Bugun...

Pandemiyle Gelen(ler): Distopya mı, Ütopya mı?/T.Demirer-S.Özbudun

Yazının önceki Bölümü için

Robot denildiğinde yapay zekâ ile aynı şey akla gelmez elbette ama, yapay zekâya sahip robotlar üretilmeye başlandı...

Yapay zekâya sahip robotlar ‘doğru’ ile ‘yanlış’ı ayırmaya başlıyor…

Dördüncü sanayi devrimi olarak da adlandırılan otomasyon giderek hızlanıyor…

Her şeyi robotlar üretebilecek duruma geldiklerinde, yoksul insanları nasıl bir gelecek beklemektedir? Yoksul insanlar distopik filmlerde olduğu gibi duvarın öte yanına hapsedilebilir ya da büyük bir soykırıma uğrayabilirler.

Kapitalizmin ise daha mikro bir yapıya bürünerek biçim değiştireceğini düşünüyorum. Duvarın öteki yanına atılacak yoksullar için, bir üretim yapılmayacak artık gelecekte. Yalnızca elit sınıf için daha dar kapsamlı üretim yapılacak. İnsan işçilere ihtiyaç kalmadığında, onlar için üretim yapmak da gereksiz hâle gelecektir sistem açısından…

Ama gün gelecek insan emeğine ihtiyaç kalmayacak, bilimsel gidişat onu gösteriyor. Pazar kavramı da, bence bu elit kesim için geçerli olacak. Elbette tek bir yoksul insanın kaldığı bir ortamda bile direniş olacaktır. Ancak güçler çok eşitsiz olacak. Yoksul insanlar elit insanlarla değil, onlara hizmet eden savaşçı robotlarla yüzleşecek. Diğer bir olasılık Hawking’in uyardığı gibi, elitler dahil tüm insanlığın yenilgiye uğraması ve yapay zekâya sahip robotların her şeye egemen olmaları. Bu olasılığı, dünyanın önde gelen bilim insanları dile getiriyorlar.

Görünen o ki, giderek tüm endüstriyel üretim robotlar tarafından yapılacak. Ve işsizlik giderek büyük problemlerden birisi olacak yakın gelecekte. Zaten krizin arttırdığı ve körüklediği işsizlik, otomasyon ile birlikte inanılmaz boyutlara ulaşacak. Kapitalist sistemde var olan ya da olacak zenginlik ise herkes ile paylaşılmayacak. Örneğin işsizlik, çocuk yardımı gibi sosyal devlet kırıntıları tamamen ortadan kalkacaktır. Bu zenginlik, yalnızca elit sınıflar tarafından kullanılacaktır.

Bu hızla giderse, kaba tahminle 2100 yılına dek, dünyadaki fabrikalarda robot işçiden başka, insan işçi kalmayabilir. Çünkü robot, 24 saat çalışabiliyor. Ayrıca kendini tamir eden, yenileyen robotlar da yapılıyor. Dolayısıyla üretim sektöründe yıllar içerisinde insana ihtiyaç kalmayabilir. Verilere baktığımızda gidiş bilimsel olarak böyle görünüyor. Aynı şey tarım için de söz konusu. Tarım alanında çalışabilecek kapasitede robotlar üretiliyor ve gelecekte bunlar çok daha gelişmiş olacaklar. Ayrıca laboratuvarda yiyecek üretimi yapılacak, yiyecekler de farklılaşacak.

İktidarı elinde bulunduran elitlerin üretim için, insan emeğine ihtiyaçları kalmayabilir. Gelecekteki ayrım, elitler ve yoksullar arasında olacaktır, çelişki ise, elit sınıflar ile işsiz yoksullar arasında olacaktır. Bu yoksullar ise üretim sürecine doğrudan katkı sunamayan, bir meslek sahibi olmayan kadın, erkek, çocuk toplumun büyük çoğunluğunu oluşturacaktır. Bu aşamada ideolojilerin de kendilerini yenilemeleri ve bu duruma göre yeniden politika üretmeleri ve üretilmiş politikalarını ise gözden geçirmeleri gerekmektedir. Belki de korkulan olacak ve duygusal zekâya sahip robotlar iktidarı ve dünyayı ele geçirecek ve insanlığı soykırıma uğratacaklardır.”[68]

Anlatılanlar Hollywood’un distopyalarına bile parmak ısırtacak çaptayken; “So What/ Eğ Yani”? Umudun olmadığı bu tabloda intihardan başka seçenek yok gibi! (Ama biz, “İnsan özgür olmaya mahkûmdur, zorunludur!”[69] diyoruz hâlâ!)

“Gelecek, üzerine en az düşündüğümüz zaman dilimidir” mi dediniz! Olur mu? Komünist toplum mücadelesi verenlerin tarihi orta yerdeyken; böylesi bir saptama, olsa olsa mesnetsiz bir haksızlık; ancak füturolojiden söz ediliyorsa o başka bir şey.

Mesela “İktidarı elinde bulunduran elitlerin üretim için, insan emeğine ihtiyaçları kalmayabilir… İnsan işçilere ihtiyaç kalmadığında, onlar için üretim yapmak da gereksiz hâle gelecektir sistem açısından… Yoksul insanlar distopik filmlerde olduğu gibi duvarın öte yanına hapsedilebilir ya da büyük bir soykırıma uğrayabilirler,” gibi… İyi de bunlar “olacak”sa, bu insanların tarih yapan itiraz ve tepkileri ne olacak? Bunları tersyüz edemeyecek mi? “Hayır” derseniz bu indirgemeci tarih anlayış(sızlığ)ın bizatihi kendisi değil ise nedir ki? Ya da “insanlara hükmedecek, hatta soykırıma uğratacak bir yapay zeka” kadar, ezilenlerin, sömürülenlerin örgütlü başkaldırısı ve kapitalist sistemi alaşağı etme olasılığı üzerinde düşünmemek de bir “tercih” değil mi?

Sanayide, yönetimde ve bilimsel, teknik işlerde insan emeği olmaksızın, işlerin otomatik işleyen araçlarla yapılması olarak sunulan otomasyon konusunda; “Dördüncü sanayi devrimi olarak da adlandırılan otomasyon giderek hızlanıyor” denilmesi; devrimin ne olup olmadığı konusunda müphem bir anlayış(sızlık)tır!

Tıpkı şu hüküm gibi: “Gelecekteki ayrım, elitler ve yoksullar arasında olacaktır, çelişki ise, elit sınıflar ile işsiz yoksullar arasında olacaktır. Bu yoksullar ise üretim sürecine doğrudan katkı sunamayan, bir meslek sahibi olmayan kadın, erkek, çocuk toplumun büyük çoğunluğunu oluşturacaktır. Bu aşamada ideolojilerin de kendilerini yenilemeleri ve bu duruma göre yeniden politika üretmeleri ve üretilmiş politikalarını ise gözden geçirmeleri gerekmektedir.”

Böylesine bir varsayım üzerinden “ideolojilerin de kendilerini yenilemeleri ve bu duruma göre yeniden politika üretmeleri” talebi asılsız bir “abartı” değilse nedir ki?!

Ancak yazarımızın buna da yanıtı vardır: “Geleceğe kalacak bir ideoloji varsa, o da anarko-komünizmdir. Çünkü bir gün tamamen robotlarla üretime geçilecek ve zamanla insan emeğine ihtiyaç olmayacak ya da buna olan ihtiyaç çok çok azalacaktır. Böylece işçi sınıfı üzerine kurulan örneğin Marksist ‘proletarya diktatörlüğü’ tezi geçersiz kalacaktır…

Gelecekte sınıfsal bakış da değişecektir. Çünkü gelecekte iki sınıf olacaktır: Hiçbir şeye sahip olmayan ezilenler ve her şeye sahip olan bir avuç elitler. Artık sınıfsal bakış denildiğinde, işçi sınıfı değil, hiçbir şeye sahip olmayan ezilenler sınıfı akla gelecektir…

Gelecekte yoksulluk ve zenginlik belirleyici olacaktır. Yani teknolojik üretim doğrudan robot yapan robotlara bağlandığında, insan işçilere de ihtiyaç kalmayabilir. Ancak öyle bile olsa toplumda sınıflar olacaktır. Ezilenler -bunun içerisine her türden sistemden dışlanmış insanlar girecektir. Yoksullar ve zenginler, iktidar sahipleri ve iktidara tabi olanlar yine kaçınılmaz olarak çatışma ve çelişki içerisinde olacaklardır.”[70]

“Geleceğe kalacak bir ideoloji anarko-komünizm… Marksist ‘proletarya diktatörlüğü’ tezi geçersiz kalacak” mı? Bu da bir varsayım ve sadece bu kadar!

Ya “Sınıfsal bakış denildiğinde, işçi sınıfı değil, hiçbir şeye sahip olmayan ezilenler sınıfı akla gelecek” mi? Bu da şu mahut “prekarya” söylenceleri; tıpkı burjuvaziye “yönetici elit” demek gibi “yenilik merakı”yla sözcüklerle oynamaktan başka bir şey değil.

Aslında SYRIZA’nın[71] eski Maliye Bakanı Yanis Varoufakis’in (ve DiEM25 yani Avrupa’daki Demokrasi Hareketi 2025’in) görüşlerini anımsatan bu tür söylencelere hatırlatılması gereken Karl Marx’ın, “Şimdi mülksüzleştirilecek olan kimse, artık, kendi hesabına çalışan emekçi değil, birçok emekçiyi sömüren kapitalisttir… Sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenliği altında fışkırıp boy atan üretim biçiminin ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kapitalist kabuklarıyla bağdaşamadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler,”[72] perspektifi eşliğinde, V. İ. Lenin’in şu vurgusudur:

“Tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter bir devlet yaratılmıştır. Yeryüzünde hiçbir güç sovyet devletinin yaratılmış olduğu gerçeğini yok edemez. Bu tarihsel bir zaferdir. Yüzlerce yıldır devletler burjuva modele göre yaratıldı ve ilk kez burjuva olmayan bir devlet keşfedildi. Yönetim aygıtımız bozuk olabilir; ama icat edilen ilk buharlı makinenin de bozuk olduğu söyleniyor. Hatta hiç kimse bu buharlı makinenin çalışıp çalışmadığını bilmiyor; ama önemli olan bu değil; önemli olan buharlı makinenin bulunmuş olmasıdır. İlk buharlı makinenin hiçbir işe yaramadığını varsaysak bile, somut gerçek, bugün artık buharlı makinelere sahip olduğumuz gerçeğidir. Yönetim aygıtımız çok bozuk olsa bile, onun yaratılmış olduğu gerçeği değişmez.”[73]

Devam edersek: “Bazı bilim insanlarına göre, gelecek 20 yılda, 2000 yıldır sahip olduğumuz gelişmeye eşit bir gelişme yaşayabiliriz,”[74] diyen yazarımız yine bir abartıdan malûlken ekliyor:

Gelecekte distopik bir toplum mu olacağız?.. Gelecekte sisteme baş kaldırmak, farklı olmayı seçmek bugün olduğundan daha zor olacaktır. Çünkü gelecekte insanlar bugünden çok daha fazla bir şekilde tek tip olmaya zorlanacaklardır… Çünkü en kolay yönetilen toplum, tek tipleştirilmiş toplumdur. İşte Hitler’den bütün diktatörlere yapılan da buydu.”[75]

Eğer “tektip”liğe verilen örnek, “Hitler’den bütün diktatörlere” uzanan ise, sonları da malumdur.

Ve nihayet ezilenlerin acil gereksinimi ütopyalar yerine George Orwell’in, ‘1984’ü;[76] Aldous Huxley’in, ‘Cesur Yeni Dünya’sı;[77] Yevgeni Zamyatin’in, ‘Biz’i;[78] Ray Bradbury’un, ‘Fahrenheit 451’i;[79] Franz Kafka’nın, ‘Dava’sı[80] gibi distopyalara sarılan Erol Anar dostumuz şunlardan da söz etmeden edemiyor:

“Geleceğin toplumunda ikili ilişkiler de değişecektir. Daha şimdiden değişmeye de başlamıştır. Örneğin birçok insan bugün sanal ilişkileri gerçek ilişkilere tercih etmektedir. Hatta gerçek cinsel ilişki yerine sanal ilişki yaşayan insanların sayısı da giderek artmaktadır. Bu nedenle birçok çift sorunlar yaşamaktadır, hem duygusal hem de cinsel anlamda günümüz dünyasında.

Seks robotları üretilmeye başlanıyor. Bir fütürolojist 2050 yılında, insan memnuniyeti amacıyla tasarlanmış robotlar ile seksin özel norm olacağına inanıyor… Sanal hayatımızda olduğu gibi, belki gerçek hayatımızda da partnerlerimiz robotlar olabilir.”[81]

Geleceğin yolunu distopik öngörü(süzlük)ler değil, devrimci ütopyalar açacaktır.

Hatırlayın: “Ütopya ‘ufuk’a benzer”, demiş ve eklemişti Eduardo Galeano: “Sen iki adım atarsın, ufuk sanki on adım uzaklaşır”

“O zaman ne işe yarar ütopya?” sorusuna da şu yanıtı vermişti: “İlerlemeye...”

Geleceğe yönelmek, ilerlemek için distopyaya değil; ütopyalara muhtacız; elbette ekonomist yanılgılardan kaçınarak! “O da ne” mi?

Malum: “İkinci Enternasyonal’in Avrupa Marksizmi, kapitalist gerçekliğin temel yönünü gözardı etti. Kapitalist yayılmayı homojenleştirici olarak gördü (oysa ki kutuplaştırıcıydı) ve sonuç olarak, sömürgeciliğe olumlu bir tarihsel işlev atfetti. V. İ. Lenin, Marksizmin bu basitleştirilmiş yorumunu kırdı ve bu sayede, o dönemin yarı çevresel bir ülkesinde -kendi deyişiyle, “zayıf halka”da- sosyalist bir devrime önderlik etme olanağına kavuştu… Tarihsel kapitalizmin emperyalist karakterinin özünde yatan gerçeklik, kaçınılmaz bir bağlantıyı ima etmektedir: Sosyalizme uzun geçiş, esas olarak dünya sisteminin çevre ülkelerinden kökenlenen eşitsiz ilerlemeler yoluyla meydana gelir.”[82]

 

SOSYALİST GELECEK

 

Öncelikle “Geçmiş çok uzaktaydı, gelecek ertelendi.”[83] “Nereye doğru gittiğimizi bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey tarihin bizi bu noktaya neden getirdiğidir,”[84] denilen koordinatları geride bıraktık…

Şimdi distopyaları değil, sosyalist gelecek ütopyasını konuşma ve kurma zamanıdır.

“Önce hayal, sonra gerçek// Hayal ettiğin gerçek olur/ Her şeyden önce bir hayal kur”[85]

Veya “Diyorlar: bir yanı sarp bir uçurum,/ Bir yanı çılgın dağ doruğu./ Oysa böyle yapmasam ben/ Nasıl korurum içimdeki çocuğu?”[86]

Ya da “Bir şarkı ne zaman güzel değildir/ Sonu olduğu zaman/ Sonu yoktur çünkü güzel şarkıların/ Kimse bir şarkıyı sonuna kadar söyleyemez,”[87] dizelerindeki üzere…

Evet Ruhi Su’nun ‘Mahsus Mahâl’ini, “Dirliğim, düzenim, dermanım, canım/ Solum, sol tarafım, imanım, dinim/ Benim beyaz unum, ak güvercinim/ Bilirim bilirim gelen gündedir,” yüksek sesle haykırma zananır…

Ancak 1937 İspanyası’ndan W. H. Auden’in, “Yarın, bombaların yerini genç şairler alacak;/ Göl kıyısında yürüyüşler, dostluk haftaları;/ Yarın bisiklet yarışları,/ Yaz akşamları mahalle içlerinden geçerek./ Ama bugün yalnızca mücadele...”[88] uyarısını kulağmıza küpe ederek…

Net olarak ifade ediyoruz: Bu yolda işçi sınıfı mücadelesi yolunda eylem yeteneğimiz dışında hiç bir şeyimiz, imkânımız yok.

Sonu gelmeyen lafolojiler, eylemsiz sol gevezelik yol açıcı değil ve olmuyor da.

Geleceğin önünü açan gelecek güzergâhında “İnsan ruhunun derinliklerinde kopan en büyük fırtına, adaletsizliklere karşı doymak bilmeyen isyan özlemidir.”[89] “Devrim’e yol açan şey ‘insan ruhunun uyanışı’dır.”[90]

Ve de Mary Wollstonecraft’ın deyişiyle, “Yeteneklerin en fazla geliştiği zaman, insanın bütün bir dünyayı karşısına aldığı zamandır.”

O hâlde sosyalist gelecek mi?

“Friedrich Nietzsche’nin, ‘Uygarlık tarafından yokedilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz,’ sözüyle betimlenen bir kesitten geçerken sosyalizm, bir çocuğun gülüşüdür; Tek-el işçilerinin direngen kararlılığı; bir 6 Mayıs sabahında Deniz Gezmiş’in darağacına emin adımlarla yürüyen azmi; Kızıldere’de Mahir Çayan’ın ‘Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik,’ diye haykıran baş eğmeyişi; ‘ser verip sır vermeyen’ İbrahim Kaypakkaya’nın teslim alınamaması; Nâzım Hikmet’in ‘Sevdalınız komünisttir’ diye haykıran hassasiyeti; Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın örgütlü mücadelesi; İsmail Beşikçi’nin vakur duruşu… ve hâlâ Marx, Lenin, Luxemburg ya da son nefesini Bolivya’nın Vallagrande’sinde verirken bile ‘Fidel’e söyleyin bu devrimin sonu değildir,’ diyen Che’dir…

Bunların hepsi ne mi anlatır? ‘Sosyalizm’ dediğiniz şey; barbarlık, sömürü, köleleştirme, yabancılaşma ve bilumum beşeri ‘pislik ve yıkım’ karşısında (ki bu bugün kapitalizmdir!) insan(lık)ın hülyalı, âşık eşitlikçi/ özgürleşme isyanıdır…”[91]

Özetle Karl Marx’ın, “Özel mülkiyetin yabancılaşmasından kurtuluş, aynı zamanda da insani niteliklerin ve duyguların tam kurtuluşudur…”

V. İ. Lenin’in, “Ezilen bir cins var oldukça, ezilen bir sınıf var oldukça, sermayede, hisse senetlerinde özel mülkiyet var oldukça, tahıl fazlalarıyla açları uşaklaştıran toklar var oldukça, herkes için özgürlükten ve eşitlikten söz eden yalancılar kahrolsun. Herkes için özgürlük değil, herkes için eşitlik değil, tersine, ezenlere ve sömürenlere karşı, ezme ve sömürme olanağının ortadan kaldırılması için savaşım. Sloganımız budur!”

Rosa Luxemburg’un, “Yalnızca proleter dünya devrimi bu karmaşaya bir düzen sağlayabilir, herkese iş ve ekmek bulabilir, halkların karşılıklı olarak birbirini katletmesine son verebilir. Kahrolsun ücret sistemi! Bu günün sloganı budur. Ücretli emeğin ve sınıf yönetiminin yerini kolektif emek geçirilmelidir. Üretim araçları üzerinde tek bir sınıfın tekel kurmasına son verilmelidir; bunlar herkesin ortak malı olmalıdır. Artık ne sömüren ne de sömürülen! Planlı üretim ve ürünlerin ortak çıkara göre bölüşümü. Salt sömürü ve soygundan ibaret olan bugünkü üretim tarzıyla birlikte, dolandırıcılıktan ibaret olan çağdaş ticarete de son verilmeli.

İşverenler ve onların ücretli köleleri yerine özgürce çalışan yoldaşlar! Herkesin görevi olduğu için, kimseye işkenceymiş gibi gelmeyen çalışma. Toplum karşısında yükümlülüğünü yerine getiren herkes için insanca ve onurlu bir varoluş…

Ancak böyle bir toplumda, halkların birbirine düşmanlığına ve köleliğe kesinlikle son verilebilir. Ancak böyle bir toplum gerçekleşirse, artık yeryüzü insanların katledilmesiyle lekelenmez. Şu anda, sosyalizm insanlığın tek kurtuluş yoludur,” diye tarif ettikleri mücadelenin eseri sosyalizmin güncelliği açısından “İnsan kendini nasıl yaparsa öyle olur”[92] ve odur da! 

 

“NORMAL(LERİ)” (Mİ?)!

 

Bu tabloda egemenler “Normale dönelim” diyorlar! Hangi “normal” bu?

Ya da William Shakespeare’in, “Bu ne korkunç bir dönem; aptallar, körleri yönetiyor,” dediği mi?

Veya Turgut Uyar’ın, “Göğe baktım yerli yerinde/ Haydutlar dalavereciler yerli yerinde/ İyi dedim içim rahatladı/ Düzen bozulmamış” dizelerinde dalga geçtiği mi?

“Sağlık mı, özgürlük mü” tuzağına düşmeden; bu ikisi ve daha da fazlası elbette!

İnsanlardan sağlıkları ile özel hayatları ve özgürlükleri arasında bir seçim yapmalarını istemek başlı başına bir sorundur. İnsanları böylesi bir ikileme sokmak demek zaten çoğunluğun sağlık tercihinde bulunacağı açık olduğundan, gönüllü bir şekilde özgürlüklerinden vazgeçmelerini sağlamak demektir. Hayır, bu ikilemi kabullenmek, iki seçenekten birini seçmek zorunda değiliz. Her ikisini de istemeliyiz ve her ikisinin de bir arada mümkün olduğunu bilmeliyiz.

Ayrıca Otoriter liderler, corona virüsüyle mücadeleyi istismar ediyor ve siyasetin bir parçası hâline getiriyor… Dünya çapındaki otoriter liderler, salgına verilen tepkiyi istismar ediyor, kötüleştiriyor… ve şahsi menfaatlerini toplum yararının önüne koyuyorlar.[93]

Hâl buyken sözü Ergin Yıldızoğlu’na bırakalım: Covid-19 salgını zamanın “normal” akışını kırdı, günlük yaşamı allak bullak etti. Covid-19 toplumun tüm ekonomik ve kültürel çelişkilerini keskinleştirdi. Tarihin en büyük ekonomik buhranı dendi. Her gün haber bültenlerinde, günlük hasta, ölü sayıları yeni zamanın sıradan parçaları oldu.

İnsanlar (kimileri bağlı bahçeli-manzaralı balkonlu, kimileri nohut oda bakla sofa) evlerine kapandılar, sosyal mesafe kuralına uymaya çalıştılar, sevdiklerini kaybettiler, hastalanıp ölürken yanlarında olamamanın acısını yaşadılar, evlerinde can sıkıntısından bunaldılar. Kadınlar ve çocuklar, bu bunaltının ağırlaştırdığı erkek tacizinden daha fazla acı çektiler. İşçiler işlerini, esnaf işletmesini kaybetti ya da kaybetme noktasına geldi. Açlıktan, utançtan ölenler oldu. Şimdi haklı olarak insanlar, zamanın “normal” akışına dönmesini istiyorlar. Ben, bir yanlış nostalji (geri dönme arzusunun gerçekleşememesinden kaynaklanan keder) olarak kalmaya mahkûm duyguyu paylaşmıyorum, normalleşmek, Covid-19 salgını öncesindeki zamanın o “normal” akışına dönmek istemiyorum.

O “normal” aslında kapitalizmin kötü normallerinden biriydi. Bu normalin iki bileşeni giderek derinleşen bir iklim krizi ve gittikçe sıklaşan virüs salgını krizleri, doğanın metalaştırılarak sermayenin tüketimine açılmasının, tüketimin atıklarının doğaya boşaltılmasının yarattığı yıkımın ürünüydüler. Hayvan ve bitki türleri hızla yok oluyordu. Dinozorları yok eden meteorun etkisini anımsatıyordu (Salvage, Mayıs, 2020) “kâr makinesinin” 500 yıldır her yere yapışmaya çalışan “organları”.

Sermayenin temsilcileri, on yıllardır sağlık sisteminin, kamu hizmeti veren kurumların içini boşaltıyor, yaşamın krizlere dayanma gücünü zayıflatıyordu. Kapitalizm kendi zeminini çürüten bir üretim tarzıydı artık! Gelir dağılımı verileri müstehcen görüntüler sergiliyordu. Savaşlar, açlık ve göçmen dalgaları da bu normale aitti. Liste daha da uzun: Büyük güçler arasında sertleşen rekabet, yükselen milliyetçi, ırkçı, dinci eğilimlerin etkisiyle hızla “Yeni Faşizme” dönüşen popülizm. Emperyalist sistem içinde, bağımlı ülkelerin, hangi büyük güce tapacakların şaşırmış entelijansiyası; simgesel dünyasında, otokratları mehdi düzeyine çıkaran, çaresizlik ve cahillik...

Bu sırada kültür endüstrisi, haz saplantılı bir bireyciliği, “özne olma arzusunu” çürüten bir ironiyi (bir davaya-hakikâte- sadakat korkusunu) biteviye üretiyor, insanları, hatta sanatçıyı pasifleştiriyor, bu zeminde kapitalist tarihinin canavarları yine başlarını kaldırıyorlardı. Bu “normal” içinde, hızla gelen bir kamyonun farlarının ışığında donup kalmış bir geyik gibiydik...

Ben o kötü normale dönmek istemiyorum. Ben, zamanın o “normal” akışının kırılmasının, günlük yaşamın olasılıklar yelpazesi içinde yarattıklarından yararlanarak başka bir zamana ve bir iyi normale gitmek istiyorum.

Zamanın “normal” akışı, birbirinden farksız birimlerin, bir zincirin halkaları gibi birbirini izlemesiyle ilerler. Sonra bu “akışın” içinde olmayan bir şey olur (Gezi olayı, Marmara depremi, örneğin), zincir kopar. Artık zaman adeta nereye gideceği belirsiz devinimlerin sonu gelmez karmaşasıdır. Bu karmaşa türlü yeni olasılıklar yaratır. Şimdi insan eylemi bu yeni olasılıkları kullanarak zamanın zincirini yeniden yapabilecektir.

Artık eski normale geri dönüş söz konusu değil. Ancak yeni bir normal olasılığı var. Bu da zinciri kimin yeniden yapacağına bağlı. Ya önceki normalin egemen güçleri bunun bir benzerini kendi arzuları doğrultusunda yeniden kuracaklardır. Ya da bu güçlerin karşısındakiler yeni normale damgalarını vuracaklar, en azından (!) arzularının bir kısmını, hatta daha fazlasını bu yeniden yapılanmada gerçekleştirebilecekler.

Covid-19 salgını zamanın normal akışını kırdığında, ölümden, yıkımdan, acılardan başka şeyler de oldu: İnsanlar güçlerini, kaynaklarını birleştirmeye, dayanışma grupları kurmaya, hastalara, yaşlılara, yalnızlara yardım etmeye metalaşma zincirinin dışına çıkmaya başladılar. Sendikaların pazarlık, medyanın eleştirel gücü yeniden artmaya, yeni bir toplum, bir “iyi” normal arzusu da yeşermeye başladı. Ben bu yeni “iyi” normale gitmek istiyorum...[94]

Evet, eski “(a)normali” istemiyoruz![95]

 

İTİRAZ DURUŞU

 

Eski “(a)normali” aşmak; Jean Paul Sartre’ın, “Hayat umutsuzluğun diğer tarafında başlar,” deyişinde tecessüm eden itiraz duruşunu “olmazsa olmaz” kılarken; Niccolò Machiavelli’nin, “Silahlanan tüm peygamberler zafer kazanmış, silahsız tüm peygamberler ise yok edilmiştir,” deyişinin de altını çizer.

Yeni normal(imiz) için Irak’tan ABD’ye yerküre değişime açıktır ve değiştirilmeyi bekliyor.

Örneğin “normalleşme” adı altında Covid-19 ile iyice açığa çıkan sınıf savaşını hızlandırdı. Sadece 2020 Mart’ında ABD’de “wildcat strike” adı verilen, yani sendika onayı olmadan yapılmış ama yasa dışı olmayan 200 grev gerçekleşti. Gerçek rakamın ise bundan daha fazla olduğu düşünülüyor. Bazı iş yerlerinde işçiler grev olarak adlandırmadan sadece işe gitmeyerek patronu iş yerini kapatmaya zorlarken bazı grevler ise basına yansımadığı için bilinmiyor.

ABD’de giderek büyüyen hareketlerden biri de Covid-19 krizi nedeniyle işsiz kaldıkları ya da gelirleri düştüğü için ev kirasını ödeyemeyenler. Los Angeles, Oakland, Missouri, Kansas ve New York gibi şehirlerde kiracılar, kiralarını ödeyemedikleri için evlerinden çıkarılmayı reddediyorlar.[96]

ABD’de George Floyd’u, sırf şüpheli birine benzettiği için boğazına basarak öldürmesinin ardından başlayan isyan örgütlü işçi sınıfını da harekete geçirdi.

Salgının ülkede 125 bin kişinin ölümüne ve 43 milyon kişinin isiz kalmasına neden olduğu bir dönemde meydana gelen ırkçı cinayet bir sosyal patlama hâline geldi. Öfkeyle sokaklara inen yüzbinlere kısa sürede işçi sınıfının kolektif eylemleri de eşlik etmeye başladı.

New York’ta 42 bin üyesi bulunan New York Hemşireler Sendikası, ‘The Daily News’de bir bildiri yayınladı. Salgın ve ırkçılıkla mücadele için kamusal sağlık bütçelerinin artırılmasını talep etti.

‘Siyahların Hayatı Önemlidir’ hareketi, ülkeyi sarsarken polis teşkilatına ayrılan bütçenin azaltılmasını da talep ediyor.

Hemşireler Sendikası, salgından en fazla etkilenen grupların yine Siyahlar ve Latinler olduğunu hatırlattı. Açıklamada oransal olarak beyaz olmayanların Covid-19 hastalığına yakalanma oranı beyazlardan iki kat fazla olduğu, dolayısıyla salgınla mücadelenin de ırksal adaletin bir parçası olduğu vurgulandı.

19 Haziran 2020’de yani ‘Özgürlük Günü’ olarak bilinen ve köleliğin kaldırıldığı günün yıldönümünde, Siyahların Hayatı İçin Greve adıyla bir kampanya başlamıştı.

Ülkenin Batı kıyılarında, ILWU sendikası 29 limanda grev örgütledi. Greve on binin üzerinde işçi katıldı ve birçok kentte yürüyüşler düzenlendi. ‘Siyahların Hayatı Önemlidir’ hareketinin çağrı yaptığı şehirlerde de yürüyüşlere katıldı sendikalı işçiler.

ABD’nin en büyük altıncı sendikası olan, Otomobil İşçileri Sendikası UAW ise Özgürlük gününde fabrikalarda 8 dakika 46 saniye iş bırakma eylemi yaptı. Bunun nedeni ırkçı polisin Floyd’u öldürmesiydi. 

Bu grevlerin öncesinde de farklı sektörlerden işçilerin eylemlerine tanık oldu ABD. 10 Haziran 2020’DE ‘Nature’, ‘The American Physical Society’ ve ‘arXiv’ gibi çok sayıda önemli bilimsel derginin çalışanlarının da içerisinde yer aldığı akademisyenler Siyahların Hayatı için greve gittiler. Üçü binin üzerinde akademisyen, diğer ülkelerden de greve katılan akademisyenlerle birlikte akademideki ırkçılığı protesto etmişti.[97] Sınıf hareketi ırkçılık karşıtı hareketle buluşmuş, aynı kapitalizm-karşıtı mecradan akmaya başlamıştı.

Ve Iraklı sosyalist devrimci Sami Adnan da ekliyor: “İnsanlar başkaldırıyor. Şili, Hong Kong, Lübnan, İran, Mısır, Cezayir, Tunus ve Fransa’daki Sarı Yelekler… Hepsi harika büyülü duygular yarattı. Dünyadaki birçok insana dokundu. Fransa’da Sarı Yelekler protesto etmeye başladığında, onlardan etkilenerek Sarı Yelekler giymiş ve Tahrir Meydanı’nda toplanmış birçok insan gördüğümü hatırlıyorum. Ben de onlardan biriydim. Bunun bir anlamı var: Biz bir tek sınıfız ve mücadelemiz birdir.

Her şeyden daha çok ihtiyacımız olan şey bir araya gelmek. Bu dünyayı değiştirmek için birbirimizi tanımamız gerekiyor. Çünkü kapitalizm Irak’ta da, Şili’de de, Fransa’da da veya dünyanın herhangi bir yerinde ihtiyaçlarımızı karşılayamıyor.

Kapitalizm sadece geçici çözümler verebilir. Ortadoğu’da savaşlar olmadığı, Afrika’da hastalık ve açlığın olmadığı, dünyada diktatörlüklerin olmadığı, Çin’de baskının olmadığı bir yaşam sunamaz. Tüm zenginliklere el koyan ve bunun için insanları öldüren emperyalist sistemle daha fazla devam edemeyiz.

Ve sadece işçi sınıfı bunu reddedebilir. Çünkü sadece işçi sınıfı adil, eşit, barış içinde ve insancıl bir dünyaya öncülük edebilme yeteneğine sahiptir… Kapitalizm çöküyor. Şimdi bizim zamanımız geldi.”[98]

Covid-19’un altını ısrarla çizdiği bir diğer gerçek de; insan(lık)ın bugün ulaştığı koordinatlarda üretim sisteminin planlama ihtiyacıdır. Bu gerçekleşmedikçe her defasında daha derin krizler çok insanın ve çok toplumun başını yakacaktır. Dünyaya sosyalizm bunun için gereklidir, zorunludur!

Coronavirüsün ekonomi politiğinin en önemli derslerinden birisi de buyken; sosyalist bir gelecek için -Erinç Yeldan vari- şöylesi kuşkucu geri çekilişlere prim verilmemelidir:

“Salgınla mücadele, kuşkusuz, salt bir sağlık hizmetleri mücadelesinden ibaret değil, küresel ekonomi politik dönüştürülmesine yönelik tahayyül ve tartışmalarımızı da uyarmış durumda… ‘Alternatif’ tasarımı ne için? Kim için?

‘Alternatifleriniz ne?’ sorunsalı karşısında Sol’un şöyle bir tehlikeli ikileminin söz konusu olduğunu gözlüyorum: Verili koşullar altında, aciliyet gerektiren gerçekçi ve somut alternatif öneriler çoğu kez ‘sistem-içi’ olarak eleştirilmekte. Bunlar ‘kapitalist sistemin yıkılması ve sosyalizmin gerçekleştirilmesi’ hedefleriyle örtüşmüyor suçlaması yapılmakta. Ancak, krizin bahane edilerek emeğin sosyal kazanımlarına yönelik saldırıların püskürtülmesi ve krizin bedelinin emekçilere ödettirilmesi çabalarına karşı önerilen birçok politikanın ‘sistem-içi’ unsurlar içermesi de kaçınılmaz.

Kuşkusuz ki bir yanda da sınıf pusulasını yitirmek tehlikesi var. Hedeften sapma ve nihai çözümün kapitalist sistemin dışında, sosyalizmde olduğu ufkunu yitirmemek gerekli. Ancak, burada söz konusu olan ‘bu sistemde hiçbir şey değiştirilemez, sosyalizm gelecek sorunlar çözülecek’ yaklaşımı da sorunlara karşı çok soyut düzeyden bakmak ve emekçi insanlara herhangi bir umut aşılayamamak tehdidiyle yüzleşmek zorunda. Üstelik bu yaklaşımla kitleleri ikna etmek, onları soyut idealler uğruna harekete geçirmek çok zor gözüküyor. Diğer yandan da emekçilerin acil çözüm bekleyen sorunları var; onların sorunlarına göz kapayıp her şeyi uzun döneme havale etmek taktiği Sol’u kitleler nezdinde yalnızlaştırıyor, yabancılaştırıyor ve giderek marjinalleştiriyor…

V. İ. Lenin 1920’de, Bolşevik Devrimi’nin ölüm kalım günlerinde Sovyet iktidarının almak zorunda kaldığı çoğu reformist sayılabilecek öneriyi eleştiren sol örgütlere karşı kaleme aldığı ‘Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı’ başlıklı çalışmasında Friedrich Engels’in Blankist-Komüncülerin manifestosuna eleştirisinden şu alıntıyı paylaşıyordu:

Blankist-Komüncüleri, ‘biz amacımıza ve zafer gününü uzaklaştırmaktan ve kölelik dönemini uzatmaktan başka bir sonuç vermeyen aradaki aşamalardan, uzlaşmalardan geçmeden ulaşmak istiyoruz’ demektedirler. (Blankist-komüncüler) Aradaki aşamaları ve uzlaşmaları yakıp kül ettikleri anda sorunun çözümleneceği ve günün birinde ‘ihtilal yeniden başladığı’ ve iktidar ellerine düştüğü takdirde ‘komünizmin hemen ertesi gün kurulacağını’ hayal etmekteler. Eğer bu iş hemen yapılamıyorsa, diğerlerini yeterince komünist olmamakla suçlamaktalar... V. İ. Lenin ekliyor, ‘Kendi sabırsızlığını teorik iddia olarak ileri sürmek ne çocukça bir saflık!’…”[99]

V. İ. Lenin’den alıntının Erinç Yeldan’ın örneklemesiyle, işçi sınıfının hayata doğrudan müdahale gerekliliğini yadsıyan bir yönü var mı? Bu meçhul… Emekçilerin yaşamlarını, koşullarını iyileştirme yolundaki her mücadelesi, bugün sistem karşıtı olmak durumundadır. Sorun, bunun adını koyabilmekte.

Hatırlatmadan geçmeyelim: “Liberaller işçilere ‘toplum’un sempatisini kazandığınızda güçlüsünüz” der, Marksistlerse işçilere farklı bir şey söyler: Güçlüyseniz ‘toplum’ size sempati duyar,” diye yazmıştı 1912 Mayıs’ında V. İ. Lenin…

Bu Maksim Gorki’nin, “Yoldaşlar! Dünya’da birçok ulus vardır, diyorlar. Almanlar, İngilizler, Yahudiler, Tatarlar… Ben buna katılmıyorum. Bence sadece iki ulus vardır, uzlaşmaz iki sınıf, zenginler ve yoksullar!” uyarısını unutmayan işçi sınıfının kendisini toplumun diğer sınıflarına kabul ettirme yoludur; Covid-19 koşullarında da tek yol budur.

İşçi sınıfının güçlü olması siyasal ve ideolojik mücadelenin ürünüdür; “Siyaset karıştırmayalım”, “Gündelik talepleri öne çıkaralım” uzlaşmacılığıyla işçi sınıfı kötürümleşir, işlevsizleşir.

İşçi sınıfının güvencesiz kesimlerinin çaresizlik ve hoşnutsuzluğunun, işçi sınıfının ideolojik ve siyasi açıdan dominant kesimleri içinde “işçi sınıfı” kültürü ve kimliği yükselişe geçmeden devrimci bir enerjiye dönüşeceği beklentisi nafile bir beklentidir.

İşçi sınıfı böylesi bir güç olmadan, bunun bağımsız mücadelesini vermeden toplum nezdinde sempati toplayamaz. Kapitalizm karşısına alma cesareti, cüretini ortaya koymadan inandırıcı ol(a)mazken; işçi sınıfının tarihsel ve güncel haklılığı, sermayenin haksızlığı sergilenerek toplumsal algıya kazınır ki, bu da bağımsız sınıf hattı ve devrimci praksis ile mümkündür.

 

NİHAYET

 

Şimdi; Mahatma Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz”; Paul Valéry’nin, “Herkes tarafından doğru kabul edilen şeyler büyük olasılıkla yanlıştır,” unutmadan bugünde -geç(me)mişin gelenekleriyle- geleceğin yolunu açma zamanıdır Orhan Kotan’ın dizelerindeki üzere:

“çünkü isyan bıçağıdır böğrüme saplanan sancı/ çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum/ ve kederin/ ve solgun yüzlü işçilerin üzerine/ dağ başlarının hırçınlığı savruluyor benden./ çünkü beni ateşiyle dimdik tutan kin/ çünkü benim gözbebeklerimde tutuşan şafak/ miting afişleri/ cesur pankartlar/ ve binlerce militan/ derin denizlerin aydınlığı/ zorlu sabahlar/ gökyüzü ve lâle/ sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata.// ahdettik/ vefa ettik/ kelle koyduk/ ölen ölür dostlar/ düşmanlar heyy!/ kalan sağlar/ kıyacaktır burjuvanın canına/ ve mutlaka kıracaktır/ demir parmaklıkları.”[100]

 

27 Haziran 2020 16:23:12, İstanbul.

 

N O T L A R

[*] Newroz, Temmuz 2020…

[1] Edip Cansever.

[2] “Amok hastalığı, özellikle Orta Asya’da ve Malezya’da daha yaygın şekilde görülen bir tür psikiyatrik hastalıktır. Bugüne kadar tespit edilmiş olan psikiyatrik hastalıklara oranla çok daha nadir olarak görülen bu hastalık, kişilerde saldırganlığa neden olur ve ölüme neden olabilecek kadar ciddi boyutlara ulaşabilir. Hastalığın daha yaygın olarak görüldüğü Malezya’da halk dilinde daha kaba bir tabirle öldürücü çılgınlık anlamına gelen ‘Mengamok’ veya dünya çapındaki adıyla ‘Running Amok’ şeklinde de ifade edilir. Hastalık genellikle ani olarak gelişir ve bireyde istemsiz hareketler, şuur kaybı, saldırgan tavırlar gibi olumsuzluklara yol açabilir. Bu tür semptomlarla birlikte hem hastanın kendisi hem de çevresindeki bireyler yaşamsal tehdit altına girebilirler...”

[3] Eduardo Galeano, Aynalar, çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2009.

[4] Maksim Gorki, Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi, çev: Resul Mehmedov, Say Yay., 2016.

[5] Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, çev: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yay., 1992; Michel Foucault, Deliliğin Tarihi, çev: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yay., 1992; Michel Foucault, Kliniğin Doğuşu-Tıbbi Algının Arkeolojisi, çev: Şule Ünsaldı, Epos Yay., 2014; Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi, çev: Hülya Uğur Tanrıöver, Ayrıntı Yay., 2003.

[6] Mahir Sayın, “Feodalizmi Top Yıktı, Kapitalizmi de Mürekkep!”, 21 Haziran 2020… https://noktahaberyorum.com/feodalizmi-top-yikti.html#.Xu_XJWgzZPY

[7] William West, “Dünya Bankası: Son 150 Yılın En Kötü Resesyonu Kapıda”, 9 Haziran 2020… https://tr.euronews.com/2020/06/09/dunya-bankas-ndan-kuresel-ekonomi-tahmini-son-150-y-l-n-en-kotu-resesyonu-kap-da

[8] “Bu Salgını da Başka Salgınları da Yenmek İçin: Bize Bir Devrim Gerek!”, 4 Haziran 2020… https://marksist.org/icerik/Teori/14071/Bu-salgini-da-baska-salginlari-da-yenmek-icin-Bize-bir-devrim-gerek

[9] “Şirketleri Kurtardıkları Hâlde Krizi Önleyemiyorlar”, 4 Haziran 2020… https://marksist.org/icerik/Teori/14069/Sirketleri-kurtardiklari-halde-krizi-onleyemiyorlar

[10] Marco V. Sánchez Cantillo, “Geç Olmadan Harekete Geçmeli”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2020, s.2.

[11] Yayınlanan veriler, İstanbul’da ağırlıkla yoksul emekçilerin yaşadığı mahalle ve ilçelerdeki durumun endişe verici boyutlarda olduğunu gözler önüne seriyor. (“Covid-19 İşçi Sınıfı Hastalığı Oldu”, 26 Haziran 2020… https://gazetemanifesto.com/2020/covid-19-isci-sinifi-hastaligi-oldu-iste-istanbulun-riskli-bolgeleri-367664/ )

[12] “BM’den Kıtlık Uyarısı”, 9 Haziran 2020… https://www.nerinaazad.org/tr/news/life/people/bmden-kitlik-uyarisi

[13] “BM’den Açlık Krizi Uyarısı”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2020, s.10.

[14] “BM: Salgın Nedeniyle Güney Amerika’da Milyonlarca Kişi Açlık Kriziyle Karşı Karşıya Kalabilir”, 28 Mayıs 2020… http://direnisteyiz27.org/bm-salgin-nedeniyle-guney-amerikada-milyonlarca-kisi-aclik-kriziyle-karsi-karsiya-kalabilir/

[15] Ergin Yıldızoğlu, “Küresel Açlık Krizi Kapıda”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2020, s.11.

[16] Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) 18 ülkede yaptırdığı araştırmaya göre “corona ayı” diye nitelenen Mart 2020’de 18 ülkede tropikal orman alanları 6 bin 500 kilometrekare azaldı. (“Corona Döneminde Orman Katliamı Yüzde 150 Arttı”, 22 Mayıs 2020… https://gazetemanifesto.com/2020/corona-doneminde-orman-katliami-yuzde-150-artti-358981/)

[17] “ABD’li Milyarderler Corona Krizinde Servetine Servet Kattı”, 22 Mayıs 2020… https://gazetemanifesto.com/2020/abdli-milyarderler-corona-krizinde-servetine-servet-katti-359079/

[18] Gabriel Black, “ABD’de Milyonlarca İnsan İşsizlik Ödeneği Alamazken Milyarderler Servetlerini 280 Milyar Dolar Artırdı”, 28 Nisan 2020… https://www.sosyalistesitlik.org/abdde-milyonlarca-insan-issizlik-odenegi-alamazken-milyarderler-servetlerini-280-milyar-dolar-artirdi/

[19] “ABD’de Çalışabilir Nüfusun Çeyreği, Salgının Dokuzuncu Haftası İtibarıyla İşsiz Kaldı!”, 21 Mayıs 2020… http://direnisteyiz27.org/kapitalizme-pandemi-carpani-abdde-calisabilir-nufusun-ceyregi-salginin-dokuzuncu-haftasi-itibariyla-issiz-kaldi/

[20] Erinç Yeldan, “İstihdam Sorunu: Covid-19 Öncesi ve Sonrası”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2020, s.15.

[21] “Moody’s: Türkiye Döviz Rezervlerinin Yarısını Tüketti”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2020, s.10.

[22] Sinan Ok, “AKP ve Covid-19 Kürt İllerinde Yoksulluğu Arttırdı”, https://www.gazeteduvar.com.tr/konuk-yazar/2020/06/06/akp-ve-Covid-19-kurt-illerinde-yoksullugu-arttirdi/

[23] “Salgın Kadın İşçiyi Vurdu”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2020, s.11.

[24] “Endişe Çok ‘Genç’…”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2020, s.11.

[25] “Salgın Döneminde Milyoner Sayısı 30 Bin 470 Kişi Arttı”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2020, s.9.

[26] “Salgın Onları Etkilemedi”, 6 Haziran 2020… http://yeniyasamgazetesi1.com/salgin-onlari-etkilemedi-milyoner-sayisi-yukseldi/

[27] Mahmut Lıcalı, “Salgın Yoksulu Vurdu”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2020, s.7.

[28] Olcay Büyüktaş, “Emekçi Hızla Yoksullaştı”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2020, s.9.

[29] “Türkiye’ye Giren Uluslararası Yatırımlar Yüzde 35 Azaldı”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2020, s.11.

[30] “16 Bin 200 Şirket Batacak”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2020, s.9.

[31] “Kapanan Şirket Sayısı Yüzde 51 Arttı”, 24 Mayıs 2020… https://ilerihaber.org/icerik/kapanan-sirket-sayisi-yuzde-51-artti-113287.html

[32] Olcay Büyüktaş, “Türkiye, İşçiler İçin En Kötü 10 Ülkeden Biri”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2020, s.9.

[33] Mehmet Barlas, “Medeniyet Denilen Tek Dişi Kalmış Canavar, Bir Virüs Karşısında Çaresiz Kaldı”, Sabah, 22 Nisan 2020, s.9.

[34] “Covid-19 Neo-Liberalizm Sayesinde Öldürüyor”, 4 Haziran 2020… 4 Haziran 2020… https://marksist.org/icerik/Teori/14067/Covid-19-neo-liberalizm-sayesinde-olduruyor

[35] Lyndsey Stonebridge, “Covid 19 Günlerinde Çalışmak Hakkında Hannah Arendt’den Neler Öğrenebiliriz?”, 21 Mayıs 2020… https://gorus21.com/Covid-19-gunlerinde-calismak-hakkinda-hannah-arendtden-neler-ogrenebiliriz/

[36] “Karl Marx’ın Dünya Görüşü ile Covid-19 Pandemisi…”, 12 Haziran 2020… http://direnisteyiz27.org/karl-marxin-dunya-gorusu-ile-Covid-19-pandemisi/

[37] Ohio Eyalet Üniversitesi’nden Dr. Birsel Pirim, “Virüsten dolayı ölenlerin yüzde 70’i siyah Amerikalılar’dır. Bu bize onların yaşam koşullarının beyaz Amerikalılar kadar iyi olmadığını gösteriyor. Sağlıklı beslenemiyorlar, çoğunun sağlık sigortası yok. Dolayısıyla hastalığın çok ilerleyen aşamalarında hastaneye gittiklerini öğrendik” (Şemsi Can Albayrak, “Dr. Birsel Pirim ile Söyleşi: ABD’de Coronavirüsten Dolayı Ölenlerin Yüzde 70’i Siyah Amerikalılar”, 10 Mayıs 2020… https://medyascope.tv/2020/05/10/dr-birsel-pirim-ile-soylesi-abdde-coronavirusten-dolayi-olenlerin-yuzde-70i-siyah-amerikalilar/) diyordu.

[38] Alex Callinicos, “Hayatta Kalabilmek Adına, Hayatımızın Mücadelesini Veriyoruz”, 25 Nisan 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/13871/Alex-Callinicos-Hayatta-kalabilmek-adina,-hayatimizin-mucadelesini-veriyoruz

[39] Louise Hall, “420 Bin Zengin Coronavirüs Salgını Sırasında New York’tan Kaçtı”, 17 Mayıs 2020… https://indyturk.com/node/180916

[40] Orhan Bursalı, “Neden Covid’den Ölenlerin Dörtte Biri ABD’de?”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2020, s.6.

[41] George Monbiot, “İngiltere Salgında Kendi Kendisini Neden Sabote Etti?”, https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2020/05/21/ingiltere-salginda-kendi-kendisini-neden-sabote-etti/

[42] Yıldız Önen, “42’ler…”, 23 Mayıs 2020… https://marksist.org/icerik/Yazar/14006/

[43] Sungur Savran, “Coronavirüsün Ekonomi Politiği”, 11 Mayıs 2020… https://www.gercekgazetesi.net/ekonomi/coronavirusun-ekonomi-politigi

[44] “Coronavirüs salgınının ülke yönetimlerini nasıl etkileyeceği, siyaseti nasıl şekillendireceği, yeni bir dünyanın kurulmasına zemin hazırlayıp hazırlamayacağı güncel tartışma konuları arasında… Öne çıkan iki ülke var: Macaristan ve Brezilya.

Macaristan Devlet Başkanı Viktor Orban, 2010 yılından bu yana ülkesini adım adım diktatörlüğe götürüyor. Adı ‘viktatör’e çıktı. 30 Mart 2020’de kendisini salgınla mücadele için ‘yürürlükteki yasaları kaldırma’ yetkisiyle donattı.

2018’de Latin Amerika tipi ABD oyunlarıyla iktidara gelen aşırı sağcı Jair Bolsonaro, salgına karşı ‘sürü’ bağışıklığından da öte, ‘yürü’ yöntemini uyguluyor. Vaka ve ölüm sayısında dünya birinciliğine doğru ilerliyor. Ancak bu kesin rakamlarla ortaya çıkmayacak. Zira vaka sayısı 700 bini geçince açıklamayı yasakladı. Halkı salgını takmamaya teşvik için toplu gösteriler yapıyor, piknikler düzenliyor.” (Mustafa Balbay, “B-rezilya!”, Cumhuriyet, 17 Haziran 2020, s.8.)

[45] Nilgün Cerrahoğlu, “Roma Açık Şehir”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2020, s.7.

[46] Paul Lafargue, Tembellik Hakkı, 1848 “Çalışma Hakkı”nın Çürütülmesi, çev: İhya Kahraman, Ayrıntı Yay., 2017.

[47] “Marksizmi, insan ve insanlık sevgisiyle, proletaryanın içinde bulunduğu yoksulluğa, adaletsizliğe ve baskıya karşı mücadele etmek arzusu yaratmıştır.” (Fidel Castro.)

[48] Özlem Yüzak, “Covid-19 Sonrası… 4 Senaryo”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2020, s.10.

[49] Eduardo Galeano, Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu, çev: Bülent Kale, Sel Yay., 2017.

[50] Karl Marx, 1844 El Yazmaları: Ekonomi Politik ve Felsefe, Çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1993.

[51] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979, s.22.

[52] Hayri Kozanoğlu, “Kapitalizmin Geleceği”, Birgün, 7 Ocak 2020, s.10.

[53] Yanis Varoufakis, “Kapitalizmin Olmadığı Bir Dünya”, Birgün, 30 Aralık 2019, s.5.

[54] Eric J. Hobsbawm, Yeni Yüzyılın Eşiğinde, çev: İbrahim Yıldız, Yordam Kitap, 2018, s.131.

[55] Giderek asalaklaşan rantiye sürdürülemez kapitalist üretimin canlı emek sömürüsü ile sermayenin organik bileşiminin yükselmişliği arasına sıkışmışken; bir bilimkurgu mahiyetindeki “Ya robotlar (yapay zekâ) insan olmadan da robotları yani yapay zekâyı yapma aşamasına varırsa?” sorusunun yanıtı basit: Tarihi yapan insan(lık) bunun önlemini alacaktır.

[56] “Coronavirus Anketi: Halkın Yarısından Fazlasının Geliri Azaldı”, 21 Mayıs 2020… http://direnisteyiz27.org/coronavirus-anketi-halkin-yarisindan-fazlasinin-geliri-azaldi/

[57] Nilgün Cerrahoğlu, “Koronayla Dans”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2020, s.7.

[58] Avrupa Polis Teşkilâtı (Europol) Direktörü Catherine de Bolle’nin AB Parlamentosu’nda verdiği bilgiye göre, Covid-19 döneminde evden çalışma ve alışveriş de dahil olmak üzere internette geçirilen vakit arttığından siber suçlarda belirgin bir artış yaşandı. “En çok endişe veren ise internette çocuk cinsel istismar malzemeleri arayan kişilerin artması oldu” diyen Bolle, 27 üye ülke tarafından bildirilen pedofili (sübyancılık) faaliyetlerindeki artışın korkutucu boyutta olduğunu kaydetti. (“Online Çocuk İstismarında Patlama!”, 19 Mayıs 2020… https://www.tv100.com/avrupada-online-cocuk-istismarinda-patlama-yasandi-haber-496641)

[59] Sibel Bahçetepe, “Ruhsal Bozuklukların Artış Gösterdi”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2020, s.16.

[60] Byung-Chul Han, Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri, çev: Haluk Barışcan, Metis Yay., 2019

[61] “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumdalardır ki, kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır.” (Karl Marx.)

[62] Erich Fromm, İtaatsizlik Üzerine, çev: Nurdan Soysal, Say Yay., 2018.

[63] Rahmi Öğdül, “Boşlukta Asılı Kalmış Çöp Bedenler”, Birgün, 11 Ekim 2019, s.15.

[64] “Mülkiyet ilkesel olarak iğrenç, etkileri açısından ise öldürücüdür. (...) Toprağın meyveleri herkese aittir ve toprak kimseye ait değildir… Bence düzensizlik halkın küçük bir azınlığını nimetlere boğup, koca çoğunluğun açlıktan ölmesini izlemektir.” (Gracchus Babeuf, Devrim Yazıları, çev: Sabahattin Eyuboğlu-Vedat Günyol, Çan Yay., 1964.)

[65] Erol Anar, “Geleceğin Toplumu (1): Sistemin Gözetleme Kuleleri”, 14 Temmuz 2016... http://dünyalılar.org/gelece%C7%A7in-toplumu-1-sistemin-gözetleme-kuleleri.html/

[66] Erol Anar, “Geleceğin Toplumu (2): Yapay Zekâya Sahip Olan Geleceğe de Sahip Olur”, 21 Temmuz 2016... http://dünyalılar.org/gelece%C7%A7in-toplumu-2-yapay-zekaya-sahip-olan-gelece%C7%A7e-de-sahip-olur.html/

[67] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.

[68] Erol Anar, “Geleceğin Toplumu 7: Robotlar Geleceğimizi mi Çalacak?”, 23 Mart 2017... http://dünyalılar.org/68078.html/

[69] Jean Paul Sartre, Varoluşçuluk, çev: Asım Bezirci, Say Yay., 2015, s.47.

[70] Erol Anar, “Geleceğin Toplumu 6: Post-Endüstriyel Toplumda İdeolojiler Ölecek mi?”, 21 Şubat 2017... http://dünyalılar.org/67580.html/

[71] Kürt siyasal hareketinin PODEMOS ve SYRIZA benzeri “radikal demokrat”laşmasının yolunu Abdullah Öcalan 9. Kongre’ye, Kandil’e 2005 Nisan’ında İmralı’dan gönderdiği 146 sayfalık metinde, “Ben sınıfları reddetmiyorum ama sınıfa dayalı devrim teorisini reddediyorum.” (s.144); “Demokratik Konfederalizm dünya çapında solun yeni açılımı olacaktır. Marks ve Lenin’i ikibinlerde aşarak bunu yapacağız,” (s.120) saptamaları yol açmıştı.

[72] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.

[73] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, Çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[74] Erol Anar, “Geleceğin Toplumu 5: İnsanın En Büyük Devrimi Olumsuzluk Olacaktır”, 23 Kasım 2016... http://dünyalılar.org/geleceğin-toplumu-5-insanın-en-büyük-devrimi-olumsuzluk-olacaktır.html/

[75] Erol Anar, “Geleceğin Toplumu (4): Distopik Bir Toplum mu Olacak?”, 24 Ağustos 2016... http://dünyalılar.org/gelece%C7%A7in-toplumu-4-distopik-bir-toplum-mu-olacak.html/

[76] George Orwell, 1984, çev: Celal Üster, Can Yay., 1984.

[77] Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya, çev: Ümit Tosun, İthaki Yay., 2002.

[78] Yevgeni Zamyatin, Biz, çev: Füsun Tülek, Ayrıntı Yay., 2011.

[79] Ray Bradbury, Fahrenheit 451, çev: Dost Körpe, İthaki Yay., 2018.

[80] Franz Kafka, Dava, çev: Ahmet Cemal, Can Yay., 1999.

[81] Erol Anar, Geleceğin Toplumu (3): İkili İlişkiler”, 30 Temmuz 2016... http://dünyalılar.org/gelece%C7%A7in-toplumu-3-ikili-ilişkiler.html/

[82] Samir Amin, Kuzey’den Güney’e Devrim, 100. Yılında Ekim Devrimi, Haz: Gökhan Atılgan, Yordam Kitap, 2017, s.42-43.

[83] Eric J. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, çev: Yavuz Aloğan, Everest Yay., 2006, s.69.

[84] yage, s.788.

[85] Judith Malika Liberman, Önce Hayal, çev: Zeynep Özatalay, Redhouse Kidz Yay., 2019.

[86] Murathan Mungan, Söz Vermiş Şarkılar, Metis Yay., 2006, s.27.

[87] Edip Cansever, Yerçekimli Karanfil, Yapı Kredi Yay., 2017.

[88] W. H. Auden, “Spain”-1937, Eric J. Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl: 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, çev: Yavuz Aloğan, Everest Yay., 2006.

[89] Eric J. Hobsbawm, Eşkıyalar, çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2011.

[90] Eric J. Hobsbawm, Fransız Devrimi’ne Bakış, çev: Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2009.

[91] Temel Demirer, “Güneşli Günler Göreceğiz Çocuklar”, 7 Nisan 2012... https://temeldemirer.blogspot.com/2012/04/gunesli-gunler-gorecegiz-cocuklar_07.html#.XtkzWEUzZPY

[92] Jean Paul Sartre, Varoluşçuluk, çev: Asım Bezirci, Say Yay., 2015, s.39.

[93] Simon Tisdall, “Virüs Salgınında En Kötü Liderler”, https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2020/04/28/virus-salgininda-en-kotu-liderler/

[94] Ergin Yıldızoğlu, “Normalleşmek İstemiyorum!”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2020, s.9.

[95] Siyasal İslâm, kültür savaşlarında, yeni bir taarruzun işaret fişeğini ateşledi, “kapı kullarının” ilk dalgası da siperlerden dışarı fırladı.

Taarruz, ramazana girerken, dini duyarlılıkların, özellikle Covid-19 etkisiyle ölüm korkusunun keskinleştiği, dini imajların ve Sünnî propagandanın yılın diğer dönemlerine kıyasla çok daha yoğunlaştığı günlerde başladı. Toplumun en kolay “ötekileştirilebilecek” kesimi, LGBTİ+ bireyler, siyasal İslâmın “hakikât rejimini” (kültürel egemenliğini) kabul etmeyenleri temsil edecek “simgesel şey” konumuna yükseltilmek üzere “hedefe” kondular.

Taarruzun işaret fişeğini, siyasal İslâmın kültür savaşlarının komuta merkezi Diyanet İşleri Bakanlığı’nın başındaki şahıs, “Ey insanlar! İslâm zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lütiliği, eşcinselliği lanetliyor... Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir, bunun hikmeti... Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim” sözleriyle ateşledi.

Doğal olarak LGBTİ+ bireyler ve temsilcileri, Covid-19 salgınını dini ahlâkla ilişkilendirmenin saçmalığı bir yana, kendilerini savunmak, dinci fanatiklerin düzenleyebileceği olası linç girişimlerine karşı toplumu uyarmak için, bireylerin “anayasa karşısında” eşit olduğunu anımsattı. LGBTİ+ Dayanışma Derneği avukatları Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın “anayasal suç” işlediğini belirtti. Ankara Barosu, Erbaş’ın “halkı düşmanlığa tahrik” ettiğini duyurdu.

Cumhurbaşkanı’nın, Erbaş’a tamamen katıldığını açıklaması ve Erbaş’ı hedef alanların “aslında devleti hedef aldığını” vurgulaması, siyasal İslâmın kültürel hegemonyasının altına alamadığı ve artık toplumun çoğunluğunu oluşturan kesime karşı sürdürdüğü “mevzi savaşının” giderek sertleşeceğini düşündürdü… Bu sancılı durum daha bir süre devam edecek, değişemediği sürece canavarlaşacak... Gibi görünüyor. (Ergin Yıldızoğlu, “Corona Günlerinde Kültür Savaşları”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2020, s.9.)

[96] Arife Köse, “İngiltere’den Katar’a Sınıf Savaşı Hızlanıyor”, 23 Mayıs 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/14011/

[97] Özdeş Özbay, “ABD İşçi Sınıfı Sesini Daha Gür Yükseltiyor”, 25 Haziran 2020… https://marksist.org/icerik/Dunya/14171/ABD-isci-sinifi-sesini-daha-gur-yukseltiyor

[98] “Sami Adnan: Şimdi Bizim Zamanımız”, 23 Mayıs 2020… https://www.sosyalistgundem.com/irakta-eylemler-yeniden/

[99] Erinç Yeldan, “Sol’un ‘Alternatifler’ Meselesi”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2020, s.11.

[100] Orhan Kotan, Gururla Bakıyorum Dünyaya, Komal Basım Yayın Dağıtım, 1975.

 



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI