Sarayın, ‘’İsteseniz de, istemesiniz de, rejim değişti” diye özetlediği sivil darbe süreci; 15 temmuz’da yaşanan darbe kalkışması ile tamamlanma evresine girmiş oldu. Saray, her ne kadar parlamentoyu devre dışı bırakarak ülkeyi muhtarlar Senatosu eli ile yönetmeye çalıştıysa da , geçen süre içinde, bunun kendisi için, sorunsuz bir model olmadığının ayırdına vardı. Parlamentonun varlığı, HDP ve Bir kısım CHP’linin saraya muhalif duruş sergilemeleri; tek kişi iktidarına engel olabilme potansiyeli taşıyabileceğine dair sarayın kaygı ve endişesini derinleştirmiş oldu . Kamuoyunun ABD’de görülen Reza Zarrap davası ,Suriye politikasının çıkmazı, Rusya krizi ve Cumhurbaşkanının diplomasına olan ilgisi, saray AKP’sini savunma pozisyonuna itmiş durumdaydı. Bu koşullarda,müdafaa konumundan taarruza geçmesine olanak sağlayacak esaslı bir gerekçeye ihtiyacı vardı. Bütünüyle ele geçirilmemiş yargı sistemi,az da olsa sarayın beklentisi ile çakışmayan anayasa mahkemesi kararları, farklı ses çıkaran medya bakiyesi, başı ezilmiş gövdesi hareket eden parlamento, ayak bağı olmaktan çıkarılmalıydı. Sarayın atraksiyonlarının, hızını sınırlayan bu ayak bağlarından kurtulması ,ancak OHAL (Olağan Üstü Hal) şartlarında mümkündü. İşte FETÖ’cü darbenin kıymeti -harbiyesi, OHAL şartlarının nesnel koşullarını, yaratmış olmasındadır.
15 Temmuz, beklenen operasyonun sahnelendiği günün adıdır. Sahici bir darbe gerçekleştirmeye meşru kılıf olacak “saray karşıtı” darbe kalkışması, müdafaadan taarruza geçme olanağı yarattı. Sarayın mevcut kalkışmayı bir lütuf olarak telakki etmesi, içinde FETÖ’cüler olsa da, asıl olarak, saray tarafından senaryolaştırılmış olmasındandır.
Kalkışmanın öngünlerinde, gelişen ilişkilerin ve, o gece yaşananların, karanlıkta kalmasını isteyen, sarayın kendisidir. Günlerce demokrasi nöbeti adı altında, camilerden halkı, AKP teşkilatları ya da, Emniyet merkezlerinin önüne toplanmaya çağıran da, saraydan başkası değildi. Sabahlara kadar içilen çorbalar ,çekilen halaylarla kolaj edilen, milli birlik mizansenlerinin arkasında ,gizli kalan, sahici darbeyi, gerçekleştirme planı yatmaktaydı.
Bir nevi kahramanlar ve hainler çatışması şeklinde masallarla bezenen 15 Temmuz gecesi , efsaneleştirilerek, medya tarafından evlerimize taşındı. 27 gün sabahlara kadar süren bu “demokrasi nöbeti” öncesi , adeta mutad hale gelen, tek bir İŞİD eylemi, olmadı. Elbette, herhangi bir saldırının olmaması, yüreği barıştan yana olan herkes için, son derece sevindirici, ancak, nöbet bitiminin ardından IŞİD ‘in, harekete geçerek, halkı hedef alması ise , bir o kadar düşündürücüdür.
IŞİD saldırısının dehşeti, insanım diyenin kanını donduracak boyuttaydı. Bir düğün törenini hedef seçerek, tarihte, eşi benzeri görülmemiş bir eylem biçimi, gerçekleştirdi . Saldırının düşündürücü bir başka yönü ise, eylemin zamanlamasıdır. Eylem, YPG’nin Minbiç’i özgürleştirmesinin ardından; iktidarın Cerablus’a müdahale hazırlıkları yapmak üzere, El-Kaide ile bağlantısını kestiğini duyurarak adını “Şam’ın Fethi Cephesi” olarak değiştiren El-Nusra ile Ahrrar’u Şam, Sultan Murat gib,i bir dizi fundamentalist silahlı örgüt ve grupları, Türkiye’ye topladığı bir tarihte,, yaşanmış olmasıdır.
Yüzlerce sivilin ölümü, binlerle ifade edilen yaralılarla sonuçlanan, darbe kalkışmasını; ‘’Allahın lutfu’’ olarak gören cumhurbaşkanının, büyük bir savaş hazırlığı içinde olduğunu perdelemek isteyen medya maymunlarına düşen görev ise; Türkiye’de, gerek iç siyasette, gerekse, başta Suriye olmak üzere, dış siyasette, beyaz bir sayfanın açılacağı yorumlarını yapmaktı.
Ancak Saray şürekasının yeni sayfası; içerde, darbelere karşı olan bir çok geleneğin ortak temsilcisi HDP’yi , demokrat sendikaları, muhalif sol basın ve yayınları, aydınları, demokratik kitle örgütlerini, darbe yapmışçasına hedefe koyması ; dış siyasette ise; küresel güçlerin önünde diz çökerek , Kürt karşıtlığı politikasına destek araması oldu. Suriye siyasetinde yenilik ise, Esat rejimini kabul etmeye karşılık , Rojava’nın işgali, şeklinde vuku buldu. Barış ve demokrasi beklentilerini, boşa çıkararak,rejimi, otoriterleşmenin bir üst evresine taşımış oldu. Yalancının mumu, yatsıya kadar misali, demokrasi beklentilerinin, Saraydan Yeni Kapı’ya kadar olduğunu bir kez daha gösterdi.
Ka
Saray AKP’sinin, HDP’li belediyelere kayyum atamak, demokrat muhalefeti tasfiye etmek isteği, yeni bir durum değildir. 7 Haziran seçimlerinin akabinde, İçişleri Bakanlığı müfettişleri tarafından, bütün HDP’li belediyelerin hesapları, incelemeye alındı. Aylar süren incelemeler sonucunda, yargıya taşınacak bir suç bulunamadı. Yargıya taşınabilinecek, ne, herhangi bir örgüte yardım, ne de, yolsuzlukla ilgili bir bulguya, ulaşılamadı. Böylece, Saray için normal şartlarda HDP’li belediyelere kayyım atama yolu kapanmıştı. Ancak saray nasıl ki, 7 Haziran seçimlerinin sonucunu, kabul etmediyse; HDP’li belediyelere, “hukuk sistemi” içinde kayyım atanamayacağı gerçekliğini, içine sindiremedi. Geriye tek çıkar yol görünmekteydi . Yargı yolunun, kapalı olacağı koşulların yaratılmasıydı. OHAL ve KHK (Kanun Hükmünde Kararname, ) bunun için, gerekli iklimi, yaratmış oldu. FETÖ’nün darbe tehlikesi, ortadan kaldırılıncaya kadar, ilan edildiği iddia edilen OHAL’in, ilk hedefinin, Kürt coğrafyasındaki, belediyeciliği tasfiye etmesi şaşırtıcı olmadı. Sarayın adamları tarafından buna yeni belediyelerin ekleneceği , HDP’li vekilleri de bekleyen akıbetin ise, cezaevi olduğunu ifade etmeleri , diktatörlüğü derinleştirerek sürdürmek istediklerinin ifşasıdır. Zira , sol, sosyalist , devrimci, demokrat hatta sosyal demokrat, bütün muhalif lerin, kamudan tasfiye edilmesi; yapmak istediklerinin somut tezahürüdür.
Yapılmak istenen, saray AKP’sinin devletini, yaratmaktır. Kamu çalışanlarında aranan nitelikler, liyakat değil, saray AKP’sinin yandaşı olmaları ve ona muhalif olmayan ,sendikasız , güvencesiz işe rıza göstermeleridir.
Dünyanın en ilkel hukuk sistemi içinde bile bunu yapmak mümkün olmadığına göre, hukuk sisteminin bütünüyle ortadan kaldırmak en gerçekçi yol olarak görünmektedir. Bir başka ifade ile bu adımların başarı ile sonuçlanması için, ülkenin sürekli olarak OHAL ile yönetilmesi kaçınılmaz olacaktır.
Kayyım ile birlikte, bölgede Kürtlerin seçme ve seçilme hakkı ilga, Kürtler için kamu hizmetlerinde çalışma ve legal siyaset yapma hakkı gasp edilmek istenmektedir. Ülkenin genelini bekleyen akıbet ise adım adım seçimsiz, sendikasız, demokratik örgütlerin olmadığı, gösteri ve yürüyüşlerin suç sayıldığı, havuz medyası dışında yazılı ve görsel medyanın yasaklandığı, sosyal medyanın kilitlendiği ,kadınların kamu hayatından uzaklaştırıldığı,parlamentonun sarayın alt komisyonuna dönüştüğü , yasal parti olmanın şartının saraya biat etmekten geçtiği , güçler ayrılığının yerine güçlerin sarayda toplandığı , diktatörlük rejiminin ete kemiğe büründürülmesidir.
F
Darbe’ye kalkışan askeri personel ile birlikte; medyadan, kamu çalışanına, adli personelden ,polisine, öğretmenden , belediye çalışanına kadar, farklı sektörlerde bulunan uzantıları, kısa denilebilecek bir zaman periyodunda, elleri ile koymuşçasına bulup, tasfiye ettiler. Elleri ile koymak dışında “gizli bir örgütü” bu kadar kısa sürede çökertmek mümkün değildir.Anlatılana bakıldığında, devletin her yerine sızmış küresel bir örgütten söz ediliyor. Devleti, adeta ele geçirmiş bu örgütün kendi güvenliğini sağlayamayacak kadar acemi olduğunu düşünmenin, Türk usulü düşünce sistematiğinin nadide örneği olmak dışında, her hangi bir anlamı yoktur.
İçişleri bakanı Ala , 7000 bin MİT elamanının 6500’nün, 81 ilin emniyet müdürlerinden 76 ‘sının, ordunun yüzde 80,90’nın FETÖ’cü olduğunu, telafüz etmektedir. Söz edilen örgütün, abartılmıyor ise, devlet kadar güçlü ve son derece profesyonel olduğu anlaşılmaktadır. Böylesi bir örgütün, birkaç günde çökertildiğini söylemek, örgüt ile anlaştıkları manasına gelmektedir. Bunun en sarih kanıtı, örgütün siyasi kanadına yönelik herhangi bir operasyon yapılmamış olmasıdır.
Devletin farklı kurumlarında bu kadar yaygın ve etkin olan profesyonel örgütün, başta AKP olmak üzere siyasi partiler içindeki varlığı gözardı edilmektedir.
Her yere sızmış ya da sızdırılmış yapının, siyasette karşılığının olmadığını düşünmenin, örgütün ontolojisine ve çalışma modeline aykırı olduğunun altını, birkaç kez çizmek gerekir. Bu bağlamda böylesi bir kapsamlı darbe kalkışmasının, siyasi ayağının olmadığını düşünemeyeceğimize göre, geriye kalan seçenekler; siyası kanadın ya tehditle teslim alınmış, ya da, pazarlık sonucu, orta bir yolda, anlaşmış olduklarıdır. Görünen odur ki ,böylesi bir ara çözüm, her iki tarafın da, ortak çıkarınadır.
Siyaset düzleminde, saray AKP’si ayzbergin görünen; FETÖ örgütü ise, AKP içinde ayzbergin görünmeyen kısmını, temsil etmektedir. Sarayın, örgütün siyasal kapsama alanına karşı, olası bir operasyonu, buzdağının tümden erimesine neden olabilme riski taşımaktadır. Karşılıklı kılıç çekerek her iki tarafın zararla çıkabileceği bir mecraya girmek yerine şimdilik türlü pazarlıklarla konuyu geçiştirme seçeneğini rasyonel gördüklerini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Çünkü AKP, Saray AKP’si ile FETÖ AKP’sinden teşekkül bir koalisyonun adıdır. İlişkileri i Rusların matruşkası gibidir.Biri diğerinin içinde, iç içedirler.
Dolaysıyla, AKP’ye, detaylı neşter atmak, Cemaat ile yüzleşmek anlamına gelecektir. Böylesi bir karşılaşmanın ardından, her iki tarafın kirli ilişkilerinin, kamu önünde sergilenmesi, kaçınılmaz olacaktı. Vahim bir tablonun ortaya çıkma ihtimalini, iki taraf da, göze alamazdı.Siyasi kanatta hesaplaşmanın ertelenmesinin; yolsuzlukları ,kokuşmuşlukları, halkın gözünden uzak tutmanın yanı sıra, saray AKP’sinin çökmesini önlemek için de, son derece tayin edici önemi vardı.
Akılımın diline pelesenk olan soru; yargının, sarayın emrine geçmiş olması dolayımı ile avantajlı konumda olduğu bir iklimde , FETÖ’nün siyasetteki uzantılarına saldırıya geçmesine engel olanın, ne olduğudur. Aklımın yanıtı; olası bir çatışma durumunda AKP’nin çökmesi ve sarayın kara deliğine dönüşmesine karşı duyulan, derin endişe ve korkudur. Cumhurbaşkanı’nın, “ Biz kandırıldık, çok yanlışlar yaptık, halkımız bizi affetsin.” Sözleri, anlaşmanın şifresidir. Her ne kadar halka söyleniyor gibi görünse de, bu kodlamalarla, cemaatin siyasi kanadı yani AKP’ örgütünün omurgasına, barış çubuğu uzatmaktadır.
Her iki taraf, mutlak zaferin olmadığı bir savaşa girmek yerine , bindikleri gemiyi batırmamayı daha anlamlı bir taktik olarak gördüklerini söylemek mümkündür. Denilebilinir ki, birlikte bu yolları yürüyenlerin, siyaset alanında şimdilik erteledikleri bir hesaplaşma söz konusudur. Evet bunu en güzel AKP millet vekili Burhan Kuzu açıkladı. “Her şeyi biliyorduk, ama o dönem çıkarımız gereği ses çıkarmadık”. Bugün de, örgütün siyasal yapısı, saray tarafından biliniyor, ancak, bugünkü güç ilişkileri ve sarayın çıkarları nedeniyle görmezden gelinmesi, makul görünmektedir.
Saray AKP’si ile FETÖ AKP’sinin koalisyonu olan, toplam AKP’nin, bir başka ortak hedefi ise; Kürtleri, sol, sosyalist, demokrat ve sosyal demokrat güçleri, siyaset sahnesinden silmektir. Bu ulvi amaç için , dün olduğu gibi bugün de, koalisyonlarını sürdürmeleri, yeni bir mutabakatta buluşmaları, kuvvetle muhtemel bir olasılıktır.Ortak düşmanları olan muhalif güçlere karşı, “kardeş” kanı akıtmak yerine, MHP, IŞİD dahil bütün ülküdaşları aynı siperde buluşturmak, aynı potada eritmek düşüncesi baskın gelmiştir. Bütün mesele; demokratik güçlerin, gelişmelerden ne öğrendikleri, gelişecek olana ne öğreteceğine verdiği yanıtla, şekillenecektir.
Devam edecek.