Bugun...

Trump Kâbusu Ve Emperyalist ABD

Oysa Trump “Amerika’yı yeniden büyük yapacağım” diyerek Başkan seçildi, muhafazakâr The American Interest dergisi editörü Adam Garfinkle’ın, “Şimdiki çılgınlık”, “Sineklerin efendisi durumları” gibi ifadelerle tanımladığı bir noktaya geldi…

Peki, şimdi ABD nereye gidiyor? Garfinkle, yazısının sonuna doğru, “Dikkat ederseniz hâlâ Trump’tan söz etmedim” dedikten sonra, Trump’ın daha derin bir bozulma sürecinin ürünü olduğunu vurguluyor. Garfinkle, bu bozulmayı, toplumun üzerinde anlaşılmış ortak değerlerini kaybetmesine bağlıyor, John Donne’un Galileo’nun kitabı yayımlandıktan (1610) sonra yazılmış bir şiirinden (1612) aktarıyor: “Her şey paramparça, tüm ahenk gitti”.

Bu durumu “egemen ideolojinin verimliliğini yitirmesi” olarak da tanımlayabiliriz. Bu da bizi, yine Başkanın realiteden kopuşuna getiriyor.

Trump 2002 yılından bu yana, Hıristiyanlığın en uçuk yorumlarından, “neokarizmatik” akımının önden gelen sözcülerinden Paula White’ı dini danışman olarak kullanıyor. 

Foreign Policy dergisinde yayımlanan, “Milyonlarca Amerikalı Trump’ın gerçek cinlerle, şeytanla savaştığına inanıyor” başlıklı araştırmanın yazarı, bu kadının görüleri için “çok tehlikeli” ifadesini kullanıyor. Bu kadın, Trump’ın “karanlık güçlerle, şeytanın ajanlarıyla, cinlerle, zebanilerle savaştığına” (metafor olarak değil gerçekten) inanıyor; “siyaseti ve jeopolitiği bu güçlerin komploları, savaşları olarak” okuyor. “Göçmenlerin, şeytanın ajanları olduğuna inanıyor.” Onları cadılıkla, sihirle uğraşmakla suçluyor. Diğer bir deyişle yaklaşık 20 yıldır Trump’ın dini görüşlerini, bir anlamda dünya algısını, dünyayı, şeytanın ajanları, cinler, cadılar arasında süren savaşlara ilişkin komplolarla açıklayan bir fanatik etkiliyor.[43]

 

Sayfanın başlangıcı

TRUMP FELAKETİ

 

Başkanlık sloganı, “Amerika’yı Yeniden Büyük ve Yüce Yapalım/Make America Great Again” yani baş harflerinin kısaltmasıyla “MAGA!” olan Donald Trump’ın bir felaket olduğu kimse için “sır” değil…

Aklının yerinde olmadığı konusunda yaygın tartışmalar yapılan Trump’ın berbat bir ırkçı olduğu iyice ortaya çıkmışken; ağzının ayarı olmadığı, daha doğrusu zihninin ağzını yönlendirdiği biliniyor. Yani gaf yapan değil, ne söylüyorsa inanarak söyleyen biri ABD’nin Başkanı!

Örneğin Afrika, El Salvador, Haiti gibi ülkelerden “bok çukuru” diye söz edebildi.

Onu kat kat geçmiş olmasına rağmen eski Başkan George W. Bush’la ortak yanları var Trump’ın. Bush da, yıllar önce Rusya’da düzenlenen bir G8 toplantısında “kankası” eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’le konuşurken açık olduğunu unuttuğu mikrofondan, “Ortadoğu’daki krizi çözmenin anahtarı, Hizbullah ve Suriye’nin bu boku yemeye son vermeleridir” gibi laflar da sarf etmişti... [44]

Bunların yanında Trump’ın dili rakiplerine yönelik ağır sözlerle, hakaretlerle ihbarcıların idam edilmesine ilişkin önerilerle, sık sık tekrarlanan kitlesel toplantılarla birlikte giderek sertleşirken; rakiplerini değersizleştirmenin ötesinde şeytanlaştırıyor![45]

“Dayatmacı” keyfilikle “kurallara” aldırmayan[46] Trump’tan duyduğumuz tehlikeli sözlere, aynı derecede tehlikeli eylemler eşlik ediyorken; o, Bush döneminde terörizme karşı kurulan ‘İç Güvenlik Örgütü’nü, Federal Acil Yönetim Ajansı’nı (FEMA) kendisine bağlı güvenlik güçlerini, toplumsal muhalefete karşı kullanmaya başladı. Örneğin bunlar, “Siyah Yaşamlar Önemlidir” hareketinin doğduğu, Portland’da (Oregon), gözlerine kestirdikleri vatandaşları, hiçbir açıklama yapmadan plakasız arabalara atıp götürüyorlar. Seçimlere “kanun ve düzen” adayı olarak girmeye karar veren Trump, bu plakasız arabaları ve kimlik taşımayan güvenlik güçlerini “Siyah Yaşamlar Önemlidir” hareketinin görüldüğü Chicago, New York, Philadelphia, Detroit, Baltimore gibi kentlere de göndermeye başladı. Bu kentlerin Demokrat Parti’den valileri, Trump’ın tutumunu otoriterlik olarak nitelediler.

‘The New York Times’da Michelle Goldberg de “Trump’ın Amerikan kentlerini işgali başladı” başlıklı yorumunda, “Protestocular, sokaklardan hiçbir tutuklama emri olmadan derdest edilip götürülüyorlar. Hâlâ buna faşizm demiyor muyuz,” diye soruyor, ‘On Tryranny/ Tiranlık Üzerine’nin yazarı Timothy Snyder’in saptamasını aktarıyordu: “Paramiliter güçlere dikkat edin. Lider yanlısı paramiliter güçlerle polis iç içe girmeye başlamışsa demokrasinin sonu gelmiş demektir.”[47]

Gerçekten de “Tahakküm kurmalısınız. Göstericileri tutuklayıp, yargılamalısınız. Tahakküm kuramazsanız onlar indinde bir denyodan farksız kalırsınız!” sözleri 140 kente yayılan George Floyd gösterileri için valilere ve belediye başkanlarına Trump’ın verdiği talimat![48]

Varın gerisini siz tasavvur edin; bir de Trump’ın, “ABD’nin aşırı solcu faşizmin kuşatması altında olduğu”nu[49] haykırışını da unutmadan…

Bu tabloda “ABD’nin kuruluş tarihi 1776’dır. ABD’nin yaklaşık 250 yıllık bir geçmişi vardır. Bu geçmişe karşın kurumların yönetime ve başkana kayıtsız koşulsuz teslim olmadığı yaşananlarla bir kez daha kanıtlandı,”[50] türünden ucuz “tespitlerin” bir kıymet-i harbiyesi yokken; Trump’ın azledilme söylenceleri[51] “hoş” ve boş bir seda olmanın ötesine geç(e)memiştir.[52]

Tıpkı Başkan’ın eski “Ulusal Güvenlik Danışmanı” John Bolton’un,[53] ‘Bir Beyaz Saray Anısı: Her şeyin Olup Bittiği Oda/ The Room Where It Happened: A White House Memoir’ başlıklı kitabıyla bir çok “sırrı” ifşasının ya da eski emlak kralının genç yaşta ölen abisinin kızı Mary Trump’ın, ‘Çok Aşırı ve Yetersiz: Ailem Dünyanın En Tehlikeli Adamını Nasıl Yarattı?/ Too Much And Never Enough: How My Family Created the World’s Most Dangerous Man” başlıklı yapıtının deşifresinin de bir işe yaramaması gibi…[54]

Muhaliflerin susturulup, eleştiri ve itirazların işlevsizleştirildiği Trump’lı ABD’de Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, “Biz bir muz cumhuriyeti mi olduk?” sorusunu dillendirierken; ‘The New Yorker’ın yanıtı kısa: “Henüz orada değiliz ama her halükârda yerinde bir soru bu. Amerikan demokrasisinin geleceği belirsiz!”[55] oluyor…

Gerçekten de “Trump, ikinci kez seçilebilmek için ülkede Yeni Faşizmi destekliyor, dünyada Çin ile sıcak çatışma riskini göze almış görünüyor ve Trump ateşle oynuyor!”[56]

“Trump döneminde başlayan ‘süreç olarak faşizmi’ hızlandıran gelişmeler, Trump’ın Beyaz Sarayı terk etmeye niyetli olmadığını, kasım seçimlerinde bir ‘hukuk darbesi’ olasılığını gündeme getiriyor.

Trump, artık denetimden çıkan Covid-19 salgını üzerine konuşmuyor, yerine ırkçı, dinci bir ‘hukuk ve düzen’ söylemini yoğunlaştırıyor: Irkçılığın ve köleciliğin simgesi olan Güney’in bayrağını savunuyor. ‘Siyah Yaşamlar Önemlidir’ hareketini bastırmaya çalışıyor; polisin siyahlardan çok, beyazları öldürdüğünü iddia ediyor. Onu Mesih olarak gören dinci Evanjelik seçmenin fantezilerine kendisinin de inanmaya başladığı, ‘kültürel Marksizm’ denen bir komployu yayan kimi fanatikleri Beyaz Saray’da yanına aldığı görülüyor.

Bir The Nation araştırmasına göre, Trump’ın maşası olarak çalışan, artık uluslararası ilişkiler konusunda da demeçler vermeye başlayan (büyük ABD şirketlerini Çin konusunda uyarıyor, hatta tehdit ediyor), Başsavcı William Bar’ın emriyle Federal Hükümet (merkezi hükümet) 17 yıl sonra idamları yeniden başlatmış. İki kişi idam edilmiş, ilk sırada iki kişi daha ve ondan sonra da 60 idam mahkûmu var. Bu sırada Trump, CIA’nın gizli operasyon yapma yetkisini genişletmiş. The Guardian ve Los Angeles Times’ın aktardıklarına göre, Trump’a bağlı Gizli Servis personeli Oregon’da plakasız arabalarla, kimliksiz üniformalarla dolaşıyor, insanları herhangi bir gerekçe göstermeden alıp götürüyor, daha doğrusu kaçırıyorlarmış. Kısacası ‘süreç olarak faşizm’ ilerliyor.”[57]

 

NEO-FAŞİZM

 

Gerici, otoriter ve/veya faşist bir aşırı sağ dalga dünyanın her yerinde yükselişte: Hâlihazırda, dünya üzerindeki ülkelerin yarısına hâkim olmuş durumda. En bilinen örnekler şunlar: Trump (ABD), Modi (Hindistan), Orbán (Macaristan), Erdoğan (Türkiye), IŞİD (İslâm Devleti), Salvini (İtalya), Duterte (Filipinler) ve şimdi de Bolsonaro (Brezilya). Ama bir sürü başka ülkede de, henüz bu kadar açık tanımlanamasalar da, bu trende yakın hükümetler var: Rusya (Putin), İsrail (Netanyahu), Japonya (Shinzo Abe), Avusturya, Polonya, Burma, Kolombiya vs.

Bu aşırı sağ dalganın her ülkede kendine has özellikleri var: birçok durumda (Avrupa, ABD, Hindistan, Burma), düşman -yani günah keçisi- Müslümanlar ve/veya göçmenler; bazı Müslüman ülkelerde, dini azınlıklar (Hıristiyanlar, Yahudiler, Êzîdîler). Bazı örneklerde yabancı düşmanı milliyetçilik ve ırkçılık ağırlıkta, diğerlerinde ise kökten dincilik ya da sol, feminizm ve homoseksüel nefreti. Görüldüğü gibi çeşitlilik söz konusu ama hepsi değilse bile çoğunluğun paylaştığı bazı ortak özellikler de var: otoriterlik, köktenci milliyetçilik-“Deutschland über alles” ve onun yerel varyantları: “America First” (Önce Amerika), “O Brasil acima de tudo” (Her Şeyden Önce Brezilya) vb. - dini veya etnik (ırkçı) hoşgörüsüzlük, toplumsal sorunlara ve suça karşı tek yanıt olarak polis/ordu şiddeti. Faşist veya yarı faşist nitelemesi bazıları için geçerli olabilir.[58]

Bu noktada şunu belirtmekte yarar var: Donald Trump ve Boris Johnson gibi adeta birbirinin kopyası tiplerin, aynı dönemde ortaya çıkması bir rastlantı değil. Bunlar, Reagan ve Thatcher ile başlayan neo-liberal küreselleşme sürecinin, ona eşlik eden postmodernizmin, 2008 finansal krizinde ifadesini bulan iflaslarının semptomlarıdır…

Popülizmin geri gelişi, “biz ve onlar” ikilemini yeniden canlandırdı ve siyaset alanını yeniden açtı. Ne yazık ki şimdilik bu ikilem içinde, “Yeni Faşizm” bir “biz” inşa ediyor. Trump, Johnson gibi tipler bu “biz”e dayanarak iktidara gelmeye ve orada kalmaya çalışırken “Yeni Faşizm”in değirmenine su taşıyorlar.

Çare bu süreci görmezden gelerek eski “uyumlu, kapsayıcı politika fantezisine” kapılmaktan değil, daha büyük bir ilerici, anti-faşist “biz” yaratmaktan geçiyor. Bunun ilk adımı da solun birlikte çalışmanın yollarını bulmasında...

Bu zorunluluk göründüğünden çok daha acil. Çünkü kapitalizmin ve uluslararası jeopolitiğin dinamikleri, ırkçılıktan, milliyetçilikten, emperyalist yeniden paylaşım rekabetlerinden, dolayısıyla da “Yeni Faşizm”den yana işliyorken;[59] 1980’lerde yeni küreselleşme sürecinin merkezinde ABD vardı. Ve 2008 finans krizi sonrası dönemde yükselmeye başlayan “yeni-faşizm”in merkezinde de ABD yer alıyor.[60]

Yeri gelmişken, belirtmeden geçmeyelim: Devlet kapitalizmi, yalnızca Çin’e ait bir gelişme değil. ABD yönetimi de benzer yönde ilerlemeye başlıyor. Davos’çuların neo-liberalizme yönelik eleştirilerinin, siyasal istikrarsızlıklara ilişkin kaygılarının cilasını kazıyınca, bir devlet kapitalizmi seçeneği belirmeye başlıyor. Böylece “1984” tipi rejimlerin[61] ya da XXI. yüzyılın faşizminin, gelişme olasılıklarının önü açılıyor.[62]

Bu noktada “temsili demokrasi”, “oy” gibi söylencelerin bir karşılığı yoktur.

“Oy Kullanıyorum. O Hâlde Özgürüm” diyerek gönül rahatlığı ile dolaşabilir misin?

Mesela, Amerikalı ünlü bilimkurgu yazarı Robert Anson Heinlein çok da haksız mıydı, “Tarihte, çoğunluğun haklı olduğu bir tek örnek gösterebilir misiniz…” derken?[63]

“Liberal demokrasinin iflası olarak faşizm”[64] gerçeğine yeniden kafa yorulması gereken zamanlardan geçiyoruz…

Hatırlayın: Irkçı, gerici, demagog Trump, başkan seçildikten sonra canlanan “faşizm” tartışmaların içinde bir tarihçi, 1930’larda Almanya’da Naziler iktidara gelmeden önceki Demokratik Weimar Cumhuriyeti’nin siyasi ve kültürel canlılığını “yanardağın kıyısında dans etmeye,” benzetmişti.[65]

Ayrıca Trump yönetiminin içinden biri ‘The Guardian’a, “Amerika biraz Weimar Cumhuriyeti’nin son dönemine benzemeye başladı” demiş. Weimar Cumhuriyeti (1918-1933) yerini Nazi devletine bırakmıştı.

Bu analoji güçlü, çünkü içinde büyük gerçeklik payı var. O dönemde de bir coronavirüs pandemisi vardı (İspanyol gribi - 1918-20). “Büyük Depresyon” içinde, işsizlik yüzde 30’a yükselmişti. Salgın, tarihte hemen her pandemide olduğu gibi bir suçlu arayışına yol açıyordu. Avrupa’nın geleneği de bu “göreve” Yahudileri ve yabancıları (“ulusu kirleten, aşağı ırktan” insanlar) atıyordu. Büyük Savaş’tan hezimete uğrayarak çıkan Almanya’da milliyetçi kesimler düş kırıklığı yaşıyor, bu duygu “Yahudi ihaneti” paranoyası üzerinden nefret ve intikam, “ulusun büyüklüğünü” kanıtlama saplantısına dönüşüyordu. Sokaklarda silahlı faşist milisler Yahudilere, işçi hareketine saldırıyor, halkı yıldırmaya çalışıyordu. Almanya sosyal formasyonunun bütün çelişkileri birden derinleşiyor, toplum dağılma sürecine giriyordu. Büyük sermaye, silahlı milislerden çekinmekle birlikte, işçi sınıfını yeniden disiplin altına almak, ekonomiyi çalıştırmaya başlamak için Nazilerin iktidarını kabul etme düşüncesine giderek yaklaşıyordu.

Bugün de ABD’de ekonomi serbest düşüşte, işsizliğin hazirana kadar yüzde 25’e yükselmesi bekleniyor. Bunlar coronavirüs salgınının etkilerinden kaynaklanıyor. Ancak, bu salgın ABD’de yıllardır giderek şekillenen ve ifadesini Trump’ın seçilmesinde bulan bir dizi ekonomik, coğrafi, kültürel çatlağın üzerine geldi ve onları daha da derinleştirdi.

Bu çatlaklar kabaca şöyle: Sınıf (emek sermaye), ırk (beyazlar ve diğerleri), din (Protestan Evanjelik ve Katolik, Müslüman, Yahudi), kentsel ve kırsal (taşra). Bu çatlaklar, “biz” ve “onlar”, kırmızı (cumhuriyetçi) ve mavi (demokrat), “yurtsever” ve “küreselleşmeci” (liberal seçkinler ve Yahudiler anlamına da geliyor) saflaşmasına yol açıyor. Coronavirüs salgınının etkisiyle hızla derinleşmeye başlayan bu çatlakların taraflarının birçok alanda örtüştüğü (örneğin beyaz, Protestan, taşra ve yabancı -Katolik, Müslüman-, büyük kentler gibi), emek, sermaye ve ırkçılık kategorileri etrafında toparlanabileceği görülüyor. Dünyada, ABD hegemonyası artık yok! Bu da halkta yönetici seçkinlere yönelik bir düş kırıklığını, iktidarsızlık duygusunu besliyor, Amerika’yı, yabancı unsurları temizleyerek “yeniden büyük yapma” saplantısına dönüşüyor...

Çünkü Trump, Covid-19 salgını ve ekonomik depresyon etkisiyle zayıflayan seçilme şansını bu bölünmüşlükleri kullanarak ve faşist hareketlerle “ekonomiyi yeniden açma” talebi üzerinde buluşarak, onların sözcülüğünü üstlenerek telafi etmeye çalışıyor. “Güney (Amerikan İç Savaşı’nın köleci kanadı), Trump yönetimi altında yeniden canlanıyor.”[66]

California, Kuzey Carolina, Ohio, Michigan, Los Angeles, Iowa gibi birçok kentte ekonomiyi açma talebini bir özgürlük konusu yapan silahlı milislerin de katılığı büyük protesto gösteriler düzenlendi. Ohio’da silahlı milisler Eyalet Meclisi binasına girdiler.

Beyaz Saray’ın kendi yaptırdığı, günlük ölü sayısının 3 bin, toplam sayının 100 bin ile 250 bin arasına çıkabileceğini hesaplayan Covid-19 araştırmasına karşın, Trump bir an evvel ekonomiyi, özellikle işçilerin yaşamı pahasına açmaya çabalıyor, bu amaçla da silahlı milislerin katıldığı toplantıları açıkça destekliyor; Beyaz Saray’da kurulan Covid-19’la mücadele timini dağıtmaya hazırlanıyor. Bu noktada, faşist grupların, Cumhuriyetçi Valilerin, sermayenin ve Trump’ın arzuları birleşiyor.

Trump’ın ekonomiyi yeniden açma planında, işveren çağırdığında işe gitmeyen işçilerin, işyeri ve çalışma güvenliği koşullarına bakılmaksızın “gönüllü işsiz” sayılarak, işsizlik ödeneklerinin kesilmesi de yer alıyor. Kimi eyalet valileri daha şimdiden bu “aç bırakarak canı pahasına, zorla çalıştırma” yöntemini yasalaştırmaya başlamışlar.

Böylece ekonomiyi açma süreci, aynı zamanda, Trump liderliğinde “yeni faşizmi” ve sermayeyi birbirine yakınlaştıran bir cephenin, yerli/göçmen işçi sınıfına yönelik güçlü bir saldırısını da beraberinde getiriyor.[67]

Bir Weimar Cumhuriyeti olarak ABD’de Trump’ın yalanları aslında nihilizmin maskesi ve neo-liberal faşizmin ideolojik tasarımını üretiyor. Bu şartlar altında devletin finans modeli yeniden yaratılıyor, tüm toplumsal ilişkiler ekonomik hesaplara göre değer kazanıyor ve ultra milliyetçilik ile sağ popülizm, beyaz üstünlüğü üzerinden zehirli ve gamsız bir savunma mekanizması yaratıyor. Trump, şaşırtıcı olmayan bir şekilde dili bir savaş aracı, sosyal medyayı da kendisine muhalif olanları kriminalize etme, göçmenleri insan yerine koymama ve kendisini beyaz milliyetçilerin ve diğer aşırı grupların sözcüsü yapma gücünü veren bir duygusal mayın tarlası olarak görüyor.

Faşizm ilk olarak dille başlar, ardından ayrımcı şiddeti belli bir gruba uygulamayı -siyahlara, Yahudilere, göçmenlere ve diğer “elden çıkarılabilir olanlara”- meşrulaştıracak bir şekillendirmek için aradığı itici gücü kazanır. Bu maskenin ardında, Trump kendisini eleştirenleri “düşman” göçmenleri “ezikler” ve “suçlular” olarak gösterir ve nefret ve şiddetle şekillenen aşırı sağın sözcüsü hâline gelir. Bir performans stratejisi olarak abartılı şiddetli tepkileri kullanarak ve medyayı da bu uğurda yönlendirerek yarattığı ayrımcı ve şeytanlaştırıcı retorik ile de gerçek şiddetin tonunu belirlemiş olur.

Retoriğinin Neonazilerin beyaz ırkçıların şiddetini nasıl meşrulaştırdığını umursamadığı gibi aynı zamanda bunların büyüyen bir tehdit olduğunu da asla kabul etmiyor. Trump, Yeni Zelanda’daki saldırının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada beyaz üstünlüğünü savunan grupların ciddi bir tehdit oluşturmadığını söyledi.

William Faulkner’in işaret ettiği gibi geçmişin hayaletleriyle yaşıyoruz ya da daha doğrusu; “Geçmiş hiçbir zaman ölmedi. Aslında geçmiş bile değil.” Trump karanlık dönemlerinin hayaletlerinin bugünümüze gelebileceğinin canlı kanıtı. Fakat bu aynı zamanda bu hayaletlerle mücadeleyle geleceği kuracak radikal demokrat siyasetlerin inşa edilebileceğinin de kanıtı. Nazi rejimi, tarihin donmuş bir anından çok daha fazla. Aynı zamanda geçmişten bir uyarı ve Trumpizmin demokrasiye yönelik tehdidine açılan bir pencere. Faşizmin hayaletleri korkmak için değil, bizi somut ve kapsayıcı bir demokrasi için somut eyleme geçmemiz açısından önemli bir araç.[68]

Görmekte, altını çizmekte yarar var: Trump, başkan olduğundan bu yana ABD’de bir “Yeni Faşizm süreci” yaşanıyor. Dört yıl önce Trump, çok açık bir ırkçı, dinci, şiddeti yücelten, LGBTİ, kadın düşmanı, iklim krizini inkâr eden, rakibi Hillary Clinton’a yönelik hakaretlerle yürütülen, “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” derken kimi yabancı liderleri, örneğin Merkel’i “deli kadın” sözleriyle aşağılayan bir gündemle seçildi. O zaman birçok “sağduyulu” gözlemci, “Trump, Beyaz Saray’a yerleşince bürokrasinin elinde normalleşir” diyerek avunuyordu. Hitler, iktidara geldiğinde genç Viktor Klemperer’e (o dönem yazılmış güncesi çok önemlidir) babasının, “Merak etme, bu ülkenin güçlü kurumları var” dediğini anımsatanlara iyi gözle bakılmıyordu.

Trump, Beyaz Saray’a yerleştikten sonra kampanyasında açıkladığı programı uygulamaya başladı. Finans-kapitalin vergileri daha da indirildi, borsalar yükselmeye başladı. Trump, Meksika sınırına duvar, yasadışı göçmenleri çocuklarından ayıran tecrit kampları yaptırdı, Müslümanların ülkeye girmesini önlemeye çalıştı, uluslararası ilişkilerde milliyetçi ve saldırgan tutum benimsedi. ABD, silahsızlanmayla, iklim kriziyle mücadeleyle ilgili uluslararası anlaşmalardan çıkmaya başladı. ABD ile Çin arasında rekabet giderek sertleşti, bir ticaret savaşı başladı. Trump, Beyaz Saray’daki bağımsız, deneyimli bürokratları, danışmanları tasfiye etti. Başsavcılığa, Yüksek Hâkimler Kurulu’na, İstihbarat Konseyi’nin başına, “maşa” gibi kullanabileceği adamları getirdi, Cumhuriyetçi Parti’yi kontrol altına aldı. Hakkında açılan meclis soruşturmasını sabote ederek yasama organını zayıflattı. Trump ve adamları, devletin tepesine ve önemli merkezlerine yerleştiler.

Bunlar olurken Trump, ülkede ırkçı, faşist, çoğu silahlı milis gücü olmaya aday grupları yüreklendirecek konuşmalar yaptı, onları destekledi, saçma sapan komplo teorilerini Twitter’den paylaştı. Trump’la birlikte ABD’de, toplum ve devlet düzeyinde bir “Yeni Faşizm” süreci başladı.[69]

Bir ek daha: ABD’deki “Yeni Faşizm” sürecinin bir diğer bileşeni de Evanjelik Hıristiyanlık. Bu, İncil’e harfi harfine uymayı şart koşan son derecede gerici kesim, Trump’ı destekliyor. Bu kesimin dini liderleri, Trump’ı, tüm ahlâksızlıklarını sineye çekerek bir “Kusurlu Mesih” olarak kabul ediyorlar. Trump da her fırsatta bunların ideolojik fantezilerini besliyor. Örneğin: Beyaz Saray’ın yakınındaki bir kilise olaylar sırasında hasar görünce Trump, Beyaz Saray’dan korumalarının eşliğinde yürüyerek kiliseye geldi ve kilisenin önünde, elinde bir İncil ile fotoğrafçılara poz verdi. Trump gelmeden önce kilisenin önünde barışçı bir gösteri vardı. Polis, Trump’a yer açmak için protestocuları, biber gazı ve copla uzaklaştırdı.[70]

 

IRKÇILIK İLLETİ

 

Ayırımcılık, ırkçılık, adaletsizlik, eşitsizlik kapitalist yerkürenin her yerinde…

Sürdürülemez kapitalizmin otoriter popülist liderlerinin yönetimleri altında daha da şahlanıyor. Gücün yürütme erkinin elinde merkezileşmesi, “ötekileştirilenleri” sistemin dışına itiyor…

Covid-19 pandemisinin daha çok düşük gelirli, riskli alanlarda çalışan ve genelde sağlık hizmetlerinden yararlanamayan Afro-Amerikanları vurduğu Trump’lı ABD’de de böyle bu.

‘Booking Institute’ 2016 yılı raporuna göre, ABD’de bir beyaz ailenin ortalama geliri siyahî bir ailenin gelirinin 10 katıyken;[71] tarihi yerlilere (“Kızılderililer”e), siyahîlere, göçmenlere, farklı cinsel yönelimli bireylere karşı ayrımcılıklar ve baskılarla dolu Amerika’da ırkçılık kadim bir mesele.

Amerika kıtasının keşfinden bu yana, bu topraklarda ırkçılık her daim kazandı; ırkçılar ödüllendirildi, hak ettikleri cezaları almadı; ırkçılık gerilimi, gerilim şiddeti tetikledi.

Howard Zinn, ‘ABD Halklarının Tarihi’ başlıklı yapıtında Kolomb’un gemi günlüğünden Arawak halkı için yazdıklarını şöyle aktarır: “Bize papağanlar, pamuk kozaları, mızraklar ve daha birçok şey getirip bunları cam boncuklar ve çıngıraklarla değiş tokuş ettiler. Sahip oldukları her şeyi değişmeye hazırlar. Gelişmiş ve sağlıklı vücutları, yakışıklı yüzleri var. Silahsızlar ve silahları tanımıyorlar. Onlara bir kılıç gösterdiğimde keskin kenarlarından acemice tutup kendilerini kestiler. Demir kullanmıyorlar. Mızraklarını kamıştan yapıyorlar. Bunlardan iyi köleler olabilir. Elli kişiyle bunların hepsine boyun eğdirebilir, istediklerimizi yaptırabiliriz.”[72]

Beyazların üstünlüğüne dayanan, köleliği yücelten ABD devleti, kanlı tarihinden aldığı güçle XXI. yüzyılda hâlen siyahîleri hedef almaktayken;[73] ABD’de siyah Amerikalı George Floyd’un polis şiddeti sonucu hayatını kaybettiği. Minneapolis Kent Konseyi Başkanı Lisa Bender ise “Kentimiz, Minneapolis Polis Departmanı ile olan toksik ilişkisini sona erdirmeyi planlıyor,” dese de;[74] George Floyd’u katleden polis ekibinde yer alanlardan biri daha kefalet karşılığı tahliye edildi. Katil polislerden Derek Chauvin, Tou Thao, Thomas Lane ve J. Alexander Kueng arasından Thao da 750 bin dolar (5 milyon TL) kefaletin ödenmesiyle tahliye edildi![75]

Aslında bunda şaşırtıcı bir şey yok…

Floyd’un beyaz polis Chauvin’ce boğularak öldürülmesi konusunda Hollywood yıldızı George Clooney, Daily Beast sitesi için kaleme aldığı makalede, “George Floyd’un öldürüldüğünden kimsenin şüphesi yok. Dört polis memurunun elinde son nefesini vermesine tanıklık ettik… Bir kez daha sokaklarımızda dışa vuran öfke ve hüsran, ilk günahımız kölelikten beri ülke olarak ne kadar az olgunlaştığımızın sadece bir hatırlatıcısından ibaret… Bu da bizim pandemimiz. Hepimizi enfekte ediyor ve 400 yıldır hâlâ aşı bulacağız,”[76] derken haksız değildir…

Çünkü bir araştırmaya göre, ABD’deki en büyük terörizm tehdidi, aşırı sağcılardan ve beyaz üstünlükçüsü gruplardan geliyor. Trump’ı iktidara getiren dalgayla birlikte ABD’de alt-right denen gruplar ve tüm ırkçı sağcılar kendilerine güvenli hâle gelip sokaklarda terör estirmeye başlamışlardı. 2017’de ırkçılık karşıtı bir gösteriye arabasıyla dalan bir saldırgan, Heather Heyer’in ölümüne yol açmıştı.

Yine geçenlerde yayınlanan raporda, ayrıca, 6 yılda aşırı sağ saldırı ve suikast girişimlerinde yoğun bir artış olduğu belirtiliyor. 2019’daki tüm terörist saldırıların üçte ikisi, 2020’dekilerin ise yüzde 90’ı aşırı sağcılar tarafından gerçekleştirilmiş. Rapor, aşırı sağın terör tehdidinin, diğer tüm tehditlerden daha büyük olduğunu söylüyor.[77]

‘Boogaloo’ diye anılan aşırı sağcı hareketin mensupları, Amerika’nın dört bir yanında patlak veren eylemlerde boy gösteriyorken; eylemleri kendi amaçları için fırsata çevirme niyetindeler ve zaman zaman tüfeklerle sokağa çıkıyorlar.[78]

Örneğin Floyd’un katli ardından polis şiddetine karşı düzenlenen protestolarda, Virginia’da barışçıl göstericilerin üzerine araç süren bir KKK lideri tutuklandı. Basına yansıyan haberlere göre, Kaliforniya’da düzenlenen protestolarda, uzun yıllardır polise toplumla önyargısız ilişki kurma eğitimi veren siyah bir eylemci vurularak yaralandı.

Virginia eyaletinin Fairfax County kentinde 5 Haziran 2020’de Floyd olayına benzer bir vakada polis memuru Tyler Timberlake tutuklandı. Sosyal medyaya yansıyan görüntülerde bir grup polis sokakta daireler çizerek dolaşan siyah bir erkeği ambulansa binmeye ikna etmeye çalışıyor. Bu sırada polislerden biri adamı şok tabancasıyla vurup yere düşürdükten sonra sırtına çıkıp ellerini kelepçelemeye çalışıyor.[79]

Dedik ya şaşırtıcı değil bunlar!

Siyaset bilimci Dr. Aysuda Kölemen’e göre, “… ‘ABD’de ırkçılık arttı,’ demek çok yanlış çünkü ABD’nin hukuk, güvenlik, eğitim ve sağlık yapısı ırkçılık üzerine kurulu”dur.[80]

24 saat içerisinde 3 ayrı saldırı yaşandığı ABD’den, Teksas ve Ohio’da meydana gelen saldırılarda 31 kişinin hayatını kaybedip Chicago’da ise 9 kişinin yaralandığı[81] şiddet ve ırkçılık coğrafyasından işte birkaç örnek!

• Nobel ödüllü, 90 yaşında bilim insanı Dr. James Watson, insanlar arasında ayrımcılık, ırkçılık yapıyor. Watson PBS kanalının yayımladığı belgeselde, “Siyahlar ile beyazlar arasında zekâ ve entelektüel kapasite arasında fark vardır, testler bunu kanıtlıyor,” dedi. Afrika’nın geleceğinin karanlık olduğunu söyleyip, bunun “zekâ geriliği”nden olduğunu ileri sürdü! Siyahlar ile beyazlar arasındaki farkın da üstelik genetik olduğunu söyledi…[82]

• Latin Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı ve daha sonra Meksika Büyükelçisi Francis White, “Belirli istisnalar dışında, Latin Amerika’nın çoğu hükümetinin, özellikle tropik bölgelerde ve çok küçük bir saf beyaz nüfusa sahip olmak, kamu görevlileri arasında büyük bir sahtekârlığın var olmasıdır. Beyaz için Ekvador çok geri kalmış bir ülkedir.” Çünkü nüfusu sadece “Yüzde 5’i saf beyaz, geri kalan yarım kan veya Kızılderili” diyordu!

Yıllar sonra, Kaliforniya Üniversitesi, Berkley zoolog Samuel Jackson Holmes, ABD’deki Meksikalıların zorla sterilizasyonunu önerdi (aynı şekilde yalnızca Kaliforniya’da 10.000 “aptal” sterilize edildi). Holmes, “Bugünün işçilerinin çocukları yarın vatandaş olacak” dedi. Ardışık makalelerde, Theodore Roosevelt’in sadece KKK üyeleriyle değil, Anglo-Sakson vatandaşlarının geniş bir alanı ile rezonansa girecek olan “ırksal intihar” hakkındaki uyarısını tekrarladı.[83]

Bu hâlde; ABD’de yayımlanan araştırmada ırkçıların propaganda araçlarında gözle görülür bir artış yaşandığına dikkat çekildi. Üniversitelerde yoğunlaşan ırkçı söylemlerin önceki yıllara göre neredeyse iki katına çıktığı kaydedildi. ABD’de Karalama Karşıtı Topluluk (ADL) isimli bir sivil toplum örgütünün hazırladığı rapora göre, ülkede ırkçı propaganda dağılımı, 2019’da zirveyi gördü.

ADL’nin raporunda, “2019’da ülke çapında toplam 2 bin 713 ırkçı yayın dağılımı bildirildi” ifadeleri kullanıldı. Bu sayının 2018’de bin 214 olduğu aktarıldı. Buna ek olarak, 2019’da Hawaii dışındaki her ABD eyaletinde en az bir ırkçı propaganda vakası saptandığı belirtildi. En yüksek sayıda ırkçı propaganda faaliyeti Kaliforniya, Teksas, New York, Massachusetts, New Jersey, Ohio, Virginia, Kentucky, Washington ve Florida eyaletlerinde görüldü. Kampüslerdeki ırkçı propagandanın, ülke çapındaki faaliyetlerin dörtte birini oluşturduğu kaydedildi.[84]

Durum bu merkezdeyken; ABD’de polis siyahları öldürdükçe, Trump insanların polise ve kanunlara saygılı olması gerektiğini söylüyor. Son isyanı körükleyen, budur…

Malum üzere ABD kapitalizmi ülkeye kendi rızaları dışında getirilen siyah insanların emekleri üzerinden kuruldu. Malcolm X’in ünlü sözünde olduğu gibi “Irkçılığın olmadığı bir kapitalizm mümkün değildir.”

Irkçılık, bütün bir insan grubunu derilerinin rengi yüzünden köleleştirip, onların emeklerini ücret ödemeden kullanmanın meşrulaştırılmasının aracı oldu. Karşılığı ödenmeyen bu emek, erken dönem kapitalizmin motorunu çalıştıran yakıt işlevi gördü[85] ve onun dişlilerince öğütüldü!

25 Mayıs 2020’de siyahî George Floyd’un beyaz polis tarafından acımasız muamele yüzünden katledilmesiyle Minneapolis’ten yayılan isyanın kapitalist tahakkümün yarattığı eşitsizlik, baskı ve tahribata karşı koyma cüreti olduğu herkesin malumuyken; söz konusu şiddetin ABD’nin etnik ve sınıfsal farklılığıyla doğrudan ilintili olduğu da “sır” değildi!

“Nasıl” mı?

ABD işgücü piyasalarında 2019 itibarıyla işsizlik oranı beyazlarda yüzde 3.1 düzeyinde iken Hispanik nüfusta (Meksikalı ve Orta ve Güney Amerikalı göçmenler) yüzde 4.5, siyahîlerde ise yüzde 6.5’e çıkıyordu.

‘Economic Policy Institute’ye (EPI) göre, cinsiyet ve etnik kökene dayalı ücret eşitsizliği dayanılmaz boyutlara ulaştı. Siyahî kadın emekçilerin ücretleri, beyaz Amerikalı erkeklerin ücret ortalamasının ancak yüzde 62’sine erişmekteydi. Bütün etnik kökenler bir arada düşünüldüğünde, kadın emekçilerin ortalama ücreti, erkek emekçilerin ücretlerinden yüzde 18 daha gerideydi.[86]

Ayrıca gelir ve servet eşitsizliğinin ırksal boyutla malûl olduğu ABD’nin kurumsal yapısı, tarihsel olarak, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşma, finansal imkânlara ulaşmayı da içeren her alanda siyahlara sayısız zorluk çıkarmaktadır.

Tüm iktisadi göstergeler siyahlar ve beyazlar arasındaki iktisadi eşitsizliklerin arttığını ortaya koymaktadır. Ortalama beyaz ailenin serveti 1983’teki 110 bin dolarlık seviyesinden 2016’da 146 bin dolara yükselmişken, ortalama siyah ailenin sahip olduğu servet aynı dönemde 7 bin dolarlık seviyesinden 2016’da 3.557 dolara azalmıştır. Aynı dönemde beyaz aileler daha yüksek oranda ev sahibi olurken siyahî ailelerin sadece yüzde 44’u ev sahibidir.

Corona virüs kaynaklı ölümleri takip eden ‘The Covid Tracking Project’e göre siyahlar ABD nüfusunun yüzde 13’unu oluşturmaktayken; corona virüsten kaynaklı ölenlerin yüzde 24’ü siyah Amerikalılardır. Pandeminin merkez üssü New York eyaletinde siyahların ve Hispaniklerin nüfus içerisindeki oranları sırasıyla yüzde 14 ve yüzde 19 iken corona virüs kaynaklı ölümlerdeki oranlar siyahîler için yüzde 25 ve Hispanikler için yüzde 27’dir.[87]

Tüm bu veriler ışığında denilebilir ki, siyahîler için hiçbir şey henüz “tarih” olmadı. Floyd’un katledildiği Minneapolis, “siyah” tabloyu çok iyi anlatan verilere sahip!

Örneğin Minneapolis’ce beyazlar siyahlardan iki kat fazla kazanıyor. ‘Census Bureau’ya göre, 2018’de siyah bir ailenin geliri yıllık 36 bin dolar, beyaz bir ailenin geliri 83 bin dolarken; fark 47 bin dolardı!

Ev sahibi olmada ise, siyahların yüzde 25’i kendi evinde otururken, bu oran beyazlarda yüzde 76 idi…

Mülkiyetteki adaletsizlik de uzun bir geçmişe dayanıyordu. 1968’deki yasa değişikliğine kadar beyazların gayrimenkulleri, beyaz (Caucasian) kanı taşımayanlara satılamaz, devredilemez ya da kiralanamazdı. Mineapolis’in ikizi St. Paul’de 1950-1960 arasında inşa edilen otoyol her 8 siyahtan birinin evinin ya da iş yerinin üzerinden geçti. Bu ailelerin çoğu bir daha toparlanamadı. İşsizlik beyazlarda yüzde 4, siyahlarda yüzde 10 idi![88]

Ve nihayet ABD polisinin Floyd’u öldürmesi nadir bir olay değil; aksine gündelik bir olaydı adeta.

Amerika’da 2015 Ocak’ından 2020’nin ikinci çeyreğine 4728 kişi polis tarafından kurşunlanarak öldürülmüştü. Bunlardan 1252’si siyah, 877’si Hispanik, 214’ü diğer etnik azınlıklardandı ve öldüren polislerin hepsi beyazdı…

Sadece siyahlara bakarsak, beş yılda 1252 cinayet yılda 250 cinayet demek. Yani her üç günde iki ölüm. Yani 36 saatte bir… Denebilir ki, polisin 2015’ten beri öldürdüklerinin 2385’i beyaz olduğuna göre, beyazlar siyahlardan iki kat daha çok öldürülüyor. Evet. Ama siyahlar nüfusun yüzde 13’ü. Beyazlar yüzde 72’si…[89]

Hâl bu merkezdeyken; daha fazla izaha gerek var mı?!

 

VE İTİRAZ!

 

Evet, “Nefes alamıyorum!”, sadece George Floyd’un değil, tüm Amerikan toplumunun, hatta dünya nüfusunun yüzde 99’unun feryadı, itirazı, isyanı!

Irkçılık sorunu tarihsel olarak aşılamadı ve kapitalizm koşullarında da aşılabilecek gibi değil…

Bu nedenle “No justice, no peace/ Adalet yoksa barış yok” diye haykıran ötekileştirilenler; “ABD’de sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine rağmen isyan eden insanlar artık kanunu dinlemiyor. Çünkü kanuna ve kanunu uygulayanlara güvenlerini yitirdiler.”[90]

“ABD’nin Gezi İsyanı”[91] olarak da betimlenen eylemler ne Zülal Kalkandelen gibi, “ABD’de sosyalizme ilgi artıyor diye yaygara koparılsa da, aslında orada kastedilenin sosyalizm değil, sosyal demokrasidir”;[92] ne de ‘Demokrat Sosyalistler’den, parlamentonun en genç üyesi Alexandria Ocasio Cortez gibi, “Trump korkuyor. Sonun yaklaşmakta olduğunu görüyor,”[93] demek mümkün değil…

Orta yerde ABD’nin en az 15 eyaletine Ulusal Muhafız güçleri konuşlandığı ve gözaltına alınanların sayısının 4 bini geçtiğinin aktarıldığı;[94] ayrıca ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon), 1600 askeri tedbir amaçlı Washington eyaletinde konuşlandırdığını duyurduğu;[95] ve protesto gösterilerinin Detroit, New York, Seattle, Los Angeles, Washington olmak üzere otuzdan fazla kenti etkisi altına aldığı; Polisle, cop, biber gazı ve plastik mermiyle saldırdığı;[96] bir polis karakolu, çok sayıda polis aracı yandığı; binaların camlarının kırıldığı, kimi dükkânların yağmalandığı ve yoldan geçen bir arabadan açılan ateşle bir göstericinin öldüğü; nihayet Beyaz Saray adeta kuşatma altında olduğu[97] bir hareket varken; ne olacağı mücadelece belirlenecek…

Aslına bunlar siyahî itiraz hareketi açısından yeni bir şey de değilken;[98] ABD’de kısa sürede tüm ülkeye yayılıp; köleci[99] ve ırkçıların heykellerinin yıkıldığı[100] eylemlerin en önemli sloganı, aynı zamanda toplumsal bir hareket de olan ‘Siyah Canlar Önemlidir/ Black Lives Matter’ hareketinin aslî amacı, “beyaz ırkın üstünlük söylemi” ile siyah topluluklara uygulanan şiddete karşı mücadele etmek.

Söz konusu güzergâhta Amerika’nın Siyah Sosyalistleri’nin web sitelerinde “Temel İlke ve Amaçlar” adı altında yayımladıkları bildiri; mücadele hattını şöyle tarif ediyor:

 “• Kapitalizmin, özgürlük ve adalete karşıt bir sosyal ve ekonomik sistem olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle, uluslararası bir sosyalist hareketin, demokrasi ve özgürlüğün erdemlerini yansıtan eşitlikçi bir topluma ulaşmanın en güçlü umudu olduğunu düşünüyoruz.

• ‘Sosyalizm’ derken yine kapitalizm bünyesinde kapsamlı bir sosyal refah devleti ya da kamulaştırılmış hizmetlerden bahsetmiyoruz. ‘Sosyalizm’ ifadesiyle politik, ekonomik ve kültürel sistemin sağlam demokrasi ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde yeniden yapılandırılmasını kastediyoruz.

• Biz siyah bir Amerikan örgütüyüz. Sosyalist siyaseti çevreleyen ilkelerin siyah Amerikalılar arasında yeterince temsil edilmediğini görüyoruz. Siyah Amerikalıların daha fazla özgürlük ve eşitlik için sosyalizme ihtiyaçları var.

• Örgütün amacı, siyah solcuların uluslararası sosyalist hareket içerisinde sağlam bir şekilde temsilini sağlamaktır.

• Siyahî milliyetçiliği cepheden reddediyoruz. Bir insan olarak başarımız, en üstte olanların başarılarıyla değil en altta olanların mutluluğuyla değerlendirilir.”[101]

Böylesi bir düşüncenin (tartışmaya açık) pratiği, kimilerince “Black Lives Matter/ Siyahların Hayatı Değerlidir hareketi tarafından Seattle’da kurulan özerk bölge, 1871 Paris Komünü’nün ruhunu yaşatıyor,”[102] yorumu ile sunulan Seattle’da “özerlik” ilanı oldu.[103]

Ve nihayet Noam Chomsky’nin, “ABD’de temelde tek bir parti var: Patronlar partisi. Bunun Demokratlar ve Cumhuriyetçiler denilen ve kimi bakımlardan farklı olsalar da aynı politikaları sürdüren iki fraksiyonu var. Ben genel hatlarıyla bu politikalara karşıyım. Nüfusun çoğu da öyle,” notunu düştüğü ABD’de de aslolan, ırkçılığın hangi zeminde hayat bulabildiğini, ırkçılığın hangi sınıfın elinde ve hangi amaçlar için öldürücü bir silah olarak kullanıldığını açığa çıkarmak, hedefleri doğru belirlemek ve mücadeleyi doğru zeminlere oturtmaktır. Irkçılığın sınıfsal dayanağını hedeflemeyen her lanetleme girişimi, sonuç olarak riyakârlığın ötesine geçemez.

1862’de “Köle olmayacağım, efendi de olmayacağım. İşte benim demokrasi anlayışım” diyen Lincoln tarafından ilan edilen ‘Özgürlük Bildirgesi’nden 100 yıl sonra, 1960’larda insan hakları mücadelesi vermek zorunda kalan Afro-Amerikalılar, 2020’de de hâlâ aynı sorunlarla boğuşuyorlar. Klasik kölelik rejimi kapitalist gelişmenin önünde engeldi. “Kendi içinde bölünen bir ev ayakta kalamaz. Bu hükümetin sürekli olarak yarı köleci, yarı özgür olmayı” kaldıramayacağı (Lincoln) için tasfiye edildi.[104] Oysa ırkçılık ve milliyetçilik kapitalist sistemin gelişmesinde burjuvazinin elindeki en önemli ideolojik silahtır ve o bu silahtan asla vazgeçmeyecektir.

O yüzdendir ki, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı verilen savaş kapitalist özel mülkiyet sistemine karşı savaşla birleştirilmezse hiçbir kalıcı başarı sağlanamaz.[105]

 Yazının devamı için

9 Ağustos 2020 16:39:23, Çeşme Köyü.

 

 



YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI