Bugun...



Ferda Koç yazdı:Sömürge faşizmi ve Erdoğan’ın parti devleti

Halkın çoğunluğu tarafından reddedilmiş olmasına karşın yürürlüğe konulan Anayasa değişiklikleri yalnızca Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yarattığı fiili durumu hukukileştirmedi. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Erdoğan fiilen yasama ve yürütme erklerini tek elde toplamıştı. Yürürlüğe konulan Anayasa değişiklikleriyle birlikte yargı erki de Erdoğan’ın kontrolüne verilerek devletin tüm güçleri tek kişinin otoritesine tabii kılındı.

facebook-paylas
Güncelleme: 22-05-2017 01:40:58 Tarih: 21-05-2017 00:52

Ferda Koç yazdı:Sömürge faşizmi ve Erdoğan’ın parti devleti

Sömürge faşizmi ve Erdoğan’ın parti devleti

Ferda Koç

Halkın çoğunluğu tarafından reddedilmiş olmasına karşın yürürlüğe konulan Anayasa değişiklikleri yalnızca Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yarattığı fiili durumu hukukileştirmedi. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Erdoğan fiilen yasama ve yürütme erklerini tek elde toplamıştı. Yürürlüğe konulan Anayasa değişiklikleriyle birlikte yargı erki de Erdoğan’ın kontrolüne verilerek devletin tüm güçleri tek kişinin otoritesine tabii kılındı.

AKP Genel Başkanlığı’nı yeniden üstlenen Erdoğan, AKP hükümetini, AKP meclis grubunu ve AKP örgütünü artık açıkça yönetecek. Böylece bütün yüksek yargı kurumlarının üyelerinin (bu arada YSK’nin de) büyük çoğunluğunu doğrudan doğruya belirleyebilecek. (Eski bileşimiyle 16 Nisan’daki büyük seçim yolsuzluğunu yapan YSK’nin bundan sonraki seçimlerde çok daha fütursuz bir yolsuzluk ve manipülasyon merkezi haline geleceğini kestirmek güç değil. Kısa bir süre sonra da neredeyse bütün üyelerini tek başına belirleyeceği Hakimler Savcılar Kurulu’nu göreve başlatacak. Böylece bütün yargısal işlemleri doğrudan doğruya kendisine bağlayacak.

Devletin bütün güçlerini kendisinde toplayan Erdoğan’ın bu gücü 2019’daki (veya kendisinin belirleyeceği bir tarihteki) Cumhurbaşkanlığı, Meclis ve Yerel Yönetim seçimlerini belirlemek için tepe tepe kullanacağı da aşikâr. Kısacası “yürürlükteki hukuki koşulların aynı kalması halinde” 16 Nisan’dan sonra Türkiye’nin serbest bir seçim görmeyeceğini, yapılacak bütün “oylamaların” bütün “parti devletlerinde” olduğu gibi tiyatrodan ibaret olacağını söyleyebiliriz. 

Erdoğan’ın bu parti devlet modeliyle “kendi değerlerini anayasal norm haline getirmek ve bu temel üzerinde yeni bir devlet kurmak için mevcut devlet erkini kullanmak”1  istediği bir gerçek. Erdoğan’ın kurmayı hedeflediği “yeni devlet”, “egemenliğin kaynağı, biçimi ve gerçekleşme kanalları” bakımından bugüne kadarki Cumhuriyet yapısından temelli farklılıklara sahipmiş gibi görünüyor. 

Gerçekten de böyle mi? Erdoğan’ın empoze etmeye çalıştığı devlet biçimi bugüne kadarki devlet biçiminden radikal bir kopuş mu? Yakından bakmakta yarar var.

Erdoğan’ın hedeflediği yeni devlette egemenliğin kaynağı “ulus” değil cemaat, egemenliğin biçimi Sünni-İslam Cumhuriyeti, egemenliğin gerçekleşme kanalları totaliter-korporatist bir terör aygıtı.

Klasik faşizmi fazlasıyla andıran bu devlet modeli 1950’li yıllardan bu yana Cumhuriyet şemsiyesi altında inşa edilen sömürge tipi faşizmin öz ürünüdür. Bu devlet modelinin temel bileşenleri olan siyasi ideoloji, kurumlar ve kadrolar sömürge faşizminin inşası sürecinde yaratılmıştır. Komünizmle Mücadele Dernekleri, tarikatlar, cihatçı çeteler, dinci sendikalar vb. sömürge tipi faşizmin “çatlaklarında” kendisine yer bulmuş sistem dışı yapılar değil, tam tersine faşizmin siyasi ve kurumsal yelpazesinin asli bileşenleridir. Birçoğu kontrgerilla örgütlenmesinin ön planında bulunan bu yapılar 70’li yıllarda ikinci plana düşmüşlerse de 90’lardan itibaren yeniden palazlandırılmışlardır. Sömürge faşizminin bu kadim damarı, neoliberal yeni sömürgecilik politikasının siyasi üst yapısının oluşturulması sürecinde yeniden yapılandırılmış ve 1990’ların ortalarındaki “yerel yönetim stajı”nın ardından 2000’lerin başında iktidara getirilmiştir. Gülen Hareketi 1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından dünya çapında örgütlenmiş bir emperyalist misyoner örgütüdür. Neoliberal yerel yönetim stratejilerine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak üstün başarıyla uyum sağlayan Erdoğan’ın uluslararası bir proje olarak örgütlendirilen “Neoliberal İslamcı Partiler”in Türkiye ayağının başına getirilmesi tesadüf değildir. BBP, Hizbullah ve tarikat ağları üzerinden oluşturularak Afganistan’dan, Bosna’dan Kafkasya’ya, Çeçenistan’a kadar uzanan geniş bir alanda görevlendirilen cihatçı çeteleri NATO’nun/CIA’nın bilgisi ve komutası dahilinde Türkiye kontrgerillasının bir parçası haline gelmiştir. Neoliberal yeni sömürgecilik politikasını yürütmekte ve Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkaslar’daki sömürgeleştirme faaliyetlerine katkıda bulunmakta en uygun iktidar alternatifi olduğu için AKP-Gülen koalisyonuna emperyalist merkezler ve oligarşi tarafından “Yürü ya kulum” denilmiştir. AKP-Gülen koalisyonu emperyalist merkezden ve oligarşiden aldığı bu destekle devlet iktidarının “eski kullanıcılarını” tasfiye edebilmişlerdir.

Ancak emperyalistlerin empoze ettikleri ekonomik politikalar ve dış politikalar hem genel amaçlarına ulaşamamış hem de Türkiye’yi yoksullaştırmış ve istikrarsızlaştırmıştır. 

Neoliberal yeni sömürgecilik politikaları muazzam bir toplumsal ve çevresel yıkım yaratmıştır. Bu yıkım temelinde ortaya çıkan sınıfsal gerilimler mezhepçiliğe, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe dayanan saldırgan bir korporatizm üzerinden kontrol edilmeye girişilmiştir. Bu ise sınıfsal yönü örtük mezhepsel, etnik, cinsiyet esaslı, yaşam tarzı referanslı bir toplumsal kutuplaşma sürecini harekete geçirmiştir. 

Diğer yandan bölgesel, yerel düzeyde dinsel ve etnik temelli iç savaşlar, kargaşalıklar üzerinden geliştirilen emperyalist müdahale ve işgaller planlandığı gibi sonuçlanmamıştır. Emperyalistlerin hedef aldıkları ülkelerin çoğunda etkin bir sömürgecilik ilişkisi kurulamamış; üstelik oluşturulan “iç savaş koalisyonları” kontrolden çıkmış ve bizzat emperyalist merkezi tehdit eden bir cihatçı terörün kaynağı haline gelmiş, “vekil” devletlerle emperyalist merkezler arasındaki ilişkileri kırılgan hale getiren sonuçlar ortaya çıkmıştır. 

Suriye’de emperyalistler adına etnik ve mezhepsel bir iç savaş çıkarmaya girişen AKP-Gülen koalisyonu güçlü ve uyumlu bir politik-askeri destek oluşturamadı, oluşturulan güçler IŞİD ve El Kaide eksenine kaydı.2  Suriye iç savaşının yarattığı “düzensizlik” içinde AKP İran’la kurduğu yasadışı altın bağlantısı ile ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoyu deldi, İsrail’le şiddetli bir diplomatik gerilim yarattı.  

AKP-Gülen koalisyonundaki ilk çatlaklar, AKP iktidarının konjonktürden faydalanarak yaptığı bu zorlamalar sırasında ortaya çıktı. AKP dersaneleri kapatmaktan söz etmeye başladı, 2012 Şubat’ında Hakan Fidan savcılığa çağrıldı. Başlangıçta bu gerilimler derinleşmeyebilir gibi görünüyordu. Erdoğan ve Gülen arasında her sürtüşmenin ardından kısa süreli ateşkesler izleniyordu. 

Türkiye’de Kürt barış sürecinin sağladığı özgürlük iklimi içinde Erdoğan iktidarına karşı gelişen Haziran İsyanı AKP-Gülen koalisyonu tarafından kanlı bir biçimde bastırıldı. Haziran İsyanı’nın hemen ardından Mısır’da Mübarek’in yerine getirilen Müslüman Kardeşler yönetimine Mısır halkı da ayaklandı. Halk ayaklanması ancak Sisi darbesiyle kontrol altına alınabildi. 

2013 yaz sonunda ABD Mısır’da ve Suriye’de izlediği politikanın olumsuz sonuçları nedeniyle Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ni askıya aldı. ABD ılımlı İslam hükümetlerine dayanan bölgesel egemenlik stratejisini değiştirince ılımlı İslam hükümetlerinin işine de son vermeye girişti. Bu noktadan itibaren AKP-Gülen koalisyonu bozuldu. Tasfiye planı 17-25 Aralık operasyonu ile yürürlüğe sokuldu. Devlet iktidarı içinde Erdoğan’ı yargı önüne getirebilecek bir çatışma süreci başlatıldı. 

Bir önceki kontrgerilla merkezini tasfiye eden koalisyon içerisindeki bu çatışma, sömürge faşizminin kurucu merkezine nüfuz etti. Kontrgerilla örgütsel bütünlüğünü yitirdi ve 15 Temmuz “Saray Darbesi”3 ne kadar varan bir cuntalaşma süreci başladı. 

15 Temmuz Saray Darbesi sömürge tipi faşizmin kurucu merkezini tahrip etti. Pentagon sözcüleri “partnerlerini yitirdiklerini, kaygılı olduklarını” açıkladılar. Erdoğan iktidarı Saray Darbesi’ni düzenleyenleri etkisiz hale getirmek için ordu, polis, yargı ve bürokrasi içerisinde geniş kapsamlı bir tasfiyeye girişti. Bu tasfiyeler sömürge faşizminin kurumsal ve kadrosal temelini bugüne kadar görülmemiş ölçekte zayıflattı. Kontrgerillanın krizi derinleşti.

Erdoğan’ın 16 Nisan referandumundan aparttığı yetkilerle kurmaya giriştiği “parti devleti” her şeyden önce kontrgerillanın bu kaçınılmaz krizini aşmak için oluşturulmuş bir formüldür. Erdoğan ordunun, polisin, yargının eriyen temel yapılarını bu kurumları doğrudan doğruya kendisine bağlayarak ve onlara meşreplerine uygun bir “dava” vererek onarabileceğini düşünüyor. 

Erdoğan’ın empoze etmeye çalıştığı bu “yeni devlet rejimi”nin sömürge tipi faşizmin krizini aşmak için “içeriden” ve faşizmin “kaldığı yerden” geliştirilen bir alternatif olduğunu ve halihazırda emperyalistlerin ve oligarşinin bundan başka bir “devleti kurtarma” modeli bulunmadığını söyleyebiliriz. 

15 Temmuz günü Erdoğan’ı devirmek üzere harekete geçen ve omurgasını Gülen Hareketi’nin oluşturduğu anlaşılan yapının başarılı olması halinde ortaya çıkacak iktidar yapısının bugünkü “modele” şaşılacak ölçüde benzemesi de çok büyük bir olasılıktı.  

Kısacası 15 Temmuz Saray Darbesi’nin iki olası sonucu da güçler birliğine dayanan dinci faşist diktatörlüktü. “Kazanan” Erdoğan oldu. 

Bu noktada devleti iki dinci faşist diktatörlük versiyonuna mahkum eden yapısal bir temelin bulunduğunu söyleyebiliriz.

Neoliberal yeni sömürgeciliğin Türkiye’deki krizi sömürge tipi faşizmin neoliberal İslamcı bir devlet iktidarı ile reorganize edilerek aşılmak istenmiş ancak bu kez sömürge tipi faşizmin kendisi (kontrgerilla cihazı) dağılmanın eşiğine gelmiştir. Erdoğan’ın parti devleti de Gülen cuntası da devlet iktidarı içerisinden bu krize verilen yanıtlardır.

Bu belirlemeden hareketle geleceğe doğru bakarsak, Erdoğan’ın bugünkü İslamcı parti devletinin ömrünün kontrgerillanın krizine çözüm sağlama kapasitesiyle doğru orantılı olacağını söyleyebiliriz. 

Bu nedenle “devletin bekası”nı temel alan her politik merkez Erdoğan’ın parti devletinin önünde hizaya geçmek zorundadır. Türkiye’nin temel sorunu “devletin bekası” değil, faşizmden kurtuluş sorunudur; Erdoğan ve parti-devleti sorunu bu temel sorunun bugünkü görünen yüzüdür.

Dipnot:  

1) Metin Özuğurlu, 16 Nisan Halkoylaması: Nasıl bakmalı, ne yapmalı?

2)  Bu skandal Suriye yönetiminin etkili direnişinin, Suriye demokratik muhalefetinin iç savaşa karşı tavır alışının yanında AKP-Gülen koalisyonunun Kürt sorunundaki ırkçı tutumundan da kaynaklandı. Hem Suriye’de mezhepsel ve etnik bir iç savaş kışkırtıldı, hem de Suriye Kürtlerinin bu çatışma sürecinde politik bir özne olarak yer almaması istendi. Suriye Kürtleri iç savaşın ateşinden korunmak için “özerk” tutum alınca da Türkiye Kürtleriyle yürütülen barış müzakerelerine son verildi.

3) Saray Darbesi: İktidar eliti içerisindeki bir grubun diğerini iktidardan düşürdüğü, sınırlı bir çevrede gerçekleşen darbe.




Kaynak: sendika.org

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1255 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Basından yazılar Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI