Bugun...

İlk çağ filozofları-1

Anaximandros
Aneximenes
Pyhtagoras
Herakleitos
Parmenides
Zenon
Empedokles
Anaxsagoras
Demokritos
Sofistler
Sokrates
Platon
Aristoteles
İlkçağ felsefesi, genel anlamda M.Ö.700'lerden başlayıp M.S.500'lere kadar olan dönemdeki felsefi gelişmeleri kapsamakta ve Antik Çağ felsefesi ile aynı anlamda kullanılmaktadır.
Bu anlamda felsefe, daha çok doğu felsefesi olarak bilinen felsefelerde Mısır, Mezopotamya, İran, Çin ve Hint felsefelerinde şekillenmiş, Antikçağ felsefesiyle bilinen anlamdaki felsefe geleneği başlamış olmaktadır. Buna göre, ilk çağ felsefesi denildiğinde bütün bu felsefe gelenekleri ve süreçleri dâhil olmaktadır. M.Ö.15. yüzyıl İran'ına kadar uzanmaktadır bu anlamda felsefe tarihi.
Öte yandan belli başlı felsefe tarihi kitaplarıysa, genel bir yaklaşım olarak İlk Çağ felsefesi ile Antik Çağ felsefesini aynı anlamda ele almaktadırlar. Antik Yunan, Helen ve Roma felsefesinin belli bir dönemi bu anlamda Antik Çağ felsefesi ya da ilk çağ felsefesi olarak adlandırılmaktadır ve bu adlandırma yaygın bir eğilimdir.

 

 

 

THALES:
 

   Batı Felsefesinin ilk filozofu. 
   M.Ö. 6. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Thales'te, felsefe bakımından önem taşiyan husus, onun 'Neyin var olduğu', 'Neyin gerçek olduğu' ya da 'Neyin gerçekten var olduğu' sorusu üzerinde düşünmüş olmasından kaynaklanır. 
   O doğada var olan şeylerin tüketici bir listesini yapmayı amaçlamamış, fakat şeylerin varlığa gelmeleri ve daha sonra da yok olup gitmeleri olgusundan etkilenmiştir. 'Neyin var olduğu' sorusunu yanıtlamanın en önemli yolu, onun gözünde birlik ile çokluk ya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu bir biçimde ifade edebilmekten geçmiştir. 
   O, buna göre, gözle görünen bireysel varlıkların ve değişmelerin oluşturduğu kaosun, çokluğun gerisinde akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin var olduğuna inanmıştır. 
   Thales, çokluğun kendisinden türediği, çokluğun gerisindeki bu birliğin 'su' olduğunu öne sürmüştür. Kendisinden önceki felsefenin bir anlamda tarihini yazmış olan Yunan filozofu Aristoteles, Thales'i bu sonuca, herşeyin sıvı bir varlıktan beslendiği, sıcağın da sudan türeyip, suyla beslendiği, herşeyin tohumunun nemli bir yapıda olduğu gözleminin götürdüğünü belirtir. 
   Yine, Thales'in Akdeniz'i aşarak, Mısır'a yapmış olduğu seyahatler, suyun insan yaşamı üzerindeki önemi ve değerini ona göstermiş olabilir. Thales'i arkhenin su olduğu sonucuna götüren nedenler ne olursa olsun, onu felsefe tarihinde ilk filozof olarak önemli kılan şey, verdiği yanıttan çok, sorduğu sorudur. Buna göre, o varlığın ya da dünyanın nihai ve en yüksek doğasının ne olduğu sorusunu sormuş olduğu için önemlidir.

Bilimsel Çalışmaları: M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan Thales felsefi faaliyetleri yanında bilimsel çalışmalarıyla da seçkinleşmiştir. Bu çalışmalar arasında ise, her şeyden önce, ona Yunan dünyasında abartılı bir ün kazandıran M.Ö. 585 yılındaki güneş tutulmasıyla ilgili doğru tahmini dolayısıyla astronomi çalışmaları gelir. Matematik alanında ise Thales’in, Yunanlının eşsiz genelleme yeteneğini çok canlı bir biçimde kanıtlayan, oldukça güçlü bir uzmanlık bilgisi olduğu kabul edilmektedir. Geometriyi Mısır’dan Yunanistan’a getiren Thales, denizdeki gemilerin aralarındaki mesafeden başka, insan varlığının gölgesinin büyüklüğü kendisi kadar olduğu zamanı bekleyerek, piramidleri de gölgelerinden ölçmüştür.

Felsefi Görüşleri

Thales’te, felsefe bakımından esas önem taşıyan husus, onun “Neyin var olduğu” “Neyin gerçek olduğu” ya da “Neyin gerçekten var olduğu” sorusu üzerinde düşünmüş olmasından kaynaklanır. O bu çerçeve içinde, doğada var olan şeylerin tüketici bir listesini yapmayı amaçlamamış, fakat şeylerin varlığa gelmeleri ve daha sonra da yok olup gitmeleri olgusundan etkilenmiştir. “Neyin var olduğu” sorusunu ya­nıtlamanın en önemli yolu, onun gözünde birlik ile çokluk ya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu bir biçimde ifade edebilmekten geçmiştir. O, buna göre, gözle görünen bireysel varlıkların ve değişmelerin oluşturduğu kaosun, çokluğun gerisinde akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin var olduğuna inanmıştır. Thales, çokluğun kendisinden türediği, çokluğun gerisindeki bu birliğin “su” olduğunu öne sürmüştür

 

Thales’i arkhe olarak suyu seçmeye götüren nedenlerin bir kısmı mitik, bir kısmı da rasyonel nedenlerdir. Buna göre, suyun sadece Yunan değil, fakat Doğu mitolojisinde de işgal etmiş olduğu istisnai konum, onu suyun varolan her şeyin ilk nedeni olduğunu öne sürmeye sevketmiş olabilir. Sonra, su ile hayat düşüncesi arasındaki doğrudan bağlantının bizatihi kendisi Thales’e ilk neden olarak suyu önermiş olmalıdır. Hepsinden önemlisi, suyun hiçbir gözlem aracı olmadan, ısısına bağlı olarak, katı, sıvı ve hava haline dönüştüğü gözlemlenen biricik madde olması, onun arkhe olarak su tercihinde etkili olmuştur. Nitekim buharlaşma fenomeni suyun buhar ya da hava olabilmesini, donma fenomeni ise, suyun toprak olabilmesini akla getirmiştir.

 

Dahası Thales, suyu kendi hareket ilkesini kendisinde ihtiva eden, canlı bir madde olarak tasarlamıştır. O işte bundan dolayı organik bir evren anlayışı içinde ve ilkel canlıcılığa epey yakın olarak, her şeyin tanrılarla dolu olduğunu dahi söylemiştir.

Thales kimdir, Matematik bilgini ve filozofudur.

Thales, milattan önce 624 yılında doğmuş, milattan önce 546 yılında da ölmüştür. Antik çağ tarihçisi Apollodoros’a göre Thales, M.Ö.624 ve M.Ö.546 arasında yaşamıştır. Diogenes Laertios’a göre, 58.Olimpiyat’ta 78 yaşında ölmüştür.

Mısır matematik okulunun ilk öğrencisidir. Milattan önce yaşayan yedi büyük bilginden en eskisi ve en ünlülerinden biridir.

Bir daire içine üçgen çizilmesi problemini çözümlemiştir. Thales’in felsefesi ile ilgili olarak Aristo tek bir yargıdan söz eder: “Herşeyin kaynağı su’dur.” Bir başka deyişle: Herşey ıslak bir maddeden çıkmıştır. Doğa felsefesinin kurucusu olan Thales, suyu her şeyin başı sayardı. Onun felsefesine göre evrenin özü suydu, her şey sudan doğar ve yine suya döner; düz bir tepsi gibi olan yeryüzü de sonsuz okyanusta yüzerdi. Thales kendi doğa görüşünü deneylerle ve bu deneylerin sonuçlarını da düşünceyle geliştirdi. Thales ilk önce gökyüzündeki ve yeryüzündeki olaylarla ilgilendi; ancak yine de doğayı suyla açıkladı.

Rivayete göre kendisini Mısır ve Babil kaynaklarından eğitti. Bunun yanında iş hayatı ile kendisine iyi bir yaşam düzeyi sağlayabilecek kadar ilgilenmiş görünmektedir. Hatta hakkında Aristo şöyle anlatır:

“Hala kış olmasına rağmen Thales, Astronomi’deki yeteneklerini kullanarak, o yılın zeytin hasatının çok olacağını öngörmüş. Millet ve Kinos’da zeytin ezicilerini çok uzuca kiralamış. Hasat mevsimi geldiğinde birçok zeytin üreticisinin bu ezicilere ihtiyacı doğduğundan Thales, daha yüksek bir fiyata bunları geri kiralamış ve hatırı sayılır miktarda para kazanmış. Bu durum karşısında halk, felsefecilerin eğer isterlerse çok kolay zengin olabileceklerine kanaat getirmiş.”

Geri kalan zamanlarda Thales kendisini çalışmaya vermiş ve şehrin diktatörü olan Thrasybuls’la yakın ilişkileri olmuş ve İyonyalı şehir devletlerin, Lidya ve Perslere karşı birlik içinde bir federe devlet olmasını savunmuş.Thales eski Yunan’ı matematik ve astronomi ile ilgili bilimlerle tanıştıran ilk kişi olarak düşünülmektedir. Antik tarih, Thales’in Mısır’daki piramidlerin yüksekliğini piramidlerin gölgelerin uzunluğunu ölçerek, nasıl hesapladığını anlatır. Thales güneşin konumuna göre bir insanın boyunun kendi gölgesinin uzunluğuna eşit olduğu anda, pramidlerin gölgelerinin uzunluğu ölçülerek piramidlerin yükseklikleri hesaplamıştır. Ayrıca, hayran olunacak derecede mantıksal bir disiplin olan geometrinin tümden gelen bir bilim olduğunu ortaya koymuştur. Thales’in hayatı ve yaptıkları hakkında fazla ve kesin bir bilgiye sahip olmasak da, bazı matematik keşiflerinin atfedildiği ilk bilim adamı olduğunu biliyoruz.

Thales’in ispat ettiği düşünülen teoremler şunlardır:
İki açısı ve bu açıların bir kenarı aynı olan iki üçgen eşitir.
Çap, çemberi iki eşit parçaya böler.
Bir ikizkenar üçgenin taban açıları birbirine eşittir.
Paralel iki doğrunun kesişme noktasındaki ters açılar birbirine eşittir.
Köşesi çember üzerinde olan ve çapı gören açı, dik açıdır.
Tabanı ve buna komşu iki açısı verilen üçgen çizilebilir.
Genelleştirilmiş 1959 Thales teoremine göre,E noktası AC doğru çizgisi üzerinde olmasa,içerde veya dışarda olsa bile CB/BA=(AB^t-BD^t)^(1/t)/ED vardır.(t=1) hali bilinen klasik Thales teoremidir.

Ayrıca astronomideki çalışmaları sayesinde, batı medeniyetinin astronomide doğuya göre daha bilimsel bir yönde ilerlemesine neden olmuştur. Thales astronomideki yeteneği, İyonyalı’ları şaşırtmıştır. Örneğin, 28 Mayıs 585 (İ.Ö) yılında gerçekleşen güneş tutulmasını öngörmüştür. Bunu büyük olasılıkla Mısır ve Babillilerin hesaplamalarıyla yapmıştı.

Bunlara karşın, dünyayla ilgili düşünceleri doğru çıkmamıştır. Onun düşüncesine göre dünya sonsuz suyun içinde oturan yarı-küreydi, dünya yüzeyi de bu yarı kürenin düz kısmının içinde yüzen düz bir diskti.

Thales kendinden önceki matematiksel bilgiye ve materyale önemli katkıları olmuş bir bilim adamıdır. Ölümü, Diogenes Laertius’a göre, bir jimnasyumda yarışmaları seyrederken, sıcaktan, susuzluktan ve zayıflıktan olmuştur.

Babası Examios’la annesi Kleobulunia, hatırlı ve sözü geçen bir ailedendiler. Buna göre Thales soylu daha doğrusu “soylu” sözcüğü o zamanlar geçerli değildi çünkü “varlıklı” bir ailedendi. Gerçi özgeçmişi yazanlar ona zaman zaman tacirliği, mühendisliği, astonomluğu, hatta politikacılığı yakıştıracak kadar kafalarını işletmişlerdi ama, Thales’in hiçbir işi gücü yoktu. Doğrusu şu ki Milas’lı Thales ufak bir servetin kendini yaşamını kazanmaktan bağışık tuttuğu bir burjuvaydı. Bol olan boş zamanlarını, kendisi çok ilgilendiren büyük problemlere adıyordu.

Thales, ayrıca yılın süresini 365 gün olarak saptamış: güneşin (yaptığı devrin 720’de birine eşit olan)çapını ölçmüş; ekvatorun, dönencelerin) ve kutup dairesinin varolduklarını bilmiştir.Son olarak, ayın ışığının, güneşin aydınlığını yansıtmasından ileri geldiğini de söylemiştir. . Aynı zamanda Nil nehrinin yükselmesinin rüzgara bağlı olduğunu bulmuştur. (Etesios rüzgarları nehrin tersine eserek onun denize dökülmesini engelliyorlarmış ve sular da taşıyormuş.)

Thales, tanrı Amon’un başrahibiyle ve firavun Amasis’le birlikte Büyük Piramid’i seyrediyormuş. Başrahip hükümdarının huzurunda bir yabancıyı güç duruma düşüreceğini düşünerek pek sevinmiş:”Bilin bakalım,bu piramidin yüksekliği ne kadar?” diye sorarak meydan okumuş. Thales asasını alıp tam piramidin gölgesinin bittiği yerde kumun içine dikmiş.Bunu yaptıktan sonra asayı, asanın gölgesinin uzunluğunu ölçmüş. Sonra bir taş parçasının üzerine yaptığı basit bir hesap işlemi, anıtın yüksekliğini meydana çıkarmış,280 dirsek.Firavun bu işe çok şaşırmış.

Böylece Thales kendi adını taşıyan teoremi yani geometrik orantılar ilkesini bulmuş.Bu ilkeye göre Pareleller homolog orantılı doğru parçalarını iki sekant üzerinde keserler . Piramidin durumunda paraleller güneşin ışınlarıydı.Sekantlar ise sırasıyla asadan ve piramidin yüksekliğinden geçen çekül doğrultularıydı. Eldeki dört veriden ilk üçü (asanın gölgesi,piramidin gölgesi, asanın yüksekliği) bilinmekteydi: Orantıların sırrı sayesinde dördüncüsüde kolaylıkla bulunabildi.

Ama Thales özellikle bir filozof ve bir bilgedi.Özdeyişeleri çok ünlüdür.Bir tartışma sırasında :Ölümün yaşamdan hiçbir farkı yoktur” der.Tartışanlardan biri sorar: Neye yaşamı seçtin öyleyse? Thales’in yanıtı şudur: İkisi arasında hiçbir fark yoktu da ondan. Yine onun bilgece yanıtlarını dinleyelim:

En eski olan nedir?
” Tanrı’dır ,başlangıcı yoktur çünkü”
Ya en güzel şey?
” Dünya,Tanrı’nın işidir o çünkü ”
Ya en büyük şey?
” Uzay,herşeyi içerir çünkü”
Ya en hızlı şey?

” Düşünce her yere atılır çünkü”
Ya en güçlü şey?
” Zorunluluk, herşeye boyun eğdirir çünkü”

Ya en bilge şey?
” Zaman, herşeyi öğrenip meydana çıkarır çünkü”
Ya en yaygın şey?
” Umut, hiç bir şeyi olmayan kimselerde bile kalır çünkü”
Ya en yararlı şey?
” Erdem, herşeyi iyi kullandırır çünkü”
Ya en zararlı şey?
” Kötülük, herşeyi bozar çünkü”
Ya en kolay şey?
” Doğaya uygun olan şey; herşeyden ,hatta zevkten bile usanılır çünkü”

Ona en güç şey diye sormuşlar.Kendini tanımak demiş.En kolay şey nedir? demişler.Başkasına öğüt vermek, demiş.Az görülen bir şey nedir? Demişler.Zorba bir hükümdarın yaşlanmışı,demiş. Mutszuluğa kolayca katlanmanın çaresini sormuşlar.Daha mutsuz düşmanların hallerine bakarak ,demiş.Erdemle yaşamanın çaresini sormuşlar. Başkalarında görüp ayıpladığımız şeyleri yapmıyarak ,demiş. Mutlu insan kimdir? demişler.Sağlığı yerinde ,zengin,yürekli,bilgili olandır, demiş. Güzellik nereden gelir? demişler.Yüzden değil ,iyi davranışlardan gelir,demiş.Şu öğütleri de vermiş sonra:

“Haksız kazançla zengin olma.Yakınlarına ve dostlarına söylediğin kötü sözler yüzünden mahkemelere düşmemeğe çalış. Ve unutma ki sen anana,babana karşı nasıl davranırsan,çocukların da sana karşı öyle davranırlar.”

Öğüt niteliğindeki yurttaşlar arası hukuksal düşünceleri şunlardır;
– Çocuklarınızdan, sizin kendi ana babanıza gösterdiğiniz kadar sevgi bekleyin.

– Acınmaktan çok, gıpta edilin.
– Güvendiğiniz kişilerin sizi etkilemesine engel olun.(Kefaletin yoldaşı felaket.)
– Zengin olun,ama başarı için. Kötü bir şekilde zengin olmayın.
– Başkalarını suçladığınız şeyleri kendiniz yapmayın.
– Tembellik hoşa gitmez. Zengin de olsanız tembellik etmeyin.
– Herkese güvenmeyin.
– Ölçülü olun.
– Kendinize hakim olmamanız zarardır.
– Eğitim eksikliğine katlanmak zordur.

 

ANAKSIMANDROS:

  Doğa Filozoflarından Anaksimandros, evrenin ana kaynağını arayan bir düşünür; kozmolojiyi araştıran bir bilim adamıdır. Miletoslu bu filozof, felsefe tarihinin en önemli simalarından biridir.

      Anaksimandros, M.Ö. 610 yılında Milet (Miletos) şehrinde dünyaya gelmiştir. Bu nedenle doğa filozofları arasında Milet okulunun 3 temsilcisinden biri olarak kabul edilir. Kesin olmamakla beraber Thales’in öğrencisi olduğu sanılmaktadır. Görüşleri Thales’le benzerlik gösterse de bazı temel noktalarda ondan ayrılır. M.Ö. 640 yılında hayatını kaybeden bu filozof, eski yunan düşünürlerinin çoğu gibi hem bilim adamı hem de bir düşünürdü. Bu konudaki ayrıntılı bilgileri daha önce www.onurcoban.com da yayınladığımız bölümlerden bakabilirsiniz.

 

Anaksimander (Anaximander) olarak da bilinen bu filozofun bilimi ile felsefesi iç içe geçmiş gibidir. O, dünyayı açıklamaya çabalarken mitlerden ve pagan inancından yararlanmaz. Bunun yerine bilimsel verilere ulaşma metodunu uygulamaya çabalar. Bu sayede, diğer doğa feylesofları gibi ayrıcalıklı bir yere kavuşur. Doğa filozofları binlerce yıllık inancın ürünü olan çok tanrılı anlayışı bir kenara bırakarak, evreni anlamak için doğayı keşfetme arzusu duyarlar. Elbette bunu yüzde yüz başardıkları söylenemez. Daha önce Thales’ten bahsederken onurcoban.com bu filozofun bunu tam olarak başaramadığını görmüştük. Tüm bu noktalar ışığında, Anaksimandros’un bilimsel ve düşünsel savlarına göz atalım.

            Anaksimandros; astronomi, kozmoloji ve coğrafya alanında bir öncüydü. Hatta “kozmolojinin babası” olarak onu görmek olasıdır. Anaksimandros düşünce sistemini oluştururken ilk önce evrenin nasıl işlediğini merak etmiştir. Kendisinden önce bu konulara değinen Hesiodos gibi isimler, evreni çok tanrılı mitoloji üzerine şekillendirmişlerdi. M.Ö. 700 yıllarında yaşayan Hesiodos, en büyük Yunan ozanlarından biri olarak görülür. Günümüze ulaşan Teogoni (Tanrıların Doğuşu) ve çiftçi yaşamını anlatan İşler ve Günler; mit anlayışını öğrenmemiz açısından çok önemli eserlerdir. Bu eserler ve diğer kaynaklardan öğrendiğimize göre evren; insanların yaşadığı yeryüzü; Zeus’un egemenliğindeki gökyüzü, Poseidon’un yönetimindeki Denizler ve Hades’in hükmettiği -ölüler ülkesi- yer altıdan oluşmaktaydı. Oysa çağlar ilerledikçe bilimsel veriler ışığında doğanın gücü keşfedilmişti. Bilim adamları artık güneşin Tanrı Apollon ile olan bağını sorgulamaya başladılar. (Elbette ki kısmen) İşte bu noktada önce Thales, bir takım düşünceler ile bu kavramları sorguladı. Ardından Anaksimandros evreni keşfetmeye başladı.onurcoban

            Evren bilim yani kozmoloji üzerine ilk düşünceleri ortaya koyan Anaksimandros, Evrenin bir “sistem” olduğunu ilk söyleyen isimdir. Yani evren, Tanrıların bir oyuncağı olmaktan çok belli bir takım doğa kuralları ışığında işleyen ve birçok kuralın birbiriyle ilişkili olduğu bir bütündü. Bu kusursuz sistem, evrenin işleyişini belirliyordu. Bu nokta astronomiye de adım atmıştır. Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların dönüşünü hesaplamaya çalışmıştır. Güneş'in çizdiği dairenin dünyanın 27 misli, Ay’ınki ise 19 misli olduğunu söylemiştir. Onun evren haritasına göre, evren iç içe geçmiş halkalardan oluşmaktaydı. En dışta Güneş, ardından ay, onun içinde de yıldızlar yer almaktadır. En içerde ise Dünya vardır. Bu sıralamanın günümüzde doğru olmadığını biliyoruz. Keza yıldızların yeri en dışta olmalıydı. Ancak bundan 2500 yıl önce ortaya konan bu düşünce bile oldukça şaşırtıcıdır. Anaksimandros’un en önemli noktası dünyanın evrendeki yeri hakkındaki görüşüydü. Thales, evrenin Arkhe’si olarak gördüğü sunun, Dünyayı taşıdığını söylüyordu. Anaksimandros ise bunu reddetti. Ona göre Dünya, ne su nede başka bir maddenin üzerinde durmuyordu. Dünya uzayda boşlukta duruyordu. Şaşırtıcı bir biçimde doğru olan bu düşünce, devrim niteliğinde olsa da ne yazık ki çağlar boyunca pek kabul görmedi. Anaksimandros, Dünyanın destek almadan evrenin merkezinde durduğunu söylerken, onun hareket etmediğini de belirtir. Ona göre böyle bir nedene ihtiyaç yoktur çünkü. Gerçektende o çağlarda dünyanın sabit durduğunu, Güneş’in onun çevresinde döndüğü inancı hâkimdi. (İlginç ki bu antik görüş, ortaçağda kilisenin resmi tezi olacaktı) Güneşin hareket etmesi, gece-gündüz olayını da açıklamaya o an için yetiyordu.

Evrenin işleyişini hesaplarken, evrenin nasıl oluştuğunu da merak etmesi kaçınılmazdır. Doğa Filozoflarının klasik yapısı olan ve evrenin tek bir temel maddeden oluştuğu inancı bilinir. Thales, bunun su olduğunu söylemişti. (Bkz) Thales’in görüşlerini bu noktada Anaksimandros kabul etmedi. Çünkü ona göre su, her şeyi oluşturan temel maddeyse, onu oluşturan neydi? Eğer su’yu oluşturan bir x maddesi varsa, x maddesinin oluşturan bir y maddesi de var mıydı? Bu soru sürekli sorulabilirdi. İşte bu noktada evrenin Arkhe’sinin bir “somut madde” olması zordu. Ancak soyut bir kavram olabilirdi. Anaksimandros bu kavrama “sonsuzluk” veya onun terimiyle “Aperion” adını verdi. Aperion, sonsuzdur. Başlangıcı ve sonu yoktur. Hatta belirsizdir. Eğer Aperion’un belirli olduğunu kabul eder, yani onu bir takım kalıplara sokup “açıklarsak” onun sonsuzluğunu yok ederiz. Çünkü başı, sonu veya sınırları olan bir madde, ARKHE olacak güçten yoksundur. Eğer bu veriler “belirliyse” onu oluşturan bir temel madde daha olması gerekir. Sonsuzluk ise hayal dahi edemeyecek bir genişlikte yapıdır.

            Aperion hakkındaki bu muazzam düşünce hafiften metafiziğe de adım atar. Temel maddenin doğaüstü bir güç olması çağının çok ötesinde bir düşüncedir. Kendisinden sonra gelen doğa filozofları temel maddeyi tekrar “belirli” bir maddeye indirgemesi bu düşüncenin o çağda şüpheyle yaklaşıldığını göstermekte. Oysa özellikle ortaçağdan sonra bu “sonsuz” kavramı, felsefenin olduğu kadar ilahiyatın hatta bilimin önemli bir simgesi olacaktır. Zaman zaman birbirinden farklı şeyleri temsil etse de hem idealizmde hem de maddecilikte bu sonsuzluk kavramından alınan düşünceleri görmekteyiz. İdealizm ve ilahiyat, dinlerin temel yapısını bu sonsuzluğa bağlayabilirler. Örneğin, dinlerde yer alan her şeyin yaratıcısı olan Tanrı, o kadar doğaüstü bir yapıdadır ki onu yaratan bir şeye ihtiyaç duymaz. Bazı idealistler hayal edemeyecek kadar farklı olan bu yapının Tanrının gücü ve kanıtı olduğunu söylerken; bazı maddeciler buna şüpheyle yaklaşırlar. “Her şeyi yaratan Tanrı varsa, onu kim yarattı” anlayışı burada vücut bulur. Bu noktada da yüzlerce yıllık bir tartışma doğar. Ancak biz sadece Anaksimandros’u referans verirsek, Tanrının her şeyi yaratmasına rağmen, yaratılmamış olması bir tezat oluşturmadığını, hatta evrenin temel maddesini ancak bu şekilde oluşabileceğini söyleyebiliriz. Bu ilginç tartışmanın yüzlerce yıldır güncel olduğu bir gerçektir.www.onurcoban.co

            Aperion, evrenin temelidir. Bu sonsuzluk içerisinde her şey hareketli ve zıtlıklar içeren bir yapıdadır. Bu kavramın, Herakleitos tarafından daha sonra şekillendirileceğini hatırlatmakta yarar vardır. Sonsuzluk yani Aperion, karşıtlıkları yaratmıştır önce. Sıcak ve soğuk bu noktada ortaya çıkmıştır. Sıcağı, soğuğun etrafını saran bir dış cephe olarak tanımlamıştır. Soğuk ise hem sıvıyı hem de katıyı oluşturan bir şeydir. Yer, soğuğun katı halinden oluşmuştur. Toprak zamanla kayaları ve dağları oluşturmuştur. Deniz de bu topraktan meydana gelmişti. Sıcak, yüzünden buharlaşan soğuk ise havayı yaratmıştır. Tüm bu yapının çevresinde bulunan sıcak ise ateş olarak tanımlanır Bu yapı zamanla parçalanmış ve yıldızlar ile Güneş oluşmuştur. Bunları aynı zamanda sıcak (ateş) cephe içersindeki delikler olarak da tanımlamıştır. Bu deliklerin her biri yıldızlardır. Belli 5 delik ise gezegenlerdir. (o zaman bilinen 5 gezegen olan Merkür, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs) Diğer 2 büyük delik ise Güneş ve Ay’ı simgeler. Bu yapıda bizim için önemli olan noktalar, filozofun Güneş ve yıldızları salt bir ışıktan ibret görmeyip onları sıcak bir kütle olarak görmüş olması ile onurcoban maddenin katı-sıvı ve gaz halini açıklama yolunda ilk adımı atmış olmasıdır. Ayrıca ileride şekillenecek diyalektik anlayış da, hafiften burada gözükmeye başlamıştır. Bir başka önemli nokta ise “sıcak” adını verdiği maddenin hızla dönerek Güneş ve yıldızları oluşturmuş olmasıdır. Günümüzde evrenin toz bulutundan oluştuğunu ve bu bulutun hızla dönerek gezegenleri oluşturduğunu biliyoruz. Bu bilgi bile Anaksimandros’un ne kadar ileri görüşlü olduğunun bir kanıtıdır. (ki 20. yüzyılda bile Dünyanın güneşten kopan bir parça olup olmadığı tartışılmıştır)

Anaksimandros’un farklı görüşlerinden biri ise “farklı evrenler” anlayışıdır. Ona göre sonsuzluktan ortaya çıkan farklı evrenler vardır. Bunlar birbirlerini tekrarlar. Belki bir gün bir araya gelebileceklerdir. Bu düşünce modern okuyucu için tanıdık gelir. Popüler kültürde de sıklıkla kullanılan farklı evren-farklı boyut anlayışı burada şekillendir. (Matrix vs) Bu konuda fazla bir bilgiye ne yazık ki ulaşamasak da dikkat çekilmesi gereken bir konudur.

            Anaksimandros, ilk evrimci olarak görülebilir. Ona göre yaşam denizden çıkmıştır. Denizdeki canlı zamanla karaya çıkmış ve gelişmiştir. İnsan günümüzdeki haliyle oluşmuş olması ona göre imkânsızdır. Eğer bu şekilde ortaya çıkmış olsa hayatta kalması çok zordur. Çünkü insanoğlu küçükken korumasızdır ve bu haliyle doğada yaşam savaşı vermesi zordur. Ona göre insan “şartlar” olgunlaşınca günümüzdeki haline ulaşmıştır. Bu kaba evrim anlayışı ilginçtir. Zira yüzyıllarca uzak durulan bu görüş 19. yüzyıl itibariyle yeniden kabul edilir. Charles Darwin’den binlerce yıl önce böyle bir düşüncenin ortaya konması kuşkusuz radikaldir. Günümüzde bile evrim tartışmalarının sürdüğünü düşünürsek hele… Bilindiği gibi Evrim Teorisinde de yaşamın sudan çıktığı ve zamanla bu canlıların karaya çıktıkları anlatılır.

Anaksimandros, bilim alanındaki başka çalışmaları da vardır. Gnomon adındaki basit güneş saatinin onun icat ettiği söylenir. Depremin doğaüstü değil fizik kaynaklı olduğunu açıklamıştır. Coğrafya alanında da önemli yapıtlar ortaya koymuştur. Bilinen en eski dünya haritasını çizmiştir. Ancak bu harita günümüze ulaşmamıştır. Bu dünya haritası daha sonraki kaynaklarda bahsedilmiştir. Ege Denizi ve çevresini dünyanın ortasına koymuştur. Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’yı çizmiş ve bunların çevresinde büyük bir okyanus olduğunu söylemiştir.

            Anaksimandros hakkında bilinenler çok kısıtlıdır. Çoğu bilgiler başkalarının yazılarından alınmıştır. Ancak Thales’in aksine Anaksimandros “yazılı eser” bıraktığı bilinen ilk filozoftur. Ancak bu metin birkaç cümle dışında günümüze hiç bir şey ulaşmamıştır. Siyasetle de uğraşan bu ünlü düşünür, bir Yunan kolonisine de önderlik etmiştir.

            Anaksimandros modern dünyanın birçok bilgisini bundan 2500 yıl önce kavramıştı. Felsefe tarihi onun şekillendirdiği soruları sormakla geçer. Bu büyük düşünürü daha iyi anlamak için hala çalışmalar sürmektedir.

 Şimdi kendisinden sonra gelen Anaksimenes ile yolculuğumuza devam edelim.

ONUR ÇOBAN

 

ANAKSIMENES:


Milet okulu’nun, bu ilk doğa felsefesi çığrının üçüncü ve sonuncu düşünürü olarak da Anaximenes gösterilir. 

Anaximandros’un öğrencisi imiş, ondan bir kuşak da gençmiş .Yapıtı, 

İlkçağın geç dönemlerinde de biliniyormuş. Anaximenes de arkhe sorunu üzerinde durur; o da, Anaximandros gibi, anamaddenin, bu varlık temelinin birlikli ve sonsuz olması gerektiğini söyler. Ama bu sonsuz şeyi, o da, Thales gibi, belirli bir şeyle bir tutar: Ona göre ilk- madde hava’dır. 

Hava, sonsuz bir hava denizi olarak evreni kuşatır ve yer de bu hava denizinde düz bir tepsi gibi yüzer. 

Anaximenes’in iki anlayışı var ki, felsefeye iki yeni görüş olarak girip yerleşmişlerdir: 

1) Anaximenes,“ bir hava (soluk) olan ruhumuz ---psykhe --- bizi nasıl ayakta tutuyorsa, bunun gibi, bütün evreni(kosmos) de soluk ve hava sarıp tutar,”diyor. Böylece, ruh kavramı felsefede ilk defa olarak ortaya çıkmış oluyor. Burada ruh, insanın canlı vücudunu ayakta tutan, daha doğrusu bir arada tutan, onu canlı kılan, onun cansız bir yığın olarak dağılmasını önleyen “şey”dir; burada ruh, yaşam diye, canlı vücudu cansızdan ayıran diye anlaşılıyor ve soluk ile bir tutulduğu için, maddi bir şey olarak düşünülüyor tabi. Nasıl hava– soluk- olan ruh, insanın vücudunu cansız bir madde olarak dağılmaktan koruyorsa,bunun gibi, hava da evrenin bütününü, onun düzenini ayakta tutar. Hava: Canlı,canlandıran şey, etkin olan bir ilke. Onun bu canlılığı, etkinliği olmasaydı,evren, sadece, ölüm, dağılan bir yığın olurdu; Boyuna yeni biçimler alan,kendini canlı olarak değiştiren, yaratıcı bir varlık olmazdı.

2) Anaximenes, ana maddenin canlı olması gerektiğini düşünmekle, “madde” kavramının belirlenmesine doğru önemli bir adım atmış oluyordu. Anaxmienes, havayı,hayatın ve ruhun asıl maddesi saymakla, genel olarak madde kavramı da kendisinde bir şeyler olan, bir şeyler geçen, madde kavramı belirmiş, bununla da bu maddede olup bitenler üzerinde, maddedeki süreç üzerinde bir düşünmeye yol açmış oluyordu. Gerçekten Anaximenes, bu soru üzerinde durup düşünmüştür. Kendi kendisiyle, aynı kalıp değişmeyen, bununla birlikte bir yığın kılığa giren ana maddedeki bu süreç, bu değişme nasıl oluyor? Anaxmienes’in öğrettiğine göre: Hava, yoğunlaşma ve gevşemesiyle çeşitli nesnelere dönüşür. Genişlemesi ve gevşemesiyle ateş olur; yoğunlaşmasıyla rüzgarlar, bulutlar meydana gelir: Bulutlardan su, sudan toprak, yüksek bir yoğunlaşma derecesinde de taşlar meydana gelir. Böylece, ateş, sıvı ve katı–maddenin bu üç ana biçimi- özü bakımından hep kendisiyle aynı kalan tek bir ana maddenin çeşitli yoğunlaşma ve gevşeme evrelerinden başka bir şey değildir. 

Anaxmienes,Milet okulunun son filozofudur.

 

PYTHAGORAS:


   Bildiğimize göre, Pythagoras ( 580-500 aralarında) Samoslu ( Sisam adasından) imiş, genç yaşında Güney İtalya’ya göçmüş. Burada Kroton şehrinde yerleşip gizli bir din tarikatı kurmuş..
   6. yüzyılın ortalarında Yunanistan’da yayılmaya başlayan bir dinin, efsanevi şarkıcı Orpheus’un kurduğu Orphik kültün çok etkisinde kalmış. Ruhun göçtüğüne, doğuşların dönümlü (periodik) olduğuna, bedenden ayrılan bir ruhun insan ve hayvan bedenlerine girdiğine inanma, Trakya Dionysos’una tapan Orphiklerin başlıca inançlarıdır. 
   Pythagorasçılar aslında bir din topluluğu ama matematik ve musiki ile çok uğraşmışlardır. Matematik ile musiki arasında bir bağlantı da kurmuşlardır. Pythagora’ın kendisi, ses perdesi ile tel uzunluğu arasında bir ilişkinin olduğunu bulmuş. Ondan sonrakiler sayı oranlarında seslerin gizli bağlantılarını aramaya girişip bir sesin niteliği ile ses dizisindeki yerini bu sese karşılık olan sayının niteliği ve sayılar dizisindeki yeri ile bir tutmuşlar. 
   Matematik ile böylesine yakından uğraşan Pythagorasçılar, sayılardan edindikleri bilgileri genelleştirerek sayıları bütün varlığın ilkeleri (arkhe) yapmışlardır. Örneğin, belli bir sayı belli nitelikleriyle adalettir, bir başka sayı ruhtur, bir başkası akıldır vb. Böylece her şey için sayılarda bir karşılık bulmuşlardır. 
   Onlara göre, nesnelerin özü, gerçeği, varlığın anamaddesi ( arkhe) sayıdır. İlk Pythagorasçılar sayının ideal yapısını henüz bilmezler, onlar da sayıyı cisimsel bir şey diye tasarlarlar. Nitekim kosmoloji sorusuna, “ sayılardan nesneler nasıl meydana geliyor?” sorusuna verilen yanıtta, sayıların cisimsel birer etken olduklarını görüyoruz.
   Sayıların kendisi, tek ile çiftten ya da “sınırsız” ile “sınırlayan” dan kurulmuşlardır. Tek – çift, bir – çok, sağ – sol, erkek – dişi, duran – kımıldayan, doğru – eğri, aydınlık – karanlık, iyi – kötü, kare – dikdörtgen.    Pythagorasçıların dünya görüşü dualist: sınırlının, tekin, yetkin ile iyinin karşısında sınırsız, çift, yetkin olmayan ile kötü var. 
   Pythagorasçıların bilim alanında en büyük başarıları astronomidedir. İlk defa olarak yeri, evrenin merkezi olmaktan çıkarmışlar, onu küre şeklinde düşünmüşler, yerin, evrenin ortasındaki görünmeyen merkezi ateşin etrafında dolandığını söylemişlerdir. 
   Başlıca Pythagorasçılar: Karşıtlar öğretisinin temsilcisi bir hekim ve anatom olan Alkmaion ile Pythagoras tarikatı dağıldıktan sonra öğretiyi Attika’ya götüren Sokrates’in çağdaşı Philolaos’tur.

 

HERAKLEITOS:


   Parmenides'in durağan ve değişmez varlığına karşi, niteliksel değişme olarak oluşun gerçekliğini öne süren Yunan filozofu. 
   Bilgi bakımından, empirik ya da duyusal bilgiye hiç değer vermeyen Herakleitos, gözlerin ve kulakların kötü tanıklar olduğunu öne sürerek, rasyonalizmin savunuculuğunu yapmıştır. 
   Çok şey bilmeye, ansiklopedik bir bilgiye karşi çikan filozof, çok şey bilmenin akıllı olmayı öğretmediğini söylemiştir. 
   Siyasi alanda, demokrasi karşıtı eğilimlerini, çoğunluk geniş halk yığınlarına karşı duyduğu nefretle birleştiren ve 'bir kişinin, yetkin biriyse eğer, kendisi için, on bin kişiden daha değerli olduğunu' söyleyen Herakleitos'un metafiziğinin en önemli tezi, hiç kuşku yok ki, çatışma ve savaşın herşeyin babası olduğu düşüncesidir. 
   Ona göre, karşıtların savaşı, varlık ya da oluşun tek ve en önemli koşuludur. Zira bu savaş olmasaydı, hiçbir şey varolmayacaktı. Bundan dolayı, varlıkların doğuş ya da varlığa gelişi, birbirlerine karşit olan ve dolayısıyla birbirlerini varlıkta tutan karşıtların çatışmasına bağlıdır. 
  Onun varlık öğretisinin ikinci tezi ise, herşeyin birliğini ortaya koyar. Birlik, tıpkı İyonyalı düşünürlerde olduğu gibi, evrenin ilk maddesinden, evrendeki herşeyin kendisinden doğduğu maddi tözden meydana gelir. Bu birliği ateşte bulan Herakleitos'a göre, ateş, örnegin yoğunlaştığı zaman, nemli hale gelir ve basınç altında suya dönüşür. Su donduğu zaman ise, toprak olup çikar. Onun ilk madde olarak ateşi seçmesi, daha çok ondaki oluşu, değişme ve birlikten çokluğa geçiş sürecini en iyi, yakarak ve yıkarak yaşayan ateş ifade ettiği için önem taşir.

   Herakleitos birliğin olduğu kadar, çoklugun da hakkını veren bir filozoftur. Başka bir deyişle, o monist bir filozof olduğu kadar, aynı zamanda bir çokluk filozofudur. Onun çokluk filozofu olmasını mümkün kılan şey ise, oluşu ön plana çıkarmış olmasıdır. 
   Herakleitos'a göre, çokluk ya da karşıtlar olmaksızın, varlık ya da oluş olamaz. O, bir yandan da çokluğun birliğe dayandığını söylemiştir. Bundan dolayı, çokluk olmadan birlik, birlik olmadan da çokluk olamaz. Evren, aynı zamanda hem bir ve hem de çoktur; bu da, oluşla ifade edilir. 
   Herakleitos, birlikten çokluğa geçiş ve oluş sürecini, ateşle ve dolayısıyla akış düşüncesiyle ifade etmiştir. Bu onun varlık görüşünün üçüncü temel tezini meydana getirmektedir. Şeylerin sürekli akışı, herşeyin akmakta oluşu, evrenle ilgili en önemli doğrudur. Ona göre, evrende kalıcılık ve durağanlık yoktur; herşey değişmekte, yakarak, yıkarak yaşamaktadır. 
   Herakleitos kendisinden önceki filozofların boşu boşuna evrende kalıcılık ve süreklilik aradıklarını, oysa evrende kalıcılık bulunmayıp, mutlak bir değişmenin söz konusu olduğunu öne sürmüştür. Nehir akıp gittiği için, o aynı nehre iki kez giremeyeceğimizi belirtir. 
   Evrende hiçbir nesne, nesnelerin hiçbir özelligi yoktur ki, değişmeden aynı kalsın. 
   Herşey bir başka şeyin yıkımı ve ölümü sayesinde varlığa gelmekte ve daha sonra yok olup gitmektedir. 
   Evrendeki tüm ögeler arasında sürekli bir çatışma ve savaş hali vardır ve değişmeyen tek şey, bu değişme halinin sonucu olan kozmik denge durumudur.

 

ANTİSTHENES

(MÖ 445-365 yıllarında yaşamış ve Kinik okulu kurmuş olan Yunan düşünür.)

   Önce sofist filozof Gorgias'ın ve ardından da Sokrates'in öğrencisi olmuştur. Sokrates'ten sonra okulunu kurmuş ve felsefesinin örnek kişisi olarak Sokrates'i referans almıştır. Köpeksi anlamında olduğu belirtilen Kyon sözünden türetilmiş Kinik okulunun kurucusudur ve bu akımın önemli açılımlarını yapmıştır.

   Antisthenes'e göre önemli olan erdemdir ve erdem de bilgelikle elde edilebilen kendine yeterlilik durumudur. İnsan her tür gereksinimden kendini kurtararak, yalnızca kendi kendine dayarak varolabilmelidir, özgürlük bu anlamda gereksenimlerden kurtulmak, toplumsal bağları aşabilmektir. Antistenes'in felsefi düşünceleri bu anlamda uygarlık değerlerinin eleştirisini ve yadsınmasını içerir.

   Gorgias'tan da önemli ölçüde etkilenmiş olan Antisthenes, felsefesinde sofiszmin etkilerini taşır. Varlığın birliği ve tanımlarımızın yetersizliği konularında önemli ölçüde Gorgias'ın yaklaşına yakındır. Bilgi, nesnelerin adlandırılması için ortaya konulan sözlerdir ve yargılarımız da bu sözlerin bir araya getirilmesinden başka bir şey değildir. Platon'un kavramları gerçek sayan yaklaşımından farklı olarak, bir tür nominalist düşüncesi söz konusudur burada.

Yaşamın amacı mutluluktur (endaimonia) ve buna ancak erdemle ulaşılabilir.    Erdem ise bilgeliktir, yani kişinin kendine yeterliliği ile. Bu anlamda erdem ruhun özgürlüğüdür ya da ruhsal özgürlüktür. Sağlık, güzellik, şan, ün, şeref, namus, vb. şeyler şüpheyle karşılanması gereken, kuruntu ve yapmacık şeylerdir; kinik düşüncede olsa olsa bunların karşıtlarım bir değer ifade eder. İhtiyaçsızlık, adsızlık, mülksüzlük, bilinen toplumsal ahlaki kodlardan yoksunluk, gerçek anlamda insanın kednine yeterliliği ve özgürlüğünü sağlar.

   Bu değer eleştirisinde Antisthenes hazcı bir eğilime sahip değildir, aksine hazcılığa sert bir tepki gösterir. Haz, insanın köleleşmesinin sebebidir çünkü. Mutluluk amacı için, erdemin kendi başına fazlasıyla yeterli olduğunu ve başka hiçbir şeye gerek bulunmadığını savunan Antisthenes'e göre, erdem arzunun yokluğu, isteklerden bağımsızlıktır. 
   Doğrudan doğruya yaşamın korunmasına ve sürdürülmesine yaramayan her şeyi kinik filozoflar redderler, daha dogrusu bunlara karşı aldırışsızlık gösterirler. Bu tutum onları uygarlık karşıtlığına götürmüştür. Bilinen ahlaka, toplumsal değerlere, dine, aileye ve devlete karşı kayıtsız kalırlar ya da bunları yadsırlar. Antisthenes, devletin kendisiyle hiç ilişkisi olsun istemez.

KAYNAK: http://

tr.wikipedia.org/wiki/Antisthenes

 

ARİSTİPPOS:

 MÖ 435-386 yılları arasında yaşamış olan Yunan düşünür. 


Sokrates'in öğrencisi olan Aristippos, Kirene okulunun kurucusu olarak bilinir. 

Eserlerinden hiçbiri günümüze ulaşmamış olan filozof, acıdan kaçınan ve akla ya da ölçülülüğe dayalı doğrudan hazzı temele alan bir ahlak öğretisi geliştirmiştir. Kynikler'in 'dünyaya sırtını dönen bilgin'ine karşı Aristippos, 'dünyadan akıllıca tat almayı bilen bilgin' görüşünü temsil eder.

O’na göre haz veren şey “iyi”, haz vermeyen “kötü”dür. 
İnsan sadece kendi yaşadığı hazzı bilebilir.Başkalarının hazzını bilemez.Bu nedenle evrensel ahlak yasası yoktur.

PARMENIDES:

   Değişmeyi ve oluşu yadsıyan görüşü, birtakım aşilamaz güçlüklere yol açmış olan ünlü doğa filozofu. Parmenides'e göre, evrende değişen hiçbir şey yoktur.    Gerçeklik mutlak anlamda birdir, kalıcıdır, süreklidir, yaratılmamıştır, yok edilemez; o ezeli ve ebedidir; onda hareket ve değişme yoktur. 
   Parmenides bu sonucu şöyle bir akılyürütme çizgisiyle elde etmiştir: 
Var olan herşeyi gerçeklik, Varlık olarak niteleyelim. Varlık varlığa nereden gelmiştir? 
   Burada iki alternatif vardır: Varlık varlığa ya varlıktan (yani, varolan bir şeyden) ya da yokluktan (yani, var olmayan bir şeyden) gelmiş olabilir. 
İkinci alternatif, tüm Yunanlı filozoflar gibi, Parmenides için de kabul edilemez olan bir alternatiftir, çünkü Yunanlılara göre, hiçten hiçbir şey çıkmaz. 
   Birinci alternatif söz konusu olduğunda ise, Varlığın yaratılmamış olduğu sonucu çikar, çünkü O varlığa kendisinden gelmiştir. Yani kendi kendisiyle aynıdır. Varlığın, Parmenides'e göre, parçaları da yoktur. Öte yandan, Varlığın hareketsiz olduğu da söylenmelidir. Öyleyse, Varlık hakkında, O'nun var olduğu dışında hiçbir şey söylenemez. Varlık hareket edemez, değişmez, çok olamaz, zira hareket eder, değişir ve çok olursa, var olmayan bir şey, yani yokluk haline gelir. Varlığın var olmak dışında hiçbir

hiçbir özelligi yoktur. 
   Nitekim Parmenides, özdeşlik ilkesine dayanarak, yalnızca 'Varlık vardır, yokluk ya da var olmayan var değildir' demiştir. Parmenides Varlıkla ilgili değişmezlik ögretisinin bir sonucu olarak, içinde yaşadığımız dünyanın gerçek olmadığını, gerçekten var olmayıp, yalnızca bir görünüş olduğunu öne sürer. 
   O, Varlığın bir parçası olmadığı için, var değildir ve yalnızca bir görünüş ya da aldatıcı bir dünyadır. Parmenides'in gerçeklik ve görünüşten oluşan ontolojik nitelikli ayrımına, akıl ve duyulardan oluşan epistemolojik nitelikli ayrımı karşılık gelmektedir. 
   Ona göre, duyuların tanıklığına güvenmek, bizi görünüşler dünyasına, değişmenin gerçek olduğu sonucuna götürür. Oysa, aklın sesini dinlemek bizim gerçek Varlığa yönelmemizi, gerçek Varlığı temaşa etmemizi sağlar.

 

İlk çağ filozofları-2

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA

YUKARI