza vermemesini gaz tüfeğinin öldürücü bir silah niteliğinde olmamasına dayandırdı...[337]

Mahkûmiyet gerekçesinde mahkeme sanığın gaz tüfeğini kural dışı bir biçimde Cömert’in başına gelecek şekilde kasten ateş ettiği belirtilen kararda, buna rağmen “kasten öldürme” suçundan ceza verilmemesi biber gazı fişeğinin “doğrudan öldürme sonucunu doğuran bir silah olmadığı” gerekçesiyle açıklandı. Oysa fişeğin üzerinde “Doğrudan insanların üzerine ateş etmeyin” uyarısı vardı.[338]

“Son”(uç) malumdu!

 

X.5) MEDENİ YILDIRIM İLE DİĞER KENTLER

 

Lice’nin Kayacık Köyü’nde 28 Haziran 2013 günü kalekol yapımına karşı çıkan grubun protesto gösterisi sırasında Medeni Yıldırım’ın vurularak öldürüldü, 8 kişi de yaralandı. Olayla ilgili olduğu gerekçesiyle 23 yaşındaki er Adem Çiftçi hakkında, “Haksız tahrik altında olası kastla adam öldürme” suçundan 18 yıla kadar hapis istemiyle Diyarbakır 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın bir önceki duruşmasında, esas hakkındaki mütalaasını veren savcı, karakolda bulunan askerlerin havaya ateş açtığını, bu sırada grup içinde bulunan Medeni Yıldırım’ın vücuduna isabet eden kurşunla yaralandığını, daha sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybettiğini söyleyerek askerin beraatını istemişti. 9 Kasım 2016’da kararını açıklayan mahkeme, tutuksuz yargılanan asker Adem Çiftci’nin beraatına karar verdi![339]

Yine ve bir kez daha “son”(uç) malumdu!

Devamla…

i) Adana’da Gezi protestolarına katıldığı gerekçesiyle devlet memurluğundan atılıp, hakkında TKP/K üyeliği iddiasıyla dava açılan Eğitim Sen Üyesi Eser Çapar’ın davasında,[340] 41 yaşındaki 17 yıllık sınıf öğretmen, “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılanmasından beraat etti. Çapar’ın, meslekten atılma kararına karşı “yürütmenin durdurulması ve iptali” istemiyle İdare Mahkemesi’ne yaptığı başvuruyla ilgili ise henüz karar verilmedi![341]

ii) Antalya’daki Gezi olayları sırasında 3 Haziran 2013 gecesi Kaleiçi’ndeki bir ara sokakta, ellerinde sopa ve cop bulunan polisler tarafından dövülen Mustafa Düştegör, avukatı Hakan Evcin aracılığıyla 40 kişiden oluşan amir, müdür, komiser ve polis memuru hakkında 20 Kasım 2013’te suç duyurusunda bulundu. Müzisyen Mustafa Düştegör’ü sopa ve coplarla dövmekten yargılanan komiser yardımcısı A.S., “Kızlı- erkekli alkol alıyorlardı. Müdahale edip, cumhuriyet meydanından uzaklaştırdık,” sözleriyle kendini savundu![342]

iii) Antalya’da Gezi protestolarıyla ilgili iki davada 103 yıl hapis cezasıyla yargılanan, “Kırmızı Fularlı Kız” olarak tanınan 22 yaşındaki Ayşe Deniz Karacagil, “Davada kırmızı fular takmakla suçluyorlardı,” dedi![343]

iv) Antalya’da 1 Haziran 2013’teki Gezi olayları ve devamındaki eylemlere ilişkin 13 çocuğun yargılandığı dava sonuçlandı. 3 çocuğa barikat kurma, taş atma gibi suçlardan 8’er ay 10’ar gün hapis cezası verildi![344]

v) Gezi Direnişi nedeniyle Bursa’da polis tarafından THKP-C üyeliği iddiasıyla aylarca dinlenen ve 3 ayrı dava açılan oda yöneticileri, sendikacılar ve demokratik kitle örgütü yöneticilerine, Berkin Elvan ve ODTÜ’ye destek eylemleri nedeniyle de 2 ayrı dava açıldı. Hakkında 13 soruşturma bulunan ve 5 dava açılan eski TMOBB Kimya Mühendisleri Odası yöneticisi Ali Uluşahin “2 bin kişilik ODTÜ eyleminde 25 kişiye dava açıldı. İfade verirken polise bunu söylediğimde ‘biz tanıdıklarımıza dava açıyoruz’ cevabını aldım. Hedef seçerek dava açıyorlar. Polisler, ‘Siz olmasanız Bursa’da kimse yürümez’ diyor. Bu da zihniyeti ortaya koyuyor,” dedi![345]

vi) Berkin Elvan için 12 Mart 2014 tarihinde Pamukkale Üniversitesi’nde düzenlenen protesto eylemine katılan 65 öğrenci hakkında dava açıldı. Cumhuriyet savcısının hazırladığı iddianamede, öğrencilerin ellerinde taşıdıkları ekmek, tahrik aracı olarak nitelendi. Polisler hakkında ise basit yaralama ve hakaret suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi![346]

vii) Edirne’deki Gezi davasında 28 kişi hakkında 6 bin ile 22 bin TL arası para cezası ve 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Sanıkların hapis cezaları 5 yıl suç işlememeleri şartıyla ertelendi. Para cezalarında ise bazı sanıkların cezalarına erteleme yapılmadı![347]

viii) Gezi protestoları sırasında Erzincan’da gösteri yapan 16 kişiden 14’üne 1 yıl 8 ay ile 17.5 yıl arasında değişen hapis cezası verildi. Erzurum Özel Yetkili 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, “Görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütü propagandası” ile suçlanan 16 kişinin 2 Şubat 2016 tarihli karar duruşmasında, tutuksuz yargılanan Çetin K.’ya 17 yıl 6 ay; Hasan S.’ye 17 yıl; Mukamet Ç.’ye 14 yıl 6 ay; Ali S. ve Can K.’ya 14’er yıl; Özgün K., Özcan K., Dağlar D. ve Hasan Ş.’ye 13’er yıl 8 ay; Tuncay A.’ya 4 yıl 8 ay hapis; Emre E.’ye 2 yıl hapis, 15 bin TL para; Yücel T. ile Uğur P.’ye 1 yıl 8’er ay hapis, 15’er bin TL para; Davut D.’ye 1 yıl 8 ay hapis ile 13 bin TL para cezası verildi. Aynı davada yargılanan Fuat E. 6 bin TL, Ahmet D. ise 500 TL adli para cezası aldı![348]

ix) İzmir’de Gezi eylemlerine destek amacıyla 1 Haziran 2013 tarihinde, sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarla gösterilere katıldıkları iddiasıyla 94 kişi hakkında, iki yıl sonra, 6’şar yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı![349]

x) İzmir’deki eylemlere katıldığı için 3 ay hapis cezası alan, İstanbul’daki polis müdahalesinde başına isabet eden gaz fişeği nedeniyle günlerce komada kalan lise öğrencisi Mustafa Ali Tombul hakkında iki yıl sonra bir soruşturma daha açıldı. Tombul’un avukatı Dinçer Çalım, Tombul’u başından gaz fişeğiyle vurup komaya girmesine neden olan polislerin ise aradan geçen iki yıla rağmen bulunmadığını ancak Gezi sürecinin hâlen hükümet tarafından takip edildiğini, Gezi’nin mahkeme salonlarına sıkıştırılmak istendiğini, siyasal sonuçlarından bu şekilde kaçılmaya çalışıldığını söyledi![350]

xi) Mersin’de 21 Haziran 2013’te yapılan Gezi protestoları nedeniyle, 6 kişiye 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet ve yol kapatarak trafiği engellemek suçundan dava açıldı. Ancak mahkemeye sunulan fotoğraflarda yolu göstericilerin değil polisin kapattığı ortaya çıktı![351]

Daha da uzatmamak için duruyoruz!

 

X.6) GEZİ/ HAZİRAN’IN BERKİN ELVAN’I

 

Albert Camus’nün, “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın”; Elias Canetti’nin, “Yaralara bakmak yücelticidir,” saptamalarını anımsatan Berkin Elvan, Gezi/ Haziran’ın vicdani hafızası oldu.[352]

Başından gaz fişeği kapsülüyle vurulup, 269 gün sonra tedavi gördüğü hastanede ölen Berkin Elvan davasında olanlar malum olsa da; tekrarda yarar var…

Berkin soruşturmasında Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’nde görev yapan polislerin ifadeleri alındı. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nde görevli 7 polis, Memur Suçları Soruşturma Bürosu savcısı Abdullah Yıldırım’a verdikleri ifadede hiçbir suçlamayı kabul etmedi. Polisler eylemler sırasında çok yoğun çalıştıklarını, nerede görev yaptıklarını hatırlamadıklarını söyledi. Polisler Gezi olayları boyunca herhangi bir şekilde gaz kullanmadıklarını savundular. 7 çevik kuvvet polisi suçlamaları kabul etmeyerek Berkin’i yaralamadıklarını söylediler.[353]

Soruşturmada, sekiz ayı aşkın sürede hiçbir ilerleme olmadı. Berkin’in vurulduğu sokağa ait hiçbir görüntüye ulaşamadığını açıklayan polis ve savcılık, avukatların bulduğu üç tanığı da beş ay sonra dinledi. O sokakta polis görevlendirilmediğini ileri süren Emniyet, yanlış bir saate ait polis listesini savcılığa gönderdi. İfadesi alınan 14 polis ya o gün gaz tüfeği kullanmadığını ya Okmeydanı’nda olmadığını ya da hiçbir şey “hatırlamadığını” ileri sürdü.[354]

19 Mart 2014 tarihli dava soruşturmasında iki kişi tanık dinlendi. Görgü tanıklarından birinin polisin direkt Berkin’in kafasına ateş ettiğini söylediği belirtildi. Daha önce polis merkezinde, “Gaz kapsülü duvardan sekerek Berkin’in kafasına düştü” yönünde ifade verdiği belirtilen 14. yaşındaki M.A. söz konusu ifadesinin tutanaklara yanlış geçtiğini, gaz kapsülünün doğrudan Berkin’in kafasına geldiğini söylediği ortaya çıktı.[355]

Bu arada TRT’de katıldığı programda Başbakan Erdoğan, “Yurt dışında verilen reklamları biliyorum. Bir çocuk ölüyor, bunun için ekmek almaya gidiyordu deniyor, katili olarak da beni gösteriyorlar. Ekmek almaya giden çocuğun elinde bilyeler var. Annesi ölümünden beni sorumlu tutuyor. Çocuğun üzerinde patlayıcılar çıkıyor. Çıkıp derseniz bu uluslararası komplo değildir diye bu olmaz,”[356] diyerek cinayeti normal göstermeye çalıştı.

Oysa Berkin Elvan’ın gaz kapsülüyle vurulmadan 11 gün önce Emniyet’e çağrılıp “Eyleme katılma” diye uyarıldığı ortaya çıkarken; baba Sami Elvan, “Oğlumun bilerek öldürüldüğünü düşünüyorum,”[357] açıklaması yaptı.

Daha sonra Berkin’in anne ve babasının da aralarında bulunduğu 11 kişi hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “izinsiz yürüyüş yapma” iddiasıyla soruşturma açıldı.[358]

Ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Berkin Elvan’ın polislerce vurulmasına dair yürütülen soruşturma kapsamında, bin 270 gün sonra şüpheli polis F.D. hakkında “olası kastla öldürme” suçundan hazırlanan iddianame, İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.[359]

Aylarca süren “soruşturma”da failden çok Berkin üzerinde yoğunlaşılırken; katliam failine yönelik bin 270 gün süren soruşturma sürecinde Elvan’a adeta suç arandığı ortaya çıktı. Şüpheli polis Fatih D. hakkında hazırlanan iddianamede Elvan’ın üzerinden çıktığı iddia edilen 11 adet torpil ile küçük çaplı bomba etkisi yaratılmak istendiği savunuldu. Buna rağmen, Elvan’ın üzerinden çıktığı iddia edilen torpil,[360] sapan ve cam bilyelerin olay sırasında kullanıldığına dair bilgi ve belgeye ulaşılamadığı belirtildi.[361]

Ardından da Berkin’in katil zanlısı Fatih Dalgalı’nın olası kastla öldürme suçlaması ile tutuksuz yargılandığı davada polisler tanık olarak dinlendi. İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 28 Şubat 2018’de görülen duruşmada 9 tanık polisten biri haricinde hepsi izletilen görüntülerde kimseyi hatırlamadı, olay gününe ilişkin hiçbir şey hatırlamadıklarını söylediler.[362]

Ancak Berkin soruşturmasında, hedef alarak gaz fişeği atan polis kısa bir süre önce belirlenmişti ve aynı polisin, 1 seneyi aşkın süre öncesinden kimliğinin bilindiği anlaşılmıştı. E.Y. isimli polisin kimliği çok önce tespit edilmiş. Ancak Ulusal Kriminal Büro’ya fotoğraf yollanmaması ve Adli Tıp’ın görüntülere rağmen çözümleme yapamaması işi uzatmıştı.[363]

Geçerken anımsatalım: Berkin’in ölümüne yol açan polis E.Y’nin; Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Disiplin Büro Amirliği’ne verdiği ifadede kendi görüntülerini izleyip, “Ben değilim,” dediği ortaya çıktı. Rapora göre, arkadaşları da E.Y.’yi “tanıyamamış”tı![364]

Davanın 9. duruşmasında tanık polisler, sanık polis Fatih Dalgalı ile ilgili sorulan sorulara “Bilmiyorum, hatırlamıyorum,” şeklinde cevaplarını yenilediler.[365]

Bir şey daha: “TRT, ‘Berkin Elvan’ın vurulmasına ilişkin görüntüleri iyileştirecek uzmanı olmadığını’ mahkemeye bildirdi! Avukatlar, TÜBİTAK’ın ‘İyileştirdik’ dediği bazı fotoğrafların anlaşılmaz hâle geldiğini açıkladılar”![366]

Ayrıca Berkin’in davada ilişkin olarak avukat Çiğdem Akbulut, “Berkin yerdeyken insanların yardım etmesine izin verilmeyerek gaz sıkıldı. Diğer polisler de iştirakçidir,” dedi![367]

Berkin’in davasında, tam 6 yıl sonra olay yeri keşfi yapıldı![368]

Nihayet 26 Eylül 2019 tarihli 14’üncü duruşma mahkeme başkanı, avukat Çiğdem Akbulut’a, “Eleştirebilirsiniz ama dosya bize geldiğinden beri gerekeni yaptık. Konu toplumsal bir olay olunca rapor gelmesi zor oluyor, biliyorsunuz,” dedi![369]

Bunlara ilişkin olarak Berkin’in ailesi twitter üzerinden “Adil yargılama inancımız iyice bitmiştir,”[370] diyen bir mesaj yayınladılar.[371]

Toparlarsak; Anne Gülsüm Elvan’ın, “Benim çırpınışlarım, bir daha çocuklar ölmesin diye… Benim öfkemi acım bastırıyor. Umudumu kaybettiğim oluyor ama oğlum gözümün önüne geldiğinde başka çocuklar ölmesin diye mücadele duygum kabarıyor,”[372] diye haykırdığı tabloda; kardeşinin 269 gün komada kaldığını hatırlatan Berkin’in ablası Gamze Elvan da, “Kardeşim gözlerimin önünde eridi. Tek isteğim yaşamasıydı. Yeniden bisiklet sürmesiydi. Hayat sadece Berkin’i çalmadı bizden. Onun çocukluğuyla beraber benim ve ortanca kardeşimiz Özge’nin de çocukluğunu çaldılar… Biz yıllardır adalet bekliyoruz. Kardeşimi öldüren katil Van’da hâlen görevde. O polise ‘Berkin’i vur’ diyen kişi hâlen görevde. Berkin yaşamayı hak eden bir çocuktu. Bir an önce yargıçların bağımsızlaşmasını ve adaletin tecelli etmesini istiyorum. Katillerin, katillerin diyorum çünkü fail bir kişi değil. ‘Emri ben verdim’ diyen de faildir. Yani o günün başbakanı şu an cumhurbaşkanı olan kişi de faildir. Vuran kişi de, talimat veren de faildir,”[373] derlerken; sonuna dek haklılardı…

Coğrafyamızda Berkin Elvan benzeri, hemen her acı olaydan sonra “Unutmayacağız” ya da “Unutma, unutturma” gibisinden sloganlar dilimize dolanır. Ama “Unutmama” çoğunlukla yıldönümlerinde alevlenir. Fakat esas olan hatırlamaktır.

Hatırlamanın, diri ve özel bir tarafı vardır: Tek günü değil, bütün bir zamanı kapsıyor olması… Öyle olmalı zaten; hangi acıyı hatırlamamız gerekiyorsa, benzeri bir daha yaşanmasın diyedir...

Gezi/ Haziran Direniş hepimize pek çok şey öğretti ama en başta kendi vicdanımızla yüzleşmeyi. Berkin Elvan bunun büyük bir örneği. Elbette başkaları da: Ceylan Önkol… Uğur Kaymaz… Ali İsmail Korkmaz… Abdullah Cömert… Ethem Sarısülük… Ahmet Atakan… Medeni Yıldırım… Mehmet İstif…

Onlar vicdanımız oldular.

Ve en “alt”tan en “üst”e bir “örtbas organizasyonu”nun işbaşında olduğunu anımsatıyorlar bize…

 

XI) “SON(UÇ)”U SONRASI

 

Geniş yelpazeli direnişin duruşumuzu da düşüncelerimizi etkilememesi mümkün değildi; öyle de oldu; etkiledi…

Horatius’un, “Dün geçti, yarın gelmedi, öfkelenme, sakin ol,” uyarısını kulağımıza küpe ederek Gezi/ Haziran meselesini toparlarsak: 2008’deki krizin akabinde birbiri ardına dünyanın farklı coğrafyalarında patlayan halk hareketleri ile devamındaki Gezi/ Haziran Direnişi de kaçınılmaz olarak büyük bir deneyim ve esin kaynağıdır.

Gezi/ Haziran toplumsal muhalefet açısından muazzam bir sıçramaydı. Ancak örgütlülüğümüz söz konusu sıçrayışı sürekli kılamadı ve atılım önce yarım kaldı; sonra da geri çekilerek büzüldü. Ancak geriye önemli bir deyimin birikimini bıraktı. Yüz binlerce insan -şu ya da bu biçimde- sokakla tanıştı, militan deneyimler edindi… Bunlar, küçümsenmesi mümkün olmayan önemli şeylerdi…

AKP’yi derinden sarsarak, endişelere gark eden Gezi/ Haziran için Hilal Kaplan, “Gezi eylemi yatışsa bile, operasyonel odakların sadece şimdilik ‘uyumaya’ yatacağı ve yine günü geldiğinde saldırıya geçecekleri açıktır. Bu seferlik ağaç arkasına saklanıp ateş edenler, başka bir toplumsal ivme gördüklerinde göreve kaldıkları yerden devam edecektir”;[374] Süleyman Seyfi Öğün, “Taksim olaylarının Wall Street olaylarına daha fazla benzediğini görmek istememeleriyle âlâkalıdır,”[375] derlerken;[376] “Türkiye tarihinin en büyük sivil itaatsizliği”[377] bir halk hareketi ortaya çıktı.

Özetle Gezi/ Haziran, toplumun farklı kesimlerindeki ezilenlerin ağzından çıkan kocaman bir “Yeter” haykırışıydı!

Tarihsel önemdeki bu “Yeter”in toplumsal mirası hakkında düşünüp, yarattığı dönüşümün ve geleceği hakkında; “İkinci bir Gezi/ Haziran olmaz, olmaz; ama birinciyi aşan bir boyut mümkündür,” demek mümkünken; bir “öz-bilanço” çıkarmalıyız. Çünkü söz konusu koordinatlardaki hâlimiz ile etkili bir siyaset düzlemi inşa edemediğimiz kendiliğinden patlamanın; plansız-hesapsız parlamasının sunduğu imkânları değerlendiremediğimiz aşikârdır. Lakin Albert Camus’nün, “Herkes her şeye yeniden başlayacak… Yeniden başlayacak bir yaşam var,” deyişini unutmamakta da büyük yarar var.

Hayır; “Gezi sürecinde büyük umutlarla yükselen heyecan bu coğrafyadaki barışçıl direniş dilinin son nefesi, hatta ölüm iyiliğiydi. Aklın ve cesaretin bu ülkeye düzenlediği soylu bir veda töreniydi”;[378] veya “Gezi benzersiz bir tecrübe olarak sivil muhalefetin kendisine yeni bir dil, yeni bir üslup geliştirmesinde geniş bir yol açtı,”[379] türünden “yergi” ve “yüceltmelere” prim vermeden; yaşananlardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacağını, olmayacağını unutmamak gerek. Bundan sonra geçmişini aşan bir Gezi/ Haziran’ın olabilme imkânıysa; kapitalizm karşısında, emek eksenli ve militanca her yerde olabilmesine bağlıdır.

2014 yılında ‘Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun hazırladığı raporda, “Türkiye’nin giderek otoriter, hatta totaliter rejime doğru hızla yol aldığı,” belirtilirken;[380] “Nasıl” mı? Geçmişten dersler çıkartarak…

Bakın bu konuda Musa Piroğlu ne(ler) diyor:

“Gezi’nin yazılmayan tarihinde, Tarlabaşı barikatını tutanların, daha 1 Haziran günü tüm siyasi hareketlere ortak yürütme çağrısı yaptığı, bunun kabul edilmediği yazılıdır. Hatırlanması gereken bir diğer olgu polisin ortalığı gaza ve dumana boğduğu, insanların gaz fişekleriyle öldürüldüğü, gözünü kaybettiği ayaklanma sırasında ‘barışçıl eylem’ söylemleri altında, direnenlerin provokatör ilan edildiği, kitlelerin direnenlere karşı yönlendirildiğidir.

Aynı şekilde Taksim’e ve parka sıkışan eylem, tüm siyasi içeriğinden arındırılmış, bir çeşit karnaval havasına büründürülmüş, yaygınlaştırılarak iktidara karşı büyümesi durdurulmuştur. Oysa Gezi’nin ‘üç beş ağaç’ meselesi olmadığı, halkın iktidara karşı birikmiş öfkesinin bir yansıması olduğu biliniyordu. Siyasal kökenleri olan bir ayaklanma ekolojik, kültürel bir başkaldırıya dönüşmüş ve sönümlenmiştir.

Hepimiz ordaydık diye paylaşılan fotoğraflarda polisin Taksim’e girdiği ve aslında ayaklanmanın yenildiği, 11 Haziran gününe ait fotoğrafların bulunmaması normaldir. Çünkü aslında hepimiz ordaydık diyenlerin önemli bir kısmı, 11 Haziran günü polise direnenlerin yanında yoktur. Barikatlar boşaltılmış, direneler yalnız bırakılmıştır. Paylaşılmayan fotoğraflardan birisi de, TOMA’nın üzerine çıkıp polis megafonuyla, parktakilere yerinizden kıpırdamayan çağrısının yapıldığı fotoğraftır. Bütün ülke ve ebetteki parktakiler, ayaklanmanın yenilmesini televizyonlardan izlemiştir.

Bugün hatırlanmak istenmeyen fotoğraf budur. 11 Haziran saldırısı devletin son hamlesi idi ve barikatlar tutulsa ve direniş sahiplenilebilseydi, bugün Sarayın mutlak hâkimiyeti tartışılmıyor olunacaktı. Gezi’nin eğlenceli yönleri elbette sohbetlerde anlatılabilir, ancak yapılması gereken neden yenilindiği sorusuna cevap vermektir. Elbette 11 Haziran barikatlarında dövüşenlerin de halk kitlelerini harekete geçiremedikleri sürece, barikatları tutamayacaklarını görmeleri gerektiği gibi bir ders de mevcuttur. Eğer 1905’in ‘genel provası olmasaydı’, 1917 Ekim ihtilâlinin zaferi mümkün olmazdı. (Lenin). Gezi bir başlangıçtır ve yeni ayaklanma ancak hatalarından öğrenmeyi becerdiği oranda başarıya ulaşacaktır.”[381]

O hâlde Samed Behrengi’nin,[382] “Küçük Kara Balık” olabilme merak ve cüretiyle; aslî meselenin Terry Eagleton’ın, “Seyirciler aslanın aslan terbiyecisinden daha güçlü olduğunu bilir... Hatta aslan terbiyecisi de bunu bilir... Sorun aslanın bunu bilmemesidir,” saptamasında mündemiç olduğunu göz ardı etmeden; “Bir şeyle mücadele etmek için kendini o mücadeleye dönüştürmek gereklidir; başka bir deyişle, mücadele ettiğin şeyin tam zıddı olmak gereklidir,”[383] hakikâtinin altını çizerek; Samuel Adams’ın, “İnsanların akıllarında özgürlük yangınlarını tutuşturmaya kararlı, öfkeli, yorulmak bilmez bir azınlık yeterlidir”; Jack London’un, “Bu kez yenilgiye uğradık, ama her zaman yenilmeyeceğiz. Çok şey öğrendik,” uyarılarını kulağımıza küpe ederek geleceği bugünden biçimlendirmeliyiz…

 

27 Mayıs 2020 20:03:55, İstanbul.

 

N O T L A R

[1] Newroz, Haziran 2020…

[2] Friedrich Hegel.

[3] Mine Söğüt, “Gezi Ahlâkı, Evet, Bir Tehdittir”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2018, s.6.

[4] “Sivil otorite, mülkiyetin güvenliği için tesis edilmiş olduğu ölçüde, aslına bakılırsa, yoksullara karşı zenginleri ya da hiç mülk sahibi olmayanlara karşı bir parça mülkiyete sahip olanları savunmak için tesis edilmiştir.” (Adam Smith, Ulusların Zenginliği-Seçmeler, çev: Şükrü Alpagut, Say Yay., 2018.)

[5] Antonio Gramsci, , Modern Prens, Machiavelli, Siyaset ve Modern Devlet Üzerine, çev: Pars Esin, Dipnot Yay., 2014.

[6] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 1995.

[7] “Gezi Parkı Bir Miras”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2017, s.18.

[8] “Özgürlük Oylanmaz”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2013, s.5.

[9] “Kanadoğlu: Çevre Temel Haktır, Referandumu Olmaz”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2013, s.5.

[10] Mehveş Evin, “Her Şey Nasıl Başladı?”, Milliyet, 28 Mayıs 2014, s.8.

[11] Ahmet Soner, “Gölge Etme”, Gündem, 8 Haziran 2013, s.15.

[12] M. Ender Öndeş, “Taksim’i ‘Devlet Avlusu’ Yapmak İstiyorlar”, Özgürlükçü Demokrasi, 30 Kasım 2017, s.10.

[13] Emre Kongar, “5 Yıl Sonra Gezi Direnişi?”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2018, s.2.

[14] Fırat Kozok, “THİK Raporu: Devlet de Zulmü Gördü”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2014, s.6.

[15] “İntiharları Gizliyorlar”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2013, s.9.

[16] “Konda Gezi Eylemlerini Sordu Yüzde 58 Provokasyon Yüzde 42 Demokratik”, Radikal, 6 Haziran 2014, s.17.

[17] Gezi Parkı eylemlerinin turizm sektörü üzerindeki etkileri de hissedilmeye başladı. Merkezi Almanya’da bulunan ve 30 ülkede faaliyet gösteren otel arama motoru Trivago’ya göre, 28 Mayıs 2013’den sonra İstanbul ile ilgili yapılan otel aramalarında yüzde 99’luk bir düşüş yaşandı. Aynı sürede Ankara için yapılan aramalarda ise yüzde 86 azalmanın görüldüğü kaydedildi. Aynı şekilde protestoların görüldüğü İzmir’deki oteller için Trivago’da yapılan aramalarda görülen düşüş oranı ise yüzde 95. İnternet sayfasının otel fiyat endeksine göre ise, Türkiye’deki otel fiyatlarında 2012’nin Mayıs’ına göre yüzde 19’luk bir indirim oldu. (“Gezi Eylemleri Otelleri Vurdu”, Milliyet, 13 Haziran 2013, s.11.)

[18] “Genişlik” dedik; Can Dündar’dan aktaralım: “12 Haziran 2013 tarihinde Gezi Parkı’nda bir Osmanlı prensesi vardı. Osmanoğlu ailesinin Sultan II. Abdülhamid Han soyundan gelen Ayşe Adile Nami Osmanoğlu, dünya televizyonlarının dikkatinin çevrildiği Taksim’i ve Gezi’nin direniş çadırlarını gezdi.

‘Niye buradasınız?’ diye sordum: ‘Olayları televizyondan izledim. İstanbul’u o hâlde görünce çok üzüldüm. Uykularım kaçtı. Gelip yerinde görmek istedim’ dedi.

Gezi Parkı’nda gördüğü manzaradan çok etkilenmiş. ‘Hepsi çocuk yaşında... Bir idealin peşindeler. Ama o kalabalık, yorgunluk içinde bile çok saygılılar. Kimi dans ediyor, kimi dua... Bu, beni çok etkiledi. İnsanın inandığı şeyler için savaşmasına inanırım. Onlara hak verdim. Ben de artık ‘Çapulcu Prenses’im.’ Gülümsüyor.” (Can Dündar, “Gezi Parkı’nda Bir ‘Ecdad’ Torunu Çapulcu Prenses”, Milliyet, 13 Haziran 2013, s.17.)

[19] Hazal Ocak, “Gezi İki Yaşında... Bütün Dünyada Her Yerde”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2015, s.6.

[20] Pelin Batu, “Antropolog Michael Taussig: İktidarın Taktiği Başarılı Olmadı”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2015, s.6.

[21] 15 Kasım 2014’de gerçekleştirilen Beşiktaş Divan Kurulu toplantısından üyelerle yönetim arasında ‘Gezi’ krizi yaşandı. Bir üyenin “2000 kişinin üyeliğinin 8 aydır neden bekletildiği” sorusuna siyah beyazlı yönetim adına cevap veren Basın Sözcüsü Metin Albayrak, “Gördük ki başvurular arasında Geziye’ye katılanlar da var. Bir kez daha incelemeye aldık” dedi. Bu cevaptan sonra bir diğer üye Ali Rıza Dizdar ayağa fırlayarak “Gezi’ye katılmak suç mu? Gezi’ye ben de katıldım, Çarşı Gezi’nin şerefidir... Peki bizi de üyelikten atacak mısınız?” diye sordu. (“Beşiktaş Divan Toplantısında Gezi Tartışması”, Hürriyet, 15 Kasım 2014… http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/27585065.asp)

[22] TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) beş tonluk su tankı olan, ayrıca boya ve gaz solüsyonu tankına sahip, 180 kilo basınçla yaklaşık 20 metreye etkili vuruş yapabilen, herhangi bir yangın ihtimaline karşı sensörle otomatik çalışan yangın söndürme sistemi içeren, hayli pahalı bir araçtır (yaklaşık 330.000 TL)… TOMA’lar tazyikli su ile ortalama ağırlıktaki bir kişiyi 2-3 metre uzağa fırlatabilir. Yüzdeki elmacık kemiğini kırabilir ve hatta kaburgaları çatlatabilir. İşte üzerinde silahı bırakınız, maskesi ya da herhangi bir koruyucusu olmayan bir kıza, az da olsa tazyikli su sıkmak, o TOMA’nın aslında ne kadar gereksiz kullanıldığının göstergesidir. (Ahmet Turan Köksal, “TOKİ Neden TOMA’dır?”, Radikal, 17 Ağustos 2013, s.16.)

İngiltere’de Londra Metropolitan Emniyet Teşkilâtı ve Londra Belediye Başkanı Boris Johnson’un güvenlik güçlerinin TOMA kullanması yönündeki çağrılarına ülkenin en büyük polis gücünü barındıran 5 bölgenin ilgili birimlerinden “Hayır” yanıtı geldi. (“İngiliz Polisi TOMA İstemedi”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2014, s.12.) Ülkenin 5 büyük polis teşkilâtının yöneticileri, TOMA kullanımını “etkisiz ve pahalı bir yöntem” diyerek reddetti... Tüm Britanya’da sadece Kuzey İrlanda’da polis teşkilâtının elinde TOMA bulunuyor. (“Britanya’da TOMA Kavgası”, Radikal, 6 Şubat 2014, s.23.)

[23] Türkiye için gaz fişeği üreten Güney Koreli DaeKwang’ın fabrikası, biber gazı nedeniyle sekiz kişinin öldüğü ve binlerce kişinin yaralandığı Gezi Parkı protestolarının yıldönümünde kapatıldı. Şirkete, lisansı olmadığı hâlde barut ürettiği ve yasadışı yollarla ithalat ve depolama yaptığı gerekçesiyle 19 Ocak’ta soruşturma açılmıştı. Soruşturma neticesinde DaeKwang’a 20 bin dolar ceza kesildi ve fabrika bir aylığına kapatıldı. DaeKwang, Kore’nin gaz ihracatının yüzde 90’ını gerçekleştiriyordu.

Sivil Toplum Kuruluşları 2013’ten beri yana biber gazının yasaklanması için kampanyalar yürütürken; 30 STK’nın hazırladığı rapora göre ise 2014 yılında 224 gün güvenlik güçleri tarafından biber gazı kullanıldı. Biber gazından 8 kişi hayatını kaybetti, 453 kişi yaralandı.

Gezi Parkı protestolarında polis 20 günde yaklaşık 130 bin biber gazı fişeği kullandı. TÜİK verilerine göre sadece İstanbul’un Kadıköy, Şişli, Beyoğlu, Beşiktaş ilçelerinde yaşayan 1 milyon 272 bin kişi biber gazına maruz kaldı. TTB’nin bilgilere göre sadece Gezi Parkı eylemleri sırasında 8 bin kişi yaralanırken, 104 kişi ciddi kafa travması geçirdi, 11 kişi gözünü kaybetti. (Pelin Ünker, “Gazcı Fabrika Kapatıldı”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2015, s.8.)

[24] İzmir’deki protestoların renkli figürleri arasında yer alan “Bando Sol” üyeleri, “çapulcu” olarak nitelenmekten rahatsız olmadıklarını vurguluyorlar. Grubun üyesi Ahmet Semizer, “Biz çapulcu olarak anılmaktan hiç gocunmadık; aksine bu bizi ortaklaştıran, bütünleştiren bir üst kimlik oldu. Fransız Devrimi’nde aristokratlar, eşitlik ve özgürlük için sokaklara dökülen halkı sans culottes (baldırı çıplak) diyerek aşağılamaya kalkmıştı, ama baldırı çıplak ordusu karşısında kaybeden onlar oldu. Biz de geleceği elinde tutan milyonlarca çapulcudan birkaçı olmakla gurur duyuyoruz… Sokağın dili boyun eğmeyi reddeden herkesin hikâyesini anlatıyordu,” dedi. (“Sokak Bizi Çağırdı”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2013, s.7.)

[25] İdris Emen, “Gün Gün Gezi”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.24… Uğur Koç, “Direniş Güncesi Birgün Pazar, Yıl:11, No:377, 1 Haziran 2014, s.15-17... Mehmet Tezkan, “Gezi Ruhuna Zarar Vermeyin”, Milliyet, 30 Mayıs 2014, s.5…

[26] “Gezi’nin Hukuk Karnesi Açıklandı”, Birgün, 2 Haziran 2014, s.6.

[27] “Erdoğan’dan Yine Kışkırtıcı Gezi Parkı Çıkışı: Yapacağız”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2016, s.5.

[28] Albert Camus, Düşüş, Çev: Ferit Edgü, Ataç Kitabevi, 1961.

[29] Nilüfer Göle, “Gezi: Bir Kamusal Meydan Hareketinin Anatomisi”, Haydi Çankaya, CHP Bülteni, No:7, Haziran 2013, s.4.

[30] Koray Çalışkan, “Gezi’nin 1. Yılı Kutlu Olsun”, Radikal, 30 Mayıs 2014, s.6.

[31] Ahmet İnsel, “Muktedire Karşı Dayanışma”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.8.

[32] Arif Koşar, “Taner Timur: Gezi, AKP’nin Düşüşünün Baş Aktörü Olarak Yazılacak”, Evrensel, 4 Haziran 2014, s.5.

[33] Zafer Atakan, “Gezi’nin Büyüsü”, Birgün, 11 Eylül 2016, s.2.

[34] Şükrü Küçükşahin, “Gezi’yi Bugün de Doğru Okuyamamak”, Hürriyet, 1 Haziran 2015, s.21.

[35] Zeynep Oral, “Geziden Kalan Umut...”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2018, s.14.

[36] Deniz Yıldırım, “Gezi Bir Halk Hareketiydi”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2018, s.4.

[37] “Adalet, Demokrasi, Özgürlük İçin #Gezi5Yaşında”, Evrensel, 29 Mayıs 2018, s.3.

[38] Nazım Alpman, “Gezi Parkı Yazıları 2013”, Birgün, 2 Haziran 2016, s.9.

[39] Nazım Alpman, “Kutsal İsyan Gezi Parkı”, Birgün, 31 Mayıs 2014, s.7.

[40] “Kent Hakkı” kavramı ilk kez Henri Lefébvre tarafından kullanılmış ve 1968 Paris hareketinde önemli bir slogan hâline gelmiştir. Kapitalist üretim ilişkilerinin kentleri birer meta hâline getirdiğini belirten Lefébvre, sistemin artık kentleri de kullanım değeri yerine değişim değeri olan birer metaya dönüştürdüğünün altını çizer. Ona göre “Kent Hakkı”, kentte yaşayan dezavantajlı grupların koşullarının iyileştirilmesi ya da bütünüyle kente dahil edilmesi değildir. Kent kaynaklarına ulaşma bireysel özgürlüğünden çok öte bir şey, kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Yani bireysel değil, ortak bir haktır. (Henri Lefébvre, “Kent Hakkı”, Eğitim, Bilim, Toplum, Cilt:9, No:36, 2011, s.140-152.)

[41] Henri Lefébvre, Şehir Hakkı, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2016

[42] Sedat Yurtdaş, “İstanbul’u Sarsan 3 Gün!”, Radikal, 3 Haziran 2013, s.17.

[43] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Gezi’nin Zamanı’ İçinde Devam Ederken...”, Birgün Pazar, Yıl:11, No:378, 7 Haziran 2014, s.12-13.

[44] “Gezi sürecinin başından itibaren hep empati yaptım. Kendimi sürekli duyarlı çevrecilerin yerine koydum. Başlangıç itibari ile demokratik haklarını kullanan bu duyarlı grupları destekledim. Onlarla gurur duydum. Cuma namazında saf tutan bazı Gezi eylemcilerini görünce aslında benim gibi empati kurması gerekenlerin bu eylemleri anlamadığını düşündüm. Öyle ki öz oğlum bile Gezici olmuştu. Ancak ne zaman ki marjinal gruplar sahneye çıktı ve bunlarla birlikte gözü dünmüş polisler ortalığa dehşet saçtı. İşte o zaman Gezi, Gezi olmaktan çıktı.” (Sevilay Yükselir, “Berkin Elvan...”, Sabah, 13 Mart 2014, s.7.)

[45] Emrah Çelik, “Gezi’de Karşılaşan Dindarlıklar (2)”, Taraf, 13 Haziran 2014, s.10.

[46] “Alabora: Gezi’de Devrim Yapmak İçin Sokağa Çıkmadık”, 1 Mart 2020… https://www.avrupa-postasi.com/gundem/alabora-gezi-de-devrim-yapmak-icin-sokaga-cikmadik-h106500.html

[47] Esra Karataş, “Memet Ali Alabora: Kalbimle Boğazım Arasında Tarif Edemediğim Bir Yumru Hissediyorum”, 2 Haziran 2018… https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2018/06/02/memet-ali-alabora-kalbimle-bogazim-arasinda-tarif-edemedigim-bir-yumru-hissediyorum/

[48] Mustafa K. Erdemol, “Gezi Parkı Direnişi: Beş Yıl Geçti Üzerinden”, Birgün, 29 Mayıs 2018, s.5.

[49] Aslı Aydıntaşbaş, “… ‘Gezi’ Gelişmişliğin Bir Göstergesi”, Milliyet, 27 Eylül 2013, s.19.

[50] Tarık Işık, “Gezi Eylemi Demokratik Gelişmişliğin Bir Tezahürü”, Radikal, 2 Ekim 2013, s.12-13.

[51] “Gezi’, Demokrasiye Tehdit Değil...”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2013, s.8.

[52] Mirgün Cabas, “Statta Slogan Olmasın. Gerçekten”, Milliyet, 1 Eylül 2013, s.6.

[53] Burak Özçetin-Doğuş Sarpkaya, “Karnaval ve Direniş”, Birgün Kitap, Yıl:10, No:136, 29 Kasım-12 Aralık 2013, s.8.

[54] Hasan Hüseyin Sünbül, “Bir Ülkücünün Gezi Güncesi”, Radikal, 20 Ağustos 2013, s.17.

[55] Arif Koşar, “Bekir Ağırdır: Gezi Geleneksel Kutuplaşmaya Kilitlendi”, Evrensel, 2 Haziran 2014, s.7.

[56] “Markar Esayan, Gezi Milyonlarını Hedef Gösterdi: Gezi, Özünde Gerici ve Faşist Bir Şiddet Eylemiydi; Tarihe de Böyle Geçti”, 1 Haziran 2019… https://gazeteyolculuk.net/markar-esayan-gezi-milyonlarini-hedef-gosterdi-gezi-ozunde-gerici-ve-fasist-bir-siddet-eylemiydi-tarihe-de-boyle-gecti

[57] “İktidarı Koruma Psikolojisi!”, Birgün, 28 Mayıs 2014, s.9.

[58] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2014/06/22/artik-o-mahalle-ile-birlikte-yurumek-istemiyorum

[59] Atilla Yayla, “Gezi Neydi, Ne Değildi?”, Yeni Şafak, 28 Haziran 2014, s.17.

[60] Murat Belge, “Gezi’nin Yıldönümünde”, Taraf, 1 Haziran 2014, s.11.

[61] Cengiz Çandar, “Erdoğan Tarihe Nasıl Geçecek?”, Radikal, 21 Haziran 2013, s.15.

[62] Ali Akay, “Seçimlere Doğru: Üçüncü Tür Bilgi”, Radikal, 26 Mart 2014, s.17.

[63] Serpil İlgün, “Doç. Cihan Tuğal: Gezi’deki Demokrasiyi Laikliğe Bağlamak Solu Bitirir”, Evrensel, 23 Aralık 2014, s.14.

[64] Andaç Yazlı, “Müşterek Kaderin Ortak Reddi”, Birgün Kitap, Yıl:11, No:150, 1 Ağustos-4 Eylül 2014, s.13.

[65] M. Murat Erdoğan, “… ‘Gezi Hatt-ı Hümayunu’: 2013 İlerleme Raporu”, Radikal, 26 Ekim 2013, s.13.

[66] Fikri Sağlar, “Gezi ve Casusluk!”, Birgün, 2 Haziran 2016, s.10.

[67] Oral Çalışlar, “Mısır’daki Katliamdan ‘Gezi Ruhu’na”, Radikal, 19 Ağustos 2013, s.11.

[68] Nihal Bengisu Karaca, “Gezi Ruhu”, Haber Türk, 3 Haziran 2014, s.7.

[69] “… ‘Kırmızılı Kadın’ Korkusu”, Birgün, 28 Mayıs 2014, s.9.

[70] Ergün Yıldırım, “Gezi Sosyolojilerinin İflası”, Yeni Şafak, 1 Haziran 2014, s.10.

[71] Atilla Yayla, “Solcular Niçin Demokrat Olmakta Zorlanıyor?”, Yeni Şafak, 12 Ekim 2013, s.14.

[72] Murat Sevinç, “Gezi’de Ne Oldu? Kim, Ne Anladı?”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.9.

[73] Günnur Aksakal, “Orta Sınıf: Efsane mi, Gerçek mi?”, Birgün Kitap, Yıl:13, No:179, 16 Aralık 2016-12 Ocak 2017, s.20.

[74] Kimileri şunları diyordu: “80’li yıllarda askeri darbeyle muhalefet susturulmuştu. Dünya ölçeğinde de bir siyasal gerileme yaşanıyordu. Çeşitli yollarla yayılan tek yanlı görüşler sonucunda; yoksul çocukların okul masrafları, halkın sağlık giderleri, diğer sosyal güvenlik harcamaları yeni orta sınıfın gözünde, kendilerinin sırtına yük olarak görülüyordu. Yüksek kazançlarından dolayı ödedikleri vergilerle kamuyu finanse ettiklerine inanıyorlardı.

Bu durum, yeni orta sınıfın dışlayıcı özelliklere bürünmesine neden oldu. Geleneksel mahalle hayatındaki dayanışmanın, aile bağlarının gerektirdiği yardımlaşma alışkanlıklarının dışında kalmak istediler. Daha doğrusu, kendi sınıflarından olmayanların dışarıda kalacağı bir hayatı tercih ettiler. Böylece, kent merkezlerinin biraz uzağında siteler kurarak yaşamaya başladılar.

Dışladıkları insanların kendileri gibi ‘steril’ yaşamayı hak etmediklerini ve beceremediklerini düşünmeleriyle bağlantılı olarak, yeni orta sınıf, aşağılayıcı bir dil geliştirdi. Artık dergiler, televizyonlar, kitaplar, ‘pazarlanan’ neredeyse bütün kültür sanat ürünleri yeni orta sınıfın onayına sunuluyordu. Kültür sanat endüstrisi, dışlayıcı düşünceler ve aşağılayıcı dil üreten bir mekanizmaya dönüştü. ‘Entel’, ‘maganda’, ‘zonta’, ‘kıro’ gibi sözcükler havalarda uçuşmaya başladı. Yeni orta sınıfın sırtında yük kabul edilen ‘devlet memuru’ çalışanlar, filmlerde ve skeçlerde ‘Bugün git yarın gel’ diyen tiplemelerle parodileştirildi.

Ali Şimşek, komedi filmlerini ele aldığı bölümlerde Kemal Sunal, Şener Şen, Cem Yılmaz, Ata Demirer gibi oyuncuları, Davaro ve Recep İvedik gibi filmleri analiz ederek konuyu somutlaştırıyor. Aynı şekilde, Gırgır, Limon, Leman, Penguen dergilerini de kapsamlı biçimde ele alıyor.

Bu çizgi, ilerleyen yıllarda Ekşi Sözlük, İnci Sözlük gibi internet mecrası ile birleşti. Hayatın belirleyici bir niteliği hâline gelen ‘hız’ faktörü de işin içine girince, düşünmek süreci yerini fikir beyan etmeye bıraktı. Gazete köşe yazarlarından internet forumlarındaki takma isimli ergenlere kadar birçok kişi, ‘hayatın gerçeklerini bilen’ birer ukalaya döndü.

Dünyada olduğu gibi bizde de en çok beyaz yakalıları vuran 2001 ekonomik krizinden sonra, serbest pazar anlayışı, rekabet kültürü, kapitalizm ideolojisi birdenbire sorgulanmaya başlandı. Marx’ın görüşleri yeniden yaygınlaştı.

Konumuzla ilgili Marx’ın önemli bir sözünü hatırlamakta fayda var: ‘İnsanlar düşündüğü gibi yaşamaz, yaşadığı gibi düşünür.’ Evet, yeni orta sınıf, o krizden sonra başka türlü yaşamaya mecbur kaldı. İşsizlikle, ekonomik sıkıntılarla, kapıdan içeri alınmamakla karşılaştı. Özellikle bu sınıfın yeni yetişenleri, yani 2010’ların gençleri, kendilerinin aslında beyaz yakalı işçi olduğunu keşfetme sürecine girdi. Net bir düşünce olarak ortaya çıkmasa da, bunun duygusu oluşuyordu. Çünkü artık sömürülen ve dışlanan bir kesim hâline dönüştüler. Ama dönüşmeyen bazı yönleri vardı: Dili, ifadelerindeki ironik üslup, parodileştirme eğilimi…” (Ali Şimşek, Yeni Orta Sınıf - ‘Sinik Stratejiler’, Agora Kitaplığı, 2014.)

[75] “İktisatçı Homi Kharas’a göre, dünyada 3.2 milyar kişi, çok geniş bir şekilde tanımlanmış, ’günde 11 ila 110 dolar arası gelire sahip’leri içeren orta sınıf tanımlamasına uyuyor. Bu rakam dünya nüfusunun yüzde 42’sine denk geliyor. Her yıl bu gruba 160 milyon kişi katılıyor. 2020’li yıllarda dünya nüfusunun çoğunluğunu orta sınıflar teşkil edecek. Önümüzdeki 5-6 yıl içinde orta sınıfa katılacak yaklaşık 1 milyar kişinin yüzde 88’i ise Asya ülkelerinde yaşayacak.” (Soli Özel, “Orta Sınıf Patlaması”, 29 Ağustos 2017… https://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/1614144-orta-sinif-patlamasi )

[76] Beytullah Çakır, “Prof. Dr. Atilla Yayla: Orta Sınıf Demek Burjuva Demektir”, Lacivert Dergi, No:40… http://www.lacivertdergi.com/dosya/2017/11/15/orta-sinif-demek-burjuva-demektir

[77] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1997, s.66.

[78] Karl Marx- Friedrich Engels; Seçme Yapıtlar-1, çev: Ahmet Kardam-Sevim Belli-Muzaffer Ardos-Kenan Somer, Sol Yay., 1976, s.157.

[79] Sungur Savran-Kurtar Tanyılmaz-E. Ahmet Tonak, Marksizm ve Sınıflar: Dünyada ve Türkiye’de Sınıflar ve Mücadeleleri, Yordam Kitap, 2014, s.18-19.

[80] Sungur Savran-Kurtar Tanyılmaz-E. Ahmet Tonak, Marksizm ve Sınıflar: Dünyada ve Türkiye’de Sınıflar ve Mücadeleleri, Yordam Kitap, 2014, s.296.

[81] Oral Çalışlar, “Gezi’den ‘Yeniden Doğuş’ Beklemek”, Radikal, 20 Eylül 2013, s.10.

[82] Mine Söğüt, “Gençlik Bizzat Bahardır”, Cumhuriyet, 4 Haziran 2013, s.19.

[83] “Onlara, ben ben ben jenerasyonu, İndigo çocukları diyenler oldu. Amerikalı iktisatçılar X kuşağından sonra geldikleri için onlara Y kuşağı dediler. Sorgulayan bir nesildiler. Hatta bu yüzden, ‘Why’ sözcüğünü çağrıştırdığı için Y kuşağı dendiğini söyleyenler bile vardı. Kendileri için ne söylendiğini umursayan bir nesil olmadılar ama haklı olarak sorguladılar anlamsız gelen her şeyi ve niçin, neden, dediler. Zihinlerine yatmayan hiçbir şeyi kabul etmediler. Ailelerine bağlıydılar ama elbette çatışma da kaçınılmazdı. Her zor koşullarında yanlarında olan X kuşağı ebeveynleri, kuşaklarına özgü özgürlükçü ve sabırlı yanlarını çocuklarına da yansıtıyorlardı. Çok güzel ebeveynler oldular, çocuklarını desteklediler ve Gezi Parkı örneğinde olduğu gibi Y kuşağı çocukları ‘analarını da alıp’ Gezi’ye geldiler. Y kuşağı çocukları sevgiyle büyümüşlerdi. X kuşağı anne ve babaları, sevgilerini göstermekten kaçan kendi ebeveynlerinin aksine çocuklarını sevdiler ve çocuklarına söz hakkı tanıdılar. Fakat Y kuşağının rahata düşkünlüğünü ve teknoloji merakını anlamakta zorlandılar. Y kuşağı kapitalizmin tüket ve mutlu ol yaklaşımını mutlu olmak istiyorsan üret, yaşa ve yaşat anlayışına çevirdi.” (Özge Doğar, “Bıraksan Ağaç, Sadece Gölge Yapacaktı Şimdi Tarifi İmkânsız Meyveler Verdi”, Birgün, 1 Haziran 2019, s.5.)

[84] “yolu yok,/ yel değirmenleriyle dövüşülecek/ ölümsüz gençliğin şövalyesi,/ ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,/ bir temmuz fethine çıktı...

güzelin, doğrunun ve haklının:/ önünde sağır, aptal devleriyle dünya/ altında mahzun fakat kahraman rosinantı...

bilirim,/ hele bir düşmeye gör hasretin hâlisine,/ hele bir de tam okka dört yüz dirhemse/ yürek/ yolu yok, Don Kişotum benim, yolu yok,/ yel değirmenleriyle dövüşülecek...

haklısın, elbette senin Dülsinyadır en güzel kadını/ yeryüzünün...

sen elbette bezirgânların suratına haykıracaksın/ bunu...

alaşağı edecekler seni/ bir temiz pataklayacaklar/ fakat sen yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,/ sen bir alev gibi yanmakta devam edeceksin ağır kabuğunun içinde/ ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...” (Nâzım Hikmet Ran.)

[85] “Toplumun ‘Gezi Parkı Olayları’ Algısı: Gezi Parkındakiler Kimlerdi?”, 5 Haziran 2014, s.8.

[86] Hüseyin Kömürcüoğlu, “Gezi İki Yaşında”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2015, s.18.

[87] Günel Cantak, “Gezi Gazisi Semih Sağlam: Kin Besleyemiyorum... Tabii Ki Büyük Bir Öfkem Var”, Cumhuriyet Sokak, No:12, 31 Mayıs 2015, s.15.

[88] “… ‘Kırmızı Fularlı Kız’ Dağa Çıktı!”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2014, s.9.

[89] “Sosyolog Küntay: Gençlerin Yükselen Sesi Salgın Hastalık Gibi Yayıldı...”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2013, s.8.

[90] Zafer Yılmaz, “Gezi Parkı’nda Ne Öğrendik?”, Radikal İki, 16 Haziran 2013, s.4.

[91] Meral Tamer, “Hülya Gülbahar: Kadın Hareketi, Gezi Olayında Sınıfta Kaldı”, Milliyet, 12 Temmuz 2013, s.12.

[92] Antalya Cumhuriyet Meydanı’na Gezi Parkı eylemlerine destek için gelen Mehmet Kaparoğlu (33), eşini dövmeye kalkınca, göstericiler tarafından cezalandırıldı. Olay Kaparoğlu’nun, müdahale etmek isteyen bir eylemciye “Karım değil mi? Döverim de severim de” demesi üzerine büyüdü. Cebinden bıçak çıkartan Kaparoğlu, kendisini uyaran eylemciyi yaraladı. Meydandaki kalabalık, Kaparoğlu’nu dövdü. (“Linç Edilecekti”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2013, s.3.)

[93] Seyhan Avşar, “Gezi’nin Ruhu Kadındı”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2018, s.8.

[94] Özlem Albayrak, “Kırmızılı İki Kız, Kapkara Bir Haksızlık”, Yeni Şafak, 14 Haziran 2017, s.17.

[95] Akın Bodur, “Çocuklarımız Tertemizdi”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2015, s.19.

[96] Mehmet Kayhan Yıldız-Hasan Bölükbaş-Hasan Dönmez, “Sayfı Sarısülük: Dilin Kapansın”, Milliyet, 12 Ocak 2016, s.16.

[97] Dilek Şen, “Anneler Adalet Peşinde”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2016, s.12.

[98] Mehmet Keskin, “Kalemini ‘Gezi’ye Çıkaranlar Anlatıyor”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2015, s.19.

[99] “Menteş Noktayı Koydu!”, Vatan, 27 Temmuz 2013, s.7.

[100] Zeynep Miraç, “Zekâ ve İzan Artık Buralarda Oturmuyor”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2015, s.14.

[101] Zeynep Miraç, “Dil Acılaşınca Akıl Sürçer”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2015, s.10.

[102] Selda Güneysu, “O Şefe Ödül Gibi Atama”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2014, s.6.

[103] Zeynep Miraç: “… ‘Yeni Türkiye’ Linç Seviyor”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2015, s.14.

[104] “Berkin Elvan İçin Klip Çeken Sanatçılara Soruşturma”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2015, s.6.

[105] “Haluk Bilginer’den ‘Gezi’ Yorumu”, Hürriyet, 2 Aralık 2014, s.2.

[106] Ali Deniz Uslu, “Okan Bayülgen: Ben Emekli Bir Solcu Değilim!”, Cumhuriyet Pazar, No:1496, 23 Kasım 2014, s.2.

[107] Işıl Özgentürk, “Balık Hafızaya Dikkat!”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2013, s.8.

[108] Richard Seymour, “… ‘Duran Adam’ Devleti Neden Sarstı”, Radikal, 20 Haziran 2013, s.17.

[109] İpek İzci, “Sokakta Hiçbir Şey Olmamış Gibi Göstermek Şiddettir!”, Radikal, 23 Haziran 2013, s.14-15.

[110] Özlem Albayrak, “Göle’nin ‘Yeni Vatandaş’ı Hangisi?”, Yeni Şafak, 22 Haziran 2013, s.18.

[111] “Taksim’e Sağduyulu Destek Uyarısı”, Taraf, 2 Haziran 2013, s.10.

[112] Aktaran: Kürşat Bumin, “En Doğru Değerlendirme Demirtaş’tan”, Yeni Şafak, 3 Haziran 2013, s.12.

[113] Erol Erdoğan, “Bu Bir Gezi Parkı Sonrası Yazısıdır”, Radikal, 11 Haziran 2013, s.17.

[114] Abdulkadir Selvi, “Provokasyon Nasıl Aşıldı”, Yeni Şafak, 10 Aralık 2013.

[115] “Kirli Savaş Üstünü Örttü”, Taraf, 9 Haziran 2013, s.9.

[116] Mustafa Kömüş, “Meral Danış Beştaş: Gezi Medeni ile Berkin’in Kardeşliğidir”, Birgün, 31 Mayıs 2017, s.4.

Dip Notların devamı İçin



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI